24 Temmuz 2019 Çarşamba

LOZAN’I DEĞİL SEVR’İ UYGULAMAYA KALKIŞAN BİR SİYASAL İKTİDARLA KARŞI KARŞIYAYIZ.



Sayı:2019/05
Konu:24 Temmuz Lozan Barış Bayramı                                                    24 Temmuz 2019      
BASIN AÇIKLAMASI
Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı destansı bir mücadele ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum belgesi ve tapusu olan Lozan Barış Antlaşmasının 96.yılındayız.
Emperyalizme Boyun Eğdiren Antlaşmanın mimarı Mustafa Kemal Atatürk Lozan Antlaşmasını şöyle tanımlıyor. “Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir.”
Lozan’ın değerini anlayabilmek için, Lozan’ın yerine bize dayatılan ve Türk’ün idam fermanı olarak kabul edilen Sevr (Barış) Antlaşması’nı hatırlamak gerekir.
Sevr Antlaşması; Osmanlı'nın siyasi varlığını tümüyle bitiren Türk ulusunun ana yurdunu parçalayan, bir ulusu tümüyle tutsak kılan emperyalist bir projedir.
Amerikalı tarihçi Prof. Paul C.Helmreich, Sevr Antlaşmasını şöyle değerlendirir. “Türkiye’nin toprakları elinden alınmış, müttefikleri yenilmiş ve Hint Müslümanları dışında, İslam dünyasında bile dostu kalmamıştı. İstanbul, savaşı kazananların eline geçmiş, Türkiye düşmanları tarafından kuşatılmıştı. Büyük güçler kamp ateşinin etrafında aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi. Çünkü Türkiye doğası gereği zengin, emperyalizm ise oburdu.”
İşte bu nedenledir ki Sevr, kan ve intikam kokar. Sevr, Türk ulusunun onurunu, kendi yurdunda yaşama hakkını yok etme amaçlı “emperyalist çözüm” projesidir. Mustafa Kemal şöyle der: ”Oysa Türk’ün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.”

TBMM, imzalayanlar için  “sonsuz bir utanç belgesi”  olan Sevr Antlaşması’nı tanımadı Antlaşmayı imzalayanları, onaylayanları vatan haini ilan etti.
Türk halkı; emperyalist çözüm projesi Sevr’i uygulamaya kalkışan Batılı yağmacıları vatan topraklarımızdan atmak için, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde dört yıl kesintisiz savaşım verdi.
İşgalci güçler 09 Eylül 1922’de geldikleri (işgal ettikleri) yerde, İzmir’de denize dökülerek; daha önce çökkün Osmanlı’ya imzalattıkları ve Anadolu’yu, Trakya’yı kendi aralarında pay ettikleri Sevr Antlaşmaları da yüzlerine fırlatılıp atılarak Tarihin çöplüğüne gömüldü.
Bu büyük zafer aynı zamanda “emperyalizme karşı başarı ile sonuçlanmış ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı idi. Dünyanın tüm mazlum uluslarına da örnek oldu.
Batılı Emperyalistlerin yenilgiyi kabul ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü tanımak zorunda kalmaları da 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile olmuştur. Lozan, cephede kazanılan tarihi bir zaferin masada taçlandırılması ve kalıcılaştırılmasıdır.  Son iki yüz yılda, Türklerin Avrupa’ya karşı kazandığı tek siyasi başarı olan Lozan, gerçek bir ‘diplomatik zaferdi’. Türkiye, Misak-ı Milli sınırlarını ve tam bağımsızlığını Batı’ya kabul ettirmiş, ezilen uluslara emperyalizmin yenilebileceğini göstermişti.
Bu nedenle, Lozan’a Saldırmak Türkiye Cumhuriyeti’nin Varlığını, Birliğini İnkâr Etmek Ve Emperyalizmin Sevr Cephesinde Yer Almaktır
Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye etmeyi kafasına koymuş olan ve Türkiye’yi yeniden Osmanlılaştırmaya çalışan, emperyalist güçlerin emriyle hareket eden siyasal iktidarın, kendilerince beslenip semirtilen dinci gericiliğin Kemalist Cumhuriyeti tümden tasfiye etme amaçlı 15 Temmuz’u kalkışmasını Lozan’ın yerine koyma girişimleri akıl tutulması değilse ihanettir.
Kim ki 15 Temmuz'u Lozan'la yutturmaya çalışıyorsa bilinmelidir ki, cumhuriyet düşmanıdır, bu ülke ve ulusa ihanet içindedir.
Ne yazık ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesiyle, uluslararası meşruiyetini sağlayan hukuk belgesiyle sorunlu “milli bayramlarla” kavgalı Atatürk Cumhuriyeti'nin tüm kurumlarını tasfiye etmeye yeminli, LOZAN’I DEĞİL SEVR’İ UYGULAMAYA KALKIŞAN bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız.
Unutulmalıdır dün Sevr antlaşması ve Sevrciler 24 Temmuz 1923 te nasıl tarihin çöplüğüne atılmışlarsa, bu günün Sevrcilerinin kaçınılmaz sonları da tarihin çöplüğü olacaktır.
Emperyalizme karşı destansı bir mücadele ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum belgesi ve tapusu olan Lozan Barış Antlaşmasını, başta Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü olmak üzere kurtuluş kahramanlarını Türk Milletinin gönlünden ve vicdanından silmeye ve itibarsızlaştırmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.
24 Temmuz Lozan Barış Bayramı, Lozan Günü kutlu olsun.”
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                             Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

15 Nisan 2019 Pazartesi

81 İLİN ANKARA'YA YÜRÜYÜŞÜ!..


“Millet İttifakı” rejimi değişikliği getiren “Anayasa Referandumu” öncesinde tutarlı olamamış, sonrasında geçersiz oyların “geçerli” sayılması suretiyle tam hukuksuzluk yapılması karşısında, dik duramamıştır.

Türkiye'nin her ilinden Ankara'ya doğru yürüyüş başlatarak, seçimin yenilenmesine kadar açlık grevi yapmayı bile göze alamamıştır.

Böyle etkili ve sonuç alıcı bir eylem yerine, Ankara'dan İstanbul'a “Adalet Yürüyüşü” yaparak muhalefetin gazını almayı (ve PKK'nın Meclis'teki uzantısı HDP'yi meşrulaştırmayı) tercih etmiştir.

Dolayısıyla, muhalefet sessiz sedasız rejim değişikliğini kabul ederek, bir anlamda iktidar ile “gizli ittifak” yürütmüştür.

“Başkanlık Sistemine” geçme sonunda; gelecek olan değişikliklerin, Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen hükümlerine aykırılığı nedeniyle, Anayasa Mahkemesine başvurmayı bile becerememiştir.

Ne yazık ki, tüm uyarılar -en büyük mahkeme halktır diyerek- duymazdan gelinmiştir.

İktidara alternatif olmayan Y-CHP, genel başkanını Cumhurbaşkanı adayı gösterme yerine, parti içinde muhalif olan Muharrem İnce'yi aday olarak ileri sürüp, gerçekte göze batan bir muhalifinden kurtulmuştur.

Bu uğurda rejimi feda edebilmiştir.

Dersimli Kemal yönetimindeki Y-CHP, böyle basit hesapların ötesinde, ne yazık ki siyaset üretememektedir.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sandıklar açılmasından sonra muhalefet cephesinde yaşananları, “fecaat” sözcüğü bile anlatmaya yetmez...

***

“Tek Adam Rejimi” ne geçildikten sonra, neleri yaşayacağımız üç aşağı beş yukarı belliydi.

AKP'nin “Zillet İttifakı” olarak tanımladığı muhalefete, öyle kolay genel (veya yerel) iktidarı teslim etmeyeceği tahmininde bulunanlar asla yanılmadılar.

Nitekim 14 gündür İstanbul seçimlerini sonuca ulaştırmamak için direnen AKP iktidarı, kırk dereden su getirmekte bir beis görmemektedir.

Şu gerçeği unutmayalım ki:

AKP, 15 Temmuz'dan sonra NATO ile karşı karşıya gelmiş ve doğru olarak tercihini Avrasya'dan (ŞİÖ) yana koymuştur.

Buna karşılık Ana Muhalefet Partisi Y-CHP (ve müttefikleri), AKP'nin (önceki) rolünü üstlenmeye gönüllü olmuşlar ve ABD'nin kara gücü olarak kullandığı PKK/HDP ile CIA'nın yardımcı istihbarat örgütü olarak istihdam ettiği FETÖ'ye kol kanat gerip, ABD'nin safında yerlerini almışlardır.

Öte yandan; Türkiye, Suriye'de ABD ve müttefikleri ile namlu namluya gelmiştir.

Hal böyle olunca muhalefet Türk ve Türkiye düşmanları ile aynı mevziiye girmiş gözükmektedir...

Bu gerçekler göz ardı edilerek yapılacak olan analizler duyguların tatmininden başka hiçbir işe yaramazlar.

***

Bu koşullar altında girilen seçimlerde; ileri görüşlülüğünü kaybetmeyen Türk halkı, yine de iktidar ile muhalefete birlikte çalışma (koalisyon) görevini vermiştir.

Bu görevlendirmenin sonunda, başarı ve iyi niyet durumuna göre, bir sonraki seçimde iktidarın hangi ittifaka verilmesine karar verecektir...

Çünkü kabul etsek de etmesek de “Parlamenter Rejim” sona ermiştir!..

Bir tespit daha yapalım:

Devletin PKK ve FETÖ ile mücadelesinde; Y-CHP bu iki örgüte kol kanat germesine rağmen oylarını artıramamıştır.

24 Haziran Seçimlerinde alınan yüzde 24 oranındaki oy, 31 Mart Seçimlerinde yukarıya çekilememiştir.

“Kılıçdaroğlu doktrini” bir kez daha iflas etmiştir.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in, KHK ile görevlerine son verilen (PKK ve FETÖ mensubu) öğretmenleri, zabıta olarak istihdam edeceğini açıklaması, bu akılsızca yapılan işbirliğinin en çarpıcı son kanıtı olarak, ittifaka oy verenlerin yüreklerini kanatmaktadır.

Açıktır ki, PKK ve FETÖ cephesinden gelen destek kadar, ittifakın tabanından oy kopmaları olmuştur.

31 Mart Yerel Seçimleri sonunda Y-CHP'nin oylarının artmamış olması bunun en açık kanıtıdır...

***

Gelelim AKP iktidarının durumuna:

Muhalefetin düşman cephede yer alması ve Batı'nın desteğini alarak iktidara gelme düşü kurması, iktidara hukuk dışına çıkma hakkını verir mi?

Hiçbir duraksamaya yer vermeden bu soruya “vermez” yanıtını verebiliriz.

İktidarın son zamanlarda hangi konularda nasıl hukuk dışına girdiğine kısaca göz atalım:

İktidar, yerel seçim takvimi açıklanmadan önce, YSK üyelerinin görev süreleri uzatmıştır.

Reis, buna neden gerek duyuldu sorusuna:

“Dere geçerken at değiştirilmez” yanıtını vermiştir.

Hangi dere geçiliyordu da yeni seçilecek YSK üyeleri ile bu dere geçilemezdi?

Yüksek Yargı üyelerinden seçilecek olan YSK üyelerinin, topu topu yedi yasa ile belirlenmiş bir mevzuatı (1) uygulamalarında bir sorun yaşanacağını kabul etmek, en hafif tabiri ile fazlasıyla tecrübesi olan bu üyelerin, yargıçlık niteliklerinin “yetersiz” olduğunu ileri sürmektir.

Kaldı ki, yerel seçimlerde bu yasalar dörde inmektedir.

Üyelerin görev sürelerinin uzatılması ile yeni seçilecek üyelerin; “seçilme hakları” ve onları seçecek üyelerin de “seçme hakları” ellerinden alınmıştır.

Anayasa değişikliği yapılmadan, Anayasadan gelen bir yetkinin yasa değişikliği ile ortadan kaldırılması meşru kabul edilebilir mi?

Elbette ki hayır!

Anayasa değişikliğinin özenle tartışılmaktan kaçınılan “meşruiyeti” konusu, bir yana bırakılsa da bugünün tartışmasını, “YSK'nın meşruiyeti” üzerinden başlatmak gerekir...

***

Bu noktada kendi meşruiyeti zaten tartışma konusu olan YSK, yasada yazılan “seçilme koşullarını” değiştirebilir mi?

Bu sorunun da yanıtı “değiştiremez” şeklindedir.

Zira YSK, yasa koyucu değil, yasaları uygulamakla görevli bir Anayasal kurumdur.

O halde, mevcut yasalara göre aday olması sakıncalı olmayan kişilere, seçimi kazanmaları halinde, mazbatalarının verilmemesine hükmedemez!

YSK; adayların Anayasa'ya ve diğer ilgili yasalara göre “seçilme yeterliliği” olup olmadığı tespit etmekle görevlidir.

Aday olmalarında sakınca görülmeyenlere, kazanmaları halinde mazbatalarının vermemesi fetvasını vermek; siyasi partilere, adaylara ve seçmenlere “tuzak” kurmaktan başka bir anlama gelemez.

Öte yandan, idare hukuku ilkelerine göre; mazbata “kurucu” olmayıp, “açıklayıcı” nitelikte bir işlem olmakla; seçilen adaylara verilmemiş olmakla, onların seçilmedikleri anlamına gelmez.

Kurucu işlem seçimdir, seçilen kişi belediye başkanı olmuştur.

Demek ki, YSK aday olmasında sakınca görmediği adaylara, mazbatalarını vermek zorundadır.

“Son sözü YSK söyler” sözü, hukuki değeri olmayan siyasi bir söylemdir.

Son sözü seçmen söyler ve söylemiştir.

Seçilen bir adaya mazbatasını vermemek (veya seçilmemiş olan ikinci sıradaki adaya mazbatayı vermek,) “görevi kötüye kullanmak” suçunu oluşturur.

Hiç kuşku yok ki, seçildikten sonra kesinleşmiş bir yargı kararı ile seçilme koşullarını kaybedenlerin mazbatalarını iptal etmek hukuken olanak dâhilindedir...

***

Gazete ve televizyon haberlerinden öğrendiğimize göre; İstanbul'un Büyükçekmece ve Maltepe ilçelerinde, güvenlik kuvvetleri bazı adreslere giderek vatandaşlara hangi partiye oy verdiklerini sormuştur.

Bu hareket Anayasamızın 25/2 maddesinin;

“Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz” hükmüne açıkça aykırıdır. (2)

Polisin vatandaşlara böyle bir soru sorması ile aynı zamanda Anayasanın 67/2. fıkrasında kabul edilen “gizli oy ilkesi” de çiğnenmiş olmaktadır. (3)

7062 Sayılı Yasanın 6. maddesinde 11 bent halinde sayılan YSK'nın görevi: seçimlerin “dürüstlük” içerisinde yapılmasını sağlamaktır. (4)

Seçimlerin Anayasa ve yasa kurallarına göre yapılmasını ve denetlenmesini yapmakla görevli YSK'nın, kuralları çiğnemesi, “hukuk güvenliği” sorunudur.

Kılıçdaroğlu'nun “çete” olarak tarif ettiği YSK'dan, şimdi “adalet” dilenmesi ayrı bir çelişkimizdir.

Böyle bir durum karşısında yapılacak olan iş bellidir:

Ankara'dan İstanbul'a doğru yapılan ve sonuç itibariyle PKK'ya yol açan “Adalet Yürüyüşü” nü Maltepe'den geri çevirmek gerekir.

Bu defa yapılacak olan eylem; 81 ilin yurtseverlerini Ankara'ya doğru yürütmek ve bu haklı yürüyüşe terör örgütlerinin (PKK ve FETÖ) gölgesini düşürmemektir.

Meşruiyet çizgisinden ayrılmayan böyle bir eylemi AKP'nin görmezden gelmesi olanaksızdır..

Ne var ki, Kılıçdaroğlu ile ekibini, yürüyüş kortejin en arkasına yerleştirmek ve inisiyatifi halkın ele alması şarttır.

Zira en haklı eylem bile, onların önderliğinde kısa zamanda kuşkulu hale gelebilmektedir...

Cemil Can

DİPNOTLAR:
(1) Yüksek Seçim Kurulunun görev alanını belirleyen yasalar şunlardır: Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Siyasi Partiler Kanunu, Milletvekili Seçimi Kanunu, Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun, Anayasa Değişikliğinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu.
http://www.ysk.gov.tr/tr/mevzuat/liste

(2) ANAYASA Madde 25 – Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.
http://www.ysk.gov.tr/doc/mevzuat/dosya/1541/2709.pdf

(3) ANAYASA Madde 67 – Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.
(Değişik fıkra: 23.7.1995-4121/5 Md.) Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır. Ancak, yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının oy hakkını kullanabilmeleri amacıyla kanun,

(Değişik fıkra: 23.7.1995-4121/5 Md.) On sekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşı seçme ve halkoylamasına katılma haklarına sahiptir. Bu hakların kullanılması kanunla düzenlenir.
http://www.ysk.gov.tr/doc/mevzuat/dosya/1541/2709.pdf

(4) 7062 sayılı Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun;
Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğüyle ilgili bütün işlemleri yapmak veya yaptırmak, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları incelemek ve kesin olarak karara bağlamak,
http://www.ysk.gov.tr/tr/ysk-gorev-ve-yetkileri/1493

7 Nisan 2019 Pazar

PANİK İÇİNDE OLANLAR



31 Mart 2019 Pazar günü yapılan Yerel Seçimleri tüm halkımız uykusuz kalıp televizyonda izledi. Kesin olmayan sonuçları biliyor.
İktidar partisi AKP; başta İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana, Mersin ve Eskişehir olmak üzere tüm büyük kentlerde seçimi kaybetti. Halkımızın en az yarısına Osmanlı Tokadı atılmasını önerenlere seçmenler okkalı bir Türk Tokadı patlattılar!
AKP, İstanbul sonuçlarına 1 Nisan’dan başlayarak yoğun itirazlarda bulundu. Yüksek Seçim Kurulu, kesin olmayan sonuçlara göre, CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun 20 binden fazla oyla AKP’nin adayı Binali Yıldırım’dan önde olduğunu duyurmasına karşın AKP’nin itirazları sürüyor, oylar bir kez daha, olmadı bir kez daha sayılıp duruyor…

Değerli Dostlar,

AKP ve yandaşları neden İstanbul yenilgisini içlerine sindiremiyor?
Hemen söyleyeyim, bunun siyasetle, yani sol-sağ yandaşlığı ile hiç ilgisi yok! “Gönül Belediyeciliği” ile hiçbir bağlantısı yok! “İstanbul Aşkı” ise duygusal bir palavra!
İktidarın yandaş gazetesi Yeni Şafak’ın Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, 3 Nisan 2019 günü bakın ne yazdı:
“İmamoğlu kazanırsa İslam kaybeder.”
Bu söylemin akıl ile mantık ile hesap kitap ile bir ilgisi olabilir mi?
İslam dini bin dört yüz yıldır ayaktadır.
Dünyada 1,5 milyardan fazla Müslüman yaşamaktadır.
Nasıl olur da dünyanın bir ülkesinin bir kentinde, İstanbul’da, bir yerel seçimde adaylardan birinin, Ekrem İmamoğlu’nun, kazanmasıyla bin dört yüz yıllık bir din, İslam dini kaybediyor?
Bu söylem, aslında İslam dinine bir hakaret değil midir?

Bu söylem, panik içinde olan, paçaları tutuşmuş kişilerin cıyaklamasıdır.

Değerli Dostlar,

Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığını kazanması kimlerin paçalarını tutuşturdu, kimleri paniğin çukuruna yuvarladı?
Söyleyeyim:
Allah ile aldatıp Peygamber ile kandıran, Arapça Kuran ile aldatıp uydurma Hadislerle dolandırıcılık yapan tarikatçılar, arsa vurguncuları, ihale hortumcuları, ayakkabı kutusu tutkunları tarifsiz bir panik içindeler!
Bu paniğin din ile, iman ile hiç mi hiç ilgisi yok!
Bu yazıyı fazla uzatmamak için, panik içinde çırpınan onlarca kuruluştan sadece birini anlatacağım.

Sahibi Ömer Faruk Kalyoncu olan Kalyoncu İnşaat Şirketi’nin AKP’li İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı’ndan almış olduğu ihalelerin kısa bir dökümünü veriyorum:

1.   İstanbul Yeni 3. Havalimanı Projesi
2.   Ataköy Atıksu Arıtma Tesisi
3.   Taksim Yayalaştırma Projesi
4.   Metrobüs Ulaşım Hattı
5.   Mecidiyeköy Katılımı Çağlayan Kavşağı Yol Yapımı
6.   Bakırköy Adliye Binası İnşaatı
7.   Başakşehir Stadyum İnşaatı
8.   Yeşilvadi Konakları
9.   Ulus-Zincirlikuyu Arası Bağlantılı Yolu Yapımı
10.  354 kilometre Karayolu İnşaatı
11.  12 kilometre Karayolu Tüneli
12.  2 milyon 500 bin metre kare Bina İnşaatı
13.  10 bin Kişilik Öğrenci Yurdu
14.  Bin Yataklı Hastane
15.  Bin kilometre Şebeke Hattı
16.  12 bin 500 Konut
17.  127 kilometre Uzunluğunda üç bin milimetre çaplı Çelik Boru İsale Hattı
18.  520 kilometre Çelik Boru İsale Hattı

Değerli Dostlar,

Yalnız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan değil, doğrudan AKP hükümetleri tarafından yurtiçi ve yurt dışı büyük ihaleleri alan Kalyon İnşaat Şirketi’nin sahibi Ömer Faruk Kalyoncu hakkında iki satır bilgi vereyim:

1977 doğumlu, Trabzon-Çaykaralı.
Nevin Ensari ile evlendiğinde nikâh şahitliğini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç yapmışlar. Nikâh töreninde dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de aralarında yer aldığı 11 bakan hazır bulunmuşlar.
Şimdi söyler misiniz, eğer İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını CHP’li Ekrem İmamoğlu alırsa, Ömer Faruk Kalyoncu’nun hali nice olacak? O ballı-börekli ihaleleri bir daha alabilecek mi?
Tekrar ediyorum: AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden kaymaklı kadayıf ihaleleri alan sadece Ömer Faruk Kalyoncu değil! Onun gibi daha onlarcası var!
Şimdi söyler misiniz, onlar panik içinde olmasınlar da kimler olsun!
Şimdi tek çareleri, İstanbul seçimlerinde verilen oyları tekrar tekrar saydırmak! Ekrem İmamoğlu’nu sandıkta yenemeyince, bir katakulliyle saf dışı bırakmak!

İstanbul’da tanık olduğunuz şudur:
Allah ile aldatıp Peygamberle kandıran, Arapça Kuran ile uyutup uydurma Hadislerle dolandıran tarikatçılar, arsa vurguncuları ve ihale hortumcuları düştükleri panik çukurunda son çırpınışlarını sergiliyorlar!


Yılmaz Dikbaş
6 Nisan 2019, Cumartesi
0532 233 31 52

16 Mart 2019 Cumartesi

ANKARA’DA SEÇMENLERİN ÖĞRENME HAKKI VARDIR



Değerli Dostlar,

Aşağıda sizlere vereceğim bilgileri ayrıntılı ve belgeli olarak yeni çıkan “VATANI SATANLAR” kitabımda yazdım.
Şimdi, oradan paylaşıyorum.

AKP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mehmet ÖZHASEKİ’nin asıl soyadı “KARAKEBAP” tır. 1974 yılında ailece bu soyadını değiştirip bugünkü “Özhaseki” soyadını almışlardır.

Değerli Dostlar,

Mehmet Özhaseki, 13.12.2017-10.07.2018 sürecinde Başbakan Binali Yıldırım’ın kurduğu AKP hükümetinde “Çevre ve Şehircilik Bakanı” olarak görev yaptı. Özelleştirme adı altında Vatanın şu Varlıklarının satışına onay verdi, imza attı:

Beş kömür ve linyit madeni.
Alpulu Şeker Fabrikası,
Muş Şeker Fabrikası,
Turhal Şeker Fabrikası,
Yozgat Şeker Fabrikası,
Çorum Şeker Fabrikası,
 Kırşehir Şeker Fabrikası
Niğde Bor Şeker Fabrikası.
Kısacası, Mehmet Özhaseki VATANI SATANLARDAN biridir.

Değerli Dostlar,

Bor madenlerimizin yoğun miktarda bulunduğu Balıkesir’de yabancılara toprak satışının giderek hızla arttığı görüldü.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) bir milletvekili, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na yazılı soru önergesi verdi.
Soru önergesinde altı soru bulunmaktaydı.
Bu sorulardan üçünü aşağıda veriyorum:

SORU-1: Balıkesir’de arazi satın alan yabancı gerçek kişi, şirket veya yabancı ortaklı şirket sayısı nedir? Bunların satın aldığı arazilerin toplam miktarı ne kadardır?
SORU-2: Balıkesir’de üzerinde ipotek bulunan tarım arazisi tapusu sayısı nedir? İpotekli tarım arazilerinin toplam yüzölçümü nedir?

SORU-3: Balıkesir’de yabancı sermayeli bankalar tarafından ipotek konulan arazi sayısı ve yüzölçümü nedir?

Bakan Mehmet Özhaseki, bu üç soruya yazılı olarak şu cevapları verdi:

CEVAP-1: Balıkesir’de arazi satın alan yabancı gerçek kişi sayısı 643 kişidir. Yabancı gerçek kişilerin satın aldığı arazilerin toplam miktarı 290 bin 984 metre karedir.

CEVAP-2: Balıkesir İl sınırları içerisinde, üzerine ipotek bulunan tarım arazisi tapusu sayısı 98 bin 193’tür. İpotekli tarım arazilerinin yüzölçümü toplam 705 milyon 948 bin 850 metre karedir.

CEVAP-3: CEVAP YOK!

Bakan Mehmet Özhaseki, üçüncü soruya cevap vermemiştir!
Bakan Mehmet Özhaseki, Türk çiftçisinin tarım arazilerine ipotek koyan YABANCI BANKALARIN adını, bunların koyduğu ipotek sayısını, ipotek altındaki tarım arazilerinin yüzölçümünü bir MİLLETVEKİLİNE bile bildirmekten KAÇINMIŞTIR!

Değerli Dostlar,

Kısa ama çok önemli bir bilgi sunayım.
Türkiye’yi yönetenler kendi kişisel çıkarlarını ve siyasi geleceklerini yabancıların çıkarlarıyla özleştirip Türk tarımına, Türk çiftçisine hain bir tuzak kurdular.
Bu tuzağın ilk aşamasında tarımın başlıca girdilerinin, örneğin mazot, gübre ve tarım ilaçlarının fiyatını yükselttiler.
İkinci aşamada, aşırı giderlerle baş edemeyen Türk çiftçisi bankalara gitti, borç almak zorunda kaldı. Aldığı borç karşılığı, tarlasına ipotek koyuldu.
Üçüncü aşamada, borcunu ödeyemeyen Türk çiftçisinin ipotekli tarlasına haciz konuldu. Yok, pahasına tarla satıldı. Türk çiftçisi tarlasını kaybetti.
Sonuçta Türk tarımı ağır darbe yedi, Türkiye en temel tarım ürünlerini dış ülkelerden almak zorunda kaldı.
Perişan olan Türk çiftçisi parasız, tarlasız, desteksiz ne yapacağını bilemiyor…
İşte, kurulan bu tuzakta bankalar önemli rol oynadı.
Yalnız Balıkesir’de 98 bin 193 tarım arazisine yerli bankaların ipotek koymuş olduğu ortaya çıktı. İpotek konulan tarım arazilerinin Balıkesir’de toplam yüzölçümü yaklaşık 706 milyon metre kare. Bu topraklara da haciz gelmek üzere. Altında zengin BOR madeni olan topraklar!..
Altında dünyanın en zengin BOR madenlerinin bulunduğu Türk çiftçisinin tarım topraklarına YABANCI bankalar da ipotek koymuştur. Peki, kimdir bu yabancı bankalar? Yabancı bankaların ipotek koyduğu tarım arazisi sayısı ve ipotekli tarım toprağı yüzölçümü ne kadar?
İşte, bu çok önemli bilgiyi, Bakan Mehmet Özhaseki, yalnız Türk milletinden değil, bir milletvekilinden bile SAKLADI!
Vergi veren bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak soru sorma hakkım var!
Mehmet Özhaseki, bakanlık görevindeyken yabancı bankaların danışmanı mıydı?
Mehmet Özhaseki, bakanlık koltuğunda otururken bazı yabancı bankaların çıkarlarını korumakla da mı görevliydi?
Bu görevi karşılığı bir çıkar sağlamış mıdır?

Değerli Dostlar,

31 Mart 2019 Pazar günü yapılacak yerel seçimlerde, Mehmet Özhaseki AKP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı.
Ankara’da oylarını kullanacak seçmenlerin Mehmet Özhaseki ile ilgili tüm bilgileri öğrenme hakları vardır.
Ben bu bilgileri yazdım.
Artık Ankaralı seçmenler, Mehmet Özhaseki ile ilgili gerçekleri biliyorlar.
Bu bilgiler ışığında karar vermek Ankaralı seçmenlere düşüyor…

Yılmaz Dikbaş
16 Mart 2019, Cumartesi
0532 233 31 52


4 Mart 2019 Pazartesi

ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ 3 Mart 1924 DEVRİM YASALARININ 95. YILI ORTAK BASIN AÇIKLAMASI


(Karşı devrim çemberinden çıkış Kemalist devrimle olacaktır)
3 Mart Devrim yasalarının 95. Yılındayız. Bugün Türkiye’de karşı devrim ve devrimci güçler arasındaki kavganın temelinde; 95 yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul ve ilan edilen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesi olan 3 Mart devrim yasaları vardır. 3 Mart 1924 Devrim Yasaları büyük bir devrimci dalganın hem başlangıcı hem de zirvesidir. 
Her biri başlı başına birer devrim niteliği taşıyan, Türk halkını “ümmet” aşamasından “ulus” aşamasına dönüştürmeyi amaçlayan bu devrimler;
“Halifeliğin” ve hükümetçe alınmış kararların şeriat kurallarına uygun olup olmadığını denetleyen ‘Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması, 
Aklı ve bilimi dışlayan, halkı birbirine yabancılaştıran orta çağ eğitim yerine akıl ve bilimin yön vereceği çağdaş ve uygar yurttaşlardan oluşan bir ulus oluşturmayı amaçlayan “Tevhid-i Tedrisat Kanunudur
Devrim yasaları birbirinden bağımsız değil, her biri diğerini tamamlayan bir bütünlük oluştururlar. Bu nedenle bu yasalardan herhangi birinde tereddüt, savsaklama öbürlerinde de geriye dönüşün başlamasına neden olması kaçınılmazdır.
Cumhuriyeti cumhuriyet yapan 3 Mart Devrim Yasaları, başta İngiltere olmak üzere yağmacı batıda, onlarla iş ve güç birliği içinde olan dinci gericiler de büyük bir travma yaratmıştır.
Çünkü İngiliz yüksek çıkarları, petrol zengini orta doğuyu, büyük bir pazar olan Osmanlı ülkesini ancak; zayıf bir kurum olarak halifeliğin yaşaması, akıl ve bilimden yoksun, uluslaşmaya engel bir eğitim sistemi ile denetim ve kontrol altında tutabilirlerdi. Bu nedenle İngiltere; kendilerinin hizmetinde olan İsmaili mezhebinin lideri Ağa Han ve İngiliz Hükümeti’nin danışmanlığını yapan Hintli Emir Ali’yi kullanarak zayıf bir kurum olarak halifeliğin” ayakta kalması için yıllarca çaba göstermişlerdir.  Emperyalist devletlerin AKP’yi desteklemelerinde ekonomik ve siyasal çıkarlar kadar 1923 yenilgisi nedeniyle intikamcı bir güdünün olduğu da unutulmamalıdır.
Bugün Uzun yıllar CIA Türkiye İstasyon Şefi ve Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller tarafından geliştirilen AKP eliyle yürürlüğe konulmuş "Büyük Ortadoğu Projesi" ve "ılımlı İslam” projesi, Halifeliğin yeniden diriltilmesi düşüncesi 3 Mart 1924 devrim yasaları ile yağmacı, batı emperyalizmin bir hesaplaşmasıdır.
Batı emperyalizminin bir projesi olan AKP bu nedenle iktidardadır. Sahneye sürülen oyunun aktörleri değişmiş ama oyun değişmemiştir.
Evet, o gün yapılanlar şimdi bir bir geri alınıyor. O gün Şeriye ve Evkaf vekâleti yerine halka dini doğru öğretmek adına kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı bugün neredeyse yerine kurulduğu Şeriye ve Evkaf vekâletinin görevlerini yapmaya başlamıştır. Bu nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı her gün birçok konuda fetva yayınlamaktadır. Yayınladığı birçok fetva ile toplumsal yapıya etki etmeye çalışmakta, laik devletin altına dinamit koymaktadır. 
Bu yapısı ile Diyanet’in laik cumhuriyete zararı gün geçtikçe artmakta ve büyümektedir. Bu nedenle daha fazla yaşamaması, aynı yerine kurulduğu çarpık yapı gibi kaldırılması gerekli hale gelmektedir. “Diyanet, Atatürk’ün açtığı bir yapıdır kapatılamaz” demek, Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamamak demektir. Bu köhneleşmiş yapıların yıkılması Atatürk’ün altı ilkesinden Devrimcilik ilkesine sahip çıkmanın bir doğal sonucudur.   
Yazboz tahtasına döndürülen eğitim sistemi bu nedenle dincileştirilmekte ve özelleştirilmektedir. Proje sahipleri ve dinci gericilik çok iyi bilmektedirler ki; eğitimin özelleştirilmesi, şeriatın güçlendirilmesine ortam hazırlar. Anayasa bu nedenle sık sık değiştirilmektedir. Öğretim Birliği’ bu nedenle parçalanmaktadır. Öğretim birliğinin parçalanması demek; yurttaşların, birbirlerine kültürel olarak yabancı öbeklere ayrılması ve farklı eğitimler yoluyla yabancılaştırılan toplumsal öbeklerin birbiriyle sürtüşmesi, çatışması demektir.  
Laik Cumhuriyeti ve Devrim Yasalarını korumak için kurulmuş partilerin ve demokratik kitle örgütlerinin etkisiz ve eylemsiz kılınması için yönetim organlarına emperyalist batı tarafından “devşirilmiş-Truva Atları” bu nedenle getirilmektedir.
Başta da söylediğimiz gibi bugün Türkiye’de karşı devrim ve devrimci güçler arasındaki kavganın temelinde 3 Mart 1924 devrim yasaları vardır. Devrim yasalarını ve bu yasaların arkasındaki devrimci anlayışı yıkma amacında olan AKP iktidarının sık sık dile getirdiği, “Hedef 2023” sloganın arkasında devrim yasalarının ters yüz edilmesi bulunuyor. AKP "cumhuriyet" sözcüğüne dokunmamış olsa da cumhuriyetin, Kemalist Devrimin özünü oluşturan, devrimi yücelten, yarınlara taşıyacak olan ne varsa yok etmektedir.  AKP 1923’le, cumhuriyetle, devrim yasaları ile hesaplaşıyor ve devrim fikrinin bir bütün olarak meşruiyetini ortadan kaldırmayı amaçlıyor.
Emperyalizmin güdümünde, bir proje olarak kurulan iktidar cumhuriyetin tüm kurumlarına ve halkçı, devrimci, laik birikimine saldırmaktadır. Siyasal iktidar bu saldırıların karargâhı ve odağıdır.
Bu duruma karşı durmak ülkenin aydınlanma savaşçılarının, yurtseverlerin en önemli görevidir. Bunun için yapılması gerekenler çok ama çok basittir. Laiklik, özgürlük ve demokrasi diyen kurumlarla, yayın evleriyle, dergilerle, gazetelerle ve partilerle dayanışın ve bir olun, iri olun, diri olun yeter.   
Gerek yağmacı batı gerekse işbirlikçi siyasal iktidar ileriye, çağdaşlığa, aydınlığa doğru akan nehri durduracaklarına, güneşin doğmasını engelleyeceklerine iman etmiş gözüküyor. Ancak bilimden nasiplenmemeleri nedeniyle unutuyorlar, güneş her şeye karşın zamanı geldiğinde doğar, her nehir yatağını bulur ve yolu üzerinde olan her şeyi akışıyla birlikte yıkar geçer.
Bu örgütlü ve saldırgan karşı devrim çemberinden çıkış 1920’lerde olduğu gibi yeniden ve bir kez daha Kemalist devrimle olacaktır. Çünkü insanlık ve her ülkenin kendi toplumsal ilerleme tarihi düşe kalka da olsa her zaman ileriye doğrudur. Tarih toplumsal ilerlemesinin tersi istikametine doğru yürüyerek yol alıp, menziline erişen bir hareketi kaydetmemiştir. 3 Mart 2019

*ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU

1.Alevi Kültür Derneği Isparta Şubesi
2.Cumhuriyet Halk Partisi Isparta İl Örgütü
3.Cumhuriyet Kadınları Derneği Isparta Şub.
4.Eğitim-İş Isparta Şubesi
5.Eğitim-Sen Isparta Temsilciliği
6  Türkiye Gençlik Birliği Isparta Şubesi
7     Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Isparta Şb
8  Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi
9   Vatan Partisi Isparta İl Örgütü
10 Y.Kuşak Köy Enst. Dern. Isparta Şubesi