15 Temmuz
sonrası yaşanan kanlı, trajik felaket de bir yönüyle budur. Önce de
söylediğimiz gibi, şimdi herkes Fethullahçı şeytanı taşlama ayininde
birbirleriyle yarışa girmiş vaziyettedir. Çünkü “dindar ve kindar” Tayyip
Erdoğan’ın gözüne girmeyen herkesin can ve mal güvenliğinin tehlikede olduğunu
düşünmektedirler.
Daha önce de
söylemiştik; şu kanaatteyim ki eğer Pensilvanyalı İmam’ın askerleri başarılı
olsaydı, Tayyip Erdoğan hariç, mevcut Bakanlar Kurulu da, AKP Meclis Grubu da,
il, ilçe yöneticileri de bugün olduğunun tam tersine, Fethullah Gülen’in önünde
biat kuyruğuna girerdi.
Çünkü ideoloji
bakımından aralarında zerre fark yoktur: Her ikisi de sınır tanımaz bir
saldırganlık biçiminde laiklik düşmanıdır, laikliğe saldırmaktadırlar. Yine
aynı oranda Mustafa Kemal, Birinci Kuvayı millîye, Antiemperyalistlik ve Laik
Cumhuriyet düşmanıdırlar.
Daha dün
denebilecek yakınlıkta, hemen bir ay kadar önce Tayyip Erdoğan’ın kadim dostu,
Meclis Başkanı İsmail Kahraman “Cumhuriyeti kuranlar dinsizdi.”, demedi
mi açıktan?
Fethullah Gülen
için de Mustafa Kemal dinsizdir. Onların bu kanaati tüm kadrolarını kapsar.
Çünkü çocukluklarından, ilk gençlik yıllarından itibaren böyle
yetiştirilmişlerdir, böyle doktrine edilmişlerdir.
Biz hep
söylüyoruz ya; tarikatlarda, cemaatlerde, Kur’an Kurslarında ve hatta İmam
Hatip Okullarında hep bunlar öğretilir gençlere. Laiklik düşmanlığı, Mustafa
Kemal düşmanlığı, Laik Cumhuriyet düşmanlığı ve Amerikan yandaşlığı…
Kendilerini
mütedeyyin, muhafazakâr, dinci olarak tanımlayan, bu tezgâhtan geçmiş herkesin
aynı anlayışta, aynı çizgide ve aynı safta bulunması tesadüf değildir.
Buralarda
öğretilen din, yüzlerce kez tekrarladığımız gibi, Kur’an Müslümanlığı, Hz.
Muhammed ve Dört Halife Müslümanlığı değildir. Muaviye-Yezid Müslümanlığıdır, bugünkü
tanımıyla da CIA-Pentagon-Washington Müslümanlığıdır.
Yıllar önce,
Fatih Altaylı’nın programına çıkan gencecik kızcağızların: “Ben İmam
Humeyni’yi severim, Atatürk’ü sevmem. Keşke Atatürk liderliğindeki Milli
Kurtuluşçular kazanmasaydı da İngilizler kazansaydı. İngiliz sömürgesi
olsaydık. O zaman İslam’ı yaşardım. İngilizler sömürgelerinde insanların
dinlerine müdahale etmiyorlar.”, demesi boşuna değildir. Ya da öylesine
söylenmiş bir düşünce değildir. Ve bu kesimin azınlığının ya da bir bölümünün
sahip olduğu bir düşünce değildir. Hemen tamamını kapsar bu anlayış. Çünkü
onların yetiştikleri kurs, tarikat ve okullarda tam da bu İngiliz, Amerikan
muhibbiliği-severliği, yandaşlığı öğretilir.
Mustafa
Kemal’e, Kuvayimilliyecilere, Antiemperyalist, Laik Cumhuriyet’e ve Tam
Bağımsızlığa düşmanlık öğretilir.
İşte bu
sebepten Fethullah Cemaatinin, daha doğrusu tarikatının mensuplarıyla
Tayyipgiller’in-AKP’giller’in mensupları arasında bu açıdan zerre fark yoktur.
Öyleyse,
bunların farkı nedir?
Tek farkları
tarikat şeyhlerinin, liderlerinin, önderlerinin ayrı oluşudur.
Pensilvanyalı’nın
tarikatının şeyhi, bilindiği gibi, Fethullah Gülen’dir.
Tayyipgiller,
AKP’giller tarikatının-cemaatinin şeyhi de ya da imamı da, Kaçak Saray’ın
Reisi, İmamıdır. İşte biricik farklılıkları budur.
O yüzden bunlar
on yıllardır birlikte Laik Cumhuriyet’i alttan alta oyarak, dirhem dirhem
yontarak kurumuş bir ağaca döndürmüşler ve sonunda da yıkmışlardır. Ve hep
söylediğimiz gibi, iş, ondan kalan büyük mirasın paylaşımına yani devletin
paylaşımına gelince de kavgaya tutuşmuşlar ve kanlı bıçaklı düşman olmuşlardır.
Şimdi
Türkiye’de Fethullah Gülen’den ve cemaat mensuplarından daha kötüsü yoktur,
bunlara göre.
Bunlar kötü mü?
Evet, kötü.
Tehlikeli mi?
Evet.
Halk düşmanı
mı?
Evet.
ABD Emperyalistlerinin,
AB Emperyalistlerinin ve Siyonist İsrail’in yandaşı mı?
Evet.
Ama bu
taraftakiler de öyle. Aynı özelliklere bunlar da sahip. Bu bakımdan hiçbir fark
bulunmamaktadır aralarında. İşte biz, bu nedenle ne Pensilvanyalı’nın cemaati,
ne Tayyip Erdoğan’ın AKP’giller’i, diyoruz. Türkiye, bu her iki ABD
işbirlikçisi, vatan millet düşmanı gruptan da kurtulmalıdır, diyoruz.
Şu anda
Pensilvanyalı’nın Ordudaki, Yargıdaki, Milli Eğitimdeki ve tüm devlet
kurumlarındaki ve medyadaki tespit edilen taraftarlarına karşı ölümcül bir
savaş başlatılmıştır.
Fakat Orduda ve
diğer devlet kurumlarında Pensilvanyalı İmam’ın taraftarlarının dışında başka
tarikatlara mensup yığınla Ortaçağcı, öbürleriyle benzer özellikte unsurlar bulunmaktadır.
Onlara hiç dokunulmamaktadır.
Nitekim bugün,
onlar da Pensilvanyalı’nın kadrolarından boşalacak yerleri paylaşım kavgasına
girmiş durumdadırlar.
Odatv’de dün
yayımlanan şu habere bakalım:
“Cemaat
Savaşları Başladı
“Fethullah
Gülen Cemaati’nin darbe girişiminin ardından cemaatler arasında da kavga
başladı.
“Furkan Vakfı
Lideri Alparslan Kuytul’un darbeyi öğrendiği andan sonra söylediği sözler
nedeniyle darbeyi desteklediği yönünde tartışmaların yaşanmasına, iki büyük
cemaatin arasındaki gerilim de eklendi.
“Cüppeli Ahmet
Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün sayfasından Akabe Vakfı Lideri
Mustafa İslamoğlu’na yönelik ‘Geleceğin Fethullah Güleni’ eleştirisi getirilen
bir video paylaşıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen Kadir Mısıroğlu’nun
olduğu videoda Akabe Vakfı Lideri Mustafa İslamoğlu’nun belediyelerde Gülen
Cemaati’nin yöntemine benzer şekilde örgütlendiği iddia ediliyor. Öte yandan
aynı sayfada paylaşılan ikinci videoda İslamoğlu, darbe taraftarı olmakla
suçlanırken halka da sürü dediği ileri sürülüyor.” (Odatv, 25 Temmuz 2016-
http://odatv.com/cemaat-savaslari-basladi-2507161200.html)
Laikliği
ortadan kaldırdınız mı, varacağınız yer işte burasıdır. Yani, Ortaçağ’ın din
savaşları bataklığıdır.
Tüm Ortaçağ din
savaşlarıyla doludur. Engizisyon Mahkemeleriyle doludur. İnsanlara yapılan akıl
almaz işkencelerle doludur, katliamlarla doludur.
Batı’ya
bakalım: Saint Barthelemy Katliamı nedir?
Fransa’da
1572’de, Ağustos’un 24’ünde iki gün içinde Katoliklerle Protestanlar arasında
geçen kanlı, insanlık dışı bir katliam hesaplaşmasıdır. O günlerin şartlarında
bu katliamda hayatını kaybedenlerin sayısı kesince tespit edilememiş olsa da
bazı tarihçiler bunun 30 binlerle ifade edilebilecek bir katliam olduğunu ileri
sürmektedirler.
Ayrıca,
Engizisyon Mahkemelerinin yani Kilise’nin yönetimindeki mahkemelerin halkı ve Giordano
Bruno gibi bilim insanlarını nasıl yargılayıp işkencelerle katlettiğini
Tarih kaydetmiştir.
Ayrıca, 1071
Malazgirt Zaferi’nden 25 yıl sonra Papa II. Urbanus’un çağrısıyla
toplanan Clermont Konsili, Türklere ve tüm Müslümanlara karşı Hıristiyan
ülkelerin tamamının katıldığı bir Haçlı Seferi’nin başlatılması kararını alır.
Bu çağrıya olumlu yanıt veren Avrupa devletleri hazırlıklara girişerek, 1 yıl
sonra Birinci Haçlı Seferi’ni başlatırlar. Amaç, Müslümanlığı yeryüzünden
silmektir.
Bu Haçlı
Seferleri dalga dalga olmak üzere, tamamı dokuz dalgadır, 1272’ye kadar sürer.
Bu, her ne kadar ekonomik temelde Avrupa Tefeci Bezirgân Sermayesinin Doğu’yu,
yani İslam ülkelerini yağmalamak ve sömürgeleştirmek amacını taşısa da, bir din
savaşı görünümü şeklinde gerçekleşir.
Yine
hatırlanacağı gibi; bu savaşlara katılanların üzerlerindeki giysilerde, tüm
sırt ve göğüslerini kaplayan haç işareti olduğu için, bu adı alır.
İslam dünyasına
bakarsak; burada da Birinci Halife Hz. Ebubekir’in ölümüyle birlikte İslam’ın
kendi içinde bir din savaşının başladığını açık bir şekilde görürüz. Diğer üç
Halife de vadesiyle değil de din adına öldürülerek ortadan kaldırılır. Sonrası
malum; Şii-Sünni Savaşı tüm İslam Tarihi boyunca sürmüştür, hatta bugün dahi
devam etmektedir.
İslam’ın
Musevilerle, Hristiyanlarla arasında geçen savaşlar da Tarih sayfalarını
doldurur.
Batı dünyası,
kendi içinde yaşadığı din savaşlarından burjuva devrimlerinin ürünü olan Laikliği
benimsemekle ve devlette egemen kılmakla kurtulabilmiştir. Devlet ve Kilise
birbirinden tümüyle ayrılınca, insanlar inanç ve ibadetlerini özel hayatlarında
istediği gibi yapabilmişler ama devlet kurumları, başta hukuk, yargı ve eğitim
olmak üzere aklın ve bilimin öngördüğü ve ortak insanlık vicdanının değerleri
olan kurallar çerçevesinde oluşturulmuş ve işlemiştir. Ondan sonra da
Kilise’nin devlete el atmasına, müdahale etmesine asla izin verilmemiştir.
İnsanlar arasında birlik ve uyum da bu alanda ancak böyle sağlanabilir. Bunun
başka hiçbir yolu yoktur.
Ayrıca da; siz
şeriat dediğiniz anda ortaya yüzlerce birbirinden ayrı, hatta birbirini düşman
ve din dışı sayan şeriat çıkar. Bunların her biri gerçek şeriatı sadece
kendisinin savunduğu iddiasındadır. Dolayısıyla da tüm toplumu kendi
anlayışının kuşatmasını ve devleti de bu anlayışı doğrultusunda ele geçirip
yönlendirmeyi, yönetmeyi ister. Hiçbir şeriat örgütlenmesi, tarikat laik
olamaz, siyasetten uzak duramaz. Böyle bir şey onların doğasına aykırıdır.
Pek çok
yorumuna katılmamış olsak da Ahmet Hulusi, içtenlikli bir ilahiyatçıdır.
Nitekim kendi imkânlarıyla bastırdığı ve kendi ürünü olan Kur’an meallerini ve
kitaplarını parasız dağıtmaktadır. “Benim yayınlarımı hiç kimse parayla
satamaz.”, diye de belirtmektedir.
“Benim
anlayışıma göre dinden para kazanılmaz.”, demektedir. Bizce de çok doğru bir
anlayıştır bu. Bu namuslu ilahiyatçı şunu der aynen:
“Hiçbir dinî
işlev, para karşılığı yapılmaz! Yapılırsa, ticaret olur adı, Din’e hizmet
değil!
“DİN, meslek
değildir! Meslek olmaz! Mesleği DİN olanın, işi de ticarettir!
“Din, para
kazanmak veya dünyevî başka çıkarlar için kullanılabilir ama bunun sonucu
hüsrandan başka bir şey olmayacaktır!” (http://www.ahmedhulusi.org/tr/yazi/seriat-devleti)
İşte şu an
yaşadığımız felaketlerin sebebi de tam budur. Yukarıda andığımız her iki
tarikat da on yıllardan bu yana hep din adına siyaset yapıyorlar, ticaret
yapıyorlar, kamu malı aşırıyorlar ve devleti ele geçirmeye çalışıyorlar. Sonuç
tam da ilahiyatçının dediği gibi hüsrandır.
Tabiî olan, o
tarikatlarda, o kurslarda, o okullarda kandırılmış, aldatılmış insanlarımıza,
diğer halk çocuklarına oluyor. Askerlerimize oluyor, Türk Ordusu’na oluyor,
Türkiye’ye oluyor.
Bu ilahiyatçıya
biri sorar; “Neden şeriat devletine karşısınız?”, diye:
“Üstadım,
burada İslâm devletine gerek yok demişsiniz. Allah aşkına Dünya’da şu an dahi
onlarca Müslüman öldürülmekte olduğu ve güçlü bir İslâm devleti olmadığı hâlde,
bunun sebebini anlamış değilim. Bizim gayemiz tabii ki Allah yolunda savaşmak
olmalıdır, diye düşünüyorum. İslâm, devlete değil insanlara gelmiş bir düzendir
diyorsunuz ama eğer insanın içinde yaşadığı devlet, Allah’ın kurallarını
uygulamıyorsa, nasıl İslâm’dan söz edebiliriz?” (http://www.ahmedhulusi.org/tr/yazi/seriat-devleti)
Ahmet
Hulusi’nin bu soruya yanıtı şudur:
“Bırakalım
geçmişi bir yana…
“Bugün Dünya
üzerinde, yalnızca Kur’an ve Hadis temeline dayalı tek bir İslâm Devleti var
mıdır?.. YOKTUR!
“Kişinin imanı
veya İslâm anlayışı, “İslâm devleti” veya “şeriat devleti” kapsamına bağlı
olsaydı, bugün yeryüzünde imanlı veya İslâm’ı kabul etmiş tek kişi olmazdı!
Oysa bugün binlerle evliyaullâh, “İslâmî olmayan rejimlerle” yönetilen
ülkelerde yaşıyor yeryüzünde!
“Mezhep,
tarikat, cemaat anlayışları dolayısıyla, bölgesel Müslümanlık
anlayışları ihtiva eden; kendi anlayışları dışındaki tüm inananları “kâfir”
gören dar ve sınırlı bakış sahiplerinin oluşturduğu devletleri nasıl
İslâm’a bağlayıp, İslâm’ı küçültebilir, o yüzden İslâm’a laf getirtebiliriz?..
“İslam’ın
yüceliği beşerî yanlışlar yüzünden karalanmaktan münezzehtir!
“Kendi
cemaatlerinden olmayanı, kendi tarikatlarından olmayanı Müslüman kabul etmeyen;
başı örtülü olmayan hanımı dinsiz, kâfir kabul edip, kendilerinden saymayan
zihniyetler mi şeriat devleti kuracak da toplumları yönetecek elinde sopa ve
satır ile?!!
“Hangi mezhep
ya da tarikat veya cemaat anlayışına göre şeriat devleti kurulacak?.. Böylece
de, kaç kişi, kaç kişiye hükmedecek ALLÂH ve DİN ADINA, diyerek! Düşünebiliyor
musunuz bunun sonucunu!
“Bugün
Müslümanlar, böylesine birbirini dışlayan veya arkasından kuyusunu kazan
anlayış farklılıkları içinde kümelenmişken; kendi görüşünde olmayanların
kitaplarını yasaklayan bir kafa yapısına sahipken; nasıl bir birlikten ve o
birliğin yönetiminden söz edilebilir ki!
“Gerçekçi
olalım ve kendimizi aldatmaktan vazgeçelim. Köyümüz sınırları içinde
düşünmekten arınıp, global bakmayı ve değerlendirmeyi öğrenelim!
“Kesin olarak
bilin ki, “Mehdi”
lakabıyla bildirilen YENİLEYİCİ, eğer olağanüstü kuvvelerle donanmış bir ordu
beraberinde, beyaz atlı komutan olarak gelmezse, “şeriat devleti” beklentisi,
insanların enerjisini yanlış yolda harcatan ham hayal olmaktan öteye
gitmeyecektir!
“Hayal edildiği
şekilde bir Mehdi’nin ortaya çıkmayacağını 1985’te yazdım.” (agy.)
Görüldüğü gibi
Ahmet Hulusi, böyle bir uğraşın insanların enerjisi boşa heba ettiğini söyler.
Tabiî İslam dünyasının bugün yaşadığı felaketleri olsun göz önüne aldığımızda
da sadece insanların enerjisinin heba edilmesiyle kalmadığını, şeriat devleti kurmak
için mücadelenin İslam dünyasını ölüm tarlalarına döndürdüğünü görürüz,
kavrarız.
Ayrıca, Ahmet
Hulusi, bugün “binlerle evliyaullâh, “İslâmî olmayan rejimlerle”
yönetilen ülkelerde yaşıyor yeryüzünde!”, diyor. Böylece de laikliğin önemine
işaret ediyor.
Demek ki din,
devletin değil, insanların işidir, insanlara aittir, insanların anlayışına,
kavrayışına, inanışına ait bir konudur. Devletin kendisi ne dinle ilgilenir ne
de insanların inanışıyla… Laik devlet budur.
Bilindiği gibi,
Hz. Muhammed ve Kur’an İslam’ını biz dünyada en iyi anlayan, kavrayan,
çözümleyen hareket olduğumuz iddiasındayız. Bu anlayışımızı konuya ilişkin pek
çok konuşmamızda ve yazımızda anlattık.
Bir iki
cümleyle özetlersek; Hz. Muhammed’in gönlünden de sosyalizm geçiyordu. Cenneti
aslında bu dünyada kurmak istiyordu. Fakat çağının şartları içinde gücü ancak o
kadarına yetebildi.
Dört Halife
sonrasındaysa, Hz. Ali sonrasındaysa Kur’an İslam’ı bütünüyle ortadan
kaldırıldı; onun yerine toplumu kasıp kavuran, tabiî devleti de ele geçiren
sömürücü, asalak Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının çıkarlarını ve dünya
görüşünü savunan Muaviye ve Yezit İslam’ı ortaya çıktı. Bütün İslam Tarihi
boyunca da ne yazık ki genelde egemenliğini sürdürdü. Onun bugünkü versiyonu
Amerikan İslam’ıdır, CIA İslam’ıdır.
İslam
dünyasında bugün, iktidarı ele geçirerek İslam Devleti kurma mücadelesi ve
savaşı yürüten tüm hareket ve örgütler ve de Suudi benzeri devletler hep bu
Amerikan ve CIA İslam’ının savunucusu ve uygulayıcısıdırlar.
Hep
söylediğimiz gibi; Tayyipgiller de, Pensilvanyalı İmam da bu kategoridedir.
AKP’giller’in
emrindeki Diyanetin Başkanı Mehmet Görmez bile aylar önce şöyle demişti:
“Yapılan
bazı araştırmalara göre son yıllarda günde ortalama bin Müslüman
katlediliyor. Bunun yüzde 90’ı Müslüman tarafından, kardeşi tarafından
katlediliyor. Sadece Suriye’de, Irak’ta değil. Libya’da, Pakistan’da,
Afrika’da, Myanmar’da… Buralarda ortaya çıkan hareketler var. Şebaplar,
İŞİD’ler, Boka Haram’lar var. Bütün bunlar nasıl türedi. Müslüman kamuoyunda
nasıl ortaya çıktı. Üzerinde durmamız gereken en önemli husus bütün bu
yapılar nasıl ortaya çıktı. Yanlış yapılar nasıl oluştu. Asıl gaye ise
temelinde mezhepçilik ya da fitne ateşini nasıl söndürebiliriz”
diye konuştu. (http://www.habervaktim.com/haber/379300/urkuten-rakami-diyanet-acikladi.html)
Mehmet Görmez’
in söyledikleri doğru. Biz de katılırız aynen. Mehmet Görmez, dışarıyı görüyor
da Türkiye’yi ve kendisini görmüyor, maalesef. Türkiye’de de yapılanın aynı şey
olduğunu göremiyor. Çünkü kendisi de özgür iradesiyle ve vicdanıyla düşünüp
fetva veremiyor. İktidarın, AKP’giller’in Diyanet İşleri Başkanı çünkü.
Senin emrinde
bulunduğun AKP iktidarı yıllardan bu yana Ortadoğu’daki bu katliamcı örgütleri
silahla, topla, tüfekle ve her şeyle desteklemiyor mu?
Bugün Özgür Suriye
Ordusu denen yapının içinde yığınla, din savaşı yürüttüğü anlayışında olan IŞİD
benzeri örgüt yok mu?
Var.
Daha birkaç gün
önce bu örgütlerden biri olan Nurettin Zengi Tugayları adlı Cihatçı örgüt
mensupları 12 yaşındaki bir çocuğun başını, tüyler ürpertici bir canilikle
kesmedi mi?
Üstelik de o
vahşeti kaydedip, görüntüsünü internet ortamında yaymadı mı?
Bu örgüt AKP
iktidarının da, Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya gibi Batılı
Emperyalistlerin de desteklediği bir örgüt değil mi?
Ve en son 15
Temmuz’da yaşanan kanlı, vahşi hesaplaşma aslında böylesi bir din savaşı değil
mi?
Devlet,
günbegün bir din devletine dönüştürülürken, Milli Eğitim tümden İmam
Hatipleştirilirken, laiklik ortadan kaldırılırken niye hiç sesin çıkmıyor?
Tersine,
bunların hepsini destekliyorsun sen. Böylece de senin yaptığın ve hizmetinde
bulunduğun iktidarın yaptığı, IŞİD’lerin, Boko Haram’ların, ÖSO’ların
yaptığından farklı bir şey değil. Onlar bir din devleti kurmak istiyorlar,
AKP’giller de sivil darbeyle ele geçirdikleri devleti süreç içinde din
devletine dönüştürdüler. Sen de yardım ettin bu işe.
Türkiye’deki
tahminen 15 milyon Alevi inanca sahip insanımız vardır. Bu insanlarımızın
ibadethaneleri de, bilindiği gibi Cem evidir. Senin Reisin Tayyip Erdoğan Cem
evi için “Cümbüş evi”, diyerek bu insanlarımızı dışlayıp aşağılamadı mı?
Ve siz Diyanet
olarak; “Cem evi ibadethane sayılmaz.”, diye fetva vermediniz mi?
Bunlar
ayrımcılık ve insanlarımızı din ve mezhep temelinde bölmek ve birbirlerine
karşı düşmanlığa itmek değil midir?
Ne yazık ki
Mehmet Görmez de, Ziya Paşa’nın ünlü Terkib-i Bendinin şu ünlü beyiti içinde
kalmaktadır:
“Onlar ki verir
lâf ile dünyaya nizâmât
“Bin türlü
teseyyüp bulunur hânelerinde”
(Onlar ki
dünyaya lâf ile nizam verirler. Onların evlerine gidip bakın, hanelerinde bin
türlü ihmal ve düzensizlik görürsünüz.)
Tekrarlayalım:
Pensilvanyalı
İmam’ın tarikatı da, Tayyip Erdoğan’ın AKP’giller’i de kendi anlayışları
doğrultusunda şeriat devleti oluşturmak amacıyla çalışan Cihatçı örgütlerdir.
Tıpkı ÖSO gibi, El Kaide gibi, El Nusra gibi, IŞİD gibi. Yöntemleri farklıdır
sadece. Anlayış ve amaçları ise birdir.
İşte bu
sebeple, Fethullah Gülen’in Işık Evleri, dershaneleri, okulları, üniversiteleri
ne kadar bu millete, bu vatana zararlı ise, AKP’giller’in TÜRGEV’i de,
TOGEM-DER’i de, Diyanete bağlı Kur’an Kursları da, İmam Hatipleri de, tüm
eğitimin İmam Hatipleştirilmesi de o kadar zararlıdır. Çünkü bunlar da aynı
anlayış ve amaçla çalışmaktadır. Muhtevaları bire bir aynıdır.
Yukarıda da
söylediğimiz gibi, AKP’giller de bir cemaattir-tarikattır. Çünkü din alıp
satarak siyaset yapmaktadırlar. Tıpkı Fethullah’ın değişik adlardaki örgütleri
gibi.
İşte, tüm bu
sebeplerden dolayı 15 Temmuz’da Amerikancı; laiklik, tam bağımsızlık ve
cumhuriyet ve Mustafa Kemal düşmanı bir cemaat, tarikat yenilmiş, ama aynı
özelliklere sahip bir başka cemaat-tarikat kazanmıştır.
Halkımız için
bunda ne değişen bir şey vardır, ne de kazanım. Ne yazık ki Türkiye böylesi
Ortaçağ kalıntısı tarikatlardan, cemaatlerden ve siyasi partilerden
kurtulmadıkça din savaşlarının sonu gelmez.
Eğitim, adalet,
medya ve siyaset yani devletin tamamı laik olup dinle bağını kesmedikçe, dinin
insanların özel hayatına ilişkin bir konu olduğunu kabullenmedikçe ve ona uygun
oluşturulup çalışmadıkça bu trajedilerin sonu gelmez.
Türkiye bugün
her ne kadar 21’inci Yüzyıl içinde olmuş olsa da aslında Ortaçağ’ı yaşayan ve
bir Ortaçağ devletiyle yönetilen ülke durumuna düşürülmüştür.
Bu durumu da
ABD Emperyalistlerinin 1950 sonrası oluşturup uygulamaya koydukları “Yeşil
Kuşak Projesi”ndeki çalışmalar ortaya çıkarmıştır. Yani proje ve
yönlendirme ABD’ye aittir. O günden bu yana işbaşına gelen iktidarlar da hep
ABD tarafından seçildikleri için hep aynı projenin uygulayıcıları olmuştur.
Tabiî bu gidiş,
2002’de AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte iyice şirazesinden çıkmış ve trajik
bir hıza ulaşmıştır. Sonunda da bugüne gelinmiştir.
Biz bu
felaketlerin yaşanacağını on yıllar öncesinden gördük. 1960’lı yıllardan bu
yana mücadele ediyoruz, bu gidişi durdurup tersine çevirebilmek için. Fakat ne
yazık ki güç yetiremedik buna. Anlatamadık derdimizi halkımıza.
Amerika’nın her
türlü imkânı vardı. Para gücü, casus gücü, ordu gücü, medya gücü… Bizimse
kalbimizdeki içtenlikten, vatan ve halk sevgisinden ve zihnimizdeki bilinçten başka
hiçbir şeyimiz yoktu. Bu nedenle söz konusu yarışta başarılı olamadık.
Önderimiz
Hikmet Kıvılcımlı, 15 Temmuz’da genç vatan evlatlarına, Ordumuza ve Türkiye’ye
bu felaketi, bu kanlı, vahşi trajediyi yaşatanları on yıllar önce, 1968’de
şöyle teşhir ediyordu:
“Mekke’de
Müslümanlığı yıllarca boğmaya çalışan ve boğamayınca para ile Müslüman olan,
sonra demokratik Müslümanlığı halk düşmanı ve zalim bir iktidara çeviren ezeli
müstebit Tefeci-Bezirgân Sınıfının aygıtları idiler. Ancak bu sosyal sınıf,
sinsi karakterlerini gizleyebilmek için fakir halka en utanmazca yalanları
yutturmanın yolunu buldular. Onların bu hilelerini keşfedip açıklayacak
kimselere karşı neler yapmadılar?
“Şımartıp
sivriltmeler, para ile satın almalar, bin bir Tarikat hilebazlıkları yetmediği
zaman, idare işkenceleri, resmi katliamlar birbirini kovaladı.” (Hikmet Kıvılcımlı, Genel Olarak Sosyal Sınıflar ve Partiler,
Derleniş Yayınları, İkinci Baskı, s. 58)
Ne yazık ki,
önce de söylediğimiz gibi, daha bir süre böylesi trajediler yaşayacağız. Fakat
sonunda kesince kurtulacağız bu zalim ve hainlerden, halk düşmanlarından.
Bunlardan da, efendileri olan haydut emperyalist ABD’den de gerçek hesabı biz
soracağız.
Halkız,
Haklıyız, Yeneceğiz!
26 Temmuz 2016
Nurullah Ankut
HKP Genel
Başkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder