16 Aralık 2018 Pazar

Said-i Nursi ve Fethullah Gülen'in hezeyanları


Şimdiye kadar nurculuk ekolündeki birçok hurafeyi, takip ettikleri batıl inançları ve umut bağladıkları fetişleri işledim. Zaman zaman hiç ele alınmamış konuları gündeme taşıdım. Boşlukta bir meselenin kalmamasını ve yalan yanlış itikatların din diye pazarlanmamasını istedim.
Kendine Bediüzzaman (Zamanının harikası) lakabı takan Said Nursi, aslında dine sokuşturduğu bâtıl inanç ve hurafelerden ötürü aslında tam karşılığıyla bir Bid’atüzzaman’dır, yani zamanımızın din dışı metodlarının yılmaz neferidir. Dine sokulan hurafeler ve batıl inançlar noktasında üstadını takip eden en önemli nurcu aktör ve tüm dünyaya fitne salan kişi olan Fethullah Gülen de, hakkında uydurulan Mehdi veya Mesih tarzındaki mistik iltifatlardan dolayı bulunduğumuz dönemin fitne sebebidir, yani Fitnetüzzaman’dır.
Bu yazıda Bid’atüzzaman Said Nursi ile Fitnetüzzaman Fethullah Gülen’e ait belli başlı hezeyanlara yer vereceğim.
BİD’ATÜZZAMAN SAİD NURSİ’YE AİT HEZEYANLAR: Hz. MUHAMMED ÇOCUKLARA BEDDUA EDİYORMUŞ
Bid’atüzzaman Said Nursi’nin hezeyanlarından biri, Hz. Muhammed gibi merhamet sahibi şahsiyetin çocuklara lanet ettiği iddiasıdır.
Örnek olarak şu –sözde- dinî kaynağı verebilirim: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü vesselam namaz kılarken hırçın bir çocuk namazını kat'edip geçtiğinden Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam, 'Allah'ım onun izini (ayağını) kes.' demiş. Ondan sonra çocuk daha yürüyememiş, öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş." (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, s. 130.)

Bu sahte dinî kaynağı veren ve aslında üstatlarını savunmaya çabalayan nurcu siteler şu soruyu sormaktadır: “Peygamberimiz bedduayı sevmezdi. Çocuğa neden beddua etmiştir; sebebi nedir?”
Sonra, anlatılan öykünün uyduruk olduğunu düşünmeksizin, hadis diye nakledilen ve Said Nursinin “Mucize” diye gösterdiği örneği, “Aman üstadımız Said’in hezeyanını inkâr etmeyelim kaygısıyla kendilerine göre aşağıdaki açıklamaları getirmektedir: “Mektubat'ta zikredilen bu mucize aynı zamanda Sünen-i Ebu Dâvud'da ve Kadı İyaz'ın Şifâ-i Şerif'inde de rivayet edilmektedir. Ebû Dâvud'da geçen rivayet şu şekildedir: Said bin Gazvan hac dönüşü Tebük'e gelmişti. Bir de ne görsün. Yere oturtulmuş sakat bir adam duruyor. Yanına yaklaştı, niçin bu hâle düştüğünü sordu. Sakat adam şöyle dedi:"Sana bir hadis haber vereceğim, fakat ben sağ oldukça benden duyduğunu kimseye söylemeyeceksin. Hadise şöyledir: "Resulullah Tebük'e geldiğinde bir hurma ağacının önüne inmişti. 'Şu ağaç bizim kıblemizdir.' buyurdu. Ve hurma ağacına dönerek namaza durdu. Ben daha o zaman çocuktum. Koşarak geldim. Sütre olarak duran hurma ağacı ile onun arasından geçtim. Bunun üzerine Resulullah: 'O bizim namazımızı kesti, Allah da onun ayağını kessin.'dedi. O günden bugüne kadar ayağa kalkamaz oldum.” (Ebû Dâvud, Salât: 110) İbni Hibban'ın rivayetinde bu çocuğun Büsr bin Râî el-Amr adında birisi olduğu belirtilmektedir. Mektubat'ta geçen hadisin Arapça metni İbni Hibban'ın rivayetinden alınmıştır. (Sahihu İbni Hibban, 8:152)
Hadis âlimlerinin bu husustaki açıklamaları şu şekildedir: "Önce şöyle bir sual akla gelmektedir: Namaz kılanın önünden bir insanın geçmesiyle namaz bozulmaz, öyleyse Peygamberimiz (asm) neden beddua etmiştir? Diğer taraftan, çocuğun henüz mükellef sayılacak bir yaşta olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda çocuk, niçin böyle bir cezayı hak etmiştir?" Bu sualleri sıralayan âlimler şu ihtimalleri zikrederek izahlarda bulunmaktadırlar; her şeyden önce, bu çocuğun bir müşrik çocuğu olduğu kuvvetle muhtemeldir. Peygamberimiz (asm)'in namaza durduğunu gören müşrikler, Resul-i Ekrem Efendimiz (asm)'in namazını ifsat etmek maksadıyla çocuklarından birisini tahrik edip Peygamberimiz (asm)'in önünden geçmesini tembih etmişlerdir. Onların bu haince planlarını fark edip gören Peygamberimiz (asm), İslâmın izzetini göstermek ve onların kötü niyetlerini defetmek için, çocuğun o hale gelmesini bir mucize olarak göstermiştir. Diğer bir ihtimal, bu çocuk her ne kadar çocuk görünüşlü ise de, buluğ çağına gelmiş olduğundan, Peygamberimiz (asm), çocuğun önünden kasdî olarak geçtiğini anlamış ve böyle bir bedduada bulunmuştur. (eş-Şifâ, 1/632)  (http://www.sorularlarisale.com/makale/13796/peygamber_efendimizin_bir_cocuga_beddua_etmesini_nasil_degerlendirmeliyiz.html)
Şimdi soruyorum “Yukarıdaki hadis metninin bir peygamber sözü olduğuna inanıyor musunuz ya da Risale-i Nur’da yer alan bu sözün savunularak yorumlanması sizi ikna edebildi mi?”
HzZ MUHAMMED’İN DOĞAÜSTÜ GÖSTERİLER SERGİLEMİŞ
En büyük mucizesi (Aklı kendine hayran bırakan eser) Kur’an olan bir dinin, “Peygamberin doğaüstü sergilediği harikalar ve kehanetler” dizisine ihtiyacı bulunmadığı kesin iken, Said Nursi hemen hepsi uydurma kaynakları kullanarak özellikle Mektubat adlı kitabının Mucizât-ı Ahmediye bölümünde İslam’ı, hurafeler ve batıl inançlar manzumelerine sahip bir din şeklinde savunmaya çalışmaktadır.
Mesela Hz. Muhammed’in Parmağıyla Ayı ikiye ayırması (Şakkı Kamer) meselesi oldukça ilginç bir anlatımdır. Akla, mantığa, bilime, dinin insanı sınava çeken anlayışına aykırı bir inanç olan “Ay’ın Peygamberin parmağıyla ikiye yarılması” iddiası, Said Nursi için ciddi ciddi savunulan bir konudur.
Said Nursi konuyla ilgili: “Kamer gibi parlak bir mu’cize-i Ahmediye (a.s.m.) olan inşikak-ı kameri, evhâm-ı fâside ile inhisâfa uğratmak isteyen feylesoflar ve onların muhakemesiz mukallitleri diyorlar ki: “Eğer inşikak-ı kamer vuku bulsaydı, umum âleme malûm olurdu; bütün tarih-i beşerin nakletmesi lâzım gelirdi. Elcevap… İnşikak-ı kamer, dâvâ-yı nübüvvete delil olmak için, o dâvâyı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette, âni olarak gösterildiğinden, hem ihtilâf-ı metâli ve sis ve bulut gibi rüyete mâni esbabın vücudu ile beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususîkaldığından ve tarassudât-ı semâviye pek az olduğundan, bütün etraf-ı âlemde görülmek, umumtarihlere geçmek elbette lâzım değildir. Şakk-ı Kamer yüzünden bu evham bulutlarını dağıtacak çok noktalardan şimdilik [beş noktayı] dinle.” (Mektubat, On Dokuzuncu ve Otuz Birinci Sözlerin Zeyli) diyerek, aslında hiçbir şekilde izahı yapılamayacak bu meselenin güya ispatına girişiyor.
EVREN HZ. MUHAMMED İÇİN YARATILMIŞ
İlahiyat çevresinde kısaca “Levlâke” hadisi diye bilinen ve Hz. Muhammed’e hitaben “Sen olmasaydın hiçbir varlık yaratılmazdı” anlamındaki din kaynağının uydurma olduğunu bugün nurcular bile kabul etmektedir.
YAZDIĞI KİTAPLAR ELEŞTİRİLEMEZ ÖZELLİKTEYMİŞ
İslam akaidine göre, yanlışsın kabul edilen tek kaynak Kur’an’daki nass adı verilen hükümlerdir. Üstelik bunlar bile tartışılabilir vasıftadır, çünkü Allah bazen Kur’an’da monolog düzeyinde kendi varlığı dahil çok ilahi bilgiyi tartışır, yani dogmatiklikten çıkarıp felsefi alana taşır.
Oysa Said Nursi “Kendine yazdırıldığı, indirildiği, ilham edildiği, sünuhat olarak sunulduğu” savıyla yazdığı Risale-i Nurların hiçbir kayıtla eleştirilemeyeceğini deklare etmekte ve “Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun” (Barla Lahikası, İkinci Zeyl) ve “Kimin haddi var ki, risalelerin birisine el uzatsın veyahut dil uzatsın veyahut bir cümlesini tenkid etsin veyahut bir kelimesine, hatta bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun.” (Barla Lahikası, s. 194) diyebilmektedir.
HZ. ALİ’YE ALLAH’TAN SAYFALAR İNMİŞ
İslam ilahiyatında Allah tarafından Cebrail aracılığıyla peygamberlere indirilen ilahi mesajlara vahiy adı verilmektedir. Bu tanrısal seremoniyi başka insanlara uygulamak ise dinî terminoloji açısından yasaktır ama “Gulat” tabir ettiğimiz aşırı ve batıl din yorumları ekollerine göre normaldir.
Hz. Ali’ye Allah’tan sayfa inme konusunu Said Nursi şöyle anlatmaktadır “Bir gün Ali bin Ebi Talib Peygamberimizle beraber otururken, Cebrail İsm-i Azamın yazılı olduğu bir sayfayı Hz Ali’nin kucağına bırakıyor. Ali bin Ebi Talib; Cebrail’i gök kuşağı şeklinde gördüm. Sesini işittim, bu sayfayı Ondan aldım, bu isimleri de içinde buldum diyerek; bir takım olaylardan bahsettikten sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: Dünyanın yaratılmasından kıyamete kadar olan bütün ilimlerin sırlarını bu sayfa sayesinde keşfettim. Kim ne istiyorsa sorsun, sözümden şüphe edenler de zelil olsun… “ (Metnin orijinali için bakınız: Sikke-i tasdik-i gaybi, On sekizinci Lem’a, Kaynaklı-indeksli Risale-i Nur külliyatı, Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1995, c. 2 s. 2078- 2079)
Bu meseleyi, yani Ercüze adlı şiirimsi dua veya münacaatın inmesi meselesini hiçbir hadis kaynağına dayandıramayan nurcular, aslında peygamberlere vahiy inmesini çağrıştıran ifadeleri, birçok meselede olduğu gibi saçma argümanlarla tevil etmeye çabalamaktadır.
FİTNETÜZZAMAN FETHULLAH GÜLEN’E AİT HEZEYANLAR
Bu bölümde hem kendisinin ve bağlılarının onun hakkında uydurdukları ilahi vasıflar, hem de onun için başkalarının uydurduğu mistik yalanlara yer ayıracağım.
KUTBU’L AKTAB VE KUTBU’L İRŞAD MAKAMINDAYMIŞ
Kutub sözlükte, medâr yani değirmenin alt taşına yerleştirilen ve üst taşın dönmesini sağlayan demir anlamındadır. Kutub’la alakalı olarak tasavvufî kaynaklarda şu bilgilere rastlamaktayız: “Kutub; en büyük veli (Allah dostu), her zaman âlemde Allah’ın nazar (özel koruduğu) kıldığı tek kişidir. Kutub, bir tarikatın en büyüğü, âlemde Allah’ın iradesini temsil eden evliyanın, rütbe ve derece bakımından en yüksek olanıdır. Kısacası kutub, Hz. Muhammed’in varisidir; ‘Varis-i Resul’dür. Kutub, âlemin ruhu, âlem de onun bedeni gibidir. Her şey kutbun çevresinde ve onun sayesinde hareket eder, her şeyi o idare eder.”
Fethullah Gülen kendisinin makamını anlatırken bir Kutbu’l Aktab ve Kutbu’l İrşad olduğundan, yani Allah’ın otoritesinden sonra ama adeta peygamberlerden üstün ve kalpleri idare eden kişi olduğundan söz eder. Fethullah Gülen, Kutbu’l Aktab ve Kutbu’l İrşad terimlerini şöyle tanımlamaktadır: “Hz. Muhammed ahirete göçünce, onu bu dünyada temsil edenler, Allah ile irtibatları kavi olan insanlardır. Onlar, mazhariyetleri ve misyonlarıyla bir bakıma yeryüzünde âdeta Kâbe konumundadırlar. Bazen onlar Kâbe’nin etrafında, bazen de Kâbe onların etrafında döner. İşte böyle kişilere ‘Kutub’ adı verilir. Bu kişiler, hep tazarru (Allah’a boyun eğen), naz ve niyaz makamında bulunmaktadırlar. Allah böylelerinin bakışları ile kâinata bakar, merhamet veya gazap eder. Kutub makamının bir adım ötesinde ‘Gavsiyet’ makamı yer alır. Bu makamı kazananların tasarrufları öldükten sonra da devam eder. Kutbu’l-irşad hem kutup hem de gavsdır. O, bütün insanlığı sahil-i selamete çıkaracak bir rahmet ve ışıktır. Özetle, kutbu’l-irşad, kâinatın manâ, mahiyet ve muhtevasını anlatan, yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın matmah-ı nazarı, (hırsla baktığı, herkesten gözü gibi esirgediği) bir hakikat eridir.”
Gülen, kör gözüne parmak sokar gibi, kimi tarif etmiş dersiniz?
HZ. MUHAMMED İLE GÖRÜŞÜYORMUŞ
Fethullah Gülen Cemaat Örgütü soruşturmasının itirafçısı olan bir karı-koca hâkim çift, HSYK seçimlerinde oy istenirken Fethullah Gülen'den etkilendiklerini söylemişlerdi. Güya Fethullah Gülen rüyasında, Kâbe'de Hz. Peygamber ile görüşmüş, Peygamber de Gülen'e, "Seni üzüyorlar değil mi, merak etme az kaldı" demiş ve cemaat içinde yayılan bu söylence zayıf iradeli şahıslar üzerinde manevi bir baskı oluşturmuş.
Çiftin ifadelerine göre Fethullahçı Örgüt; mensuplarını maneviyatlarının gücüne göre 5'lik, 4'lük, 3'lük, 2'lik ve 1'lik diye ayırıyordu. Fethullah Gülen Örgütü soruşturması sırasında açığa alınıp tutuklanan, isimleri savcılıkça gizli tutulan karı koca hâkimler: "2014’ün Ekim ayında gerçekleşen HSYK seçimleri öncesinde Ankara'dan gelen zayıf yapılı, Adanalı, orta boylu, esmer tenli, ismini bilmediğim bir şahıs evime geldi. Fethullah Gülen'in rüyasında Kâbe'ye gittiğini, Kâbe'de Peygamberimiz ile görüştüğünü, Peygamberimizin “Seni üzüyorlar değil mi?” diye sorduğunu, Gülen'in 'evet' manasında başını sallayıp ağladığını, bunun üzerine peygamberimizin “Merak etme, az kaldı” şeklinde cevap verdiğini anlatarak HSYK seçimlerini kesinlikle bağımsız adayların kazanacağını, onlar için oy vermemizi ve oy istememiz gerektiğini belirten konuşmalar yaptı.” ifadesini kullanmıştır. Ayrıca aynı çift, Gülen'in Hz. Muhammed ile uyku ve uyanıklık arasındaki yakazada görüştüğünü, Peygamber ile farklı boyutlarda diyalogda bulunduğunu, onu sürekli rüyasında görüp istişare ettiğini, ondan nasihat ve kararlar aldığını ifadelerine eklemiştir.
HZ. MUHAMMED TÜRKÇE OLİMPİYATLARINA KATILMIŞ
Fethullah Gülen, Pensilvanya'da yaptığı sohbetinde Türkçe Olimpiyatlarıyla ilgili çok sayıda mektup aldığını, bu mektuplarda Peygamberin de Türkçe Olimpiyatlarına katıldığının yazıldığını ifade ederek kendisi de bu fikre onay vermekteydi. İşte Gülen'in o açıklamaları: "Yaklaşırsan, yaklaşırlar; şirin görürsen, şirin görürler; kabul edersen, kabul görürsün. Senin âlemden beklediğini âlemin de senden beklediğini asla aklından çıkarmamalısın! Arkadaşlarımız ona yakın mektup okudu. Hepsi Peygamber Efendimizin (S.A.V) Olimpiyat Stadlarına teşrif buyurduğunu söylediler. Şimdi ben kendi içimden hep diyordum ki; 'yav acaba meseleyi tahrif mi ediyoruz, aşağıya mı çekiyoruz, folklordür, şarkılardır, şiirlerdir... bunlarla'. Fakat demek ki bazı hakikatlerin ifade edilmesi adına, ittifakın sağlanması adına, kalplerin birbirlerine karşı yumuşaması adına, bunlar çok önemli faktörler ki; İnsanlığın iftihar tablosu (Peygamberimiz), bazılarımızın, bir kısım mutasavvıf ve sufi görünümlü kimselerin yadırgamalarına rağmen, teşrif etti...”
Ayrıca Fethullah Gülen, bir müridinin "Peygamberimizle birlikte rüyalara gelmişsiniz. Efendimiz: “Twitter'daki paylaşımları ikiye katlayın buyurmuş" sözüne cevaben "Aynen uygulayın! Ne diyorsa onu yapın" şeklinde talimat vermiştir.
FETHULLAH GÜLEN’İN EMRİNDE CİNLER VARMIŞ
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Fethullah Gülen Cemaat Örgütünün cinleri de kullandığına dair bir iddia ortaya atmıştı. Buna benzer ipe sapa gelmez iddialar İslamcı camiada çok kullanılmaktadır. Hapisten çıkan İbda-C lideri Salih Mirzabeyoğlu da buna benzer şeyler mırıldanmıştı.
Konuya dönecek olursak, Fethullah Gülen’in darbe girişimi başta olmak üzere birçok olayı cinlerle yaptığını savunan Gökçek: “Size çok komik gelecek ama bunu enteresan bir metotla yapıyorlar. Üç harflilerle yapıyorlar. Herkes bundan sonra biraz da bunu tartışsın. İnsanları cinlerle esir alıyorlar. Bakın etrafımızda birçok insanın belli konularda esir alındığı aşikârdır. Böyle bir kabiliyetleri var. Haşhaşiler denmesinin nedeni de bu. İnsanlar büyüleniyor ve esir alınıyor. Onun (Fethullah Gülen) ufak ama değerli bir metali var, ondan dağıtırlar. Bana da getirdiler verdiler bir dönemde. Derler ki ‘Bu üzerinde olduğu takdirde sen her şeyden korunursun.’ Bir de Cevşen’leri var. İçinde de belli bir takım formüller vardı. Bunlarla insanları etkileyip esir alıyorlar. Canlı olarak buna benzer olaylarla karşılaştım. Çok yakınımdaki bir ismin üç harflilerle ne hale getirildiğini, ölecek hale getirildiğini biliyorum. Arkasından bunu bozanlar da vardı. Bir kuyunun içinden bıçak çıktı, o alınıp denize atıldı ve kadıncağız düzeldi. Bunu yaşadık.” dedi.
Ancak Melih Gökçek, “Madem öyle neden başarıya ulaşamadılar” sorusuna şöyle yanıt vermişti: “Yapıyorlar da nereye kadar yapıyorlar. Allah’ın kudretine kadar yapıyorlar. ” yorumunda bulundu. (Sözcü Gazetesi, 24.7.2016)
İSA’NIN BABASI HZ. MUHAMMED İMİŞ
“Kur'an’dan İdrake Yansıyanlar” adlı kitabında Fethullah Gülen, Meryem Suresi 17. ayetinin mealini kendi ifadesiyle şöyle veriyor: ”Sonra, insanlardan gizlenmek için bir perde germişti. Ruhumuzu göndermiştik de, ona (Hz. Meryem’e) tam bir insan olarak görünmüştü.” Fethullah Gülen sonra şu yorumunu ilave etmektedir: “Acaba ne idi bu ruh? Hemen büyük çoğunluğu itibariyle bütün tefsirler, ayeti kerime de “Ruhumuzu gönderdik” diye belirtilen ruhun Cebrail meleği olduğunu ifade etmektedirler. Ne var ki, burada Kur’an ‘Ruh’ tabirini kullanıyor; ruhun ne olduğunda ise görüş ayrılığı vardır. Görüş ayrılıkları içinde ilginç yorumlar vardır; hatta Hz. Muhammed’in ruhunu içine alacak kadar ilginç yorumlar vardır. Evet, bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka bir hayal girmemişti ve girmemeliydi. Ona sadece kendisine helal olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Hz. Muhammed olabilirdi; zira o bir münasebetle Hz. Meryem’in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu. Bu açıdan da ’Ruh’un Efendimizin ruhu olabileceği ihtimal dahilindedir.”
Fethullah Gülen, cümlesinin sonunda bu konuda kesin ifade kullanmadığını belirtiyorsa da, konuya şüphe çeken bir zorlamayla yaklaşarak ve adeta ayete işkence ederek bir tuhaf yorumda bulunmaktadır. Gülen'in sözünü ettiği işaret, Kenzul Ummal‘daki uydurma hadistir. Güya Hz. Muhammed demiş ki: “Cennette Allah beni İsa’nın annesi Meryem ile evlendirecek.” (F. Gülen, Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar,  2000, s.247-248.)
Ne diyelim…
Hezeyan bir psikolojik hastalıktır ve şayet dinin yanlış yorumlanmasından kaynaklanıyorsa pek devası da bulunmaz.
Mistik hezeyanlar, cemaat ve tarikat liderleri için oluştuğunda, ahiretteki kayıplarının dışında bu sapkın yapılara fazla zarar vermez, aksine saf dimağların kendilerine yönelmelerine hizmet eder. Dinci gruplara uzak kişilerin elinde böylesine manevi yöne hitap edip sömüren oyuncaklar olmadığından cemaat ve tarikat üyelerine karşı tartışmalarda başarılı olma şansları maalesef azdır. Fakat dine ait gerekli güncellemeyi yapmada geç kalan İslam dininin, yakın zamanda bünyesindeki sağlam dinamikleri hatırlatarak kendisi üzerinden nemalanan İslamcı yapıları zir ü zeber edeceğine kanaatim tamdır.
Bid’atüzzaman Said Nursi ile onun has talebesi Fitnetüzzaman Fethullah Gülen’e ait hezeyanlar bunlarla bitmiyor elbette.
Sizlerle diğer mistik dinî mevzuları değişik zamanlarda paylaşacağım.
Nazif Ay


8 Aralık 2018 Cumartesi

AÇIK TOPLUM VAKFI, SOROS VE DANIŞMA KURULLARI / BANU AVAR



Açık Toplum ya da Open Society Institute ve TESEV gibi oluşumlar küresel baronların kullandığı oluşumlardandır. Ishak Alaton da, Osman Kavala da, Üstün Ergüder de Murat Sungar da Binnaz toprak da bu örgütün üst düzeylerinde görev yapmış işadamı, siyasetçi, akademisyen, diplomatlardır.
İçindeki şahıslar batı finans ve siyasi çevreleriyle, istihbarat teşkilatlarıyla yakından ilişkilidirler.
Mütevelli heyetindeki İbrahim Betil gibiler ABD Sivil Örümcek ağları NED ( National Endowment for Democracy) Veya IRI (İnternational Republican Institute) gibi teşkilatların Türkiye maşalarının iç yüzünü açıkladığımız için tarafıma 70 bin liralık davalar açmıştır!

Öncelikle bu ve benzer kurumların ülkemizdeki gücü ve yaygınlığı iyi araştırılmalıdır. Her basın kuruluşunda, eğitim kurumunda, hatta askeriyede oldukça etkin olduğunu bizzat görmüş, tanık olmuş ve sonuçlarından mağdur olmuş bir gazeteciyim.
26 Kasım 2018’de Türkiye ayağını kapattığını duyuran Soros’un Açık Toplum Vakfı eski başkan ve yönetiminin önde gelen isimlerinden Ishak Alaton 2015 yılı sonunda görevini devir teslim etmeden az önce küresel tetikçi George Soros İstanbul’da Alaton için bir teşekkür gecesi düzenlemişti
Vakfın sitesindeki amaç bölümünü ve son yıllardaki ‘Danışma Kurullarında’ yer alan isimleri aşağıda bulabilirsiniz:
250 den fazla kurumu milyonlarca dolar fonlayan bu teşkilatlar acaba nihai hedef olarak ‘demokrasi, özgürlük insan hakları gençlere eğitim’ mavrası arkasında ne planlamaktaydılar.. Araştıran bulur...
***
“Açık Toplum Vakfı, Türkiye’nin insan hakları, demokrasi ve evrensel değerlere karşı daha duyarlı ve daha açık bir toplum olabilmesi amacıyla 20 Ağustos 2008’de kurulmuş olup,
AB-Türkiye üyelik süreci,
Reform,
Kadın hakları, eğitim,
 Bölgesel farklılıkların giderilmesi,
Sivil toplumun güçlenmesi gibi öncelikli ilgi alanlarına giren girişimleri proje veya kurum ölçeğinde desteklemek amacıyla faaliyet göstermektedir.

Mütevelli Heyeti
Açık Toplum Vakfı’nın mütevelli heyeti, Nebahat Akkoç, Mustafa Akyol, İbrahim Betil, Ferhat Boratav, Üstün Ergüder, Memduh Hacıoğlu, Osman Kavala, Can Paker, Ayşe Soysal, Murat Sungar ve Binnaz Toprak’tan oluşmaktadır.
Yönetim Kurulu
Vakıf Yönetim Kurulu Temel İskit, Ferhat Boratav, Üstün Ergüder, Osman Kavala ve Murat Sungar’dan oluşmaktadır.
Danışma Kurulu
2018 yılı itibariyle proje teklifleri uzmanlar tarafından değerlendirilecektir.
Açık Toplum Vakfı’nın Danışma Kurulu konusunda uzman, yeterli birikim ve deneyimi olan ve aldığı kararlar toplum nezdinde saygınlığa sahip kişiler arasından seçilir. Dokuz kişiden oluşan Danışma Kurulu’nun üyeleri çalışma dönemlerinin ardından, rotasyonla yerlerini yine Danışma Kurulu’nun belirlediği yeni isimlere bırakır. Danışma Kurulu üyeleri tamamen gönüllü olarak çalışmaktadır.
Danışma Kurulu üyeleri, belirtilmiş olan faaliyet alanları kapsamında Vakfa sunulan veya Vakıf tarafından uygulanması planlanan proje tekliflerini değerlendirir, projelere verilecek bağış miktarını tayin ederek Yönetim Kurulu’na sunulmak üzere tavsiye kararı alır.
2017 Yılı Danışma Kurulu: Gökhan Ahi, Özlem Ece, İzak Atiyas, Ayşe Semiha Baban, Ferhat Boratav, Defne Koryürek, Yörük Kurtaran, Serpil Sancar ve Kayıhan Pala.
2016 Yılı Danışma Kurulu: Gökhan Ahi, Nurcan Akad, Nebahat Akkoç, İzak Atiyas, Ayşe Semiha Baban, Ferhat Boratav, Defne Koryürek, Yörük Kurtaran ve Serpil Sancar.
2015 Yılı Danışma Kurulu: İshak Alaton, Nebahat Akkoç, Ferhat Boratav, Ruşen Çakır, Üstün Ergüder, Ahmet İnsel, Selim Ölçer ve Anna Turay Turhan.
2014 Yılı Danışma Kurulu: İshak Alaton, Nebahat Akkoç, Ferhat Boratav, Ruşen Çakır, Ahmet İnsel, Selim Ölçer, Bilal Sambur, Anna Turay Turhan ve Murat Sungar (Başkan).
2013 Yılı Danışma Kurulu: Mustafa Akyol, Nebahat Akkoç, Sedat Yurtdaş, Ruşen Çakır, Necdet İpekyüz, Ayhan Bilgen, Ferhat Boratav ve Murat Sungar(Başkan).
2012 Yılı Danışma Kurulu: Ruşen Çakır, Necdet İpekyüz, Ayhan Bilgen, Asaf Savaş Akat, Mehmet Kaya, Ferhat Boratav, Şebnem Karauçak, Hakan Altınay (Başkan) ve Murat Sungar.
2011 Yılı Danışma Kurulu: Asaf Savaş Akat, Mehmet Kaya, Sabih Ataç, Ferhat Boratav, Temel İskit, Şebnem Karauçak, Elisabeth Özdalga, Hakan Altınay (Başkan) ve Murat Sungar.
2010 yılı Danışma Kurulu: Hakan Altınay, Nurcan Baysal, Ferhat Boratav, Eyüp Can, Temel İskit, Şebnem Karauçak, Elisabeth Özdalga, Can Paker (Başkan) ve Murat Sungar.
2009 Yılı Danışma Kurulu: Suay Aksoy, Nurcan Baysal, Eyüp Can, Zülfü Dicleli, Melih Fereli, Temel İskit, Şebnem Karauçak, Can Paker (Başkan) ve Murat Sungar.
BANU AVAR

6 Aralık 2018 Perşembe

Bunlardan Atatürkçülük Beklemek, Kavak Ağacından Elma Beklemekle Eşdeğerdir


Y- Gül ADD Isparta Şubesinin atanmış başkanı ve onun kumpasçı ortakları, MHP'li Isparta Belediye Başkanı ve 31 Mart yerel seçimlerinde yeniden MHP'den aday olan Yusuf Ziya Günaydın’ı makamında ziyaret ederek. “Atatürk’e ve cumhuriyetimize hassasiyetinden ve bu noktadaki üstün çalışma ve gayretleri” nedeniyle Günaydın’a “teşekkür plaketi” vermişler. 
Yerel seçim tartışma ve hazırlıklarının yoğunlaştığı, siyasal ortamın ısındığı bu günlerde Atatürkçü Düşünce Derneği’nin bu girişimi “hiç hak etmediği halde” adaylardan birinin yanında yer aldığı, onu açıkça destekleyeceği mesajını vermektir. Bu girişim Atatürkçülüğe, Kemalist düşüncenin özüne karşı bir ihanet ve saldırıdır. Bu girişimin sahiplerinin “Atatürksüz Atatürkçüler” olduğunu tüm Atatürkçüler bilmeli ve gereğini de yapmalıdırlar.
Yıllarca Kemalist düşünceden, Kemalistlerden vebalı gibi uzak duran,  Kemalist devrim söylemini duyduğunda kaçacak delik arayan birine ADD tarafından “teşekkür plaketi” verilmesi akıl tutulması ve ahmaklıktır.
Kemalist Düşünce konusunda sığlığı tartışmasız, Atatürkçülüğü kermes, balo, rozet, büst anıt olarak anlayıp algılayan çakma Atatürkçünün kişisel çıkarları adına  “teşekkür plaketi” vermesi belki anlaşılabilir, ama bu rezaleti gerçekleştirmek için ADD’yi kullanması tartışmasız bir zırvalık ve ahlak yoksunluğudur. Bu girişim açıkça bir “siyasal rüşvet” eylemidir ve bu kirliliğe yalız ADD Isparta şubesi değil, tüm Atatürkçüler iradeleri dışında ortak edilmişlerdir.
Y- Gül ADD Isparta Şubesinin “Teşekkür Plaketi” verdiği MHP'li Isparta Belediye Başkanı Yusuf Ziya Günaydın;
Özelleştirmeci midir? Evet,
Tahkimcimidir? Evet,
İflah olmaz bir Avrupa birliği yanlısı mıdır?  Evet,
Atatürk düşmanı şeriatçı, dinci yobazlarla hemhal midir? Evet,
Türk-İslamcı bir partinin üyesi ve belediye başkanımıdır? Evet,
NATO’cumudur? Evet.
Bunun neresinde “Atatürkçülük”? Be hey zavallı yaratıklar!
Bu soruları daha da uzatmak olanaklı ama biz burada keselim.
Birkaç Atatürk büstü diken, birkaç yere Atatürk adını veren birini   “Atatürkçü” olarak nitelemek ya da “cumhuriyetimize hassasiyetli” olduğunu kabul etmek tam bir zekâ yoksunluğu ve Atatürkçülüğe, Atatürkçülere yapılmış ağır bir hakarettir.
Rozet takmakla, nutuk atmakla, resim asmakla, büst ve heykellerini dikmekle, Atatürkçü derneklere üye olmakla Atatürkçü olunmaz!
Atatürkçüler; Ülkesinin kaynaklarını yabancılara peşkeş çeken, ulusal çıkarları göz ardı eden, şeriatçılara omuz veren tahkimci, özelleştirmeci,  AB’ci, NATO’cu ırkçı uyduruk milliyetçilere karşıdırlar. Bunlara “Teşekkür Plaketi” vermezler, yaşamın her alanında ve her anında bu zihniyete karşı mücadele ederler.
Ama Atatürkçülüğü antiemperyalist- halkçı – devrimci bir düşün sistemi değil de başkalarını karalama, iftira, dedikodu, kermes, kaplıca ve hamam sefası, balo, dans gösterisi sanan zavallılardan Atatürkçülük beklemek, kavak ağacından elma beklemekle eşdeğer bir düşüncedir.
Mahmut ÖZYÜREK


Kadın Sorunu Öncelikle Eşitsizlik Sorunudur


Dünyada kadın hakları konusunda ilk ve en önemli gelişme  1791 de gerçekleşmiştir. Fransız ihtilalinin ardından 1789 tarihli Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirisi’nde kadın yurttaşların göz ardı edildiğinin fark edilmesi nedeniyle  devrimci kadınlar 1791 tarihinde Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirisini” ilan etmişlerdir. Türkiye’de kadınların her alanda haklarını tanımayı amaçlayan Kemalist Devrim 05 Aralık 1934 de kadınların seçme ve seçilme hakkını yasalaştırmış ve güvenceye almıştır.   Türkiye'de çok sayıda Avrupa ülkesinden önce kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği tarih olan 5 Aralık dünyada “Kadın Hakları Günü” olarak anılıp kutlanmaktadır. 
Cumhuriyetin tüm kazanımlarını yıllar içerisinde çeşitli yöntemlerle silip süpüren egemenlerin iktidarları ve partileri, dönemine göre ilerici ve devrimci bir atılım olan kadına “seçme ve seçilme hakkının” da içini boşaltarak, bu hakkı kadınların özgürce kullanamadığı bir noktaya gerilettiler. Özellikle son 15 yılda sermaye gruplarının ve tarikatların desteğiyle Türkiye'nin tüm ilerici birikimine saldıran AKP iktidarı, kadınların toplumsal, siyasal, sosyal, kültürel yaşamdaki varlığını daha da görünmez hale getirdi. 
84 yıl sonra Meclis'te ve yerel yönetimlerde cinsiyet üzerinden değerlendiren temsiliyet kadınlar açısından ciddi tuzaklar barındırmaktadır. Kadınlara pozitif ayrımcılık, kadınlar için kota istemleri, her seçim öncesi vitrin malzemesi yapılan kadın milletvekilleri sayısı ve daha pek çok şey giderek dinci gericiliğin kuşatması altına alınan sistem içinde kadının konumunu sadece göstermelik olarak düzenleme dışında bir işleve sahip değildir.
Kadın sorunu öncelikle eşitsizlik sorunudur. Bugün Türkiye’de ve sermayenin egemen olduğu tüm ülkelerde bu eşitsizliğin kaynağı kötü niyetli, anlayışsız erkekler değil, sistemler, rejimler, anlayışlar ve kültürlerdir.
Bu nedenle kadın sorununun çözümü öncelikle yoksulluğun ve sömürünün yok edilmesi ile olanaklıdır. Başka bir söylemle; sorun kadının muhtaç olma konumundan çıkması-çıkarılması sorunudur.
Bunun için ise laiklik ve eşitlik mücadelesi vazgeçilmezdir. Kadının erkeğin eşiti olabilmesinin başkaca bir yolu yoktur.
Laiklik ve eşitlik olmadan kadının erkeğin eşiti olması olanaksızdır. Laiklik; yalnızca dinin siyasal ve toplumsal yaşama egemen olmasına engel değildir. Laiklik aynı zamanda üretim mülkiyetini ve üretim ilişkilerini dini kurallar ile düzenlenmesini engelleyerek kadının toplumsal yaşamda rol almasının da önünü açan biricik ön koşuldur.
Üzülerek belirtelim ki Ülkemizde “kadın hakları” konusu bilinçli olarak üretilmiş söylemsel bir kirlilik içerisindedir.  Eşitsizliğin kaynağı olan yoksulluğun ve sömürünün yok edilmesini önerip savunmak yerine, bunların üzerlerinin örtülmesine yönelik, göz boyayan, Kadınlara pozitif ayrımcılık, kadınlar için kota istemleri, her seçim öncesi kadını vitrin malzemesi  olarak sunan politikalar üretilmektedir.
Kadın haklarını, kadının mutluluğunu, erkeğin “adamlığı”, “insanlığı” ya da “iyiliğine’ indirgemek akıl tutulması olmanın ötesinde, kadını köleleştiren, sömürüyü meşru kılan siyasal anlayışların değirmenine su taşımak dışında bir anlam taşımaz!
İçinde yaşadığımız toplumda emeği ile geçinen kadınlar ne kadar haklarından yoksunsa erkekler de o kadar haklarından yoksundur. Kimilerinin bunun ayırdında olmayabilirler. Ama bu durum onların haklarından yoksun oldukları gerçeğini değiştirmez.
Bu nedenle kadınlar için kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz.
                                               
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBESİ



9 Kasım 2018 Cuma

Saygı Ve Özlemle Anıyoruz


Sayı:2018/15
Konu:Saygı Ve Özlemle Anıyoruz                                                    09 Kasım 2018        
BASIN AÇIKLAMASI
Batılı emperyalistlerin mazlum uluslara biçtiği kadere, sömürgeleştirmeye başkaldıran,  ezilen Dünyanın İlk Bağımsızlık Hareketini gerçekleştiren, Türk ulusunu “emperyalizm ve kapitalizm tahakkümünden ve zulmünden kurtararak, idare ve hâkimiyetin hakiki sahibi” kılan, ortaçağ karanlığını yırtıp toplumu aydınlığa kavuşturan, Mustafa Kemal Atatürk’ü bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 80. Yılında saygı ve özlemle anıyoruz…
Varlığı ezilen, mazlum ulusların sömürgeleştirilmesine bağlı olan batılı yağmacı emperyalistler, gerçekleştirdiği antiemperyalist ulusal bağımsızlık savaşı ile yokluk ve yoksulluk içinde kıvranan bir ülkeden çağdaş, uygar bir cumhuriyet kuran Mustafa Kemal Atatürk’ü ve KEMALİZM’İ kendileri için her zaman büyük bir tehlike olarak görmüşlerdir.  Çünkü Kemalizm yalnızca Türk ulusunun emperyalizmden bağımsızlığını sağlamakla kalmamış, aynı zamanda mazlum ulusların uyanışına da öncü ve örnek olmuştur.  Bu nedenle bir ulusal bağımsızlık düşünce ve eylemi olan KEMALİZM’İN etkisini başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada bin bir çeşit araç ve yöntemler kullanılarak ortadan kaldırmak,  emperyalist yağmacılığın vazgeçilmez hedefi olmuştur.
1938 den bu güne küreselleşme , “Büyük Ortadoğu Projesi” adı altında emperyalizmin, işbirlikçi güçlerinin ve gericiliğin Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi'yle yani Kemalizm’le, tarihsel hesaplaşması sürmektedir.
Kemalistler, bu yıkımdan çıkışın tıpkı 1919’da olduğu gibi yeniden bir antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı devrim mücadelesi başlatmakla olacağını görmektedirler. Atatürkçülük iddiasında olan herkes Atatürk olunmadan, onun gibi devrimci olunmadan vatanı kurtarmanın olanaksızlığını anlamak zorundadır.
Günümüzde içinde yaşanılan ortam ve koşullar ne denli ağır olurlarsa olsunlar ulusal uyanış gerçekleşecek,  "Büyük Ortadoğu Projesini" yırtılıp Sevr'in yanına, tarihin çöplüğüne atılacaktır. Kemalist Devrim yeniden tüm kurumları ile kurulup yüceltilecek, Kemalist Cumhuriyeti kuşatan  ayrık otları temizlenecektir.
Yarattığı büyük değerlerle,  gerçekleştirdiği devrimlerle, yolumuz, yönümüz,  ışığımız olarak Türk halkının ve mazlum ulusların yüreğinde, düşüncesinde yüceleşen Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha derin bir saygı ve özlemle anıyoruz. 09 Kasım 2018
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                  Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

10 Ekim 2018 Çarşamba

ABDÜLHAMİT’İN “ÇALDIR - KAZAN” POLİTİKASI



Abdülhamit çevresindeki hırsızlardan, rüşvetçilerden, yabancılarla işbirliği yapıp komisyon alanlardan, yolsuzluk ve usulsüzlük yapanlardan haberdardı. Kurduğu geniş ve etkili jurnal sistemi, yani gizli istihbarat örgütü, ona her şeyden haberdar olma olanağı sağlamıştı.
Abdülhamit, bir hükümet etme yöntemi olarak, hırsızlık ve rüşveti hoşgörü ile karşılamış ve hatta desteklemiştir.
Abdülhamit, hırsızlık yapan ve rüşvet alan paşaları ve beyleri kendisine bağlayacağına inanmıştır.
Buna, “Çaldır - Kazan” politikası diyebiliriz. Yani, o dönemin bir tür “KAZAN-KAZAN” politikası!
Devlet yönetimindeki hırsızlar ve rüşvetçiler de KAZANIYOR, onların hırsızlıklarına, rüşvetçiliklerine göz yumarak ipleri elinde tutan Abdülhamit de KAZANIYORDU!
Bu ilişkilerin yakın tanığı olan İngiliz yazar Joan Haslip, Abdülhamit’in “Çaldır - Kazan” politikasını şöyle anlatmaktadır:

“Bazı devlet adamlarının rüşvet ve yolsuzluklarına tepki gösteren, onları eleştirme cesaretinde bulunan Padişah’a bağlı kimseler, uydurma bahanelerle uzak vilayetlere sürgün edilirken; Hıristiyan dönmeler, padişaha yanaşmanın yolunu bulmuş maceracı Avrupalılar ve kurnaz Araplar servet sahibi oluyorlar ve bir gecede paşalığa terfi ediyorlardı.
Padişah, ahlâksızlıklarıyla alay edebilmek için nâzırlarının (Bakanlarının) yolsuzluk yapmasını beklerdi. Örneğin, yaşlı Bahriye Nâzırı’nın (Denizcilik Bakanı) hırsızlıklarından sık sık söz ederdi. Öte yandan ihtiyar nâzır, Padişah’a karşı yapılacak bir isyanda yer almaması için Türk donanmasını hareketten yoksun bir halde Haliç’te tuttuğundan dolayı makamını koruyordu.
Bir gün Abdülhamit’e, meşhur bir hokkabazın yemek çatallarını yuttuğu hakkındaki hünerleri anlatılmıştı. Abdülhamit, hemen cevap vererek, bunda o kadar büyük bir hüner görmediğini, çünkü Bahriye Nâzırı’nın hiçbir rahatsızlık duymadan koskoca savaş gemilerini yuttuğunu söylemişti.
Avrupalı ziyaretçiler, Abdülhamit’in ikiyüzlülüğü karşısında şaşırmışlardı. Huzurundaki nâzırlara ve yüksek memurlara çokça iltifat ettikten sonra, onlar salondan çıkınca arkalarından hemen onları alçaklık ve namussuzlukla suçlardı. Ama ayrıca da bir birleri aleyhine kendisine bilgi vermeleri için, onları okşayarak sıra ile dinlerdi.” (Kaynak: İsmail Rüştü Aksal’ın TBMM’dek beyanatını aktaran Kemal Karpat, “Türk Demokrasi Tarihi”, İstanbul, 1967, sayfa 241)

Değerli Dostlar,

16 yılı aşkın AKP iktidarı döneminde de Abdülhamit’in “ÇALDIR – KAZAN” politikası uygulanmıştır.
Bunun örneği çoktur, ama ben sizlere sadece iki olayı sunacağım.

15-17 Aralık 2013 günü Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu yapıldı.
İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler; Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan; işadamları Ali Ağaoğlu, Rıza Sarraf ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in de aralarında yer aldığı 89 kişi gözaltına alındı.
Bu kişilere “rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık” suçlamaları yöneltildi.
Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan ise Recep Tayyip Erdoğan’dı.
17 Aralık operasyonunun görüntülü ve sesli tapeleri televizyon kanallarında yayınlandı. Ayakkabı kutlularındaki dolarlar, para kasaları, para sayma makineleri, yedi yüz bin liralık kol saatleri, Başbakan Erdoğan’ın oğluyla yaptığı iddia edilen telefon konuşmasının ayrıntıları TV ekranlarından odalarımıza boşaltıldı…
Oğulları tutuklanan Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile İçişleri Bakanı Muammer Güler, bakanlık görevlerinden istifa etti.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, NTV canlı yayınında, “Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan’ın talimatıyla yapıldı. Başbakan’ın istifa etmesi gerekir!” dedi. Açıkça, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı işaret etti!
Rüşvet alanlardan biri olarak gösterilen, İslam’ın kutsal kitabı Kuran’ın ayetleriyle alay edip “Bakara makara” dediği iddia edilen Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış görevinden alındı.
Rüşvet ve yolsuzluğa adı karışan dört eski bakanın Yüce Divan’a gönderilip yargılanmasına yönelik önergeler Meclis’te reddedildi.
10 Ağustos 2014’de yüzde 51,8 oy alan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı seçildi.
17 Aralık tapelerinde konuşmalarının olduğu iddia edilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak, milletvekili olarak Meclis’e girdi, daha sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15-17 Aralık 2013 operasyonlarını, Fethullah Gülen tarafından AKP iktidarına karşı düzenlenmiş bir “sivil darbe” olarak ilan etti.
Rüşvet alanlar KAZANMIŞTI. Cumhurbaşkanı Erdoğan da KAZANMIŞTI.
Tek kaybeden Türk milleti olmuştu.
Sultan Abdülhamit’in “ÇALDIR-KAZAN” yöntemi başarıyla uygulanmıştı.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, AKP hükümetinin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı “paralelci”, yani Fethullah Gülenci olarak suçladı.
Bu suçlama karşısında Bülent Arınç şunları söyledi:
“Seçimlerde oy isterken bu yapının (yani Gülencilerin) kucağına oturmuştur. Bu yapıya (Yani Fethullah Gülen Cemaatine) Ankara’yı parsel parsel satmıştır. Yurt yerleri vermiştir. Zengin işadamlarına okullar satmıştır. İmar planlarında değişiklikler yapmıştır. Kimin havlayacağını biliriz. Gökçek ile 100 konuyu 8 Hazirandan itibaren ömrüm vefa ederse konuşmak isterim.”
Bu aşamada Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girdi, her ikisine de “susun!” dedi. İkisi de suspus oldular..
Daha sonraları Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İstifa et!” emrini verince Melih Gökçek görevinden istifa etti.
Sonuç olarak; rüşvet alanlar, Ankara’yı parsel parsel satanlar, imar planlarında usulsüzlük yapanlar, Fethullah Gülenciler KAZANDI Bu kişileri buyruğu altında tutan Cumhurbaşkanı Erdoğan da KAZANDI!
Tek kaybeden yine Türk Milleti olmuştu.
Sultan Abdülhamit’in “ÇALDIR-KAZAN” yöntemi bir kez daha başarıyla uygulanmıştı.

AKP yöneticilerinin Osmanlı Sevdalısı olması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sultan Abdülhamit’i kendisine “Rol Model” alması boş yere mi sanıyorsunuz?

Yılmaz Dikbaş
10 Ekim 2018, Çarşamba
0532 233 31 52

7 Ekim 2018 Pazar

Aydınsız Cumhuriyetçiler: İlber Ortaylı ve Celal Şengör’e “Cumhuriyetçi aydın” muamelesi yapmak

Entelektüel karanlığı gören değil, karanlıkta görendir. 
Ö. İnce
Kendini Kemalist, Atatürkçü ya da cumhuriyetçi olarak tanımlayan okurlara şunları sormak isterim.
- Deniz Gezmiş’e eşkıya diyebilecek kaç Atatürkçü vardır?
- Fethullah Gülen’i övebilecek kaç cumhuriyetçi vardır?
- “Kenan Evren’in 12 Eylül’de her yaptığını onaylıyorum” diyecek kaç tane Kemalist vardır?
- “Bir insana dışkısını yedirmek işkence değildir” diyecek kaç “insan” vardır?
*
Son yazıma çok sayıda olumlu ve olumsuz tepki geldi (1).
Bu tepkilerin odağı Prof. Dr. Celal Şengör ve Prof. Dr. İlber Ortaylı idi. Yazımı olumsuz olarak eleştirenlerin ezici bir çoğunluğu kendisini Kemalist, Atatürkçü ya da cumhuriyetçi olarak tanımlayan okurlardı. Bu okurların hemen hemen hiçbiri yazılanların yanlış olduğunu söylemiyor ama “cumhuriyetçi” iki bilim insanının bu şekilde suçlanmasını eleştiriyorlardı.
*
Bir kitleyi dönüştürmek isterseniz o kitlenin aydınlarını, kanaat önderlerini, düşünce üreticilerini değiştirmeniz gerekir. Bir kitleyi körleştirmek isterseniz yapacağınız tek şey o kitleyi aydınsız bırakmaktır. Aydın, toplumun gözüdür.  
Gazeteci-yazar Hrant Dink öldürüldüğünde Agos Gazetesi’nin başına onun yerine Etyen Mahçupyan getirilmişti. Kendisini sosyalist olarak tanımlayan, yüreği, midesi ve beyni bu topraklarda olan H. Dink’in yerine 1994 yılından beri İslamcı partilere oy verdiğini söyleyen başbakan danışmanı E. Mahçupyan (2)…
Soros’u öve öve bitiremeyen E. Mahçupyan (3) ile H. Dink’in Ermeni olmaları dışında ortak noktaları neydi acaba?
H. Dink öldürüldü ve onun yerini E. Mahçupyan aldı.
*
Cumhuriyetçi, Atatürkçü, Kemalist kitlelerin düşünsel önderleri Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu gibi yazarlar sırayla katledildi.
Bu bir dönüştürmedir. Bugün, sağdan sola siyasal yelpazenin değişik yerlerinde duran A. T. Kışlalı, U. Mumcu, B. Üçok, Türkan Saylan, N. Hablemitoğlu gibi aydınların boşalttığı yerlere Celal Şengör ve İlber Ortaylı gibi yazarlar konumlanmıştır. Cumhuriyetçi, Atatürkçü ve Kemalist kitleler artık bu kişilerin düşüncelerini dikkate almaktadır.
Peki, bu insanlar kimdir?
*
EVREN'İN 12 EYLÜL DÖNEMİNDE YAPTIĞI HER ŞEYİ ONAYLIYORUM!
Bir söyleşide Prof. Dr. Celal Şengör (CŞ) şunları söylemişti:
CŞ: Kenan Evren’in 12 Eylül döneminde yaptığı her şeyi onaylıyorum. Evet, istisnasız.
- Şaka yapıyorsunuz.
CŞ: Hayır, efendim.
- İnsanlara dışkısını yedirmek?
CŞ: Hayır, hayır bir dakika. Bir kere dışkısını yedirmek işkence değil (4).
*
DENİZ GEZMİŞ EŞKİYADIR!
Prof. Dr. Celal Şengör aynı söyleşide şunları da söyler:
Yani ben bu memlekette, Deniz Gezmiş gibi bir eşkıyaya kahraman denildiğini gördüm! 
*
Bu sözlere “cımbızlama” diyebilecek okurlar, linkteki söyleşinin tamamını okuyabilirler.
Sadece Mamak ve Diyarbakır cezaevlerinde neler yaşandığına şöyle bir göz atmak bile bu cümleden ve bunu söyleyenden tiksinmeniz için yeterlidir. Oralarda tutuklu ve hükümlülere neler yapıldığı, o insanların yazdıkları ve anlattıkları C. Şengör’ün ilgisini çeker mi acaba?
C. Şengör, cumhuriyetin tabutuna çivi çakan, bu ülkeyi tepeden tırnağa yeniden dizayn eden bir CIA darbesinde yapılanları onaylamaktadır; hem de “istisnasız” vurgusuyla.
Sayısız yargısız infazlar, en aşağılık işkenceler, sayısız işkenceden ölümler bile C. Şengör için “istisna” olmaya yetmemektedir. Kira davalarının bile en az 2 yıl sürdüğü bir ülkede, hiçbir kanıt incelenmeden 41 günde verilmiş bir idam kararıyla Erdal Eren’in asılması da bir istisna değildir.
12 Eylül’ün ve Kenan Evren’in yaptıklarının, dolayısıyla C. Şengör’ün “istisnasız” bir şekilde onayladıklarının listesi layıkıyla sıralanacak olsa koskoca bir ansiklopedi yazılması gerekir. Bu ansiklopedinin her cümlesi, insanı C. Şengör’ün bu cümlesinden daha fazla tiksindirecek kadar utançla dolu olur.
Bu bir kötülüktür. Bu, yüz binlerce insanın acısıyla alay etmek ve üzerinde tepinmektir.
Bugün cumhuriyeti zerrece savunan birinin 12 Eylül’e sempati duyması için ya çok bilgisiz ya çok vicdansız olması ya da aklını yitirmesi gerekir.
*
FETHULLAH GÜLEN ÖVÜCÜSÜ CUMHURİYETÇİ!
Bir söyleşide Fethullah Gülen’le görüşüp görüşmediği sorusunu İ. Ortaylı, gerek İstanbul'da gerekse Amerika'da fırsat buldukça F. Gülen'le görüştüğünü söyleyerek yanıtlar.
Prof. Dr. İ. Ortaylı, F. Gülen’le ilgili olarak şöyle devam eder:
"Ben Türk coğrafyası üzerine konuştum, eksik olmasın o da ilgiyle dinledi. Zaten her görüşmemizde bunları konuşuruz. Okulları konuşuruz. 1,5-2 saatlik görüşme yaptık.
Ben her zaman için söylerim, kendisi inanıyor. Sakin birisi. Belirgin konularda hassas. Bu eğitim konusunda falan. Merak ederim sorarım, bana anlatır. Bu çok önemli bir şey, bir cemaat liderinin, her şeyden önce bir öğretmenin sakin ve sabırlı olması lazım. Mühim meselesi bu. Gerisi ilgilendirmez kimseyi. (5)”
*
İ. Ortaylı bunları söylediğinde Yarbay Ali Tatar, ayrıntıları artık bilinen komplolarla hapse atılmış, bu durumu onuruna yedirememiş ve protesto etmek için yaşamına son vermişti. İ. Ortaylı’nın ekranda F. Gülen’i övdüğü o günlerde, F. Gülen’in müritleri, yüzlerce insanı sahte delillerle hapse atıyor, işkence yapıyor, anaokulları giriş sorularına kadar her türlü sınav sorusunu çalarak yandaşlarını devletin kılcal damarlarına kadar yerleştiriyorlardı.
*
Bir an düşünün:
U. Mumcu’nun F. Gülen’i övdüğü bir satır, bir cümle, bir yazı ya da bir ima var mıdır?
A. T. Kışlalı’nın böyle bir şey yaptığını aklınıza getirebilir misiniz?
Kemalistlerin geçmişteki kanaat önderlerinden herhangi birinin F. Gülen’i övdüğünü okudunuz mu?
Aksine T. Saylan’dan N. Hablemitoğlu’na U. Mumcu’dan A. T. Kışlalı’ya kadar her biri Fethullahçı çeteye karşı yıllarca ısrarlı bir şekilde toplumu uyardı. 1999 yılında T. Saylan bu tehlikeyi dillendirdiğinde onu din düşmanı ilân ettiler (6). N. Hablemitoğlu, 1999 yılında aşağıda linkleri verilen programlarda yaptığı uyarılardan 3 yıl sonra katledildi (7,8).
U. Mumcu’nun bu konuda sayısız yazı yazdığını bilmeyen yoktur.
Bugün isimlerini art arda sıraladığımız bu Kemalist/cumhuriyetçi yazarların ortak noktası öldürülmüş olmalarının yanında siyasal İslam’a ve Fethullahçı çeteye karşı açıkça, kıvırtmadan net tavır almaları ve bu tehlikelere karşı toplumu ısrarla, yılmadan ve bıkmadan uyarmalarıydı.
Bu aydınlar yıllar öncesinden canları pahasına bu uyarıları yaparken 2006 yılında Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Toktamış Ateş ile birlikte editörlüğünü üstlendiği “Barış Köprüleri” adlı bir kitapta Fethullah Gülen’i ve okullarını övüyordu:
“Buna karşın bir takım insanların inandığı, beğendiği bazı şeyler olunca, inanılmaz derecede yardım sağlanıyorsa, keseyi açıyorsa burada dikkat edilmesi gereken bir şey var demektir. Şimdi Fethullah Gülen Hoca “okul açınız! Bu lazımdır!” dediği an bir sürü insan keseyi açıyorsa bunu önemsemek lazım. (9)“
*
Elbette hepimiz gibi İ. Ortaylı’nın da yanılma hakkı vardır. Ancak bu konuda herhangi bir özeleştiri yaptığını gördünüz mü? Güçten ve güçlüden yana olmak, nabza göre şerbet vermek bir aydın tutumu olamaz. Hiçbir kitle, bu tip kanaat önderlerine layık değildir.
İ. Ortaylı, özeleştiri yapmayı bir kenara bırakın, Fethullahçılar suç örgütü ilan edildikten sonra bile bu konuyu gündeme getirenlere kızgınlık göstermektedir (10).
AKP’lilerin, Fethullahçılarla olan yakın ilişkilerinden sıyrılmak için “kandırıldık” demesi, sık sık alay konusu edilir. İ. Ortaylı’nın böyle bir beyanı dahi yoktur.
F. Gülen’e yaptığı övgüleri, onun okullarını övmek için yazdığı kitap, “tarihçidir, herkesle görüşmesi normaldir” diye açıklanabilir mi? “Kandırıldık” diyen AKP’lilerle alay ediliyorsa “kandırıldım bile demeyen” İ. Ortaylı’ya gösterilen bu sınırsız hoşgörü neyin nesidir?
Bu, kendini kandırmaktır.
*
“HÖDÜK”, “BİR B.K BİLMEZ” AMA BİRLİKTE KİTAP YAZILIR!
Mustafa Armağan adlı kişinin Atatürk ile ilgili hakaretlerine İ. Ortaylı şöyle yanıt verir:
“Herif kendine göre tarihi çarpıtıyor. Bunlar cahil adamlar, ne bilirler tarihi. Bir b.k bildikleri yok. Ne okuyacak ne bilecek. Allah'ın hödüğü suratına baksan halde turp sattırmazsın. (11)”
Cumhuriyetçi kitleler de bu sözleri alkışlamaktadır. Ancak burada “küçük” birkaç ayrıntı vardır.
İ. Ortaylı “hödük”, “cahil”, “bir b.k bilmeyen”, “pazarda turp bile satamayacak adam” dediği bu kişiyle birlikte “Resmi Tarih Yalanları” ve “Tarihin Sınırlarına Yolculuk” adlı iki kitap yazmıştır (12,13).
Ayrıca İ. Ortaylı, “Gelenekten Geleceğe” adlı kitabının önsözünde, “hödük”, “cahil”, “bir b.k bilmeyen” ve “pazarda turp bile satamayacak adama”, “Dostum Mustafa Armağan” diye hitap eder (14). Resmi Tarih Yalanları kitabının editörü Cem Küçük olup yazarları arasında Mehmet Şevket Eygi, Yavuz Bahadıroğlu, Nevval Sevindi gibi isimler de vardır.
İ. Ortaylı, “hödük”, “cahil”, “bir b.k bilmeyen” ve “pazarda turp bile satamayacak adam” diye nitelediği M. Armağan’ın “Petersburg’da Osmanlı İzleri” adlı kitabına önsöz de yazmıştır (15).
Bu durumda İ. Ortaylı’ya şu soruyu sormak gerekir:
Bu M. Armağan ne zaman “cahil” ve “hödük” oldu?
Birlikte kitap yazdığınızda “bilgili” ve “turp satabilir halde” miydi?
“Dostum” diye hitap ettiğiniz kişi, birlikte kitap yazdıktan hemen sonra mı “hödükleşti”?
M. Armağan’ın kitabına önsöz yazdığınız sırada M. Armağan “tarihten anlıyor” muydu?
*
NABZA GÖRE ŞERBET VERME ÜSTADI
Hiç kıvırtmaya gerek yok; bu nabza göre şerbet vermektir. M. Armağan eskiden neyse şimdi de odur, ne olduğu o zaman da ortadaydı, şimdi de ortadadır.
Hesap yapan İ. Ortaylı’dır. Dün çıkarları gereği her türlü işbirliğine girdiği kişileri, aralarında sanki hiçbir ilişki yaşanmamış gibi bugün aşağılaması bir aydın tutumu değildir.
İ. Ortaylı bütün bu manevraların sonunda ve hesapçılık sayesinde mutlu sona ulaşmış ve tarih alanında 2017 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü almıştır (16).
İ. Ortaylı’yı ateşli bir şekilde savunan bazı cumhuriyetçilerin bu ödülü şaşkınlıkla karşılaması çok gariptir. İ. Ortaylı, kendi içinde gayet tutarlıdır. Tuhaf olan İ. Ortaylı’nın yaptıkları değil, kimi cumhuriyetçilerin ona “cumhuriyet aydını” muamelesi yapmasıdır.
*
Hiçbir yükseliş ya da cinayet boşa değildir.
Onlarca Fethullahçıyı göz göre göre general yapan sistem, sakıncalı oldukları gerekçesiyle H. Dink ve U. Mumcu’yu onbaşı dahi yapmamıştı. Kimin ne kadar sakıncalı olduğunu anlamak için 15 Temmuz’u yaşamaya gerek yoktu.
Katledilen aydınlar, bunları yıllar öncesinden açıkça söylemiş, yazmış, ortaya koymuştu.
*  
KARANLIĞA AYDINLIK DİYEN “AYDIN”
Aydın, karanlığı gören değil, karanlıkta görendir. Cumhuriyetçi kitlelerin “karanlığı gören” aydınlarını tek tek katlettiler. Onların yerini alanların bir kısmı, bırakınız karanlığı görmeyi, bu topluma “karanlığı aydınlık” diye gösterdiler.
*
Bugün cumhuriyetçi kitlelerin kanaat önderi olarak aldığı bu yazarlar, liberallerin “bayrak sallayan, cırtlak sesli İzmirli Kemalist teyze” diye karikatürize ederek aşağıladığı o sıradan vatandaş kadar bile öngörülü değillerdi. Olur, olmaz yere onu bunu “cahil” diye aşağılayan, şimdilerde her gün televizyonlarda konuşan ve cumhuriyetçilerin kanaat önderi muamelesi gören İ. Ortaylı, o “teyze” kadar bile refleks göstermemiş, aksine cumhuriyet yıkıcılarıyla açıkça işbirliği yapmıştır.
İ. Ortaylı, sözcüklerden yapılmış cilalarla, canavarı parlatıp topluma şirinmiş gibi göstermiştir. İ. Ortaylı, “dikkat canavar var” diyerek toplumu uyaran insanların yanında olmadığı gibi, uyaranları yutmak için açılan canavarın ağzındaki dişlere övgüler düzmüştür.
Canavara karşı çıkanların kılavuzu, canavarı besleyip büyütenler olamaz.
*
AYDINSIZ CUMHURİYETÇİLER
Prof. Dr. İ. Ortaylı kendi alanında önemli bir kişidir. Prof. Dr. C. Şengör jeoloji ve doğa bilimleri konusunda son derece bilgilidir ve değerli bilgiler vermektedir. Zaten hiç kimse bu bilim insanlarının kendi uzmanı olduğu alanlardaki beyanlarına söz söylememektedir.
Ancak aydın olmak, mükemmel bir jeolog ya da seçkin bir tarihçi olmak demek değildir. Aydın olmak bir tutumdur. İ. Ortaylı ve C. Şengör’ün tutumları, “cumhuriyetçi aydın” sıfatıyla tamamen ilgisizdir.
Sadece bir saptama olarak şu rahatlıkla söylenebilir:
Bugün kendine cumhuriyetçi, Kemalist, Atatürkçü diyen kitlelerin aydınları yoktur. Bu kitleler aydınsızdır. Milyonlarca cumhuriyetçi, el yordamıyla aydınlarını aramakta ve ne yazık ki İ. Ortaylı gibi kişilere sarılmakta, bu insanlarda keramet aramaktadır.
Bu ülkenin en canlı kesimlerinden yüzü Aydınlanmaya, akla ve bilime dönük milyonlarca insan, bu değerleri sahiplenmeyen kişiler tarafından yönlendirilmektedir.
Cumhuriyetçi kitleler bugün bu yazarların hipnozundan çıkmalı ve reflekslerini en azından o “İzmirli teyze”nin refleks düzeyine yükseltmelidir.
Cumhuriyetçi kitleler aydınlarını ve kanaat önderlerini seçerken çok dikkatli olmaları olmak zorundadır.
Çünkü aydınını doğru seçmeyen kitleler körleşirler.  

Taylan Kara

29.12.2017 Cuma


Kaynaklar
9. Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof.Dr. Toktamış Ateş. Barış Köprüleri, Dünyaya Açılan Türk Okulları, Ufuk Kitapları, 1. Baskı, 2005, İstanbul.
12. İ. Ortaylı, M. Armağan, Y. Bahadıroğlu, Ö.L. Mete, N. Sevindi. Editör: C. Küçük/Münir Üstün, Resmi Tarih Yalanları,  Profil Yayıncılık, 8. Baskı, 2015, İstanbul.https://www.turkkitap.de/resmi_tarih_yalanlari/id/12509
13. Mustafa Armağan, İlber Ortaylı ile Tarihin Sınırlarına Yolculuk, Ufuk Kitapları, 2005, İstanbul.
14. Prof.Dr. İlber Ortaylı, Gelenekten geleceğe, Timaş Yayınları, 23. Baskı, 2017, İstanbul
15. Mustafa Armağan, Petersburg’da Osmanlı İzleri, Timaş Yayınları, 4. Baskı, 2012, İstanbul
ALINTI; http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/aydinsiz-cumhuriyetciler-ilber-ortayli-ve-celal-sengore-cumhuriyetci-aydin