17 Aralık 2013’te
başlatılan, 25 Aralıkta ikicisi yapılan
“yolsuzluk
ve rüşvet operasyonunun” etkileri, aradan bir yıl geçmesine karşın
devam ediyor. Önceleri “arızi” bir durum olan yolsuzluk,
rüşvet, dolandırıcılık, özellikle 1950'lerden sonra sistemin ayrılmaz bir
parçası olarak hep var olagelmiştir.
Özellikle 1950 Demokrat
Parti iktidarından bu yana “yolsuzluk çamuruna bulaşmamış, karanlık ve
karışık ilişkilere girmemiş hükümet yetkilisi ve üst düzey yönetici aramak,
dünyada saf ırk aramak gibidir” (Metin
Aydoğan)
12 yıllık iktidarı
döneminde AKP ve onun etrafındaki kesimler, sıçramalı bir şekilde
zenginleştiler, zenginleşiyorlar. Paranın ve iktidarın gücüne ulaşan bu
kesimler, giderek artan ölçüde lükse boğulurken, ayrıcalıklarını korumak
amacıyla yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık gibi en ahlâksız ilişkilerin’ de
merkezine oturmuşlardır.
Hiç kuşku yok ki, AKP
hükümeti gırtlağına kadar yolsuzluk ve rüşvet bataklığına batmıştır. Bu
tespit doğru ancak eksiktir. Çünkü
yayılmacılığın, sömürgeciliğin siyasal iktidarı belirlediği günümüzde, yansıma
biçimi ve niceliği ne denli farklı olursa olsun rüşvetçilik, yolsuzluk sömürüye
dayanan bütün toplumsal düzenlerin ve siyasal iktidarların doğasında vardır.
Yayılmacılığın,
sömürgeciliğin egemen olduğu tüm ülkelerde, adı ve iktidara geliş şekli ne
olursa olsun, siyasi partilerce ele geçirilen yönetme yetkisi; ülke ve halkın
hak ve çıkarlarını korumak için alınan sorumluluklar değil, artık paranın,
yönetim hırsının ve kendini iktidara getiren güçlere hizmetin araçlarıdır.
Asla unutulmaması,
gözden kaçırılmaması gereken temel ilke:
yayılmacılığın, sömürgeciliğin ve paranın, iktidar etme biçimini
belirlediği siyasal sistemlerde yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık, mafya, hile,
yalan dolan her hükümet biçiminde, her demokraside (!) “gerçekleşir”
Bu nedenle iş başına
gelen (iktidarı ele geçiren)
hükümetlerin, Cemaat ve TÜSİAD vb. sermayeyi yöneten örgütlenmelerin, bunların medya organlarının, ABD ve AB
sözcülerinin “yolsuzlukların üzerine gidilmesi” yönündeki açıklamaları tam
bir riyakârlık, ikiyüzlülük ve sahtekârlıktır.
Yazımızın başından bu
ya söylediklerimizi örnekleyelim. Başta Türkiye olmak üzere tüm mazlum ülkelere
demokrasi(!) dersi vermeye kalkışan AB’ye bakalım.
BBC’nin “AB'de yolsuzluk 'dudak uçuklatıyor”
başlığı ile verdiği habere göre; “ Avrupa Birliği Komisyonu, Avrupa’daki
yolsuzluğun 'dudak uçuklatıcı' bir seviyeye ulaştığını açıkladı. Komisyon,
yolsuzlukların AB ekonomisine maliyetinin yıllık 120 milyar Euro’yu bulduğunu
duyurdu.” Komisyon Raporuna göre, İtalya’da yolsuzluk yılda 60 milyar Euro ile
gayri safi milli hasılanın yüzde 4’üne ulaşmış durumda.” (http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/02/140203_ab_yolsuzluk)
“Birleşmiş Milletler’
in yolsuzlukla mücadele kampanyası, dünyada her yıl 1 trilyon dolar rüşvet
verildiğini, 2.5 trilyon doların ise yolsuzluk sonucu çalındığını
hatırlatırken, yolsuzluğun daha az refah, daha az haklar, daha az hizmetler ve daha az
istihdam demek olduğunun altını çizdi.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/160334/1_trilyon_dolar_rusvet.html#)
ABD'de gördüğümüz
yolsuzlukların boyutları karşısında Türkiye'deki örnekler devede kulak bile
sayılabilir; yalnızca bir şirketin muhasebe kayıtlarında yapılan sahteciliğin
tespit edilebilen miktarı 65 milyar doların üzerindedir.
Irak’la iş yaparken
devrik lider Saddam Hüseyin yönetimiyle rüşvet ilişkileri kurulması
skandalında, Başta ABD firmaları olmak üzere, dünyanın önde gelen firmalarının
ve önemli kişilerin adı geçiyor. Bunların arasında, ''DaimlerChrysler'', ''Siemens
AG'', ''Volvo Construction Equipment'', ''Daewoo International'', ''Bayoil'',
''Coastal Corp'', ''Gazprom'', ''Lukoil'' ve ''Banque Nationale de Paris S.A.''
da bulunuyor.
BM çerçevesinde kurulan
Bağımsız Soruşturma Komitesi'nin başkanı, eski ABD Merkez Bankası Başkanı Paul
Volcker'ın BM Genel Sekreterine sunduğu
623 sayfalık nihai soruşturma raporuna göre, programa katılan 4 bin 500
firmanın 2 bin 200''den fazlası, Saddam yönetimine toplam 1,8 milyar dolar
rüşvet verdi. (28.10.2005)
Bu örneklemelerden de anlaşıldığı üzere; Gelir
dağılımının adaletsiz ve dengesiz olduğu, birkaç bin ailenin ulusal gelirin çok
önemli bir bölümüne el koyduğu bir ülkede; yolsuzluğun, hırsızlığın, soygunun
kurumlaşmış olduğu bir ülkede; bakanın, milletvekilinin, her derecede memurun,
polisin kayırma ve rüşvetle iç içe olduğu bir ülkede; yapılan değişikliklerle
yasaların, devleti soyanları koruma altına aldığı (çünkü yasaları yapanlarla
yolsuzluk ve rüşvete bulaşanlar aynı taraftadırlar)bir ülkede; devlet
yönetimiyle sermayenin, hükümetle borsanın iç içe geçtiği bir ülkede yolsuzluklara
karşı mücadele, sistemi kurtarma, aklama çabasından öteye geçmez/geçemez.
Ancak, rüşvet ve
yolsuzluğun ayyuka çıktığı, hırsızlığın, soygunun, insanları düzenden iten
boyutlar aldığı durumlarda sistemin sahipleri, sistemi kurtarmak adına
yolsuzluğu karşı mücadele edermiş gibi tavır takınabilirler. Bu mücadele çoğu
kez sözde kalırken, bazen de buzdağının görünen kısmını yontmaya yönelebilir. Yani
toplumun gözü önünde yapılan soygunu durdurmaya/durduruyormuş gibi davranmaya
yönelik olabilir.
Örneğin; Süleyman
Demirel’e çok yakın bir isim olan eski DP’li Mıgırdıç Şellefyan’ın,
1985 yılında ANAP milletvekili ve Devlet Bakanı İsmail Özdağlar'ın, Türk Bank
ihalesinde Güneş Taner’in, ANAP’ın prensleri Engin CİVAN ve Selim
EDES’in, SHP-DYP koalisyon hükümeti döneminde İSKİ yolsuzluğu nedeniyle
Ergun
GÖKNEL’in yargılanmış olmaları yolsuzluk ve rüşvetle mücadele amaçlı
değil, hükümetlerin sömürü sistemini kurtarmak, deşifre edilmiş yolsuzlukların
temizliğine girişmek zorunda kaldıkları için sahaya sürdükleri kurbanlardan
bazılarıdır.
Eğer bir siyasal parti
veya yolsuzluğa karşı(y)mış gibi gürültü yapan örgütler, “yayılmacılığa, sömürgeciliğe” yani emperyalizme cepheden tavır
almıyor/alamıyorsa, örgütlenme yapısını ve şeklini buna göre
mevzilendirmiyorsa, yolsuzluğun sömürü ve yağma düzeninin perdelenmesine hizmet
ederler. Böylece yolsuzluk 'kötü Yönetim’e
bağlanmakta, sömürü ve yağma düzeninin özü gözden kaçırılmakta, sömürü
ve yağmacılık düzeni; açlık, hastalık ve yoksulluk çıkmazında kıvranan geniş
halk yığınlarının gözünde “sözde
yolsuzluğa karşı” olanlarca meşrulaştırılmaktadır.
Yapılan yolsuzluklar
gerçek anlamıyla bir soygundur. Halkın emeğinin, alın terinin devleti ele
geçirenler eliyle gasp edilmesi, el konulması, talan edilmesidir.
Şimdi
bu günlerde “Yolsuzluklarla mücadele !” yaygarası koparanlara soralım;
-Türkiye’nin
Avrupa Birliğine üyeliğine karşı mısınız?
-Hayır…
-Türkiye’nin
NATO üyeliğine karşı mısınız?
-Hayır…
-Özelleştirmelere
karşı mısınız?
-Hayır…
Bu yanıtlar karşısında
Yolsuzluklara karşı mısınız? Sorusunun yanıtı da doğal olarak “HAYIR” olmak
zorunda.
Çünkü
Hem ABD den yana, hem NATO'dan yana olup, hem yolsuzluk ve rüşvete karşı
olunmaz!
Hem
Avrupa Birliğinden yana olup, yolsuzluk ve rüşvete karşı olunmaz!
Hem
özelleştirmeden yana olup, hem yolsuzluk ve rüşvete karşı olunmaz!
YOLSUZLUK
VE RÜŞVETE KARŞI OLMAK; Avrupa Birliğine, ABD
emperyalizmine, NATO’ya, Özelleştirmelere karşı olmaktır. Bir diğer söylemle
antiemperyalist, Tam bağımsızlıkçı, halkçı, devletçi ve devrimci olunmadan ne
yolsuzluk ve rüşvetin, ne de sömürünün önüne geçilebilir. Var
mısınız? 19.12.2014 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder