Yıl 1991…12 Eylül
koşullarında kapatılmak zorunda kalınan Çağdaş Hukukçular Derneği’ni yeniden
kuruşumuzun ilk yılındayız. Bir yandan tüm ilerici ve aydınları cezaevlerine
doldururken, diğer yandan tüm demokratik kuruluşları ya kapatan ya da kapanmak
zorunda bırakan darbe ortamının suskunluğu yeni yeni atılıyor. Biz de bu küçük
ışıktan yararlanarak derneğimizi yeniden kuruyoruz.Tam bu sırada Zonguldak’ta
toprağın altın kalbinden madencilerin güçlü sesi duyuluyor… Karanlığı
parçalayan bir ses… 100.000 maden işçisi, sayıları onbini bulan
eşleri, çocukları ile Ankara’ya yürüyor… 4 Ocak’ta kar, buz, soğuk demeden
yollara düşecekler…Yollarda ölümle, madende ölüm arasında bir fark yok çünkü.
Daha çok ölmemek için ya seslerini duyuracaklar ya da susacaklar sonsuza dek…
İlk tepki DGM Savcısı’ndan geliyor…, işçilerin Ankara’ya gelmeleri yasak.
Gelmeleri halinde gözaltına alınacaklar. Heyecan içindeyiz. Yasal bir hak
kullanıyor madenciler. Yasal bir hak kullandıkları içinse bir kanun adamı,
onları, gözaltına almakla tehdit ediyor. Hemen yönetim kurulunu toplayıp,
savcının bu tutumuna karşı basın açıklaması yapma kararı alıyoruz. Günlerden
Cuma…Cumaya gitmiş olan Başsavcı’nın yokluğunda DGM önünde engelle
karşılaşmadan basın açıklaması yapıyoruz. Dağılıyoruz. Yarın büyük gün.
Gerçekten gözaltılar olursa hepimiz görev başında olmalıyız… Ama yanılıyoruz.
Akşama doğru aramızdan üç kişiyi seçip, gözaltına alıyorlar. Hüsnü
Öndül, Ali Yıldırım, Aydın Erdoğan… İlk engel bize. Madencilerden önce
avukatlar… Eylemin sonuna dek uzayacak bir gözaltı bu…. Hak arayanlara destek
olma cezası….
Madenciler, 4 Ocak günü
yolculuğa başlıyorlar… Ankara’ya gelecekler… Meclisin sağır duvarlarını aşacak
sesleri.. Bütün Türkiye ayakta… Yıllarca bastırılmışlığın ilk baş kaldırısının
yanında herkes… Yollarda olağanüstü bir destek… 10 yıllık bastırılmışlığın
ortak direnci madenciler… Alkışlar, yemekler, sular, şerbetler… Sadece yol
üstündekilerin değil bütün Türkiye’nin kalbi onlar için çarpıyor… Yüzbin insan…
Onbini kadın… Kastamonu Mitingi’ne gider gibi… Erkekleriyle yan yana ve
çocuklar… Sadece kağnı arabaları eksik… Ne var ki Zonguldak’tan 250
kilometre sonra Mengen’in Deller Köprüsü’nde yol kesiyor polisler….
Binlerce polis… Yürümeye izin yok... Zorunlu dönüş… Ne var ki 250 kilometrelik
bir yürüyüş yetiyor hakların alınmasına… Sonradan geri
alınmak üzere !!!...
Bir yıl sonra… Kozlu’da
büyük felaket… 263 madenciyi yok eden grizu patlaması… 263 aile… Eş,anne ,
baba, çocuk, yakınlar… Parça parça edilmiş yaşamlar… Suçlu kim.
Kader!...
Yıl 2014…Bir
Milletvekili Kürsü’den bareti ile milletin vekillerine sesleniyor…Soma yanıyor…
Madencilerin sesini duymak, önlem almak zamanı diyor… Madencinin sesi, meclis
duvarını aşmış, gelmiş meclis kürsüsünden yankılanıyor… Ama salt duvarlar değil
sağır olan, sağır olan vicdanlar…
Sonra bütün
vicdanları kanatan Soma Faciası… Resmi söylemlere göre 301 insan… 301 Madenci…
Toprağın altın kalbinden kan akıyor… Kömür karası bir kan… Eve sığamıyorum…
Hemen atlayıp gitmeliyim… Kadınlar koşmalı Soma’ya… Erkekler… Herkes…
Televizyon önünden kopamıyorum… Çağdaş Hukukçular ilk gidenler arasında ve ilk
gözaltına alınanlar… Biliyorum ki herkes benim gibi… Elinden ne gelir bilmiyor
ama koşmak istiyor… Birinin elinden tutmak… Kucaklamak. Acınız acımızdır demek…
Meral Özaygen’le
gitmeye hazırlanıyoruz…Derneğimizin pek çok şubesinden başkanlarımız arıyor…
Birlikte yola çıkmalıyız. “Soma’ya girmek yasaklanıyor… Bekliyoruz. Ve nihayet
“Kadın aktivistler haydi Soma’ya “ diyen bir çağrıya yanıt verip, “Birlikten
kuvvet doğar.” diyerek 24 Mayıs’ta yollara düşüyoruz. Birbirimizi
görmekten mutlu ama yaşananlardan mutsuz… Soma’nın girişindeyiz. Hemen girişte…
nüfusu gösteren tabelanın üzerine 301 yazılmış. Hemen ardında yası paylaşan
kara bez levhalar… Yas kentindeyiz.
Soma Belediyesi’nin
önünde Kadın Dayanışma Derneği‘nden arkadaşlar karşılıyorlar bizi. Yaşananlar
ve durum hakkında bilgi aktaracaklar… Sonra birlikte şehit ailelerini ziyaret
edeceğiz. Dernek kurucusu iki kadın arkadaşımızın yaşam öyküleri ilginç… İkisi
de genç yaşta eşlerini yitirmişler… Eğitimli iki kadın. Hem iş yaşamına
atılmışlar hem de dernek kurmuşlar. 1996’dan bu yana örgütlüler. Örgütlü
olmanın yararını en çok bu felakette fark etmişler…” Ölüm geldi. Erkekleri
aldı. Geride kalanlar en çok kadınlar…Eğitimsiz, çaresizler…” diye
anlatıyorlar. Tek tek tüm şehit ailelerini ziyaret etmişler. Hane de kaç kişi
var… Kaç çocuk geride kaldı. Yaşları kaç? Bunların dökümünü
çıkarmışlar. Hasta ve bakıma gereksinimi olanları da saptamışlar. Halk onları
tanıyor. Bu onlar için bir şans olmuş… Somalı olmaları da güven duygusunu
güçlendiriyor… Onlardan, şehit olanların kredi borçlarının
ödendiğini ancak, yaralı olup sağ çıkanların banka mevzuatı gereği bu olanaktan
yararlandırılmadıklarını öğrendik. Ayrıca kadınların istihdam edilebilecekleri
bir fabrika ya da bir iş yerinin olmayışının kadınları eve hapsettiğini ya da
küçük tarım işlerinde yok değerinde bir ücretle çalıştıklarını, bu ücretlerin
içinde “araba parası” adı altında günlük en az beş liranın dayı başlarına
ödendiğini, gündelik iş yapan kadınların çocuklarının evdeki yaşlıya ya da
sokağa bırakılmak zorunda olduğunu, kadınların, çocuklarının kendi
denetimlerinden uzak kalışından yakındıklarını bir yuva ya da kreşin
açılmasının bu sorunu belli ölçüde azaltacağını öğreniyoruz. 36 üyeleri var.
Kendleri “Kavala” ya da “Un kurabiyesi” ne benzeyen bir kurabiye üretmişler.
“Beyaz Elmas” adıyla tescil ettirmeye çalışıyorlarmış. Henüz başaramamışlar.
Şimdi bir kooperatif kurmaya çalışıyorlarmış. İki yalnız kadından 36 kadına… Şimdi
yüzlerce kadın için çalışmaya hazırlanıyorlar…
Bizi “arka mahalleye”
götürüyorlar. Yoksul madenci mahallesine …Soma Merkezi ile burası çok farklı.
Tek katlı, gecekondu benzeri evler. Küçük bahçeleri var. Her evde yolcu edilmiş
bir eş , yaşlı bir kadın, konuklar, küçücük çocuklar…Şehit Hüseyin Kılıç’ın
evindeyiz. İki çocuk kalmış geriye…Biri kırk günlük. Kent evlerinde
artık kapıya bırakılmış olanları andıran kanepeler…Çoğumuz yere
oturuyoruz…Oturduğum kanepe sallanıyor. Mutfak kapısının tam önünde oturmuş iki
kadın ve şaşkın bir küçük çocuk….Gözyaşları bitmiş…
Bu fotoğraf, Soma’da,
kınık’ta ve Elmadere’de sanki birbirinin kopyası…. Ev ve insan manzaraları…
Örneğin Şehit Hayri Kılıç’ın evi… 7 Torunu yetim kalmış bir büyükanne… 2
Damadı, bir oğlu ölmüş… 40 günlük bir bebek kalmış geriye…
Erol Uysal’ın evi. Erol
1985 doğumlu… 2 ve 4 yaşında iki çocuk… Şeker hastası bir baba geride kalanlar…
Eşi Gülsen, sadece çocuklarını okutmak istiyor. Şehidi ile ortak arzuları idi
bu… Çocuklarını okutacak… Nasıl?
Bilal Ay’ın evi. 4 ve
2.5 yaşındaki iki çocuk ve diğer evlerden farklı olarak bir de bakıma muhtaç
hasta bir ağabey… Bu evde ağıt henüz bitmemiş… İki kadın birbiriyle
yarışırcasına ağlıyor. Birinin ana yüreği diğerinin doyulamamış sevdası
kanıyor…Arkadaşların çoğunun gözünde yaş…
Her yeni konuklukta
benzer bir fotoğraf karesi… İsimleri ve yüzleri unutup, bu filmi görmüştüm
diyorsunuz… Elmadere’de durum Soma ve Konak taziye evlerinden daha farklı… Daha
vahim. Vahamet ölüm sayısından değil, koşullardan kaynaklanıyor. 11
kayıpları var. Geride kalanlar da madenci. İki saat mesafedeki
madene servisle gidip, yine iki saatlik bir yolculuktan sonra köye dönüyorlar.
Böylece mesai 12 saate çıkıyor. Diğer köylerde örneğin 14 kaybı olan Köseler’de
de aynı ulaşım sorununun olduğunu söylüyorlar. Köyün
hemen yakınına maden açmak için tarım alanı olarak kullandıkları tarlaları
satmışlar. Maden açılamamış. Tarlalarından olmakla kalmışlar. Köy’de
yaşayanların Alevi oluşu da sorun olmuş… Kınık Belediye Başkanı, ancak 7. Günde
taziye için gelmiş. Bu köyün ihmal edildiği basında yer alınca bir ilgi
başlamış. Bugün Roboski’den, İnsan Hakları Derneği’nden, Ordu
Üniversitesi’nden, CHP Kadın Kolları’ndan gelmişler. CHP’nin ilgisinden özenle
söz ediliyor. Manisa CHP Kadın Kolları 111 ev dolaşmış…Özellikle CHP
Manisa milletvekili Özgür Özer en ilgili olanlardan…Her ziyaretçi, yiyecek bir
şeyler getiriyor… Erzak yığılmış… Bisiklet, oyuncak… Para…
Çocuklar, her gelen
arabanın etrafını sarıyor ve kendileri için ne getirildiğini soruyorlar. Benim
de elimde Dost Kitabevinden bağışlanmış Behrengi’den, Aziz Nesin’den
çocuk ve boyama kitapları var. Ve daha çok kızların hoşuna gidebilecek
süslü kalemler. Onları uğradığımız evlere bırakıyoruz. Ancak arabadan iner
inmez çocuklar elimdeki poşete sarılıyorlar. Hakim olamıyorum. Amaçları kitap
ökumak değil… Armağan bekliyorlar. Can sıkıcı bir durum. Aileler de bundan
yakınıyor. İyi niyetle yaptığımız bu küçük katkıların dahi bir yönteme
bağlanması şart…
Ölüm hükmünü tamamlıyor…
Geride yürüyen bir hayat var… Büyük bir iyi niyetle. arabadan yapılan yardımlar
bir derde deva olamıyor. Belki bireysel olarak bir tatmin doğuyor. Ama asıl
sorun, Madencilerin iş güvenliğinin sağlanacağı yasal düzenlemelerin tezelden
yapılması ve bunların izlenmesinde kararlı olmakta… Yaşamlarını yitirenlerin
maaşlarının bağlanması, tazminatlarının ödenmesi, konut edindirilmeleri,
çocuklarına öğrenci kredilerinin sağlanması, bakıma muhtaç olan anne- baba-
kardeş için sosyal güvence sağlanması için örgütlü bir çalışma
gerekiyor. Manisa Barosu’nun 3 avukata görev verdiğini öğreniyoruz. Üç avukatla
sorun asla çözülemez. Çağdaş Hukukçuların çalışmalarını izleme olanağımız
olamadı. Örgütlü çalışma deneylerine güveniyorum. Ancak uzun yargılama süreci
dikkate alındığında idarenin ve şirketin hukuka uygun bir çözüm
konusunda anlaşarak sonuç almaları, yitirilenlerin ailelerinin zor durumda
kalmalarının engellenmesini sağlayacaktır…
Psikolojik destek de çok
önemli…Ancak gezici ekiplerle bu sorun çözülemez. Sürekli psikolojik
destek alacakları merkezlerin acilen yapılması gerekiyor. Asıl sorumluluk
halkta değil… Madende ölüme yol açanlarda… Sürdürülebilir bir destek… Salt maaş
ve tazminat ödemek değil. Hep tutulacak bir eli onlara uzatmak…
Kreş ya da çocukların
oyuncaklarını ortak bölüşebilecekleri bir mekan yaratmak…
Çözüm, tek tek
bireylerin ve sivil toplum örgütlerinin boyunu aşıyor.. Çözüm, meclisten
geçiyor. İktidarı ve Muhalefeti ile yaşam hakkının güvenceye alınması
gerekiyor.
2014 son olmalı. Meclis
kulaklarını açmalı ve Madencinin sesini duymalı. Onlar, bir kez daha ölerek
feryat ettiler… Bu feryada kulak verilmezse isyan haktır… 26.05.2014
Şenal
Sarıhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder