“Millet İttifakı” rejimi
değişikliği getiren “Anayasa Referandumu” öncesinde tutarlı olamamış,
sonrasında geçersiz oyların “geçerli” sayılması suretiyle tam hukuksuzluk
yapılması karşısında, dik duramamıştır.
Türkiye'nin her ilinden
Ankara'ya doğru yürüyüş başlatarak, seçimin yenilenmesine kadar açlık grevi
yapmayı bile göze alamamıştır.
Böyle etkili ve sonuç alıcı
bir eylem yerine, Ankara'dan İstanbul'a “Adalet Yürüyüşü” yaparak muhalefetin
gazını almayı (ve PKK'nın Meclis'teki uzantısı HDP'yi meşrulaştırmayı) tercih
etmiştir.
Dolayısıyla, muhalefet sessiz
sedasız rejim değişikliğini kabul ederek, bir anlamda iktidar ile “gizli
ittifak” yürütmüştür.
“Başkanlık Sistemine” geçme
sonunda; gelecek olan değişikliklerin, Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi
edilemeyen hükümlerine aykırılığı nedeniyle, Anayasa Mahkemesine başvurmayı
bile becerememiştir.
Ne yazık ki, tüm uyarılar -en
büyük mahkeme halktır diyerek- duymazdan gelinmiştir.
İktidara alternatif olmayan
Y-CHP, genel başkanını Cumhurbaşkanı adayı gösterme yerine, parti içinde
muhalif olan Muharrem İnce'yi aday olarak ileri sürüp, gerçekte göze batan bir
muhalifinden kurtulmuştur.
Bu uğurda rejimi feda
edebilmiştir.
Dersimli Kemal yönetimindeki
Y-CHP, böyle basit hesapların ötesinde, ne yazık ki siyaset üretememektedir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
sandıklar açılmasından sonra muhalefet cephesinde yaşananları, “fecaat” sözcüğü
bile anlatmaya yetmez...
***
“Tek Adam Rejimi” ne
geçildikten sonra, neleri yaşayacağımız üç aşağı beş yukarı belliydi.
AKP'nin “Zillet İttifakı”
olarak tanımladığı muhalefete, öyle kolay genel (veya yerel) iktidarı teslim
etmeyeceği tahmininde bulunanlar asla yanılmadılar.
Nitekim 14 gündür İstanbul
seçimlerini sonuca ulaştırmamak için direnen AKP iktidarı, kırk dereden su
getirmekte bir beis görmemektedir.
Şu gerçeği unutmayalım ki:
AKP, 15 Temmuz'dan sonra NATO
ile karşı karşıya gelmiş ve doğru olarak tercihini Avrasya'dan (ŞİÖ) yana
koymuştur.
Buna karşılık Ana Muhalefet
Partisi Y-CHP (ve müttefikleri), AKP'nin (önceki) rolünü üstlenmeye gönüllü
olmuşlar ve ABD'nin kara gücü olarak kullandığı PKK/HDP ile CIA'nın yardımcı
istihbarat örgütü olarak istihdam ettiği FETÖ'ye kol kanat gerip, ABD'nin
safında yerlerini almışlardır.
Öte yandan; Türkiye, Suriye'de
ABD ve müttefikleri ile namlu namluya gelmiştir.
Hal böyle olunca muhalefet
Türk ve Türkiye düşmanları ile aynı mevziiye girmiş gözükmektedir...
Bu gerçekler göz ardı edilerek
yapılacak olan analizler duyguların tatmininden başka hiçbir işe yaramazlar.
***
Bu koşullar altında girilen
seçimlerde; ileri görüşlülüğünü kaybetmeyen Türk halkı, yine de iktidar ile
muhalefete birlikte çalışma (koalisyon) görevini vermiştir.
Bu görevlendirmenin sonunda,
başarı ve iyi niyet durumuna göre, bir sonraki seçimde iktidarın hangi ittifaka
verilmesine karar verecektir...
Çünkü kabul etsek de etmesek
de “Parlamenter Rejim” sona ermiştir!..
Bir tespit daha yapalım:
Devletin PKK ve FETÖ ile
mücadelesinde; Y-CHP bu iki örgüte kol kanat germesine rağmen oylarını
artıramamıştır.
24 Haziran Seçimlerinde alınan
yüzde 24 oranındaki oy, 31 Mart Seçimlerinde yukarıya çekilememiştir.
“Kılıçdaroğlu doktrini” bir
kez daha iflas etmiştir.
İzmir Büyükşehir Belediye
Başkanı Tunç Soyer'in, KHK ile görevlerine son verilen (PKK ve FETÖ mensubu)
öğretmenleri, zabıta olarak istihdam edeceğini açıklaması, bu akılsızca yapılan
işbirliğinin en çarpıcı son kanıtı olarak, ittifaka oy verenlerin yüreklerini
kanatmaktadır.
Açıktır ki, PKK ve FETÖ
cephesinden gelen destek kadar, ittifakın tabanından oy kopmaları olmuştur.
31 Mart Yerel Seçimleri
sonunda Y-CHP'nin oylarının artmamış olması bunun en açık kanıtıdır...
***
Gelelim AKP iktidarının
durumuna:
Muhalefetin düşman cephede yer
alması ve Batı'nın desteğini alarak iktidara gelme düşü kurması, iktidara hukuk
dışına çıkma hakkını verir mi?
Hiçbir duraksamaya yer
vermeden bu soruya “vermez” yanıtını verebiliriz.
İktidarın son zamanlarda hangi
konularda nasıl hukuk dışına girdiğine kısaca göz atalım:
İktidar, yerel seçim takvimi
açıklanmadan önce, YSK üyelerinin görev süreleri uzatmıştır.
Reis, buna neden gerek duyuldu
sorusuna:
“Dere geçerken at
değiştirilmez” yanıtını vermiştir.
Hangi dere geçiliyordu da yeni
seçilecek YSK üyeleri ile bu dere geçilemezdi?
Yüksek Yargı üyelerinden
seçilecek olan YSK üyelerinin, topu topu yedi yasa ile belirlenmiş bir mevzuatı
(1) uygulamalarında bir sorun yaşanacağını kabul etmek, en hafif tabiri ile
fazlasıyla tecrübesi olan bu üyelerin, yargıçlık niteliklerinin “yetersiz”
olduğunu ileri sürmektir.
Kaldı ki, yerel seçimlerde bu
yasalar dörde inmektedir.
Üyelerin görev sürelerinin
uzatılması ile yeni seçilecek üyelerin; “seçilme hakları” ve onları seçecek
üyelerin de “seçme hakları” ellerinden alınmıştır.
Anayasa değişikliği
yapılmadan, Anayasadan gelen bir yetkinin yasa değişikliği ile ortadan
kaldırılması meşru kabul edilebilir mi?
Elbette ki hayır!
Anayasa değişikliğinin özenle
tartışılmaktan kaçınılan “meşruiyeti” konusu, bir yana bırakılsa da bugünün
tartışmasını, “YSK'nın meşruiyeti” üzerinden başlatmak gerekir...
***
Bu noktada kendi meşruiyeti zaten
tartışma konusu olan YSK, yasada yazılan “seçilme koşullarını” değiştirebilir
mi?
Bu sorunun da yanıtı
“değiştiremez” şeklindedir.
Zira YSK, yasa koyucu değil,
yasaları uygulamakla görevli bir Anayasal kurumdur.
O halde, mevcut yasalara göre
aday olması sakıncalı olmayan kişilere, seçimi kazanmaları halinde,
mazbatalarının verilmemesine hükmedemez!
YSK; adayların Anayasa'ya ve
diğer ilgili yasalara göre “seçilme yeterliliği” olup olmadığı tespit etmekle
görevlidir.
Aday olmalarında sakınca
görülmeyenlere, kazanmaları halinde mazbatalarının vermemesi fetvasını vermek;
siyasi partilere, adaylara ve seçmenlere “tuzak” kurmaktan başka bir anlama
gelemez.
Öte yandan, idare hukuku
ilkelerine göre; mazbata “kurucu” olmayıp, “açıklayıcı” nitelikte bir işlem
olmakla; seçilen adaylara verilmemiş olmakla, onların seçilmedikleri anlamına
gelmez.
Kurucu işlem seçimdir, seçilen
kişi belediye başkanı olmuştur.
Demek ki, YSK aday olmasında
sakınca görmediği adaylara, mazbatalarını vermek zorundadır.
“Son sözü YSK söyler” sözü,
hukuki değeri olmayan siyasi bir söylemdir.
Son sözü seçmen söyler ve
söylemiştir.
Seçilen bir adaya mazbatasını
vermemek (veya seçilmemiş olan ikinci sıradaki adaya mazbatayı vermek,) “görevi
kötüye kullanmak” suçunu oluşturur.
Hiç kuşku yok ki, seçildikten
sonra kesinleşmiş bir yargı kararı ile seçilme koşullarını kaybedenlerin
mazbatalarını iptal etmek hukuken olanak dâhilindedir...
***
Gazete ve televizyon
haberlerinden öğrendiğimize göre; İstanbul'un Büyükçekmece ve Maltepe
ilçelerinde, güvenlik kuvvetleri bazı adreslere giderek vatandaşlara hangi
partiye oy verdiklerini sormuştur.
Bu hareket Anayasamızın 25/2
maddesinin;
“Her ne sebep ve amaçla olursa
olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz” hükmüne açıkça
aykırıdır. (2)
Polisin vatandaşlara böyle bir
soru sorması ile aynı zamanda Anayasanın 67/2. fıkrasında kabul edilen “gizli
oy ilkesi” de çiğnenmiş olmaktadır. (3)
7062 Sayılı Yasanın 6.
maddesinde 11 bent halinde sayılan YSK'nın görevi: seçimlerin “dürüstlük”
içerisinde yapılmasını sağlamaktır. (4)
Seçimlerin Anayasa ve yasa
kurallarına göre yapılmasını ve denetlenmesini yapmakla görevli YSK'nın,
kuralları çiğnemesi, “hukuk güvenliği” sorunudur.
Kılıçdaroğlu'nun “çete” olarak
tarif ettiği YSK'dan, şimdi “adalet” dilenmesi ayrı bir çelişkimizdir.
Böyle bir durum karşısında
yapılacak olan iş bellidir:
Ankara'dan İstanbul'a doğru
yapılan ve sonuç itibariyle PKK'ya yol açan “Adalet Yürüyüşü” nü Maltepe'den
geri çevirmek gerekir.
Bu defa yapılacak olan eylem;
81 ilin yurtseverlerini Ankara'ya doğru yürütmek ve bu haklı yürüyüşe terör
örgütlerinin (PKK ve FETÖ) gölgesini düşürmemektir.
Meşruiyet çizgisinden
ayrılmayan böyle bir eylemi AKP'nin görmezden gelmesi olanaksızdır..
Ne var ki, Kılıçdaroğlu ile
ekibini, yürüyüş kortejin en arkasına yerleştirmek ve inisiyatifi halkın ele
alması şarttır.
Zira en haklı eylem bile,
onların önderliğinde kısa zamanda kuşkulu hale gelebilmektedir...
Cemil Can
DİPNOTLAR:
(1) Yüksek Seçim Kurulunun
görev alanını belirleyen yasalar şunlardır: Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Siyasi Partiler
Kanunu, Milletvekili Seçimi Kanunu, Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları
ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun, Anayasa Değişikliğinin Halkoyuna
Sunulması Hakkında Kanun, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu.
http://www.ysk.gov.tr/tr/mevzuat/liste
(2) ANAYASA Madde 25 – Herkes,
düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse,
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle
kınanamaz ve suçlanamaz.
http://www.ysk.gov.tr/doc/mevzuat/dosya/1541/2709.pdf
(3) ANAYASA Madde 67 –
Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve
bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve
halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.
(Değişik fıkra: 23.7.1995-4121/5
Md.) Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy,
açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır.
Ancak, yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının oy hakkını kullanabilmeleri
amacıyla kanun,
(Değişik fıkra: 23.7.1995-4121/5
Md.) On sekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşı seçme ve halkoylamasına
katılma haklarına sahiptir. Bu hakların kullanılması kanunla düzenlenir.
http://www.ysk.gov.tr/doc/mevzuat/dosya/1541/2709.pdf
(4) 7062 sayılı Yüksek Seçim
Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun;
Seçimlerin başlamasından
bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğüyle ilgili bütün
işlemleri yapmak veya yaptırmak, seçim süresince ve seçimden sonra seçim
konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları incelemek ve
kesin olarak karara bağlamak,
http://www.ysk.gov.tr/tr/ysk-gorev-ve-yetkileri/1493
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder