Şimdiye
kadar nurculuk ekolündeki birçok hurafeyi, takip ettikleri batıl inançları ve
umut bağladıkları fetişleri işledim. Zaman zaman hiç ele alınmamış konuları
gündeme taşıdım. Boşlukta bir meselenin kalmamasını ve yalan yanlış itikatların
din diye pazarlanmamasını istedim.
Kendine
Bediüzzaman (Zamanının harikası) lakabı takan Said Nursi, aslında dine
sokuşturduğu bâtıl inanç ve hurafelerden ötürü aslında tam karşılığıyla bir
Bid’atüzzaman’dır, yani zamanımızın din dışı metodlarının yılmaz neferidir.
Dine sokulan hurafeler ve batıl inançlar noktasında üstadını takip eden en
önemli nurcu aktör ve tüm dünyaya fitne salan kişi olan Fethullah Gülen de,
hakkında uydurulan Mehdi veya Mesih tarzındaki mistik iltifatlardan dolayı
bulunduğumuz dönemin fitne sebebidir, yani Fitnetüzzaman’dır.
Bu
yazıda Bid’atüzzaman Said Nursi ile Fitnetüzzaman Fethullah Gülen’e ait belli
başlı hezeyanlara yer vereceğim.
BİD’ATÜZZAMAN
SAİD NURSİ’YE AİT HEZEYANLAR: Hz. MUHAMMED ÇOCUKLARA BEDDUA EDİYORMUŞ
Bid’atüzzaman
Said Nursi’nin hezeyanlarından biri, Hz. Muhammed gibi merhamet sahibi
şahsiyetin çocuklara lanet ettiği iddiasıdır.
Örnek
olarak şu –sözde- dinî kaynağı verebilirim: "Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü vesselam namaz kılarken hırçın bir çocuk namazını kat'edip
geçtiğinden Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam, 'Allah'ım onun izini
(ayağını) kes.' demiş. Ondan sonra çocuk daha yürüyememiş, öyle kalmış,
hırçınlığının cezasını bulmuş." (Mektubat, On Dokuzuncu
Mektup, s. 130.)
Bu
sahte dinî kaynağı veren ve aslında üstatlarını savunmaya çabalayan nurcu
siteler şu soruyu sormaktadır: “Peygamberimiz bedduayı sevmezdi. Çocuğa
neden beddua etmiştir; sebebi nedir?”
Sonra,
anlatılan öykünün uyduruk olduğunu düşünmeksizin, hadis diye nakledilen ve Said
Nursinin “Mucize” diye gösterdiği örneği, “Aman üstadımız Said’in hezeyanını
inkâr etmeyelim kaygısıyla kendilerine göre aşağıdaki açıklamaları
getirmektedir: “Mektubat'ta zikredilen bu mucize aynı zamanda Sünen-i
Ebu Dâvud'da ve Kadı İyaz'ın Şifâ-i Şerif'inde de rivayet edilmektedir. Ebû
Dâvud'da geçen rivayet şu şekildedir: Said bin Gazvan hac dönüşü Tebük'e
gelmişti. Bir de ne görsün. Yere oturtulmuş sakat bir adam duruyor. Yanına
yaklaştı, niçin bu hâle düştüğünü sordu. Sakat adam şöyle dedi:"Sana
bir hadis haber vereceğim, fakat ben sağ oldukça benden duyduğunu
kimseye söylemeyeceksin. Hadise şöyledir: "Resulullah
Tebük'e geldiğinde bir hurma ağacının önüne inmişti. 'Şu ağaç bizim
kıblemizdir.' buyurdu. Ve hurma ağacına dönerek namaza durdu. Ben daha
o zaman çocuktum. Koşarak geldim. Sütre olarak duran hurma ağacı ile onun
arasından geçtim. Bunun üzerine Resulullah: 'O bizim namazımızı kesti,
Allah da onun ayağını kessin.'dedi. O günden bugüne kadar ayağa kalkamaz
oldum.” (Ebû Dâvud, Salât: 110) İbni Hibban'ın rivayetinde bu
çocuğun Büsr bin Râî el-Amr adında birisi olduğu belirtilmektedir. Mektubat'ta
geçen hadisin Arapça metni İbni Hibban'ın rivayetinden alınmıştır. (Sahihu
İbni Hibban, 8:152)
Hadis
âlimlerinin bu husustaki açıklamaları şu şekildedir: "Önce şöyle bir sual
akla gelmektedir: Namaz kılanın önünden bir insanın geçmesiyle namaz bozulmaz,
öyleyse Peygamberimiz (asm) neden beddua etmiştir? Diğer taraftan, çocuğun
henüz mükellef sayılacak bir yaşta olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda çocuk,
niçin böyle bir cezayı hak etmiştir?" Bu sualleri sıralayan âlimler şu
ihtimalleri zikrederek izahlarda bulunmaktadırlar; her şeyden önce, bu çocuğun
bir müşrik çocuğu olduğu kuvvetle muhtemeldir. Peygamberimiz (asm)'in namaza
durduğunu gören müşrikler, Resul-i Ekrem Efendimiz (asm)'in namazını ifsat
etmek maksadıyla çocuklarından birisini tahrik edip Peygamberimiz (asm)'in
önünden geçmesini tembih etmişlerdir. Onların bu haince planlarını fark edip
gören Peygamberimiz (asm), İslâmın izzetini göstermek ve onların kötü
niyetlerini defetmek için, çocuğun o hale gelmesini bir mucize olarak
göstermiştir. Diğer bir ihtimal, bu çocuk her ne kadar çocuk görünüşlü ise de,
buluğ çağına gelmiş olduğundan, Peygamberimiz (asm), çocuğun önünden kasdî
olarak geçtiğini anlamış ve böyle bir bedduada bulunmuştur. (eş-Şifâ,
1/632) (http://www.sorularlarisale.com/makale/13796/peygamber_efendimizin_bir_cocuga_beddua_etmesini_nasil_degerlendirmeliyiz.html)
Şimdi
soruyorum “Yukarıdaki hadis metninin bir peygamber sözü olduğuna inanıyor
musunuz ya da Risale-i Nur’da yer alan bu sözün savunularak yorumlanması sizi
ikna edebildi mi?”
HzZ
MUHAMMED’İN DOĞAÜSTÜ GÖSTERİLER SERGİLEMİŞ
En
büyük mucizesi (Aklı kendine hayran bırakan eser) Kur’an olan bir dinin,
“Peygamberin doğaüstü sergilediği harikalar ve kehanetler” dizisine ihtiyacı
bulunmadığı kesin iken, Said Nursi hemen hepsi uydurma kaynakları kullanarak
özellikle Mektubat adlı kitabının Mucizât-ı Ahmediye bölümünde İslam’ı,
hurafeler ve batıl inançlar manzumelerine sahip bir din şeklinde savunmaya
çalışmaktadır.
Mesela
Hz. Muhammed’in Parmağıyla Ayı ikiye ayırması (Şakkı Kamer) meselesi oldukça
ilginç bir anlatımdır. Akla, mantığa, bilime, dinin insanı sınava çeken
anlayışına aykırı bir inanç olan “Ay’ın Peygamberin parmağıyla ikiye yarılması”
iddiası, Said Nursi için ciddi ciddi savunulan bir konudur.
Said
Nursi konuyla ilgili: “Kamer gibi parlak bir mu’cize-i
Ahmediye (a.s.m.) olan inşikak-ı kameri, evhâm-ı
fâside ile inhisâfa uğratmak isteyen feylesoflar ve
onların muhakemesiz mukallitleri diyorlar ki: “Eğer inşikak-ı kamer
vuku bulsaydı, umum âleme malûm olurdu; bütün tarih-i
beşerin nakletmesi lâzım gelirdi. Elcevap… İnşikak-ı
kamer, dâvâ-yı nübüvvete delil olmak için, o dâvâyı işiten
ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette,
âni olarak gösterildiğinden, hem ihtilâf-ı metâli ve sis ve bulut
gibi rüyete mâni esbabın vücudu ile beraber, o zamanda
medeniyet taammüm etmediğinden ve hususîkaldığından
ve tarassudât-ı semâviye pek az olduğundan, bütün etraf-ı âlemde
görülmek, umumtarihlere geçmek elbette lâzım değildir. Şakk-ı Kamer
yüzünden bu evham bulutlarını dağıtacak çok noktalardan şimdilik [beş noktayı]
dinle.” (Mektubat, On Dokuzuncu ve Otuz Birinci
Sözlerin Zeyli) diyerek, aslında hiçbir şekilde izahı
yapılamayacak bu meselenin güya ispatına girişiyor.
EVREN
HZ. MUHAMMED İÇİN YARATILMIŞ
İlahiyat
çevresinde kısaca “Levlâke” hadisi diye bilinen ve Hz. Muhammed’e hitaben “Sen
olmasaydın hiçbir varlık yaratılmazdı” anlamındaki din kaynağının uydurma
olduğunu bugün nurcular bile kabul etmektedir.
YAZDIĞI
KİTAPLAR ELEŞTİRİLEMEZ ÖZELLİKTEYMİŞ
İslam
akaidine göre, yanlışsın kabul edilen tek kaynak Kur’an’daki nass adı verilen
hükümlerdir. Üstelik bunlar bile tartışılabilir vasıftadır, çünkü Allah bazen
Kur’an’da monolog düzeyinde kendi varlığı dahil çok ilahi bilgiyi tartışır,
yani dogmatiklikten çıkarıp felsefi alana taşır.
Oysa
Said Nursi “Kendine yazdırıldığı, indirildiği, ilham edildiği, sünuhat olarak
sunulduğu” savıyla yazdığı Risale-i Nurların hiçbir kayıtla
eleştirilemeyeceğini deklare etmekte ve “Kimin haddidir ki, bu Nurlarda
yanlışlık bulsun” (Barla Lahikası, İkinci Zeyl) ve “Kimin
haddi var ki, risalelerin birisine el uzatsın veyahut dil uzatsın veyahut bir
cümlesini tenkid etsin veyahut bir kelimesine, hatta bir harfine ve belki bir
noktasına itirazda bulunsun.” (Barla Lahikası, s. 194) diyebilmektedir.
HZ.
ALİ’YE ALLAH’TAN SAYFALAR İNMİŞ
İslam
ilahiyatında Allah tarafından Cebrail aracılığıyla peygamberlere indirilen
ilahi mesajlara vahiy adı verilmektedir. Bu tanrısal seremoniyi başka insanlara
uygulamak ise dinî terminoloji açısından yasaktır ama “Gulat” tabir ettiğimiz
aşırı ve batıl din yorumları ekollerine göre normaldir.
Hz.
Ali’ye Allah’tan sayfa inme konusunu Said Nursi şöyle anlatmaktadır “Bir
gün Ali bin Ebi Talib Peygamberimizle beraber otururken, Cebrail İsm-i
Azamın yazılı olduğu bir sayfayı Hz Ali’nin kucağına bırakıyor. Ali bin
Ebi Talib; Cebrail’i gök kuşağı şeklinde gördüm. Sesini işittim, bu sayfayı
Ondan aldım, bu isimleri de içinde buldum diyerek; bir takım olaylardan
bahsettikten sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: Dünyanın
yaratılmasından kıyamete kadar olan bütün ilimlerin sırlarını bu sayfa
sayesinde keşfettim. Kim ne istiyorsa sorsun, sözümden şüphe edenler de zelil
olsun… “ (Metnin orijinali için bakınız: Sikke-i tasdik-i
gaybi, On sekizinci Lem’a, Kaynaklı-indeksli Risale-i Nur külliyatı, Said
Nursi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1995, c. 2 s. 2078- 2079)
Bu
meseleyi, yani Ercüze adlı şiirimsi dua veya münacaatın inmesi meselesini
hiçbir hadis kaynağına dayandıramayan nurcular, aslında peygamberlere vahiy
inmesini çağrıştıran ifadeleri, birçok meselede olduğu gibi saçma argümanlarla
tevil etmeye çabalamaktadır.
FİTNETÜZZAMAN
FETHULLAH GÜLEN’E AİT HEZEYANLAR
Bu
bölümde hem kendisinin ve bağlılarının onun hakkında uydurdukları ilahi
vasıflar, hem de onun için başkalarının uydurduğu mistik yalanlara yer
ayıracağım.
KUTBU’L
AKTAB VE KUTBU’L İRŞAD MAKAMINDAYMIŞ
Kutub
sözlükte, medâr yani değirmenin alt taşına yerleştirilen ve üst taşın dönmesini
sağlayan demir anlamındadır. Kutub’la alakalı olarak tasavvufî kaynaklarda şu
bilgilere rastlamaktayız: “Kutub; en büyük veli (Allah dostu), her
zaman âlemde Allah’ın nazar (özel koruduğu) kıldığı tek kişidir. Kutub,
bir tarikatın en büyüğü, âlemde Allah’ın iradesini temsil eden evliyanın, rütbe
ve derece bakımından en yüksek olanıdır. Kısacası kutub, Hz. Muhammed’in
varisidir; ‘Varis-i Resul’dür. Kutub, âlemin ruhu, âlem de onun bedeni gibidir.
Her şey kutbun çevresinde ve onun sayesinde hareket eder, her şeyi o idare
eder.”
Fethullah
Gülen kendisinin makamını anlatırken bir Kutbu’l Aktab ve Kutbu’l İrşad
olduğundan, yani Allah’ın otoritesinden sonra ama adeta peygamberlerden üstün
ve kalpleri idare eden kişi olduğundan söz eder. Fethullah Gülen, Kutbu’l Aktab
ve Kutbu’l İrşad terimlerini şöyle tanımlamaktadır: “Hz. Muhammed
ahirete göçünce, onu bu dünyada temsil edenler, Allah ile irtibatları kavi olan
insanlardır. Onlar, mazhariyetleri ve misyonlarıyla bir bakıma yeryüzünde âdeta
Kâbe konumundadırlar. Bazen onlar Kâbe’nin etrafında, bazen de Kâbe onların
etrafında döner. İşte böyle kişilere ‘Kutub’ adı verilir. Bu kişiler, hep
tazarru (Allah’a boyun eğen), naz ve niyaz makamında bulunmaktadırlar. Allah
böylelerinin bakışları ile kâinata bakar, merhamet veya gazap eder. Kutub
makamının bir adım ötesinde ‘Gavsiyet’ makamı yer alır. Bu makamı kazananların
tasarrufları öldükten sonra da devam eder. Kutbu’l-irşad hem kutup hem de
gavsdır. O, bütün insanlığı sahil-i selamete çıkaracak bir rahmet ve ışıktır.
Özetle, kutbu’l-irşad, kâinatın manâ, mahiyet ve muhtevasını anlatan,
yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın matmah-ı nazarı, (hırsla baktığı, herkesten gözü
gibi esirgediği) bir hakikat eridir.”
Gülen,
kör gözüne parmak sokar gibi, kimi tarif etmiş dersiniz?
HZ.
MUHAMMED İLE GÖRÜŞÜYORMUŞ
Fethullah
Gülen Cemaat Örgütü soruşturmasının itirafçısı olan bir karı-koca hâkim çift,
HSYK seçimlerinde oy istenirken Fethullah Gülen'den etkilendiklerini
söylemişlerdi. Güya Fethullah Gülen rüyasında, Kâbe'de Hz. Peygamber ile
görüşmüş, Peygamber de Gülen'e, "Seni üzüyorlar değil mi, merak
etme az kaldı" demiş ve cemaat içinde yayılan bu söylence zayıf
iradeli şahıslar üzerinde manevi bir baskı oluşturmuş.
Çiftin
ifadelerine göre Fethullahçı Örgüt; mensuplarını maneviyatlarının gücüne göre
5'lik, 4'lük, 3'lük, 2'lik ve 1'lik diye ayırıyordu. Fethullah Gülen Örgütü
soruşturması sırasında açığa alınıp tutuklanan, isimleri savcılıkça gizli
tutulan karı koca hâkimler: "2014’ün Ekim ayında
gerçekleşen HSYK seçimleri öncesinde Ankara'dan gelen zayıf
yapılı, Adanalı, orta boylu, esmer tenli, ismini bilmediğim bir şahıs evime
geldi. Fethullah Gülen'in rüyasında Kâbe'ye gittiğini, Kâbe'de Peygamberimiz
ile görüştüğünü, Peygamberimizin “Seni üzüyorlar değil mi?” diye sorduğunu,
Gülen'in 'evet' manasında başını sallayıp ağladığını, bunun üzerine
peygamberimizin “Merak etme, az kaldı” şeklinde cevap verdiğini
anlatarak HSYK seçimlerini kesinlikle bağımsız adayların kazanacağını,
onlar için oy vermemizi ve oy istememiz gerektiğini belirten konuşmalar yaptı.” ifadesini
kullanmıştır. Ayrıca aynı çift, Gülen'in Hz. Muhammed ile uyku ve uyanıklık
arasındaki yakazada görüştüğünü, Peygamber ile farklı boyutlarda diyalogda
bulunduğunu, onu sürekli rüyasında görüp istişare ettiğini, ondan nasihat ve
kararlar aldığını ifadelerine eklemiştir.
HZ.
MUHAMMED TÜRKÇE OLİMPİYATLARINA KATILMIŞ
Fethullah
Gülen, Pensilvanya'da yaptığı sohbetinde Türkçe Olimpiyatlarıyla ilgili çok
sayıda mektup aldığını, bu mektuplarda Peygamberin de Türkçe Olimpiyatlarına
katıldığının yazıldığını ifade ederek kendisi de bu fikre onay vermekteydi.
İşte Gülen'in o açıklamaları: "Yaklaşırsan, yaklaşırlar; şirin
görürsen, şirin görürler; kabul edersen, kabul görürsün. Senin âlemden
beklediğini âlemin de senden beklediğini asla aklından çıkarmamalısın!
Arkadaşlarımız ona yakın mektup okudu. Hepsi Peygamber Efendimizin (S.A.V)
Olimpiyat Stadlarına teşrif buyurduğunu söylediler. Şimdi ben kendi içimden hep
diyordum ki; 'yav acaba meseleyi tahrif mi ediyoruz, aşağıya mı çekiyoruz,
folklordür, şarkılardır, şiirlerdir... bunlarla'. Fakat demek ki bazı
hakikatlerin ifade edilmesi adına, ittifakın sağlanması adına, kalplerin
birbirlerine karşı yumuşaması adına, bunlar çok önemli faktörler ki; İnsanlığın
iftihar tablosu (Peygamberimiz), bazılarımızın, bir kısım mutasavvıf ve sufi
görünümlü kimselerin yadırgamalarına rağmen, teşrif etti...”
Ayrıca
Fethullah Gülen, bir müridinin "Peygamberimizle birlikte
rüyalara gelmişsiniz. Efendimiz: “Twitter'daki paylaşımları ikiye katlayın
buyurmuş" sözüne cevaben "Aynen uygulayın! Ne
diyorsa onu yapın" şeklinde talimat vermiştir.
FETHULLAH
GÜLEN’İN EMRİNDE CİNLER VARMIŞ
Ankara
Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Fethullah Gülen Cemaat Örgütünün
cinleri de kullandığına dair bir iddia ortaya atmıştı. Buna benzer ipe sapa
gelmez iddialar İslamcı camiada çok kullanılmaktadır. Hapisten çıkan İbda-C
lideri Salih Mirzabeyoğlu da buna benzer şeyler mırıldanmıştı.
Konuya
dönecek olursak, Fethullah Gülen’in darbe girişimi başta olmak üzere birçok
olayı cinlerle yaptığını savunan Gökçek: “Size çok komik gelecek ama
bunu enteresan bir metotla yapıyorlar. Üç harflilerle yapıyorlar. Herkes bundan
sonra biraz da bunu tartışsın. İnsanları cinlerle esir alıyorlar. Bakın
etrafımızda birçok insanın belli konularda esir alındığı aşikârdır. Böyle bir
kabiliyetleri var. Haşhaşiler denmesinin nedeni de bu. İnsanlar büyüleniyor ve
esir alınıyor. Onun (Fethullah Gülen) ufak ama değerli bir metali var, ondan dağıtırlar.
Bana da getirdiler verdiler bir dönemde. Derler ki ‘Bu üzerinde olduğu takdirde
sen her şeyden korunursun.’ Bir de Cevşen’leri var. İçinde de belli bir takım
formüller vardı. Bunlarla insanları etkileyip esir alıyorlar. Canlı olarak buna
benzer olaylarla karşılaştım. Çok yakınımdaki bir ismin üç harflilerle ne hale
getirildiğini, ölecek hale getirildiğini biliyorum. Arkasından bunu bozanlar da
vardı. Bir kuyunun içinden bıçak çıktı, o alınıp denize atıldı ve kadıncağız
düzeldi. Bunu yaşadık.” dedi.
Ancak
Melih Gökçek, “Madem öyle neden başarıya ulaşamadılar” sorusuna
şöyle yanıt vermişti: “Yapıyorlar da nereye kadar yapıyorlar. Allah’ın
kudretine kadar yapıyorlar. ” yorumunda bulundu. (Sözcü
Gazetesi, 24.7.2016)
İSA’NIN
BABASI HZ. MUHAMMED İMİŞ
“Kur'an’dan
İdrake Yansıyanlar” adlı kitabında Fethullah
Gülen, Meryem Suresi 17. ayetinin mealini kendi ifadesiyle şöyle veriyor: ”Sonra,
insanlardan gizlenmek için bir perde germişti. Ruhumuzu göndermiştik de,
ona (Hz. Meryem’e) tam bir insan olarak görünmüştü.” Fethullah
Gülen sonra şu yorumunu ilave etmektedir: “Acaba ne idi bu ruh?
Hemen büyük çoğunluğu itibariyle bütün tefsirler, ayeti kerime de
“Ruhumuzu gönderdik” diye belirtilen ruhun Cebrail meleği olduğunu ifade
etmektedirler. Ne var ki, burada Kur’an ‘Ruh’ tabirini kullanıyor; ruhun ne
olduğunda ise görüş ayrılığı vardır. Görüş ayrılıkları içinde ilginç yorumlar
vardır; hatta Hz. Muhammed’in ruhunu içine alacak kadar ilginç yorumlar vardır.
Evet, bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı.
Bu itibarla da gözlerinin içine başka bir hayal girmemişti ve
girmemeliydi. Ona sadece kendisine helal olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa
Hz. Muhammed olabilirdi; zira o bir münasebetle Hz. Meryem’in kendisiyle
nikâhlandığına işaret buyuruyordu. Bu açıdan da ’Ruh’un Efendimizin ruhu
olabileceği ihtimal dahilindedir.”
Fethullah
Gülen, cümlesinin sonunda bu konuda kesin ifade kullanmadığını belirtiyorsa da,
konuya şüphe çeken bir zorlamayla yaklaşarak ve adeta ayete işkence ederek bir
tuhaf yorumda bulunmaktadır. Gülen'in sözünü ettiği işaret, Kenzul
Ummal‘daki uydurma hadistir. Güya Hz. Muhammed demiş ki: “Cennette Allah
beni İsa’nın annesi Meryem ile evlendirecek.” (F. Gülen,
Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar, 2000, s.247-248.)
Ne
diyelim…
Hezeyan
bir psikolojik hastalıktır ve şayet dinin yanlış yorumlanmasından
kaynaklanıyorsa pek devası da bulunmaz.
Mistik
hezeyanlar, cemaat ve tarikat liderleri için oluştuğunda, ahiretteki
kayıplarının dışında bu sapkın yapılara fazla zarar vermez, aksine saf dimağların
kendilerine yönelmelerine hizmet eder. Dinci gruplara uzak kişilerin elinde
böylesine manevi yöne hitap edip sömüren oyuncaklar olmadığından cemaat ve
tarikat üyelerine karşı tartışmalarda başarılı olma şansları maalesef azdır.
Fakat dine ait gerekli güncellemeyi yapmada geç kalan İslam dininin, yakın
zamanda bünyesindeki sağlam dinamikleri hatırlatarak kendisi üzerinden
nemalanan İslamcı yapıları zir ü zeber edeceğine kanaatim tamdır.
Bid’atüzzaman
Said Nursi ile onun has talebesi Fitnetüzzaman Fethullah Gülen’e ait hezeyanlar
bunlarla bitmiyor elbette.
Sizlerle
diğer mistik dinî mevzuları değişik zamanlarda paylaşacağım.
Nazif
Ay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder