Her
yıl olduğu gibi bu yıl da, 5 Şubat günü kamuoyunda “Atatürkçü olduğu” sanılan
çok sayıda siyasetçinin, Demokratik kitle örgütü yöneticilerinin “laiklik günü”
ile ilgili açıklamaları kimi medya organlarında yayınlandı.
Yayınlanan
açıklamaların ortak noktası ise şöyleydi.
“Laiklik; 5 Şubat 1937 günü ‘Altı Ok’ ilkeleri ile birlikte anayasanın
2. Maddesine eklenmiştir. Anayasanın ikinci maddesinde laiklik ilkesine yer
verilmesi ile de Türkiye Cumhuriyeti’nin lâik bir devlet olduğunun resmiyetinin
yolu açıldı. En önemli Devrim Yasası olarak, yasal güvenceye alınmış oldu.
Kutluyoruz”
Demek
ki 5 Şubat 1937 de Anayasamıza “Altı Ok” olarak bilinen ilkelerde
girmiş. Ama nedense kimse 1937 de “cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık,
devletçilik ve devrimcilik” olarak
anayasada yer alan 5 ilkeden söz etmiyor da, niçin ille de “laiklik”
üzerinde duruluyor?
Biz
bu soruya doğru yanıt verebilmek için, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2.
Maddesinin başına gelenlere kısaca göz atalım.
1924
Anayasası'nda 2. madde şöyleydi: “Madde 2: Türkiye devletinin dini, dini
İslâm'dır; resmi dil Türkçedir; makarrı(Başkenti) Ankara şehridir.”
1937
de anayasanın 2'nci maddesi şöyle değişti. “Madde 2. Türkiye devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi,
laik ve inkılâpçıdır. Resmi dili Türkçedir, makarrı(Başkenti)
Ankara şehridir."
1961
Anayasasında ise 2'nci madde şu şekilde yazıldı: " Madde 2.
Türkiye cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir."
Özellikle Aydın-Atatürkçü kesimlerce “ilerici”
olarak nitelenen 1961 Anayasasından kaşla göz arası, bir oldubitti ile “cumhuriyetçilik,
milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve devrimcilik” çıkarılmıştır. Bununla da yetinilmemiş.
Bu ilkelerin tekrar anayasaya girmesi için yapılması
olası girişimlerde 1982 Anayasasının 4. Maddesi ile engellenmiş. “MADDE 4.
– Anayasanın
1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2.
maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri
değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”
Örneğin,
Bu ilkelerin anayasaya yeniden girmesi ile ilgili bir imza kampanyası
başlatanlar, TCK 220. Maddesi gereğince “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek
amacıyla örgüt kurmak veya yönetmek”, TCK 309. Maddesi gereğince “Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen
yerine başka bir düzen getirmeye” teşebbüs suçu ile
yargılanabileceklerdir.
Peki,
5 Şubatta “Atatürkçü olduğu sanılan”
kimileri neyi kutluyorlar? Kemalizm’in olmazsa olmaz ilkelerinin TC.
Anayasasından çıkarılışını! Yani
“Kemalizm’in iğdiş edilişini! 5.Şubat “Laiklik Günü” Kemalizm’in
antiemperyalist özünün ortadan kaldırıldığını, “emperyalizme teslimiyetin
anayasal güvence altına alındığını” perdelemek için, mandacılar
tarafından “icat edilmiş” bir soytarılıktan başka bir şey değildir.
Bağımsızlığın olmadığı bir ortamda ulusal egemenlikten söz etmek “abesle iştigaldir. Bağımsızlıktan ve ulusal egemenlikten yoksun
bir ulusun laik olup-olmaması hiçbir şeyi değiştirmez.
İster
istemez aklımıza şöyle bir soru geliyor. Atatürkçü! Bildiğimiz kimi aydın ve
askerler 1961 Anayasasından Kemalizm’in özünü oluşturan “cumhuriyetçilik, milliyetçilik,
halkçılık, devletçilik ve devrimcilik” ilkelerini niçin çıkarmışlar? Peki, bu beş ilke çıkarılırken “laiklik”
niçin madde içinde kalmıştır?
Bir yazımda bunun yanıtını şöyle vermiştim. “Atatürkçülüğü masonik bir laikliğe
indirgeyerek, 1938 den bu yana gericiliğin beslendiği ana damar olan
“batıcılığı” Atatürkçülük olarak Türk halkına yutturmaya çalışmaktadırlar. Türk
halkını “Atatürk’le aldatıp” kandırmaktadırlar.
Bu soysuzlar böylece tarihte ilk kez emperyalizme karşı başkaldıran ve
onu yenen soylu Türk ulusunu emperyalizme ve dince gericiliğe mahkûm
etmişlerdir.”
Anayasanın 2. Maddesinde ifadesini bulan laiklik,
“Kemalist Laiklik” değil, “masonik laikliktir. Çünkü Kemalizm’in ilkeleri bir bütünlük
oluşturur. Biri diğerinin “olmazsa-olmazıdır.”
Birinin diğerine göre önceliği, ya da “olmasa da olur” olması söz konusu
edilemez.
Tüm
dünyada olduğu gibi Türkiye dede gericiliği ayakta tutan, besleyen temel güç
emperyalizmin varlığıdır. Cahil bırakılmış, Toprak ağalarının, mütegallibe ve
şeyhlerin baskısı altındaki bir topluluk emperyalizmin ekonomik sömürüsü için
çok daha elverişli bir zemin oluşturur.
Toplumsal uyanışı engelleyen, ulusal
ekonomiyi olanaksız kılan, ucuz işgücü sömürüsüne ortam yaratan yapı
emperyalist sömürünün engelsiz sürmesini sağlar. Bu nedenle Emperyalizmi yıkmadan gericiliği ayakta tutan çağdışı
toplumsal ilişkileri ortadan kaldırmak da olanaksızdır. Tarih böyle bir olay
kaydetmemiştir.
Bu evrensel gerçeğin ayırdında olan Mustafa
Kemal ve Türk devriminin öncü kadrosu,
yeniden emperyalizmin ağına düşmemek için, Sömürgeciliğin en azgın
güçleri olan Batılı haçlıları ülkeden kovarken, devrimler yolu ile Toplumsal
uyanışı engelleyen gerici yapıyı da tasfiye etmişlerdir. İşte “altı ok” bu nedenle emperyalizmin ve
gericiliğin “panzehridir”.
Cumhuriyet tarihinde, Laikliğin devrimci
özünün ödünsüz uygulandığı dönemler, emperyalizmden kopulduğu ve gericiliğin
ekonomik altyapısının zayıfladığı dönemlerdir. Emperyalizme bağımlılık ise
Türkiye’de gericiliği hortlatmıştır.
Bu bağımlılık ilişkisini belgelerle ortaya
koyalım.
Bilimsel
bir yasa gibidir: Büyük bir devletle ittifak ve ikili anlaşmalar yapan, ondan
“yardım” alan nispeten küçük boyutlu azgelişmiş ülkeler; bağımsızlıklarını çok
geçmeden yitirmeye başlıyor. Başka bir deyişle “kendiişlerinde Millî İrade’ ye
uygun olarak serbestçe karar alma güç ve yetkileri” zayıflıyor, hatta ortadan
kalkıyor.(1)
13 Nisan 1939’da başlayan Türk-İngiliz
görüşmeleri, 12 Mayıs 1939’da İngiltere ile Türkiye arasında Türkiye’yi “Barış Cephesi”
ne bağlayan bir deklarasyonunun ilanıyla sonuçlanmıştır.
Rockefeller (1956): “Azgelişmiş ülkelere yapılan yardımda özel amaç, o ülke ekonomilerinin
kilit noktalarını ele geçirmektir.”
-G. Ford (ABD başkanlarından): “Dış yardım yoluyla ilişkili olduğumuz
ülkelerin iç ve dış işlerine karışabiliriz.”
Thornburg Raporu’ndan (1947): “Türkiye, Amerikan çıkarlarının büyük önem
kazandığı bir yerde bulunmaktadır. Türkiye bizden yardım isterse, yalnız
sermayemizi değil, aynı zamanda hizmetlerimizi, geleneklerimizi ve
ideallerimizi değerlendireceğimiz ve elden gitmesine izin vermeyeceğimiz bir
yatırım fırsatı doğacaktır.”
Türk Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri
Feridun Cemal Erkin (1946): “Türkiye,
kaderini ancak Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlarsa, esenliğe kavuşabilir.”
Bu öneri Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve
Başbakan Şükrü Saraçoğlu tarafından kabul görmüştür.
1950’de özel girişimciyi desteklemek üzere
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Dünya Bankası’nın önerisiyle kurulur. Bankanın
özel bir kuruluş olmasına, Amerikalılar tarafından ayrı bir önem verilmiştir.
1945-47 yılları… CHP iktidarda… Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü… Sivil ve asker Amerikan heyetleri, savaş gemileri Türkiye’de. CHP
Hükümeti ABD’den borç istiyor. Türkiye IMF ve Dünya Bankasına üye oluyor.
Türkiye ve ABD arasında askerî ve ekonomik temaslar başlıyor. Dostluk derneği
kuruluyor. Türk subayları Amerikan tipi üniformalar giymeye başlıyor
Milli Eğitimimiz 27 Aralık 1947'de imzalanan
ve “Fulbright Antlaşması”
olarak anılan ”Türkiye ve ABD
Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma’nın
sonucu olarak, bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan
çıkarları doğrultusunda biçimlendirildi.
-ABD ile 1947 Antlaşması (Truman Doktrini)… “ABD’nin dünya egemenliği” doktrini
olan Truman Doktrini ile başlayan Amerikan “yardımı” ülkemizi Kemalist Yoldan
saptırdı. Türkiye Amerikan emperyalizminin gereklerine uygun şekilde yeniden
yapılandırıldı. 1923-1938 Türkiye’sinde, Atatürk zamanında ne yapılmışsa
yıkılmaya başladı, ters yüz edildi: Bağımsızlığımızın yitirilmesine karşı
yükselebilecek sesler susturuldu.(1)
Toplumsal
uyanışın olmadığı yerde gericiliğin yükselmesinden daha doğal bir şey olamaz.
Gericiliğin önünü kesecek olan da Atatürkçülük temelinde bir toplumsal
uyanıştır. Bu uyanışı boğanlar elbette ki gericiliğin ekmeğine yağ
sürmüşlerdir.
Atatürk’ün 1935 Yılında Kökü Dışarıda
Olduğu İçin kapattığı Mason Locaları, İsmet İnönü'nün
aldığı ani bir kararla 5 Şubat 1948 yılında İnönü'nün emri ve Celal Bayar'ın
desteği ile Türkiye Mason Derneği'nin kurulması ile tekrar faaliyete girmiştir.
Masonlar açtıkları davalarda Halkevlerine devredilen tüm mal varlıklarını
tekrar ele geçirdiler. 1952 de ise Atatürkçü geçinen ve onunla iftihar eden
CELAL BAYAR locaların varlığını yasal güvenceye aldı.
-J.
F. Kennedy (ABD Başkanı, 1962): “Dış yardım ABD’nin dünyayı denetleme ve etkileme
araçlarından biridir.”
Tarihte hiçbir şey
“rastlantı” değildir. Batıcılık ve şeriatçılık Türkiye’ye eşzamanlı
olarak girmiştir. Türkiye Batıya bağımlılaştıkça, uydulaştıkça gericilik ona
paralel olarak istikrarlı bir şekilde yükselmiştir.
Atatürk, gericiliğin dayandığı
toplumsal ekonomik yapıyı ortadan kaldırmaya yöneldiği için O’nun ölümüne dek
gericiler sığındıkları inlerinden çıkıp bir türlü belini doğrultamadı. Gericiliğin
ininden çıkması, dirilmesi Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’nin tekrar Batı
yoluna sokulmasıyla gerçekleşti.
Bu gün Türkiye de Toplumsal
muhalefeti siyasal alanda temsil etme iddiasında olan siyasal partiler
gericiliğin karşısına Atatürkçülükle çıkmak yerine IMF’yi, NATO’yu, Amerika’yı,
AB’yi, sağa kaymayı savunarak Kemalizm’e ihanet etme yolunu seçmişler, böylece
halkı gericilik karşısında seçeneksiz bırakmışlardır. Üstelik Mustafa Kemal Atatürk “Yabancı
bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden
mahrumiyeti beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir.” Diye
haykırırken.
Konu
ile ilgili son sözü yine Mustafa Kemal Atatürk’e bırakalım. “Efendiler!
Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye
tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti
düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın
emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım
zihniyetler belirdi. Hâlbuki hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin
nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi
kaydetmemiştir!”
“Yabancılardan insaf ve iyilik dilenmek
gibi bir ilke yoktur. Türk ulusu, Türk ilinin gelecek çocukları bunu bir an
olsun akıllarından çıkarmamalıdır”.(Mustafa Kemal Atatürk)
06.02.2015 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK
Kaynak(1)TÜRKİYE’NİN BAĞIMSIZLIĞI NASIL
YOK EDİLDİ? Prof. Dr.Cihan Dura
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder