Avrupa Birliği
kurumlarının Türkiye için aldığı kararlarını olduğu gibi aktarmak, bilinç
yetersizliğinin yaygın olduğu günümüz ortamında, kuramsal açıklamalardan ya da
kapsamlı yorumlardan daha etkili olacaktır. “Biz söylemiyoruz, bakın onlar
söylüyor” yaklaşımıyla yapılan aktarımlardan da sonuç çıkaramayanlar,
gerçeği görmek istemeyen onmaz (iflah olmaz) çıkarcılar ya da onların
hizmetindeki bilinçli bilinçsiz bağnazlardır. Gerçeği görüp anlamayı
istemeyenlere bir şey anlatılamaz. Bunlar düşünme yeteneğini yitirmiş
insanlardır.
Nesnellik
Avrupa
Birliği-Türkiye ilişkilerinin niteliğini görmek ve gerçek boyutunu kavramak
için, konuya kişisel yönelişlerden, özlemlerden ya da çıkar kaygılarından uzak
nesnel bir gözle bakmak gerekir. Bunu yapmak önyargılardan kurtulmak demektir.
Ancak herkesin bir önyargısı vardır. Bunu aşarak gerçeği görmek, eleştirel
düşünceye sahip olmakla yani bilimsellikle ilgili bir sorundur. Eğitimsizlik
nedeniyle bu sorunun aşılması güçleşiyorsa en uygun yol, yorum ve
incelemelerden çok olayları izlemek ve yaşanmakta olanları görmektir.
Avrupa Birliği
kurumlarının aldığı kararları ve yetkililerinin yaptığı açıklamaları olduğu
gibi aktarmak, bilinç yetersizliğinin yaygın olduğu günümüz ortamında, kuramsal
açıklamalardan ya da kapsamlı yorumlardan daha etkili olacaktır.
“Biz söylemiyoruz, bakın onlar
söylüyor” yaklaşımıyla yapılan aktarımlardan da sonuç
çıkaramayanlar, gerçeği görmek istemeyen onmaz (iflah olmaz) çıkarcılar ya da
onların hizmetinde olan bilinçli bilinçsiz bağnazlardır. Gerçeği görüp anlamayı
istemeyenlere bir şey anlatılamaz. Bunlar düşünme yeteneğini yitirmiş
insanlardır.
Gümrük Birliği Başlarken
Avrupa
Parlamentosu, Gümrük Birliği Protokolü’nün onaylanmasından 34 gün önce,
9 Kasım 1995’de şu kararı almıştı: “Gümrük Birliği Protokolü, Avrupa
Birliği’ne büyük yararlar sağlayacaktır. Türkiye’ye dışsatım artacaktır.
Tekstil gibi Avrupa Birliği’nin duyarlı olduğu sektörlerde Avrupa Birliği’nin
elinde gerekli önlemler vardır. Gümrük Birliği protokolü bu olanağı AB’ne
vermektedir. Gümrük Birliği’ne sokulmuş bir Türkiye ile Kıbrıs sorunu daha kolay
çözülür.”1
Gümrük Birliği
Protokolü’nün kabul edildiği 13 Aralık 1995 günü Avrupa
Parlamentosu, Türkiye ile ilgili olarak kimi siyasi kararlar da aldı. PKK ile
savaşımın yoğun olarak sürdüğü o günlerde, oy birliği ile alınan kararda şunlar
söyleniyordu: “Türk Hükümeti, Kürt sorununu şiddete başvurmadan siyasi yolla
çözmeli, Kürt asıllı Türk yurttaşlarına kültürel kimliklerini ifade etme
yolları aramalıdır... Türk Hükümeti ve TBMM; DEP milletvekillerinin durumlarını
yeniden gözden geçirmeli; insan haklarına eksiksiz saygı göstermeli,
demokrasiyi güçlendirmelidir. Türk Hükümeti ve TBMM Kıbrıs’ın bölünmüşlüğüne
son vermek için somut adımlar atmalı ve işgal altında tuttuğu Kıbrıs
topraklarından çekilmelidir.”2
“Kıbrıs İşgal Altında”
Avrupa
Parlamentosu; 4 Ekim 2000 günü Kıbrıs ile ilgili şu kararı aldı: “Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin (Rum kesimi) Ada’yı bir bütün olarak temsil etme hakkına
sahip tek devlet oluğu kabul edilmiştir. Kıbrıs’ın en önemli toprakları 26
yıldır Türkiye tarafından işgal edilmiştir. Kıbrıs, Kopenhag kriterlerini tam
olarak yerine getirdiği için AB üyeliğine alınacaktır. Bu konuda Türkiye’nin
yapacağı her türlü itiraz, politik ve manevi açıdan geçersizdir. Kıbrıs’ın
AB’ye kabul görüşmelerinin mümkün olduğunca çabuk sonuçlandırılması için ısrar
edilecektir. Kıbrıs’ın üyeliği AB’nin Doğu Akdeniz’deki etkisini
güçlendirecektir. Kıbrıs Türk kesimi ve Türkiye’nin bu konudaki iyi niyet
eksikliği üzüntü vericidir.”3
Azınlıklar ve Ordu
Avrupa Birliği
Komisyonu, 8 Kasım 2000 günü, 2000 Yılı Düzenleme Raporu
adıyla bir yazanak (rapor) açıkladı. Bu yazanakta, Türkiye ile ilgili olarak şu
değerlendirmeler yer alıyordu: “Türkiye Lozan Anlaşması’nda tanınan
haklar dışında azınlık tanımamaktadır. Kürt kökenliler başta olmak üzere tüm
azınlık yurttaşların anadilde yayın ve eğitim hakları garanti altına alınmamış,
bu yönde son bir yılda hiçbir ilerleme kaydedilmemiştir. Ordu üzerinde sivil
denetim bulunmadığı ve MGK’nın kararlarının hükümetin rolünü ciddi bir biçimde
sınırladığı gözlenmektedir. YÖK’de Genelkurmay Başkanı’nca atanan bir üyenin
bulunması dikkat çekicidir. Müslüman olmayan topluluklara karşı olumlu bir
yaklaşım benimsenmeye başlanmıştır ama bu yaklaşım Aleviler için
geliştirilmemiştir. Henüz işleyen bir piyasa ekonomisine
ulaşılamadı. Bazı özeleştirmelere karşın çok fazla sektör hala devlet
mülkiyetindeki şirketlerin hakimiyetindedir.”4
Ermeni Soykırım Kararları
Avrupa
Parlamentosu, 18 Nisan 1987’de; Türklerin Ermenilere soykırım
uyguladığını, Türkiye’nin soykırımı kabul etmesini, bunu yapmadığı sürece
Avrupa Birliği’ne üye olamayacağını bildiren bir karar aldı. Karar şöyleydi: “Avrupa
Parlamentosu 1915-1917 yıllarındaki Ermeni olaylarını, Birleşmiş Milletler’in 9
Aralık 1948 tarihli kararındaki ‘soykırım’ tanımına uygun bulur ve ilan eder.
Türk hükümetinin de bunu kabul etmesini ister. Türkiye’nin bu olguyu
reddetmesinin Avrupa Birliği üyeliğinin kesin engeli olduğunu açıklar.”5
Avrupa
Parlamentosu, benzer kararları 15 Kasım 2000 ve 28 Şubat 2002’de, hemen aynı
sözcüklerle iki kez daha aldı. 15 Kasım 2000 kararında şunlar söyleniyordu: “Avrupa
Parlamentosu, Türk Hükümeti’ne ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, özellikle
modern Türkiye devletinin kurulması öncesinde, Ermeni azınlığın uğradığı soykırımı
kamuoyu önünde kabul etmesi ve Türk toplumun önemli bir parçasını oluşturan
Ermeni azınlığa taze bir destek vermesi çağrısında bulunur.”6
“Kürt Halkının Hakları”, Komutanlara Soruşturma
Avrupa
Parlamentosu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK ile savaşımı yoğun biçimde
sürdürdüğü 1992 yılında, “Kürtlerin Türkiye’deki Durumu” ve “Kürt
Halkının Hakları” başlıklı iki karar tasarısını kabul etti.
9 Nisan ve 7
Haziran tarihli kararlarda, Türk Ordusu’nun sivil Kürt halkına karşı cinayet
işlediği ileri sürülerek sorumlular hakkında soruşturma açılması isteniyor ve
şöyle söyleniyordu: “Türkiye’nin güneydoğusundaki savaş hali sürmektedir.
Nevruz kutlamalarında aşırı güç kullanıp masum vatandaşların temel insan
haklarını çiğneyen Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak Kürdistanı’nda en az 60
sivilin ölümüne neden olmuştur. Sorumluların ortaya çıkarılması için
uluslararası bir soruşturma açılmalıdır. Avrupa Topluluğu (o dönemde Birlik
adı henüz alınmamıştı) organları, Kürt Sorununa nihayi bir çözüm
bulmalıdır... İran, Suriye ve Türkiye’de Kürtlerin insan hakları
bulunmamaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri sivil halka karşı cinayet işlemektedir
(To cause to the death of-ölüme sebebiyet değil, doğrudan ‘murder’- cinayet
tanımı kullanılıyor). Türkiye’de ölüm mangaları, özel birlikler ve
kontgerilla örgütleri insan kaçırmakta, öldürmekte ve yok etmektedir. Türk Hava
Kuvvetleri, Türkiye’nin güneydoğusunda ve Kuzey Irak’ta Kürt köylerini
bombalamaktadır.”7
Avrupa
Parlamentosu, “Türkiye’deki Kürt sorunu” üzerine başka birçok karar daha
aldı. Avrupa Birliği’nin Türkiye üzerindeki etkisi arttıkça kararlarda
kullanılan söylem biçimi sertleşiyor; kararlar görüş açıklamaktan isteme,
istemden buyruğa doğru gidiyordu. Buyruklaşan istemler, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin PKK’yla görüşmeler yapmasına dek yükselmişti. Avrupa
Parlamentosu’nun, 15 Kasım 2000’de aldığı karar şöyleydi: “Avrupa
parlamentosu Türk yetkililerine, Kürt toplumunun siyasi temsilcileriyle
(PKK y.n.) ve özellikle de ülkenin güneydoğusundaki kentlerin belediye
başkanlarıyla diyaloğa girmeleri çağrısında bulunur. Avrupa Parlamentosu
Sakharov ödülü sahibi Leyla Zana’nın ve düşünceleri nedeniyle hapse atılmış
olan Kürt kökenli eski milletvekillerinin serbest bırakılmasını talep eder.”8
Kararların Anlamı
Avrupa
Parlamentosu, Türkiye’nin duyarlı olduğu; ‘azınlıklar’, ‘Kürt sorunu’,
‘Patrikhane ve ruhban okulu’, ‘Ermeni soykırımı’ ve ‘Kıbrıs’
gibi duyarlı konuları kapsayan birçok karar aldı; AB yetkilileri bu konularda
çok sayıda açıklama yaptı. Karar ve açıklamalarda Kıbrıs’a özel önem
veriliyordu. Kıbrıs’a karşı takınılan genel tutum; Ada’daki Türk varlığının yok
sayılması, uluslararası anlaşmaların (Londra ve Zürih) yadsınarak Türkiye’nin
garantörlük haklarının çiğnenmesi ve Rum kesiminin Kıbrıs’ın meşru temsilcisi
kabul edilmesiydi.
Uluslararası
anlaşmalardan doğan haklar kullanılarak Ada’ya çıkan Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin adı, Avrupa Birliği belgelerinde “işgal gücü” olmuştu.
Avrupa Parlamentosu; 20 Mayıs 1988, 13 Aralık 1995, 19 Eylül 1996, 17 Eylül
1998, 10 Şubat 2000, 5 Ekim 2000’de aldığı kararlarda hep aynı tanımı
kullanmıştı. Avrupa Parlamentosu’nun, 13 Aralık 1995’teki kararı, “Türk
hükümeti ve TBMM, Kıbrıs’ın bölünmüşlüğüne son vermek için somut adımlar atmalı
ve işgal altında tuttuğu Kıbrıs topraklarından çekilmelidir” biçimindeyken9;
9 Eylül 1996 kararı “Avrupa Parlamentosu Türk hükümetinden işgalci askeri
güçlerini geri çekmesini ve Kıbrıs sorununa adil ve uygulanabilir bir çözüm
çağrısında bulunan Birleşmiş Milletler kararını kabul etmesini ve uygulamasını
ister” biçimindeydi.10
Yine Kıbrıs
AB’nin
Genişlemeden Sorumlu Komiseri Günter Verhaugen, Rum Kesimi’nin AB’ye üye
yapılacağı günlerde, “Kıbrıs sorunu çözülmezse, Türkiye Kıbrıs’ta değil,
Avrupa Birliği toprağında işgalci güç olur”11, “Türkiye ile
Avrupa Birliği arasında büyük kriz yaşanır” diyordu.12
Parlamentonun 5 Ekim 2000’de aldığı karar ise şöyleydi: “Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin (Rum Kesimi y.n.) Ada’yı bir bütün olarak temsil etme
hakkına sahip tek devlet olduğu kabul edilmiştir. Kıbrıs’ın en önemli toprakları
26 yıldır Türkiye tarafından işgal edilmiştir... Kıbrıs’ın (Rum Kesimi
y.n.) üyeliği Avrupa Birliği’nin Doğu Akdeniz’deki etkisini
güçlendirecektir. Kıbrıs Türk Kesimi ve Türkiye’nin bu konudaki iyi niyet
eksikliği üzüntü vericidir.”13
“Katılım Ortaklığı Belgesi”; Sınır Konmamış İstekler
Avrupa Birliği
Komisyonu, Haziran 2000’de, Türkiye’den yerine getirmesini istediği koşulları
belirleyen bir yazanak (rapor) hazırlattı. “Katılım Ortaklığı Belgesi”
adını taşıyan ve uygulanması durumunda Türkiye’ye büyük zarar verecek olan
yazanak taslağını Günter Verheugen, 17 Temmuz’da Ankara’ya getirdi ve
Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e verdi. Belge, Türkiye’nin ekonomik ve
toplumsal yapısıyla uyumsuz o denli çok ve kapsamlı değişim istiyordu ki;
Başbakan Bülent Ecevit, Yardımcıları Devlet Bahçeli ve Mesut
Yılmaz; yaratacağı tepkiyi önlemek ve “isteklerdeki uslubun
yumuşatılarak kamuoyunun hazırlanmasını sağlamak için” hemen
açıklanmamasına karar verdi. Belge veriliş tarihinden yaklaşık 4 ay sonra, 8
Kasım 2000’de açıklandı.
Katılım
Ortaklığı Belgesi; yönetim biçiminden ekonomik ilişkilere, dış
siyasetten toplum yaşamına dek hemen her konuyu içine alıyor, geniş bir alana
yayılan değişim ‘önerileri’ yoğun bir hukuksal ‘dönüşümü’ gerekli
kılıyordu. Cumhuriyet’le kurulan yönetim yapısı, bu yapıyı oluşturan değerler
ve Türk toplumunun gerçekleriyle temelden çelişen istekler, ulusal varlık
üzerinde kalıcı bozulmalar yaratacak nitelikteydi ve bunu amaçlıyordu. Altı ay
önce yapılan Helsinki Doruğu’nda “ön koşul” olmadığı söylenerek
AB gündemine sokulan “Kıbrıs”, “Ege”, “Kıta Sahanlığı” ve “azınlık
hakları” gibi siyasi konular, tartışmasız biçimde “ön koşul” haline
getirilmişti. “Din ve düşünce özgürlüğü” adına inanç dizgesine (sistem),
“demokrasi ve insan hakları adına” ulusal güvenlik işleyişine
karışılıyordu.
Hakim ve savcı
eğitimi, Milli Güvenlik Kurulu, polis ve belediyeler, ekonomik düzen,
özelleştirmeler, devletin küçültülmesi, tarım, sosyal güvenlik, vergilendirme,
bankacılık gibi toplumsal düzene biçim veren konuların tümü, Belge’de yer
alıyordu. Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan konular özetle
şöyleydi: “Etnik kökeni ne olursa olsun tüm T.C. vatandaşlarının kültürel
farklılıkları ve kültürel hakları, eğitim alanı da dahil olmak üzere garanti
altına alınması; Güneydoğu’daki vatandaşların durumu, ekonomik, sosyal ve
kültürel fırsatlar gözetilerek iyileştirilmesi, tüm yurttaşların anadilde radyo
ve televizyon yayını yapmasını engelleyen yasaların kaldırılması; Kıbrıs
sorununun zaman yitirmeden çözülmesi; Ege sorununda uzlaşmaya varılması,
olmazsa Lahey Adalet Divanı’na gidilmesi; Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
uluslararası standartlara kavuşturulması, hakim ve savcıların AB mevzuatı
yönünde eğitilmesi; din, inanç ve düşünce özgürlüğünün geliştirilmesi, cezaevi
koşullarının Birleşmiş Milletler’in ileri sürdüğü asgari koşullara uygun hale
getirilmesi; Milli Güvenlik Kurul’nun (MGK) hükümet için danışma organı
biçiminde tanımlanan rolünün AB’yle uyumlu hale getirilmesi; AB kanunlarıyla
içişleri ve adalet işleyişinin öğretilmesi için eğitim programları uygulanması,
özellikle polislerin bu yönde eğitilmesi; bölgesel düzeyde yeni yönetim
yapıları oluşturulması, bölge ve belediyecilik kavramının geliştirilerek
yönetimin yerelleştirilmesi; IMF ve Dünya Bankası’nın onayladığı yapısal reform
programlarının sürdürülmesi; tarım reformlarına hız verilerek tamamlanması, köy
nüfusunun azaltılması; yabancı yatırımlara yönelik sınırlamaların kaldırılması,
ulusal vergi sisteminin AB’ye uyumlu hale getirilmesi; Merkez Bankası yapısının
değiştirilmesi ve bankasının hükümetlerden bağımsız kılınması; küresel işleyiş
ilkelerinin üslenilmesini sağlayacak yasal dönüşümlerin hızlandırılması,
küresel işleyişe uyumlu bir idari alt yapının oluşturulması; sosyal güvenlik
reformlarının tamamlanması; serbest bölgeler ve çift kullanımlı mallar ile
teknoloji, patent ve know-how hakları AB’ye uygun duruma getirilmesi...”14
2004 Brüksel Doruğu
Ekim 2004’te
hazırlanan ve 17 Aralıkta Brüksel Doruğu’nda kabul edilip resmiyet
kazandırılacak olan “İlerleme Raporu”, “Türkiye’yi tam üye yapmak
için görüşmelere başlamayı öngören bir belge değil, Türkiye’yi üye yapmamak
için görüşmelere başlamayı öneren bir belge” niteliğindeydi.15
17 Aralık 2004
Brüksel Doruğu’nda onaylanan “İlerleme Raporu” adlı belge, Türkiye’nin bir
şey almadan çok şey veren ödünler sürecinin yeni ve tehlikeli bir
aşamasıydı. Belge’de; Kıbrıs, azınlıklar, patrikhane, insan hakları gibi
bilinen ve sürekli yinelenen konular dışında, açık ya da örtülü olarak dile
getirilen, “tuzaklarla dolu”16 maddeler ve yeni ödünler
vardı.
Türkiye, Avrupa
Birliği’ne karşı boyuneğici tutumunu sürdürüyor, üye olamayacağını açıklayan
bir belgeye üye olmak için imza atıyordu. Açmazlar ve yitikler sürecini
yoğunlaştıran bu girişim, üstelik şölenler ve gösterişli açıklamalarla
kutlanıyor, ulusal bir utku (zafer) gibi karşılanıyordu. Türkiye için gerçek
tehlike, yalnızca Avrupa’ya verilen karşılıksız ödünler değil; ondan daha çok;
yenilgiyi yengi, yitiği kazanç, başarısızlığı başarı gibi gösteren ve bunu utku
gibi kutlayan kişiler tarafından yönetiliyor olmasıydı.
Yeni Bağımlılıklar
AB Komisyonu,
2004 İlerleme Raporu’nu 4 Ekim 2004’te, hemen hiç değiştirmeden ve “Müzakere
Çerçeve Belgesi” adını vererek yayınlamış ve imzalanmak üzere Türk
Hükümeti’ne iletmişti. Belge’de yer alan istekler çok ağırdı ve
Türkiye’nin ulusal varlığına yönelen maddelerle doluydu.
Önceden
hazırlanan ve benzeri her yıl uygulanmış olan senaryo, uygulamaya sokuldu ve olumsuzluklarla
dolu bu girişim ‘coşkulu’ açıklamalarla karşılandı. Hükümet, kimi maddelere
karşı çıkıyor görünerek birkaç sözcük değişikliği yaparak Belge’yi
imzaladı ve Türkiye, varlığıyla çelişen, girişimgücünden (inisiyatif) yoksun
yeni bir bağımlılıklar sürecine girdi.
İmzalanması
kutlamalarla karşılanan “Müzakere Çerçeve Belgesi”; “Müzakere
Kuralları”, “Müzakere Niteliği” ve “Müzakere Yöntemi”
başlıklı üç bölümden oluşuyordu. Belge’nin en önemli özelliği, Avrupa
Birliği’nin “hiçbir siyasi yükümlülük altına girmeden”17
Türkiye’den ulusal egemenlik dahil birçok yeni ödün istemesi ve Türkiye’nin
AB’ye tam üye yapılmayacağının resmi bir belgede, dolaylı da olsa yer
almasıydı.
“Ucu Açık Süreç”
“Müzakere Kuralları” başlıklı Birinci Bölüm’ün 2.Maddesi’nde, “müzakereler ucu açık bir
süreç olup, sonucu garanti edilemez. Kopenhag kriterlerinin tam
olarak değerlendirilmesi, Avrupa Birliği’nin hazmetme kapasitesiyle
birlikte göz önüne alındığında, Türkiye’nin tam üyelik yükümlülüklerini
bütünüyle üstlenecek konumda olmadığını ortaya koyarsa, Türkiye ’nin mümkün
olan en güçlü bağ ile Avrupa yapılarına bağlanması sağlanmalıdır”
diyordu.
3.Madde,
Türkiye’nin ulusal kimliğini yitirerek Avrupalılık içinde eritilmesi konusunu
kapsıyor, bu konu; “Avrupa’ya uyumlulaştırma”, “sürekli entegrasyon
(kaynaşma, bütünleşme)”, “hazmetme kapasitesi” gibi
tanımlar kullanılarak irdeleniyordu. Bu maddede, “genişleme sürecini
güçlendirmek için... Bir yandan Türkiye’yi Avrupa’ya uyumlaştırma sürecinin
sürdürülmesi, öte yandan Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi
hazmetme kapasitesinin göz önünde bulundurulması” gerektiği
belirtiliyor, Komisyon’un, “hazmetme kapasitesini Ekim 2004 kararlarına
uygun olarak ve müzakereler süresince” düzenli olarak izleyeceği
açıklanıyordu.18
Metin AYDOĞAN
DİPNOTLAR
- Prof.Dr. Erol Manisalı, Cumhuriyet 31.10.1997
- “Yeni Dünya Düzeni, Kemalizm ve Türkiye” Metin Aydoğan, Otopsi Yay., 2.Baskı, 2.Cilt, sf.946
- Aydınlık, 08.10.2000
- Cumhuriyet, 09.11.2000
- Grosser, L.Le Crime et la Memoire, Flammarion, Paris 1989; ak. Taner Timur, “1915 ve Sonrası, Türkler ve Ermeniler” 2.Baskı, İmge Yay., Ank.-2001, sf.20
- European Parliament, European Parlament resolution on the 1999 Regular Report from the Commission on Turkey’s progress towerds accession (COM-1999); ak.T-İş Yay., “Avrupa Birliği Türkiye’den Ne İstiyor” sf.5
- “Tunç Bilgin’in Parlamento Konuşması”, TBMM Tut.Der., 11.11.1992, sf.274-280; ak. H.Yalçınsoy-A.Aşırım, “Türkiye’deki Siyasi Partilerin Avrupa Birliği’ne Bakışı” SUDE AJANS, Ekim 2000, sf.198-199
- Europen Partiament, Resolution on the 1999 Regular Report from the Commission on Turkey’s progrress towards accession (COM-1999) 513-CS-0036/2000 2000/2014 (COS), 15.11.2000; ak. Türk-İş Yay., “Avrupa Birliği Türkiye’den Ne İstiyor” sf.11
- “Gümrük Birliği’ne Ağır Bedel” Cumhuriyet, 14.12.1995
- Europeean Parliament, Resulution on the politikal situation in Turkey, 19.09.1996; ak.T.-İş Yay., “Avrupa Birliği Türkiye’den Ne İstiyor” sf.4
- Hürriyet, 19.02.2003
- “Saklanmanın Ceremesi” Orhan Erinç, Cumhuriyet, 03.12.2001
- Aydınlık, 08.10.2000
- Dışişleri Bakanlığı Resmi Sitesi www. mfa. gov.tr ve Cumhuriyet 09.12.2000
- “İlerleme Raporu mu? Ömür Boyu Hapis mi?” Erol Manisalı, Cumhuriyet 08.10.2004
- “Rapor Tuzaklarla Dolu” Onur Öymen, Yeniçağ, 18.10.2004
- “İlerleme Raporu mu? Ömür Boyu Hapis mi?” Erol Manisalı, Cumhuriyet 08.10.2004
- “Müzakere Çerçeve Belgesi” Mahmut Gürer, Cumhuriyet 05.10.2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder