30 Aralık 2013 Pazartesi

AKP ARTIK İKTİDARDA İŞGALCİDİR




Türkiye’de artık hukuken, siyaseten, tarihen ve ahlaken bir hükümet yok. Bırakın formel (biçimsel) bakımdan hukuk devleti olmayı, Türkiye artık bir kanun devleti bile değil. AKP Hükümeti 25 Aralık 2013’ten itibaren bir Cumhuriyet hükümeti değil, iktidarı işgal eden bir kliktir. Devlet içindeki hiziplerden biridir.

AKP kendisini iktidara taşıyan bütün iç ve dış dinamikleri hızla yitirmektedir. Silkelense düşecek haldedir. Silkelenmeli ve düşürülmelidir. Bunu yapacak güç, taraflardan birinin yedeğine düşmeyen, bağımsız bir halk hareketi ve toplumsal muhalefettir.

Geçen haftaki yazımda Türkiye’nin yeniden fetrete düştüğünü, yani merkezi otoritenin ve devlet örgütünün çeşitli iktidar odakları arasında parçalandığını belirttim. Daha önce iktidarı paylaşanlar, Cumhuriyeti birlikte imha edenler, bugün devlete egemen olmak için birbirine girdiler. Kuralsız bir çatışma içindeler. Türkiye’nin yeni fetret döneminde, bir şehzadeler savaşına tanık oluyoruz. Eğer bir ülke fetrete düşmüşse, orada iktidar yok demektir.

Türkiye’de bugün hükümeti elinde tutan ve gırtlağına kadar yolsuzluklara batan AKP ile Emniyet ve Yargı başta olmak üzere devlet içinde ve toplumda örgütlü olan Fethullah Gülen Cemaati arasında şiddetli bir iktidar mücadelesi var. Bu iktidar savaşının Ortadoğu’daki gelişmelerle; AKP dış politikasının Suriye, Mısır ve İran’da büyük başarısızlığa uğraması ve bu alanda ABD ve Batı ile ters düşmesinin büyük payı bulunuyor.

AKP Hükümeti ve Tayyip Erdoğan, 17 Aralık yolsuzluk soruşturması ile büyük yara almış durumda. Gezi Direnişi’nin çözücü etkisinin bir sonucu olan bu soruşturma, iktidar çatışmasının en önemli hamlesini oluşturdu. Ancak hangi nedenle başlamış olursa olsun, bu olay kirli koalisyonun bütün pisliklerini ortalığa saçtı. Sonuna kadar bunun üzerine gidilmeli ve toplumsal muhalefet olayın peşini bırakmamalıdır.


AKP’NİN SUÇ İTİRAFI

AKP Hükümeti’nin sözcüleri, başta Erdoğan olmak üzere en yetkili ağızlar devlet içinde bir çetenin bulunduğunu ilan etti. Bu bir suç itirafıdır.

Erdoğan ve parti sözcüleri, özellikle Emniyet ve Yargı içinde örgütlü olan bu çetenin, hükümete karşı bir darbe girişiminde bulunduğunu da ileri sürdüler. Çeteyi tanımladılar.

Yandaş gazeteciler, Yalçın Akdoğan gibi Erdoğan’ın siyasi danışmanı milletvekilleri bu çetenin Ergenekon, Oda TV, Balyoz gibi davalarda komplo kurduğunu da açıkladı.

Bu açıklamalar birinci dereceden tanıklık ve suç itirafıdır. İhbardır. Bugüne kadar bizim ileri sürdüğümüz bütün tezlerin doğrulanmasıdır. Çünkü bu açıklamaları yapanlar, sözünü ettikleri çetenin ortaklarıdır. Adı geçen bütün operasyon ve projeleri birlikte gerçekleştirdiler. Rejimi birlikte değiştirip dinci-faşizan bir diktatörlüğün inşasına giriştiler. Dolayısıyla bu itiraflar, olayın failleri ve birinci dereceden tanıkları tarafından yapılmaktadır. Bu ciddiyetle ele alınmalıdır.

AKP, devlette çete var demekle; bu yasadışı örgütlenme ile 11 yıldır iktidarı paylaştığını; valileri, Emniyeti, milletvekillerini ve bakanları aralarında pay ettiklerini de kabul etmiş oluyor. Ortada bir suç ortaklığı var.


AKP’NİN KARŞI DARBESİ

Adli Kolluk Yönetmeliği'nin hükümet tarafından yasalara ve Anayasa'ya aykırı olarak değiştirilmesi, Emniyet Örgütü’ndeki büyük tasfiye operasyonu ve polisin savcının emrini dinlemeyerek yeni yolsuzluk soruşturmasını engellemesi tam anlamıyla hukukun çöküşüdür. Devletin iktidar odakları arasında parçalanmasıdır. Anayasal suçtur. Dahası Anayasa'nın askıya alınmasıdır.

Bu hamle bir AKP darbesidir. Erdoğan kliğinin hükümet aracılığıyla, kendi kurduğu hukuk düzenine karşı bu darbe girişimi, durumun sanılandan daha vahim olduğunu göstermektedir. Yargı, yürütmenin kontrolüne alınmak istenmiş, ancak bu konuda Cemaati de aşan bir devlet refleksi ile direniş başlamıştır.


HUKUKUN DEĞİL SİYASETİN YASALARI

Artık bu aşamadan sonra Türkiye’de hukukun değil, siyasetin yasaları belirleyici olacaktır. Bu durum toplumların ve ülkelerin tarihlerinde çok önemli ve büyük kriz dönemlerine (savaş, işgal, iç savaş gibi) özgüdür.

Hukukun kuralları görece istikrarlı, normalleşmenin sağlandığı, hayatın olağan akışının sürdüğü ve daha da önemlisi meşru bir merkezi siyasal otoritenin bulunduğu dönemlerde geçerlidir. Türkiye’de böyle bir ortamın kalmadığı anlaşılıyor.

Artık sadece eski iktidar ortakları arasında değil; bütün toplumsal ve siyasal aktörlerin devreye girdiği bir çatışma yaşamaya başladı. Ülke hızla ulusal bir krize doğru sürükleniyor.


CEMAAT DESTEKLENİR Mİ?

Bu kavgada taraf olmak başka şeydir, yolsuzlukların üzerine gidilmesi ve açığa çıkarılarak hesap sorulmasını istemek başka şey. Ancak bu çatışmada taraf olmak, yani çatışan iki taraftan birini desteklemek büyük bir siyasal ve tarihsel hata olacaktır. Dahası bu ahlaken de savunulabilir bir durum değildir.

Çünkü Cemaatin denetimindeki aynı Yargı ve Emniyet, AKP Hükümeti'nin de desteği ve himayesinde Ergenekon ve diğer davalarda birlikte komplo kurdu. İşbirliği içinde örtülü bir darbe ile 1.Cumhuriyeti tasfiye ettiler.

Söz konusu kirli tertiplerle binlerce insanın hakları ve hukukları çiğnendi. Özgürlükleri ellerinden alındı. Muhalefet tasfiye edilmek istendi. Vahşi bir kıyım yapıldı.

AKP ve Cemaat, bugün çatışsalar bile, suç ortağıdır.

Bu nedenle, söz konusu çatışmadan bir “demokrasi” ve “temiz toplum” çıkmaz.


TARAF OLAN BERTARAF OLUR!

Bu çatışmada taraf olmayan değil taraf olan bertaraf (tasfiye) olur. Bu durum en çok sol muhalefet güçleri ve çevreler için geçerlidir.

Çünkü sol ve toplumsal muhalefet güçleri; karşı devrimci, gerici, dinci ve faşizan güçlerden birini destekleyemez. Sol ve ilerici güçler kendi cephesini oluşturur. Ortaya çıkan çatışmadan yararlanmak (örneğin yolsuzlukların üzerine gitmek) başka şeydir, taraf olmak başka şey.

Bu çatışmada AKP iktidarını sarsıyor diye Cemaati desteklemek, siyasal intiharla aynı şeydir. AKP iktidarı gitsin de nasıl olursa olsun demek, hem politikasızlık anlamına gelir hem de içinden geçilen tarihsel dönemin özelliklerini kavramamak demektir.

Oysa iktidar çatır çatır gidiyor.


CEMAATİN ELİNE REHİN DÜŞMEK

Bugün hem AKP Hükümeti'ne hem de Cemaate karşı mücadele etmenin bütün koşulları bulunuyor. Elbette AKP, iktidarı elinde tuttuğu ve yolsuzluk araçlarını kontrol ettiği için bu mücadelenin birincil hedefidir. Dolayısıyla, devlet aygıtını resmen yöneten AKP’ye karşı mücadele kaçınılmaz olarak öne çıkacaktır.

Ancak bu durum, muhalefeti fiilen, zımnen ya da resmen Cemaatin ortağı haline getirmemeli. Cemaatin suçlarını unutmamalıyız. Bu çatışmadan hem hükümet hem de Cemaat ağır yara alacak, taraflardan biri yenilgiye uğrayacaktır. Bir “pat durumu” da hesaba katılmalıdır. Hatta uzlaşmaları bile mümkün.

Cemaat desteğiyle iktidara gelmeyi düşünenler varsa, bilinmelidir ki onlar bu masonik örgütün elinde rehin olacaktır. Cemaatten kurtulmaya kalkan ve iktidarı paylaşmaktan bir ölçüde (evet bir ölçüde) vazgeçen AKP’nin başına gelenler ortadadır. Ahlakı olmayan bir kavga var önümüzde.

Cemaatin, AKP ile çatışırken, Cumhuriyetin kurucu kuvvetlerinden biri olan CHP üzerinde bir hesap yaptığı ortada. TSK’ya komplo kuran Cemaatin, kendisini korumak için böyle bir güçleri dengeleme hamlesine de ihtiyacı var.



DOĞRU TUTUM ve ÇIKIŞ

Cuma günü ziyaretime gelen değerli dostum, yol arkadaşım, Türkiye emek hareketinin liderlerinden KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul ile de bu konuyu konuştuk. Çıkış nedir?

Öncelikle saptanması gereken durum şudur; 11 yıldır AKP-Cemaat-ABD sacayaklarına dayanan bir iktidar kombinasyonu vardı. Şimdi üzerinde çalışılan proje ise CHP, Cemaat ve ABD arasından bir iktidar bloku.

Çünkü AKP iktidarında 11 yılda küresel sermayenin ve Türkiye burjuvazisinin talep ettiği bütün neo-liberal düzenlemeler yapıldı. Çok az iş kaldı. Ancak AKP kendi dar dinci ideolojik programını bütünüyle yaşama geçirmeye kalkıştı. Bir süre sonra bütün sermayenin değil sadece bir fraksiyonun partisi haline geldi. Bölgede de aynı çizgiyi izledi ve Müslüman Kardeşler örgütünün bir parçası haline geldi. Özellikle Başbakan Erdoğan öngörülebilir olmaktan çıktı.

Doğru tutum, toplumsal muhalefeti yükseltmektir. Halkı özgürlük, adalet, laiklik, aydınlanma ve eşitlik için ayağa kaldırmak, alanları doldurmaktır.

Bu krizden sağa kayarak değil, toplum ve ülkeyi sola çekerek çıkılabilir. Çünkü ülke 12 Eylül 1980’den beri sürekli sağa kaydığı için bütün dengelerini yitirmiş durumda. Dolayısıyla bu politik tutum toplumun geniş kesimleri ve farklı odakları tarafından da desteklenebilecek bir karaktere sahiptir.


ERKEN SEÇİM

Çözüm sağa kaymak değil, merkez sağda olan ya da AKP’ye oy veren halk kesimlerine güven vermektir. Sorun budur. Sağa kaymak güven vermeyecek, inandırıcı olmayacaktır.

Çözüm; büyük kitle eylemleri ile caddelere, alanlara çıkmaktır. Ancak bunu yaparken meşruiyet çizgisinde kalmaya özel bir önem verilmelidir.

AKP Hükümeti suçüstü yakalandı. Yapılması gereken AKP’yi istifaya zorlamak ve ülkeyi bir seçime götürmektir. Yerel seçimlerle genel seçimler birleştirilebilir. Seçimlere başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin içinde olduğu bir seçim ve onarım hükümeti kurularak gidilmelidir.
Merdan Yanardağ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder