3 Mart 2018 Cumartesi

AKP'den giderayak "yerli şeker" üreticisine darbe



Değerli dostlar; Bu yazı 08 Haziran 2015’de, değerli gazeteci YUSUF YAVUZ tarafından yazılıp yayınlanmıştı. Şubat 2018 başında Bakanlara sunulan “Cargill Raporu” ve ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’ın 14- 15 Şubat 2018 de Türkiye ziyaretinin hemen ardından,   AKP Hükümeti 14 şeker fabrikası özelleştirilmesi kararını aldı.
Anlaşılan Özelleştirmenin alt yapısının hazırlıkları 2015 yılından bu yana hazırlanmış ve koşullar olgunlaşınca uygulamaya sokulmuştur. Sn. Yavuz’un yazısı okunduğunda görülecektir ki, bu özelleştirmelere karşı olması gereken/ karşı oldukları iddiasında olan siyasiler bu gerçeği görmeleri ve bilmelerine karşın 2015’den bu yana halkı bilgilendirmek, uyarmak ve gereğini yapmak yerine susmayı yeğlemişlerdir. Bu gün Şeker Fabrikalarının özleştirilmesine karşı duruyor olmaları sevindirici olmakla birlikte “inandırıcı mı?” sorusu sizi bilmem ama benim kuşku duymama neden oluyor.
Çünkü Programında özelleştirmeye karşı olmayan, özelleştirmeyi “Ülke ekonomisinin koşul ve ihtiyacına, ilgili sektörün ve kuruluşun niteliğine göre kullanılması gereken bir araç.” Olarak gören bir partinin “özelleştirmelere” nasıl karşı duracağı tartışmalıdır.    
Mahmut ÖZYÜREK

AKP'DEN GİDERAYAK "YERLİ ŞEKER" ÜRETİCİSİNE DARBE
Yusuf YAVUZ

Türkiye seçimlere kilitlenmişken 3 Haziran’da Resmi Gazete’ de yayımlanarak yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu Kararı ile Nişasta Bazlı Şeker olarak bilinen NBŞ üretimi kotası yüzde 30 oranında arttırıldı. Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı Özden Güngör, pancar şekerine alternatif olan NBŞ’ye ayrıcalık tanınmasının pancar üreticisini ve yan sektörleri olumsuz etkileyeceğini belirterek, “Ülkemizde pancar çiftçisinden esirgenen kaynaklar AB’nin pancar, ABD ve Arjantin’in mısır üreticilerine ve çokuluslu agro-sanayi tekellerine aktarılacaktır” açıklamasında bulundu.
Bir zamanlar dünyanın önde gelen pancar üreticileri arasında anılan Türkiye’de 1998 yılında 22 milyon ton olan şeker pancarı üretimi 2014 yılında 17 milyon tona gerilerken, çiftçi sayısı ise 450 binden 130 binlere kadar düştü. Bunun üstüne bir de şeker pancarına alternatif olan Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) ürünlerine yönelik kotanın arttırılması Türk pancar üreticisinin kâbusu haline geldi.
BAKANLAR KURULU’NDAN GLİKOZ LOBİSİNE YÜZDE 30 KOTA KIYAĞI
Türkiye seçim tartışmalarına odaklanmışken, 3 Haziran’da Resmi Gazete’ de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile NBŞ üretimi için 250 bin ton olarak belirlenen kota yüzde 30 oranında arttırıldı. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı Özden Güngör, stratejik bir ürün olan şeker pancarı tarımının Türk tarımı ve ekonomisi açısından milyonlarca ailenin ve bireyin geçimi ve geleceği anlamına geldiğine dikkat çekerek, “Tüm güçleri ile şekerpancarından yapılan şekerin yerini glikoz, izoglikoz ve fruktoz şurubuna bıraktırmak isteyen lobiler var güçleriyle çalışmaktadırlar. Amaç ülkemizin, çiftçimizin çıkarı değil, şekerpancarının sürdürülebilir üretimi değil, topluma sağlıklı, doğal şeker yedirmek ise hiç değildir. Pancar şekerine alternatif bir ürüne ayrıcalık tanınarak kota artırımının tarım sektörünü ve pancar sanayinin desteklediği yan sektörleri olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır. Mevcut kanunda bile AB ortalamalarının çok üzerinde üretim kotası verilen NBŞ’lerin kotasının daha da artırılması pancar şekeri sanayi ve pancar üreticilerini olumsuz yönde etkileyecektir” görüşünü dile getirdi. 
TÜRKİYE’DEKİ NBŞ KOTASI AB’DEN ÜÇ KAT FAZLA
Türkiye’nin yüzde 1,3’lük payla şeker pancarı üretiminde Brezilya, Hindistan ve Çin gibi ülkelerden sonra dünyada 15. sırada yer aldığını anımsatan ZMO Başkanı Güngör, “Türkiye’de 300 bin hektar alanda şekerpancarı ekilmektedir. 1998 yılında 22 milyon ton olan şeker pancarı üretimi, 2014 yılında 17 milyon tona gerilerken, çiftçi sayısı da 450 binden 130 binlere düşmüştür. Burada amaç, şeker fabrikalarının özelleştirilmesidir. Şeker pancarında son 10-12 yıl içerisinde yaşanan 2,5 milyon tonluk üretim daralmasının hayvancılığa yansıması, 6,5 milyon ton yaş pancar küspesi ve 900 bin ton melasın kullanılamaması şeklinde olmuştur. NBŞ kota oranlarının ülkemizde AB ülkelerine oranla yaklaşık 3 katı oranında fazla uygulanmasının sadece et üretimine olumsuz yansıması yaklaşık 250 bin tondur” açıklamasında bulundu.
ŞEKER AÇIĞI AB’DEN İTHAL EDİLEREK KAPATILACAK
Bir yandan şekerpancarı üretimine kotalar getirilmesi; öte yandan çiftçinin üretimini sürdürememesi sonucu ortaya çıkacak olası şeker açığının ihracat geri ödemeleri ile desteklendiği için ‘daha ucuza’ şeker üreten ülkelerden ve özellikle AB’den ithal edilerek kapatılacağının altını çizen Güngör, açıklamasında ayrıca şunları dile getirdi:
TÜRK PANCARINDAN ESİRGENEN KAYNAKLAR ABD VE ARJANTİN MISIRINA
“Bu süreçte ucuz üretim yaptığı bahanesiyle nişasta kökenli şekerlere tanınan ayrıcalıklar sürdürülecek; ayrıca sanayide kullanılan şekerler tamamen mısırdan elde edilen şekerlere dayandırılacaktır. Ülkemizde pancar çiftçisinden esirgenen kaynaklar AB’nin pancar, ABD ve Arjantin’in mısır üreticilerine ve çokuluslu agro(tarımsal)-sanayi tekellerine aktarılacaktır. Sonuç olarak, Türkiye’de NBŞ kotalarının sürekli olarak artırılmasına bir son verilmeli ve AB kota seviyelerine uygun olarak yeniden düzenlenme yapılmalıdır. Şeker üretim maliyetlerini düşürmek için şeker pancarı tarımı desteklenmelidir. Kamuya ait şeker fabrikalarının özelleştirilmesinden vazgeçilmeli; pancarın yetiştirilmesinden şeker üretim ve pazarlanmasına değin tüm süreçte üreticilerin söz ve karar sahibi olacakları örgütlenmeler egemen olmalıdır.” 
ÜRETİCİLER TEPKİLİ, PANCARDA YÜZDE 50 DÜŞÜŞ VAR
Bakanlar Kurulu’nun NBŞ kotasını yüzde 30 arttıran kararının ardından konuyla ilgili sorularımızı yanıtlayan şeker pancarı üreticileri ise üretimdeki büyük düşüşe dikkat çekiyor. Konya’nın Ilgın ilçesinde yaşayan pancar üreticisi Tahir Çiftçi, bölgedeki pancar üretiminde yüzde 50’lilere varan oranlarda düşüş yaşandığını belirtiyor. Mazot, sulama ve elektrik gibi giderlerin pancardaki üretim maliyetini yükselttiğini dile getirme Çiftçi, “pancar üretimini bırakan üretici arayış içinde. Kimisi patates ekiyor, kimisi de silajlık mısır ekmeye yöneliyor. Pancar kotasıyla ilgili de büyük sorunlar yaşanıyor. Kota uygulaması denetimsizlikle birleşince kota rantçıları ortaya çıkmaya başladı. Bu da gerçek pancar üreticisini güvence altına almak yerine daha çok mağdur ediyor” görüşünü dile getirdi.
‘PANCARDA KOTA RANTIYLA DEVLET SOYULUYOR’
Adının açıklanmasını istemeyen Ilgınlı bir başka pancar üreticisi ise pancar kotasındaki akıl almaz rant oyunları hakkında çarpıcı iddialarda bulundu. Ilgın’da yüzde 70 ila 80 arasında kuraklık yaşandığına dair Tarım İlçe Müdürlüğü’nün raporları bulunduğuna dikkat çeken üretici, “kuraklık olduğu için kotasını dolduramayan üreticilere para cezaları kesilirken, yüksek kota hakkını elinde bulunduran rantçılar, uzak köylerden hayali pancar alımı yaptırılarak adeta ödüllendirildi. Burada 10 yıldır bir tezgâh kurulmuş. Hayali alımlarla milyonlarca liralık pancar kotası rantı dönüyor. Devlet soyuluyor. Allah korkusu olan bir yetkilinin gelip incelemesini istiyoruz. Ilgınlı pancar üreticisi mağdur ediliyor. Bu konudaki sorunlarımızı birçok kez yetkililere aktardık ama bir sonuç alamadık. Pancar üreticisinin rant kıskacından çıkarılmasını istiyoruz” diye konuştu.
GLİKOZUN ÜLKEYE DE HALKA DA FAYDASI YOK
Nişasta Bazlı Şeker’in Türk üreticisine büyük darbe vuracağını dile getiren Ilgınlı pancar üreticisi, “pancar, yaşam için, toprak için, ülkemiz için çok değerli bir bitki. Yeşil yapraklarıyla oksijen üretimine de katkı yapıyor. Glikozun benim ülkeme, halkımıza bir faydası yok” görüşünü dile getirdi. 08.06.2015
Yusuf Yavuz
Odatv.com




26 Şubat 2018 Pazartesi

Suriye de savaşın ve yıkımın kaynağı ABD ve İsrail’dir


Türkiye de görsel ve yazılı basının Suriye ile ilgili tüm haberlerinin kaynağı İsrail ve ABD’dir.
Bu haberler, Suriye Devleti ve hükümeti üzerinde olumsuz bir algı yaratma amaçlı ve içerikleri tümüyle gerçeklerle taban tabana zıtlık taşımaktadır.
Bu haberlerde,  İsrail’in Suriye’ye sıklıkla düzenlediği saldırılardan asla söz edilmemektedir.
 Bu haberlerde, IŞİD'le mücadele bahanesiyle Suriye'de bulunan ve ayrılıkçı, bölücü Kürt unsurlara destek veren ABD’nin yaptığı yıkım operasyonlarından asla söz edilmemektedir.
 ABD’nin Suriye’deki yasa dışı varlığı ve İsrail’in girişimlerine desteği, teröristlerin ayakta kalmasına neden olduğunun üzeri hep örtülmektedir.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ın ve yasal yönetiminin, neyi, neden, niçin yaptığı konusundaki haberler tümüyle işgalci ABD, saldırgan İsrail kaynaklarından servis edilmektedir.

Hatırlanmalıdır Şam'ı kimyasal silah kullanmakla suçlamak amacıyla düzenlenen kışkırtma ve senaryo, daha önce Irak için yazılmış ve oynanmıştı. Irak bu gün parçalanmış, milli kaynaklarına ABD ve ortaklarınca el konulmuş bir federasyon devlete dönüştürülmüştür.
Türkiye’nin yarınları için aynı senaryonun yazıldığı artık sır olmaktan çıkmış yaşanan bir gerçeğe dönüşmüş durumdadır.
Bu nedenlerle Türk halkını uyarmak, gerekli önlemleri almak, düzenlenmesi planlanan provokasyonları etkisiz kılmak yaşamsal bir yurtseverlik gereği ve görevidir.
Mahmut ÖZYÜREK

23 Şubat 2018 Cuma

BASIN AÇIKLAMASI - PTT İngiliz ajanları ve hainler adına “hatıra pulu” bastırıyorsa!



Sayı:2018/010                                                               23 Şubat 2018
                                                                                      
BASIN AÇIKLAMASI
PTT İngiliz ajanları ve hainler adına “hatıra pulu” bastırıyorsa!
Türkiye Cumhuriyeti Posta ve Telgraf Teşkilatı  (PTT) Genel Müdürlüğü İstanbul’da 1-3 Ekim 2017 tarihlerinde düzenlenen 11. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu ardından Bediüzzaman Said Nursi Hatıra Pulu bastırmış.
5 bin adet basılan pulun üzerinde Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu afişi yer alıyor. Afiş'te Bediüzzaman Said Nursi'nin fotoğrafının yanında "Kur'an ve Sünnet Rehberliğinde Bir İman Hizmeti Müsbet Hareket" ifadesi yer alıyor.
Gazete haberlerine göre “Bediüzzaman Said Nursi Hatıra Pulu” İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın başvurusu üzerine PTT Yönetim Kurulu’nun 05.10.2005 tarih 382 sayılı kararı ile kabul edilerek yürürlüğe giren “Kişisel Pul Yönergesi” hükümleri gereğince basılmıştır.
Peki, “İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın özelliği nedir? Bu vakıf Nur cemaatinin bir önemli bir kolu olan “Nesil” gurubunundur. Yeni Asyacılar'dan kopup 'Yeni Nesil' gazetesiyle devam eden gruba kısaca 'Nesil' deniyor.
Kanaat önderi Mehmet (Fırıncı) Güleç. 'İstanbul İlim ve Kültür Vakfı' ve 'Nesil Yayınevi'nin yanı sıra Nur cemaatinin en önemli radyo kanalı 'Moral FM' de grubun bünyesinde. Nesil grubunun en önemli etkinliği Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumları. Bu sempozyumlar nedeniyle diğer Nurcu gruplar da Nesil'e destek veriyor. Bu nedenle diğer gruplarla derin bir ayrılığı yok.
AKP iktidarının, 2012’de Nur cemaatinin en güçlü gurubu olan Gülen çetesini devletin içine yerleştirmesi,  1 liralık madeni paralardan Atatürk’ün resmini kaldırıp, FETÖ terör örgütünün düzenlediği  “Türkçe Olimpiyatları logosunu” koymasının yıkıcı ve acı sonuçları henüz belleklerde yerini korumaktadır.
AKP iktidarının Fetullah Gülen’le aynı kaynaktan, yani Bediüzzaman Said-i Nursi’den beslenen “Nesil” cemaati için  Bediüzzaman Said Nursi Hatıra Pulu” bastırması, Laik Türkiye cumhuriyetini dinci gerici bir rejime dönüştürme, Cumhuriyeti Cemaatlere teslim etme çabalarının yalnızca bir parçasıdır.
Öte yandan, PTT Yönetim Kurulu’nun 05.10.2005 tarih 382 sayılı kararı ile kabul edilerek yürürlüğe giren “Kişisel Pul Yönergesinin” 6/d Maddesi bentlerine göre Pul objesinin; 
“1)Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarına,
2)Devletin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” uygun olması zorunluluğu vardır.
Hâlbuki ki adına pul bastırılan Said-i Nursi'ye göre; “dinsiz” Türkiye Cumhuriyeti “darül harp”tir. Dolayısıyla bu “darül harp”i “darül İslam'a” dönüştürmek gerekir!
Adına pul bastırılan Said-i Nursi'ye göre; Cumhuriyetin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk;  İslamiyet’e ve Hakikat-ı Kur’an iyeye karşı mürtedane mücadele eden bir dessas zındıktır ki(Mustafa Kemal’i kast ederek) bize hücum etmek için istibdadı mutlaka Cumhuriyet namı vermekle irtadadı mutlaka-i rejim altına almakla sefahat-ı mutlaka medeniyet takmakla cebri keyf-i kurfiye, kanun namı vermekle bir istibdadı askeriye ve delalet kurmuştur. (Said-i Nursi, Sönmez, Sayfa: 21-22, 48)
Adına pul bastırılan Said-i Nursi; Milli Mücadele yıllarında Kürt Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti, Kürt Neşriyat Cemiyeti ve Kürdistan Azmi Kavi adlı derneklerin kurucuları arasında yer aldı. Bu cemiyetler İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin, İngiliz ajanı Rahip Frew ve Sait Molla'nın paravan örgütleridir.
Bu durumda PTT Genel Müdürlüğü; Kendi yönetim kurulunun çıkardığı yönetmeliğe, TC anayasasına,  Türk ceza kanununa aykırı bir iş ve eylem suçunu işlemiştir. Affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlardan”, “inancı kötüye kullanmaktan” hüküm giymiş bir kişi adına “hatıra pulu basmak” adının başında “Cumhuriyet” bulunan ‘Türkiye Cumhuriyeti Posta ve Telgraf Teşkilatı(PTT)’nın hakkı ve haddi değildir. Çünkü bu kurum PTT Genel Müdürünün kişisel mülkü değil, Türk ulusunun kanından, canından yarattığı bir değerdir.
15 yıllık AKP iktidarları döneminde Kemalist Cumhuriyet ve Türk devrimlerine karşı hesaplaşmaya girmiş, ne kadar “hain”  varsa itibar kazandırılmış/kazandırılmaktadır.
Unutulmamalı; bu devran bir gün sona erecek, hainlerden ve onların koruyup kollayıcılarından hesap mutlaka sorulacaktır.
  
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                          Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

21 Şubat 2018 Çarşamba

2019 seçimleri Hitler’in 1933 seçimlerinin bire bir aynısı olacaktır


2019 seçimlerinde “Mühürsüz zarf ve oy pusulaları eğer YSK filigranlı ise geçerli sayılacak
Bu koşullar altında yapılacak olan 2019 seçimleri Hitler’in 1933 seçimlerinin bire bir aynısı olacaktır.
++****++
Hitler iktidarı nasıl ele geçirdi? Gerçek, 1932 ve 1933 yıllarında yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçim sonuçlarında yatıyor.
Almanya’da geniş yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanlığı için her yedi yılda bir, doğrudan halkoyuyla seçim yapılıyordu. En son seçim 1932 yılında yapıldı. 13 mart ve 10 nisan tarihlerinde iki aşamalı olarak yapılan bu seçimi Hindenburg kazandı. Hitler seçimi açık farkla kaybetti (Hindenburg yüzde 53, Hitler yüzde 36).
Alman demokrasisinin son serbest genel seçimleri ise 1932’nin temmuz ve kasım aylarında, iki defa yapıldı. Temmuz 1932 seçimlerinde Naziler yüzde 37,2 oy alarak birinci parti oldu. Aynı seçimlerde Sosyal Demokratlar yüzde 21,6 ve Komünistler ise yüzde 14,3 civarında oy aldılar.
Son serbest genel seçim Kasım 1932’de yapıldı. Nazi oylarında büyük bir düşüş yaşandı ve oylar yüzde 37,2’den yüzde 33’e düştü. Sosyal Demokratlar yüzde 20,4; Komünistler ise yüzde 17 civarında oy aldılar.
Bu seçimde “sol” oylar artmıştı ve Nazi oylarından daha fazla idi. Ama maalesef Komünistler Sosyal Demokratları sosyal faşist olarak adlandırıyor ve Nazilerden daha tehlikeli buluyorlardı. Oysa bu iki parti, birbirlerine saldırmak yerine ortaklık yapsalardı, Almanya’da Nazizm iktidara gelemeyebilecekti.
Kasım 1932 seçiminden sonra Hitler başbakan olarak atanmadı. Hindenburg, Kurt von Schleicher adlı başka bir kişiyi hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Bundan sonra, Hindenburg’un Ocak 1933’te Hitler’i başbakan olarak atamasına kadar geçen sürede bir sürü ayak oyunları yaşandı. Sonuçta Hitler, sandıktan çıkmadı, Hindenburg ve çevresinin iktidarı ona teslim etmesi ile iktidara geldi.
Doğrudur, Hitler iktidarı aldıktan sonra Mart 1933’te yapılan seçimleri kazandı. Ama bu seçim artık serbest seçim değildir. Hitler işbaşına gelir gelmez, 27 Şubat 1933’te meşhur Alman Parlamentosu yangını provokasyonu organize edildi; bu olay bahane edilerek
Ø  Olağanüstü Hal Kanunu çıkarıldı.
Ø  Yangın Komünistlerin üstüne atıldı ve muhalefete yönelik sistematik saldırılar başladı.
Ø  Hak ve özgürlükler askıya alındı;
Ø  20 civarında gazetenin yayınına son verildi;
Ø  Merkez sağ ve sol partilerin faaliyetlerine ciddi kısıtlamalar getirildi ve Sosyal Demokrat ve Komünist Parti liderleri tutuklandı.
Yani Hitler’in, tüm baskılara rağmen yüzde 43 oy alabildiği bu seçim, serbest bir seçim değildir. Sıradan herhangi bir diktatörün organize ettiği bir seçimdir. Demokrasi değil, diktatörlük seçimidir. 1934 yılında Hindenburg’un ölmesi ile birlikte Hitler Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığını birleştirdi ve diktatörlüğünü perçinledi.
Özetle, Hitler iktidarı seçimle almış değildir. Hitler’in iktidara gelmesi ve kalmasının nedeni sandık değil aksine sandığı iptal etmiş olmasıdır.
Sandık kalsaydı, Hitler belki de başbakan olamayacak ve iktidarda kalamayacaktı.

GENÇLİĞE SESLENİŞ/ TALİ ÖZDEMİR


Toplumsal Direnişi Ehlileştirmek, Evcilleştirmek

Bu gün “AKMHP” ittifakına “sahteleştirilmiş”, meşruluğu olmayan mecliste yasal kılıf geçirilecektir. Bu “örtük Faşizmin” artık tam olarak faşist diktatörlüğe dönüştüğünün tartışmasız göstergesidir.  Bundan böyle kazanılmış tüm demokratik değerler, varlığını sürdürebilen kurumlar bir yana atılarak, siyasal gericilik en yoğun, en saldırgan biçimiyle halkın üzerine çöreklenecektir.
2002 den bu yana sürdürülen, 2007 den sonra yoğunlaşan açık saldırganlık halini saray şizofreninin kişisel hırslarıyla açıklamaya kalkışma ahmaklığını sergileyen muhalefet, toplumsal direnişi ehlileştirmek, evcilleştirmek için kolları zaten sıvamış durumdadır. 
Egemenlerce yeniden kurgulanan Demokratik kitle örgütleri ise sanal âlemde bildiri yayınlamaktan öteye gitmemekte, gidememektedir. 
Gericilik, saldırganlık, yağma, yolsuzluk ve yıkımların yalnızca teşhir edilmesi, bu düzeneğin kırılıp atılmasına değil, daha da yetkinleştirmekten başka bir işe yaramamaktadır.
Demek’ ki iş başa düşmüştür. Görev İçinden geçtiğimiz bu karanlığın yırtılıp atılması geleceğimizi ışıtacak ateşin yakılmasıdır.
“Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” Mustafa Kemal Atatürk



Mahmut ÖZYÜREK

20 Şubat 2018 Salı

İŞTE, ZAFERMİŞ GİBİ GÖSTERİLMİŞ BİR YENİLGİ DAHA




Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan bir Osmanlı sevdalısıdır. Osmanlı padişahlarına “Ecdadımız” der, gerçek dışı öykülerle Osmanlıyı övüp göklere çıkarır ve Osmanlı padişahları içinde Sultan 2. Abdülhamit’i kendisine “Rol Model” olarak alır.

Değerli Dostlar,

“Osmanlı, Yenilgilerini de Zafermiş Gibi Gösterdi” başlıklı yazımda, birkaç örnekle, Osmanlı’nın yenilgileri de allayıp pullayıp, marşlar besteletip halka nasıl zafermiş gibi yutturmaya çalıştığını göstermiştim.
“Ecdadının” izinden giden Recep Tayyip Erdoğan’ın da aynı yöntemi nasıl uyguladığını bir kez daha, çok kısa olarak, sizlerle paylaşmak isterim.

29 Ekim 2004 tarihinde, Avrupa Birliği (AB) anayasası, Roma’da AB üyeleri tarafından imzalandı.
AB üyesi değil, “aday üye” bile olmadığı halde, Türkiye Cumhuriyeti devletini temsilen dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, dönemin dışişleri bakanı Abdullah Gül ile birlikte AB anayasasını Roma’da imzaladı.
AB anayasasını imzalayan 25 üye devletten biri de The President of The Republic of Cyprus, yani Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı idi.
Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı, Rum’du.
Türkiye Cumhuriyeti devleti başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin bir Rum devleti olduğunu, attığı imzayla kabul ediyordu.
AB anayasasının açıkça bir “Hıristiyan Anayasa” olmasını da dindar Recep Tayyip Erdoğan hiç umursamamıştı.
Hepsi bu kadar değil.

17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de AB ile Türkiye arasında çok önemli bir sözleşme imzalandı.
AB’nin hazırladığı “Başkanlık Kararlarını”, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kabul etti ve imzaladı.
Türkiye için çok ağır şartlar içeren bu anlaşmayla Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs’ı Rumlara verdi.
Erdoğan, böyle bir kararın Türk halkında büyük tepki yaratacağından önce çekinmiş, bu çekincesini de toplantıda açıkça söylemiş ve bir ara imza atmaktan kaçınmıştı. İşte, tam o sırada, İngiltere Başbakanı Tony Blair devreye girmiş, Erdoğan ile baş başa bir görüşme yapmış ve bu ağır yenilgiyi Türk halkına nasıl yutturacağının formülünü vermişti!
Tony Blair, Recep Tayyip Erdoğan’a şunu önermişti:
“Brüksel’de sadece bir ticari anlaşma imzaladığını ısrarla söyleyecek ve Türk kamuoyu önünde yüzünü böyle kurtarabileceksin.”
Erdoğan bu öneriyi çok beğendi, imzayı attı, Kıbrıs’ı Rumlara verdi.
Buna karşılık, AB ile Türkiye arasında “Üyelik Müzakerelerinin” başlayacağı sözü verildi.
Sıra, AKP medyasının bu ağır yenilgiyi allayıp pullayıp Türk halkına yutturmasına gelmişti.
Bakın, AKP destekçisi medya haberi halkımıza nasıl duyurdu:

Sabah Gazetesi: “Avrupa İhtilalı”
Hürriyet Gazetesi: “Başardık”
Star Gazetesi: “70 Milyon Coşku”
Vatan Gazetesi: Bambaşka Bir Dönem”
Zaman Gazetesi: “Yeni Türkiye”
Yeni Şafak Gazetesi: “Başardık”
Vakit Gazetesi: “Hayırlı Olsun”
Posta Gazetesi: “Büyüksün Türkiye”
Radikal Gazetesi: “Kolay Gelsin Türkiye”
Milliyet Gazetesi: “Biz de Varız”

Kıbrıs’ı Rumlara veren Başbakan Erdoğan, yurda dönüşünde Ankara’da, gündüz vakti havi fişeklerle, davullarla, zurnalarla, halaylarla tam bir zafer bayramı görünümünde karşılandı.
İşlem, tamamdı.
Kıbrıs’ın Rumlara verilmesi Türk halkına sanki bir zafermiş gibi yutturulmuş, Osmanlı geleneği sürdürülmüştü.
Erdoğan ile kendisine “Rol Model” aldığı Sultan 2. Abdülhamit arasında önemli bir ortak nokta bulunmaktaydı.
Ulu Hakan Sultan Abdülhamit Han da Kıbrıs’ı İngilizlere vermişti!

Yılmaz Dikbaş
19 Şubat 2018, Pazartesi
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52