‘KIYILAR HEPİMİZİN ORTAK MALI’ SÖYLEMİ NASIL ŞEHİR EFSANESİ OLDU
Türk turizminin başkenti olarak gösterilen Antalya, 640 kilometrelik
kıyı uzunluğu ile ülkenin en uzun sahil şeridine sahip kenti konumunda. Ancak
Gazipaşa’dan Kaş’a kadar uzanan kıyılarda halkın kullanabileceği alanlar
neredeyse yok denilecek kadar azalmış durumda.
Milli park, günübirlik alan ve sit alanı gibi niteliklere sahip olan
bölgeler birer birer betona boğularak yurttaşların elinden alınıyor. Anayasal
olarak kıyıların tüm kamunun ortak malı olduğu gerçeği, pek çok yerde olduğu
gibi Antalya’da da çoktan şehir efsanesine dönüşmüş durumda. 2013 yılında 12
milyon turist sayısını aşan Antalya’da yatak sayısı ise 500 bine ulaştı.
ANTALYA’YA 5 YILDIZLI BETON
YAĞARKEN
TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, geçtiğimiz Ekim ayında yaptığı bir
açıklamada, sahil şeridinde artık boş yer kalmadığını belirterek, “Bir sürü
yanlış yaptık. Sahil doldu. Kemer ve Antalya’ya otel yapmanın değeri yok.
Anadolu’ya yönelmemiz lazım” sözleriyle sektörü uyarmıştı. Ancak sektör
temsilcilerinin ve meslek odalarının tüm uyarılarına rağmen yatak sayısının
artmaya devam ettiği kentte 200’e yakın 5 yıldızlı otel sayısına şu günlerde
yenileri ekleniyor. İspanya’nın toplamından daha fazla olduğu belirtilen
Antalya’daki 5 yıldızlı otellerin kıyıları betona boğduğu ve kentin turistik
cazibesini öldürdüğü eleştirileri sürerken, hazine ve orman arazilerinden
yapılan tahsisler ve teşviklerle çok sayıda yeni 5 yıldızlı otel için
girişimler başladı. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nce yapılan duyurulara
göre inşaat sezonunun başladığı Kasım ayından buyana 30’un üzerinde otel için
başvuru yapıldı. 20’ye yakını yeni inşa edilecek olan otellerin pek çoğu da
kapasite artırımına gidiyor.
TAMİNCE’NİN RÜYASI, PHASELİS’İN KÂBUSU MU OLACAK
Alanya, Manavgat, Serik ve Kemer ilçeleriyle bu ilçelere bağlı
beldelerde inşa edilecek otellerin içinde Phaselis antik kentinin burnunun
dibinde sit alanı içinde projelendirilen ‘Phaselis Dream’, en çok tepki çeken
girişimlerden biri. Rixos oteller zincirinin sahibi iş adamı Fettah Tamince’ye
ait Ares Fasilis adlı şirket tarafından inşa edilmesi planlanan 280 yataklı
otelin dünyaca ünlü antik kentin dokusuna zarar vereceği endişeleri projeye
yönelik tepkileri kamuoyunun da gündemine taşımış durumda.
SON KOYLARIN AKİBETİ KİMİ İLGİLENDİRİYOR
Milli park sınırlarında bulunan ancak Orman ve Su İşleri Bakanlığı
tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen otelin arazisi, 2005
yılında da 49 yıllığına Tamince’ye ait Ares Fasilis şirketine tahsis edilerek
tapusu devredilmiş. Bölgede çok sayıda oteli bulunan Tamince’nin, Tekirova ve
Kadriye beldesinde de iki yeni otel girişimi var. Ünlü Sazak Koyu’nun da
Tamince’ye tahsis edildiği iddialarının gölgesinde süren tartışmalar bölgenin
son koylarının akıbetini de belirsizleştiriyor.
PHASELİS’İN KADERİ KİMİN ELİNDE?
Phaselis’teki otel projesiyle ilgili yaptığımız haberlerin ardından
ilgili kurumlar ve girişimci Fettah Tamince’nin yaptığı açıklamalardan ortaya
çıkan tablo özetle şöyle: Koruma Kurulu, “sit alanına müdahale edilmemesi”
koşuluyla bölgede otel yapmakta sakınca görmüyor. Orman ve Su İşleri Bakanlığı
ise şimdilik bir sakınca görmediği proje için girişimcinin başvurusunu
bekliyor. İşadamı Tamince ise “çevreye duyarlıyız, büyük bina değil bungalovlar
yapacağız” diyor. Ancak konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz bilim
insanları, otel yapılması planlanan arazinin Phaselis antik kentinin uzantısı
olduğunu ve bu alanda yüzey araştırması yaparak kültür mirasına rastlanmamıştır
demenin gerçekçi olmadığının altını çiziyor. Antik kentle ilgili varlığı bilinen
ancak bugüne kadar ortaya çıkarılmamış bazı yapı kalıntılarının söz konusu
alanda olabileceği belirtiliyor. Bu tabloya göre kamuoyu sahip çıkmaz ise
Phaselis’in kaderi kurda teslim edilen kuzudan farklı olmayacak gibi görünüyor.
BAŞI UÇURULUP, ETEKLERİ KIRPILAN TAHTALI DAĞININ HÜZNÜ
Aslına bakılırsa bu alana turizm adına kıymamak için sit alanı ya da
milli park olması gerekmiyor. Zira bölgenin turizm cazibesini arttıran en
önemli zenginlik, bine yakın bitki ve canlı türünü barındıran orman ve kıyı
ekosistemi. Mitolojide tanrıların dağı olarak anılan Olimpos (Tahtalı Dağı),
Akdeniz’e sokulan eteklerinin her geçen gün biraz daha kırpılmasıyla giderek
daha hüzünlü bir bilgeye dönüşüyor. Geçmişteki görkemini ve gizemini, zirvesi
on metre kesilerek kondurulan teleferikle şımarık çocuklar gibi her gün
tepesine çıkan yüzlerce insanın gürültüsüyle yitiren Tahtalı, turizm masalı
uğruna yitirilen gerçek masalların kederini taşıyor. Olimpos antik kentiyle
aynı adı taşıyan dağın eteklerine yayılan milli parkın 40 yıllık öyküsü de, en
az Tahtalı’nın kendisi kadar hüzünlü…
TANRILARIN DAĞI 40 YILDA NASIL ŞİRKETLERİN OLDU
“Su akar iz bırakır, turist döviz bırakır” vecizesinin ilköğretim ders
kitaplarına girdiği 1970’li yıllarda döviz açığı çeken Türkiye, Antalya’da iki
ayrı bölgede turizmin geliştirilmesi için planlama çalışmalarına başladı. Bu
kapsamda kentin batısında yer alan Beydağları ile Akdeniz’in buluştuğu Antalya
Limanı ve Gelidonya burnu arasındaki yaklaşık 80 kilometrelik sahil şeridinde
başlatılan ilk planlama çalışması, Danimarkalı Ole Helveg firmasına verildi.
Dünya Bankası’ndan sağlanan 25 milyon Dolarlık altyapı kredisi ile ‘Güney
Antalya Turizm Gelişim Projesi’ kapsamında bölgede belirlenen 5 ayrı noktada
hızlı bir turizm yatırımı hamlesi başladı.
TURİZME KURBAN EDİLEN MİLLİ PARK
Ancak uygulamanın hayata geçirileceği alan, 1972 yılında koruma altına
alınan Beydağları Olimpos Sahil Milli Parkı’nın sınırları içerisinde kalıyordu.
69 bin 800 hektarlık alanı kapsayan ve onlarca el değmemiş koy ile binden fazla
bitki çeşitliliğini barındıran ormanlarla kaplı milli parkın bir kısmı alan
dışına çıkartılarak turizme tahsis edildi. O yıllarda yaklaşık 2 bin nüfuslu
bir kasaba olan Kemer’in merkez olarak seçildiği yatırım planına, Çamyuva, Tekirova,
Tekerlektepe ve Kızıltepe bölgeleri eklendi. Projeyle, bölgede yaklaşık 30 bin
yatak kapasiteli bir turizm alanı yaratılması hedefleniyordu. 1976 yılında
proje uygulamaya geçti. Ancak yatırımcıların yeterince ilgisini çekmekte
zorlanan dönemin yöneticileri, 1982 yılında bölgeyi ‘turizm alanı’ ilan
ettiler.
‘GEL, KİM OLURSAN OL GEL’ DİYE BAŞLAYAN ORMAN YAĞMASI
Devlet eliyle altyapısı hazırlanan alanda yatırım yapacak girişimcilere,
ormanlık alandan 49 yıllığına arazi tahsisi, yatırım kredileri, hibeler, vergi
muafiyetleri, sigorta pirimi indirimleri, gümrüksüz malzeme ithalatı ve KDV
iadesi gibi bir dizi özendirici kolaylıklar getirildi. Dönemin koşullarına göre
oldukça cazip olan bu olanaklarla birlikte 1983 yılından itibaren bölgede
birbiri ardına oteller ve tatil köyleri açılmaya başlandı. 30 civarında olması
planlanan yatak sayısı, 1988’de 52 bine, 1990’da ise 60 bine çıktı.
BANKALAR, KOOPERATİFLER VE BELEDİYELERİN KAPATTIĞI KOYLAR
Bu dönemde ardı ardına yapılan plan revizyonlarıyla, koruma kullanma
dengesi kaybolmaya başlarken, Beldibi, Göynük, Kemer, Çamyuva ve Tekirova’daki
tüm doğal plajlar ve günübirlik alanlar turizm tesislerinin hizmetine sunuldu.
1986 ve 1987 yıllarında bölgedeki orman arazilerinde gerçekleştirilen turizm
tahsislerinden, turizmle doğrudan ilgisi bulunmayan ve yandaş tabir
edilebilecek pek çok kişinin yanı sıra kamu kurumları, bankalar ve
belediyelerle kooperatifler de yararlandı.
BAKAN EROĞLU SUÇU KÖYLÜYE ATIYOR AMA GERÇEK ÖYLE Mİ?
Geçtiğimiz yıl bir soru önergesini yanıtlayan Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu, Beydağları Olimpos Sahil Milli Parkı’nın sınırlarının, milli
park sınırları içerisinde yaşayan köylüler ile orman idaresi arasında yaşanan
‘sosyal sorunlar’ nedeniyle 1988 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile
küçültüldüğünü kaydetti. Ancak Bakan Eroğlu’nun bu yanıtı gerçeği yansıtmıyor.
Çünkü 23 Aralık 1988 tarihli Bakanlar Kurulu Kararına göre, yüzölçümü 69.800
hektardan, 34.425 hektara indirilen milli parkın yarısı turizm yatırımcılarına
tahsis edildi, ardından da turizm ve rant baskısıyla çarpık yapılaşmaya kurban
edilen Kemer, Beldibi, Göynük, Çamyuva ve Tekirova gibi yerleşimler milli park
sınırlarının dışına çıkarıldı.
TARİHİN VE COĞRAFYANIN AYARLARIYLA OYNANIRKEN
Bugün gelinen noktada, yazının başında değindiğimiz otel girişimlerini
bir kez daha düşünmek zorundayız. Çünkü bugünlerde Olimpos’un eteklerinde yine
planlar, projeler, yenilenme hesapları yapılıyor. Ankara-Antalya hattında rant
seferleri yapılıyor, kapalı kapılar ardında haritalar açılıyor. “Zengin
kaynakların yoksul bekçisi mi olalım” propagandasıyla sıtmaya tutulmuş gibi
kazanma hastalığına yakalanan zevat, tarihin ve coğrafyanın ayarlarıyla
oynuyor…
BU YAĞMAYI SEYREDENLER DE HARAMİLER KADAR SUÇLUDUR
Orman varlığının neredeyse tamamına yakını devletin hüküm ve tasarrufu
altında bulunan Türkiye’de, tüm kamunun ortak varlığı olan bu zenginlik, her
dönemin siyasi iktidarlarınca yağmalanacak ilk kaynak olarak görüldü. AKP
iktidarı döneminde, “devlet ormancılığından millet ormancılığına geçiyoruz”
söylemiyle hız kazanan orman yağması, iktidar temsilcilerinin şu kadar milyon
fidan diktik söylemlerinin gölgesinde daha da hız kazandı. Ormanların sahibi
olan kamu, yani halk, koruma altında olan, tüm yurttaşların ortak
yararlanabilmesi gereken alanlar birer birer elinden alınırken, kalkınma ve
büyüme masalıyla avutuldu. Eğri oturup doğru konuşalım: Hiçbir üretim kültürü
ve mirası yaratmadan, yalnızca iktidarlar eliyle halkın ormanını çalarak zengin
olan haramileri sadece seyredenler de bu büyük yağmada en az haramiler kadar
suçludur. Gazeteci-Yazar Yusuf Yavuz
Fotoğraflı haber:
https://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com/…/tanrilarin-…
Gazeteci-Yazar Yusuf Yavuz tarafından gündeme taşınan Phaselis’e otel
yapılması planlarıyla ilgili haberlere bağlantıdan ulaşabilirsiniz:
https://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com/…/phaselis-ru…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder