Türkiye’de artık hukuken, siyaseten, tarihen ve
ahlaken bir hükümet yok. Bırakın formel (biçimsel) bakımdan hukuk devleti
olmayı, Türkiye artık bir kanun devleti bile değil. AKP Hükümeti 25 Aralık
2013’ten itibaren bir Cumhuriyet hükümeti değil, iktidarı işgal eden bir
kliktir. Devlet içindeki hiziplerden biridir.
AKP kendisini iktidara taşıyan bütün iç ve dış
dinamikleri hızla yitirmektedir. Silkelense düşecek haldedir. Silkelenmeli ve
düşürülmelidir. Bunu yapacak güç, taraflardan birinin yedeğine düşmeyen,
bağımsız bir halk hareketi ve toplumsal muhalefettir.
Geçen haftaki yazımda Türkiye’nin yeniden fetrete
düştüğünü, yani merkezi otoritenin ve devlet örgütünün çeşitli iktidar odakları
arasında parçalandığını belirttim. Daha önce iktidarı paylaşanlar, Cumhuriyeti
birlikte imha edenler, bugün devlete egemen olmak için birbirine girdiler.
Kuralsız bir çatışma içindeler. Türkiye’nin yeni fetret döneminde, bir
şehzadeler savaşına tanık oluyoruz. Eğer bir ülke fetrete düşmüşse, orada
iktidar yok demektir.
Türkiye’de bugün hükümeti elinde tutan ve gırtlağına
kadar yolsuzluklara batan AKP ile Emniyet ve Yargı başta olmak üzere devlet
içinde ve toplumda örgütlü olan Fethullah Gülen Cemaati arasında şiddetli bir
iktidar mücadelesi var. Bu iktidar savaşının Ortadoğu’daki gelişmelerle; AKP
dış politikasının Suriye, Mısır ve İran’da büyük başarısızlığa uğraması ve bu
alanda ABD ve Batı ile ters düşmesinin büyük payı bulunuyor.
AKP Hükümeti ve Tayyip Erdoğan, 17 Aralık yolsuzluk
soruşturması ile büyük yara almış durumda. Gezi Direnişi’nin çözücü etkisinin
bir sonucu olan bu soruşturma, iktidar çatışmasının en önemli hamlesini
oluşturdu. Ancak hangi nedenle başlamış olursa olsun, bu olay kirli koalisyonun
bütün pisliklerini ortalığa saçtı. Sonuna kadar bunun üzerine gidilmeli ve
toplumsal muhalefet olayın peşini bırakmamalıdır.
AKP’NİN SUÇ İTİRAFI
AKP Hükümeti’nin sözcüleri, başta Erdoğan olmak üzere
en yetkili ağızlar devlet içinde bir çetenin bulunduğunu ilan etti. Bu bir suç
itirafıdır.
Erdoğan ve parti sözcüleri, özellikle Emniyet ve Yargı
içinde örgütlü olan bu çetenin, hükümete karşı bir darbe girişiminde
bulunduğunu da ileri sürdüler. Çeteyi tanımladılar.
Yandaş gazeteciler, Yalçın Akdoğan gibi Erdoğan’ın
siyasi danışmanı milletvekilleri bu çetenin Ergenekon, Oda TV, Balyoz gibi
davalarda komplo kurduğunu da açıkladı.
Bu açıklamalar birinci dereceden tanıklık ve suç
itirafıdır. İhbardır. Bugüne kadar bizim ileri sürdüğümüz bütün tezlerin
doğrulanmasıdır. Çünkü bu açıklamaları yapanlar, sözünü ettikleri çetenin
ortaklarıdır. Adı geçen bütün operasyon ve projeleri birlikte
gerçekleştirdiler. Rejimi birlikte değiştirip dinci-faşizan bir diktatörlüğün
inşasına giriştiler. Dolayısıyla bu itiraflar, olayın failleri ve birinci
dereceden tanıkları tarafından yapılmaktadır. Bu ciddiyetle ele alınmalıdır.
AKP, devlette çete var demekle; bu yasadışı örgütlenme
ile 11 yıldır iktidarı paylaştığını; valileri, Emniyeti, milletvekillerini ve
bakanları aralarında pay ettiklerini de kabul etmiş oluyor. Ortada bir suç
ortaklığı var.
AKP’NİN KARŞI DARBESİ
Adli Kolluk Yönetmeliği'nin hükümet tarafından
yasalara ve Anayasa'ya aykırı olarak değiştirilmesi, Emniyet Örgütü’ndeki büyük
tasfiye operasyonu ve polisin savcının emrini dinlemeyerek yeni yolsuzluk
soruşturmasını engellemesi tam anlamıyla hukukun çöküşüdür. Devletin iktidar
odakları arasında parçalanmasıdır. Anayasal suçtur. Dahası Anayasa'nın askıya
alınmasıdır.
Bu hamle bir AKP darbesidir. Erdoğan kliğinin hükümet
aracılığıyla, kendi kurduğu hukuk düzenine karşı bu darbe girişimi, durumun
sanılandan daha vahim olduğunu göstermektedir. Yargı, yürütmenin kontrolüne
alınmak istenmiş, ancak bu konuda Cemaati de aşan bir devlet refleksi ile
direniş başlamıştır.
HUKUKUN DEĞİL SİYASETİN YASALARI
Artık bu aşamadan sonra Türkiye’de hukukun değil,
siyasetin yasaları belirleyici olacaktır. Bu durum toplumların ve ülkelerin
tarihlerinde çok önemli ve büyük kriz dönemlerine (savaş, işgal, iç savaş gibi)
özgüdür.
Hukukun kuralları görece istikrarlı, normalleşmenin
sağlandığı, hayatın olağan akışının sürdüğü ve daha da önemlisi meşru bir
merkezi siyasal otoritenin bulunduğu dönemlerde geçerlidir. Türkiye’de böyle
bir ortamın kalmadığı anlaşılıyor.
Artık sadece eski iktidar ortakları arasında değil;
bütün toplumsal ve siyasal aktörlerin devreye girdiği bir çatışma yaşamaya
başladı. Ülke hızla ulusal bir krize doğru sürükleniyor.
CEMAAT DESTEKLENİR Mİ?
Bu kavgada taraf olmak başka şeydir, yolsuzlukların
üzerine gidilmesi ve açığa çıkarılarak hesap sorulmasını istemek başka şey.
Ancak bu çatışmada taraf olmak, yani çatışan iki taraftan birini desteklemek
büyük bir siyasal ve tarihsel hata olacaktır. Dahası bu ahlaken de
savunulabilir bir durum değildir.
Çünkü Cemaatin denetimindeki aynı Yargı ve Emniyet,
AKP Hükümeti'nin de desteği ve himayesinde Ergenekon ve diğer davalarda
birlikte komplo kurdu. İşbirliği içinde örtülü bir darbe ile 1.Cumhuriyeti
tasfiye ettiler.
Söz konusu kirli tertiplerle binlerce insanın hakları
ve hukukları çiğnendi. Özgürlükleri ellerinden alındı. Muhalefet tasfiye
edilmek istendi. Vahşi bir kıyım yapıldı.
AKP ve Cemaat, bugün çatışsalar bile, suç ortağıdır.
Bu nedenle, söz konusu çatışmadan bir “demokrasi” ve
“temiz toplum” çıkmaz.
TARAF OLAN BERTARAF OLUR!
Bu çatışmada taraf olmayan değil taraf olan bertaraf
(tasfiye) olur. Bu durum en çok sol muhalefet güçleri ve çevreler için
geçerlidir.
Çünkü sol ve toplumsal muhalefet güçleri; karşı
devrimci, gerici, dinci ve faşizan güçlerden birini destekleyemez. Sol ve
ilerici güçler kendi cephesini oluşturur. Ortaya çıkan çatışmadan yararlanmak
(örneğin yolsuzlukların üzerine gitmek) başka şeydir, taraf olmak başka şey.
Bu çatışmada AKP iktidarını sarsıyor diye Cemaati
desteklemek, siyasal intiharla aynı şeydir. AKP iktidarı gitsin de nasıl olursa
olsun demek, hem politikasızlık anlamına gelir hem de içinden geçilen tarihsel
dönemin özelliklerini kavramamak demektir.
Oysa iktidar çatır çatır gidiyor.
CEMAATİN ELİNE REHİN DÜŞMEK
Bugün hem AKP Hükümeti'ne hem de Cemaate karşı
mücadele etmenin bütün koşulları bulunuyor. Elbette AKP, iktidarı elinde
tuttuğu ve yolsuzluk araçlarını kontrol ettiği için bu mücadelenin birincil
hedefidir. Dolayısıyla, devlet aygıtını resmen yöneten AKP’ye karşı mücadele
kaçınılmaz olarak öne çıkacaktır.
Ancak bu durum, muhalefeti fiilen, zımnen ya da resmen
Cemaatin ortağı haline getirmemeli. Cemaatin suçlarını unutmamalıyız. Bu
çatışmadan hem hükümet hem de Cemaat ağır yara alacak, taraflardan biri
yenilgiye uğrayacaktır. Bir “pat durumu” da hesaba katılmalıdır. Hatta
uzlaşmaları bile mümkün.
Cemaat desteğiyle iktidara gelmeyi düşünenler varsa,
bilinmelidir ki onlar bu masonik örgütün elinde rehin olacaktır. Cemaatten
kurtulmaya kalkan ve iktidarı paylaşmaktan bir ölçüde (evet bir ölçüde)
vazgeçen AKP’nin başına gelenler ortadadır. Ahlakı olmayan bir kavga var
önümüzde.
Cemaatin, AKP ile çatışırken, Cumhuriyetin kurucu
kuvvetlerinden biri olan CHP üzerinde bir hesap yaptığı ortada. TSK’ya komplo
kuran Cemaatin, kendisini korumak için böyle bir güçleri dengeleme hamlesine de
ihtiyacı var.
DOĞRU TUTUM ve ÇIKIŞ
Cuma günü ziyaretime gelen değerli dostum, yol
arkadaşım, Türkiye emek hareketinin liderlerinden KESK Genel Sekreteri İsmail
Hakkı Tombul ile de bu konuyu konuştuk. Çıkış nedir?
Öncelikle saptanması gereken durum şudur; 11 yıldır
AKP-Cemaat-ABD sacayaklarına dayanan bir iktidar kombinasyonu vardı. Şimdi
üzerinde çalışılan proje ise CHP, Cemaat ve ABD arasından bir iktidar bloku.
Çünkü AKP iktidarında 11 yılda küresel sermayenin ve
Türkiye burjuvazisinin talep ettiği bütün neo-liberal düzenlemeler yapıldı. Çok
az iş kaldı. Ancak AKP kendi dar dinci ideolojik programını bütünüyle yaşama
geçirmeye kalkıştı. Bir süre sonra bütün sermayenin değil sadece bir
fraksiyonun partisi haline geldi. Bölgede de aynı çizgiyi izledi ve Müslüman
Kardeşler örgütünün bir parçası haline geldi. Özellikle Başbakan Erdoğan
öngörülebilir olmaktan çıktı.
Doğru tutum, toplumsal muhalefeti yükseltmektir. Halkı
özgürlük, adalet, laiklik, aydınlanma ve eşitlik için ayağa kaldırmak, alanları
doldurmaktır.
Bu krizden sağa kayarak değil, toplum ve ülkeyi sola
çekerek çıkılabilir. Çünkü ülke 12 Eylül 1980’den beri sürekli sağa kaydığı
için bütün dengelerini yitirmiş durumda. Dolayısıyla bu politik tutum toplumun
geniş kesimleri ve farklı odakları tarafından da desteklenebilecek bir karaktere
sahiptir.
ERKEN SEÇİM
Çözüm sağa kaymak değil, merkez sağda olan ya da
AKP’ye oy veren halk kesimlerine güven vermektir. Sorun budur. Sağa kaymak
güven vermeyecek, inandırıcı olmayacaktır.
Çözüm; büyük kitle eylemleri ile caddelere, alanlara
çıkmaktır. Ancak bunu yaparken meşruiyet çizgisinde kalmaya özel bir önem
verilmelidir.
AKP Hükümeti suçüstü yakalandı. Yapılması gereken
AKP’yi istifaya zorlamak ve ülkeyi bir seçime götürmektir. Yerel seçimlerle
genel seçimler birleştirilebilir. Seçimlere başta CHP olmak üzere muhalefet
partilerinin içinde olduğu bir seçim ve onarım hükümeti kurularak gidilmelidir.
Merdan Yanardağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder