7 Eylül 2017 Perşembe

BASIN AÇIKLAMASI - Sivas Kongresi; İmparatorluktan Cumhuriyete



Sayı:2017/009
Konu:Sivas Kongresi; İmparatorluktan Cumhuriyete”                                                                 07 Eylül 2017                                                                                                                        
 “Tarih bir ulusun varlığını hiçbir zaman inkâr edemez, çünkü onlar kuvvetli bir iman ile inanırlar ki haksız bir görüşle yurdumuza ve ulusumuza karşı verilen hükümler, ortaya sürülen kanılar, er geç iflas edecektir.” (Gazi Mustafa Kemal Atatürk - 04 Eylül 1919)
BASIN AÇIKLAMASI
Sivas Kongresi, Amasya Genelgesi ile yapılan çağrı üzerine, Ulus’un seçilmiş temsilcilerinin Sivas’ta bir araya gelmesiyle, 4 Eylül 1919-11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleşmiştir.
Sivas Kongresi, Erzurum kararlarına yaptığı geliştirici eklemelerle, 11 maddelik Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğünü ve bir ulusal bağımsızlık bildirisi niteliğindeki Kongre sonuç bildirisini kabul etti.
Sivas Kongre Kararları, yalnızca Kurtuluş Savaşı’nın değil, milli egemenliğe dayalı, tam bağımsız yeni bir Türk devletinin’ de kuruluş bildirgesidir.  Atatürk'ün deyişi ile “ Burada bir milletin kurtuluşunu hazırlayan kararlar verildi ”
Mustafa Kemal Atatürk Sivas Kongresini açış konuşmasında şöyle haykırıyordu: “Efendiler, burada Yüce Heyetinize büyük üzüntülerimle söyleyeceğim ki, memleketin ve milletin kutsal değerlerine güven hissi vermede beceriksizlik ve miskinlikten başka bir güç gösterememiş olan merkezî hükûmet, milletin sesini boğmak, milletin ortak bağlarını kırmak ve bu şekilde milleti daima mağlûp göstermek gibi ancak düşmanlarımızın çıkarına sayılacak hareketlerin yiğitliğini takındı. Bu durum tarihimizde doğal olarak merkezî hükûmetin hesabına çok şüpheli bir devirdir.”
“Saltanat ve hilâfet hükümdar saraylarına kadar boğucu bir tarzda işgal ile devletin can evinde yabancı tekeli ve zorbalığı yerleşti ve bütün bu haksız girişimlere, merkezî hükûmet, belki de tarihte bir eşi daha görülmemiş şekilde katlandı ve daima zayıf ve aciz bir seviyede kaldı.” (04 Eylül 1919)
Mustafa Kemal Atatürk bunları söylerken, Saray ve Damat Ferit hükümetleri manda ve himayenin kabulü ile işgalin en az zararla geçiştirilebileceği, direniş yerine teslimiyetçiliğin en makul çözüm olacağı düşüncesini topluma benimsetmeye yönelik bir yaklaşım ve çaba içindedirler.
Mütareke İstanbul’unun İngiliz Şeriatçısı Sait Mollası, yıllarını Avrupa’da geçirmiş Ali Kemal’i, Kürdistan Emirliği düşleri gören Seyit Abdülkadir’i teslimiyet paydasında birleştiren İngiliz emperyalizmi “İngilizlerin merhametine sığınmaktan başka çözüm aramanın”, “Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı” yapmaya karar verip,  ölümü göze almanın eşkıyalık, hainlik, komünistlik olduğunu” söyletip,  yazdırıyordu
Ne acıdır ki, 4 Eylül 1919'da ki Türkiye tablosu ile 4 Eylül 2017 Türkiye’si neredeyse bire bir örtüşmektedir.
Bugün iktidar olanlar ile dünün saltanat makamını işgal edenler arasında bir fark yoktur. Bu gün Türkiye; “memleketin ve milletin kutsal değerlerine güven hissi vermede beceriksizlik ve miskinlikten başka bir güç gösterememiş olan merkezî hükûmet, milletin sesini boğmak, milletin ortak bağlarını kırmak ve bu şekilde milleti daima mağlûp göstermek gibi ancak düşmanlarımızın” çıkarları ile amaç birliği içinde olan bir hükümet işbaşındadır. Türkiye Cumhuriyeti'ni mütareke Osmanlı'sına çevirmek isteyen bir iktidar, Türkiye’nin yaşamsal sorunlarının yeterince ciddiyetine varamayan, dış güçlerden yardım bekleyen “Gitsin de Nasıl Giderse Gitsin”ci yeni mandacı, NATO’cu, AB’ci bir muhalefet ve işgal girişimiyle karşı karşıya.
Emperyalizm hiç değişmemiştir, dün olduğu gibi bugün de bizi ülkemizde esir etmektedir. İşbirlikçilik, vatan satıcılığı hiç değişmemiştir. İşbirlikçiler dün olduğu gibi bugün de ülkemizi emperyalistlerin egemenliğine teslim etmekten çekinmemektedir.
Böylesi zamanlar küresel merkezlerin ve holding medyasının parlatıp pazarlayarak örgütlerin başına getirdiği/getirttiği, Atlantik ötesinden atanmış, Soros ödenekli, Masonluğu tescilli, süslü simalarla değil; önderlik yeteneği ve kararlılığı yüksek devrimci liderlerle aşılır.
“Hayır paşalar hayır, hayır beyefendiler hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok.. Ya istiklal, ya ölüm var” diyen Mustafa Kemal gibi “ölümü göze alan” liderlerle aşılır.
Dost - Düşman herkes şunu iyi bilmelidir ki; coğrafyayı vatan yapan. Kuvay-ı Milliye, Müdafaa-i hukuk inanç ve iradesinin günümüzdeki mirasçıları olarak bizler bu amansız kavgadan yine galip çıkacağız. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün Sivas’ta belirttiği üzere  tarih bir ulusun varlığını hiçbir zaman inkâr edemez, çünkü onlar kuvvetli bir iman ile inanırlar ki haksız bir görüşle yurdumuza ve ulusumuza karşı verilen hükümler, ortaya sürülen kanılar, er geç iflas edecektir.”
Sivas Kongresinde; emperyalizme, (yedi düvele) meydan okuyan Mustafa Kemal ve “uyanık ve şerefli” 40 delegeye ve beraberindeki isimsiz kahramanlara saygıyla.

YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                 Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

3 Eylül 2017 Pazar

KANDIRILAN OSMANLI SEVDALILARI İLE YÜZLEŞME



Halkımızı, özellikle de toplumun eğitimsiz kesimini Osmanlı tarihi konusunda aldattılar. Abartılı masallarla, uyduruk öykülerle, düpedüz yalanlarla Osmanlı padişahlarını öve öve göklere çıkardılar.
Bilinçli yürütülen bu yalan kampanyanın etkisinde kalan eğitimsiz halkımız, özellikle de gençlerimiz, bu yalan kampanyanın mimarları gibi, Osmanlı’ya “Ecdadımız”, yani “Atalarımız” diye anmaya başladılar ve “Osmanlı Sevdalıları” olarak ortaya çıktılar.
Değerli Dostlar,
Kandırılmış Osmanlı sevdalılarına karşı gösterilecek en doğru yaklaşım, Osmanlı ile ilgili doğruluğu tartışılamaz bilgileri ortaya koymaktır.
İşte, ben de öyle yapıyor ve Osmanlı sevdalılarını yüzleşmeye çağırıyorum.
Osmanlı sevdalılarına önce çok kolay birkaç soru soruyorum:
• 36 Osmanlı padişahından ilk 10’nu sırasıyla sayabilir misiniz? Maneviyatçı bir insan, ecdadının en azından 10 tanesinin adını bilmelidir, değil mi?
• Osmanlı devletini kuran Osman Bey’in mezarı nerede, biliyor musunuz? Mezarını hiç ziyaret ettiniz mi?
• Kendileriyle büyük gurur duyduğunuz Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan 2. Abdülhamit’in mezarları nerede, biliyor musunuz? Yılda en az iki kez olsun, dini bayramlarda onların mezarlarını ziyaret ettiniz mi? Manevi değerlere sahip bir kişi ecdadının mezarını hiç ziyaret etmez mi?
• Son Osmanlı padişahı Vahdettin’in mezarı nerede, biliyor musunuz? Mezarını ziyaret etmeyi hiç düşündünüz mü?
Değerli Dostlar,
Şimdi, Osmanlı sevdalıların önüne yaşanmış dört olayın ayrıntılarını koyacağım, bakalım ne diyecekler.
Tarih: Haziran 1996’nın İlk Haftası
Sultan 4. Murat’ın (1623–1641) türbesi, yani mezarı, İstanbul Sultanahmet semtindedir.
Türbede, 4. Murat’ın tabutunun üzerindeki orijinal pahalı örtüler çoktan çalınmış, yerinde panayır renkli ucuz kumaşlar bulunmaktaydı.
Türbede temizlik, bakım ve onarım yapıldığı gözlemleniyordu.
Sultanahmet, yabancı turistlerin başlıca uğrak yerlerinden biridir.
Türbenin giriş kapısına İngilizce bir duyarı asılmıştı:
“Donation is needed to restore the tomb. Please help us! Thank you.”
Türkçesi:
“Bu türbeyi onarmak için bağışa ihtiyaç vardır. Lütfen bize yardım edin! Teşekkür ederiz.”
Osmanlı’nın torunları, ecdatlarının mezarını onarmak için yabancılardan sadaka dileniyorlardı!
Gidelim, İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmet’in Fatih’teki türbesine, bakalım ne durumda.
Tabutun üzerindeki pahalı örtü çoktan çalınmış!
Bakımsız, bekçisiz, korumasız türbenin duvarına koskoca bir ilan yapıştırmışlar:
“Sanduka üzerindeki sanduka örtüsü yenilenecektir. Bu nedenle 1,5 milyar liraya ihtiyaç vardır.
Makbuz karşılığında yardımda bulunmanız rica olunur.
Allah yardımlarınızı kabul eylesin.”
Fatih’in torunları olduğunu söyleyenler, ecdatlarının mezarını onarmak için açıkça para dileniyorlar!
Bundan daha beter bir rezillik düşünebiliyor musunuz?
Bitmedi, dahası var!
Kanuni Sultan Süleyman’a (1520–1566), Avrupalılar “Muhteşem” sıfatını vermişlerdi.
Muhteşem Süleyman’ın türbesi, İstanbul’da kendi yaptırdığı Süleymaniye Camisi avlusundadır.
Muhteşem Süleyman’ın tabutunun üzerindeki altın işlemeli atlas örtü çoktan çalınmış!
Türbe bakımsız, sahipsiz, bekçisiz, korumasızdır.
Bakım ve onarım yapmaya karar vermişler ve yine İngilizce bir duyuru hazırlayıp türbenin kapısına yapıştırmışlar:
“Viyana kapılarına dayandığında yüz bin kadar Alman öldüren Muhteşem Süleyman’ın türbesinin onarımı için bağışa ihtiyaç vardır.
Lütfen bize yardım edin!
Teşekkürler.”
Bu ilanı gören Avusturyalı, Alman turistlerin nasıl büyük bir zevkle birkaç Mark’ı sadaka olarak fırlattıklarını gözlerinizin önüne getirin!
Kanuni Sultan Süleyman’a ecdadım diyen torunları, ecdatlarının mezar onarımı için Avrupalı turistlere avuç açıp sadaka dileniyorlar!
Dünyada bir benzeri görülmemiş bir kepazeliktir bu!
Bundan daha aşağılık, bundan daha onursuz ve şerefsiz bir davranış hayal edebilir misiniz?
Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan 4. Murat’ın mezar onarımları için avuç açıp Avrupalılardan sadaka dilenilirken, devletin yönetiminde bakın kimler vardı:
T.C. 53. Hükümet
ANAP-DYP Karma Hükümeti
Başbakan: Mesut Yılmaz
Bakanlar: Mehmet Ağar, Mehmet Keçeciler, Hüsnü Doğan, Agâh Oktay Güner, Mustafa Taşar, Yaşar Dedelek, Nahit Menteşe, Cemil Çiçek, Oltan Sungurlu…
Başbakan ve yukarıdaki bakanların alayı kendilerini Milliyetçi, Maneviyatçı ve Muhafazakâr olarak tanıtıyorlardı.
Bu kişilerin tümü, Osmanlı şeriatçısı, Osmanlı sevdalısı, Osmanlıya “ecdadımız” diyenler!
Bu kadar olsa neyse! Daha fazlası var!
Sıkı durun!
İstanbul’da padişah türbelerinin bakım ve onarımı için el açılıp Avrupalılardan sadaka dilenilirken, bilim bakalım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı kimdi?
Osmanlı sevdalılarının reisi Recep Tayyip Erdoğan!
Şimdi de Osmanlı sevdalılarının önüne ikinci bir olayın ayrıntılarını koyuyorum
Tarih: Ekim 1996’nın Başları
İstanbul’da padişah türbeleri soyulmaya başlandı.
Türbesi soyulan ilk padişah Sultan Abdülmecit (1839–1861) oldu.
Türbesi, Fatih’teki Yavuz Selim Camisi’nin avlusundaydı.
Gece yarısından sonra bir grup mezar hırsızı türbenin kilidini kırıp içeri girdiler ve dört yüz yıllık altı adet halıyı sırtlayıp götürdüler.
Kapıda ne bir bekçi ne de bir koruyucu vardı.
Kültür Bakanı, günümüz Türkiye Büyük Millet Meclis Başkanı İsmail Kahraman’dı!
Milliyetçi, Maneviyatçı, Muhafazakâr, Osmanlı şeriatçısı İsmail Kahraman, hırsızlığı gizli tutmaya çalıştı.
Son dört padişahın babası olan Sultan Abdülmecit’in bakımsız, bekçisiz ve korumasız türbesi soyulduğunda iktidarda şu hükümet bulunmaktaydı:
T.C. 54. Hükümet
Refah Partisi-Doğruyol Partisi Karma Hükümeti
Başbakan: Necmettin Erbakan
Bakanlar: Abdullah Gül, Şevket Kazan, Mehmet Ağar, Abdüllatif Şener, Namık Kemal Zeybek, Fehim Adak, Ufuk Söylemez, Bahattin Yücel, İsmail Kahraman…
Başbakan Necmettin Erbakan Milli Görüşçü, maneviyatçı, muhafazakâr, Osmanlı şeriatçısıydı.
Yukarıda adları yazılı bakanlar milliyetçi, maneviyatçı, muhafazakâr, Osmanlı sevdalısıydılar.
Bu kişiler, Kültür Bakanı İsmail Kahraman’ın türbe hırsızlığını gizli tutmasına, sonradan da üzerini kapatmasına hiç seslerini çıkarmadılar…
Osmanlı sevdalılarının önüne üçüncü bir fotoğraf koyuyorum:
Tarih: Temmuz 2004’ün Başları
36 Osmanlı padişahından 29’unun türbesi, yani mezarı İstanbul’dadır.
Fatih Sultan Mehmet, Sultan 2. Beyazıt ve Sultan Ahmet dışındaki tüm padişahların türbeleri ziyarete kapatıldı!
Gerekçe, parasızlık olarak gösterildi.
İktidarda, Osmanlı şeriatçısı AKP bulunmaktaydı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ise Kadir Topbaş’tı.
Fethullah Gülen Cemaati’ne “her istediklerini verenler”, ecdatları Osmanlı padişahlarının mezarlarını onaracak parayı bulamamışlardı!
Osmanlı Sevdalılarına son bir fotoğraf daha sunuyorum:
Tarih: Temmuz 2011’in İlk Yarısı
İstanbul’da Yani Cami’nin arkasında bulunan Hatice Turhan Valide Sultan Türbesi’nde altı Osmanlı padişahı ve ailelerinin mezarları bulunmaktadır: Sultan 1. Mahmut, Sultan 4. Mehmet, Sultan 3. Osman, Sultan 2. Mustafa ve Sultan 5. Murat.
Bakımsızlık yüzünden türbenin kemerlerle kaplı sütunları çöktü, mezarlar zarar gördü.
İktidarda Osmanlı şeriatçısı AKP hükümeti bulunmakta, Osmanlı şeriatçısı Kadir Topbaş da İstanbul Büyükşehir Başkanlığını yapmaktaydı.
Eğitimsiz halkımızı, özellikle de gençlerimizi yalana dayalı Osmanlı propagandasıyla kandıranlar, ecdatlarının mezarlarını onaracak para bulamadıklarını söylüyordu!
Eyyy günümüzün Osmanlı sevdalıları!
Bu olanları okuyup öğrendikten sonra da hiç kimseyi sorgulamayacak mısınız? Ecdadınızı tarihte görülmemiş en ağır hakarete uğratan sorumlularından hesap sormayacak mısınız? O kişilerle ve gerçeklerle hiç yüzleşmeyecek misiniz?
Aklınızı, mantığınızı ve de vicdanınızı hiç kullanmayacak mısınız?
Yılmaz Dikbaş
1 Eylül 2017, Cuma
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

YENİ ÇIKIŞ HATTI CUMHURİYETÇİ CEPHEDİR!



Türkiye, yeni bir rejim inşa etmeye yönelen siyasal İslamcı gücün karşı devrimci hamlesi ile bu saldırıya karşı koymaya ve kazanımlarını savunmaya çalışan dağınık toplumsal direniş odaklarının yarattığı gerilim ikliminde sarsılıyor. Ülke, tarihsel yönünü yeniden belirleyeceği bir yol ayrımına doğru gidiyor. Bütün uzlaşma zeminlerinin imha edildiği bu süreçte, sert bir çatışma ve kırılmanın yaşanması kaçınılmaz görünüyor.
AKP, bazı liberallerin ve parti yöneticilerinin ileri sürdüğü gibi, ne akademik ne ideolojik ne de siyasal anlamda muhafazakâr / merkez sağ bir siyasal hareket değildi, hiç olmadı da. AKP, esas olarak rejimle çatışan, onu köklü bir şekilde değiştirmeyi hedefleyen dinci/mezhepçi, yani siyasal İslamcı bir partiydi. Takiyeci AKP liderliği ve liberallerin perdelediği bu gerçek görüldüğünde çok geç kalınmıştı.
Türkiye gericiliği ne yapmak istediğini biliyor, siyasal İslamcılar programını uyguluyor. Buna karşılık, ülkenin ilerici, cumhuriyetçi, sol, laiklikten yana güçleri bu saldırıyı karşılayacak bir cephe ve programdan henüz yoksun görünüyor. CHP’nin başlattığı Adalet yürüyüşü, mitingi ve kurultayının böyle bir ihtiyaca yanıt vermeye çalıştığı anlaşılıyor.
Ancak, bir yandan solun ve sosyalist hareketin yeterince dikkate alınmadığı, diğer taraftan solun ve sosyalist hareketin de anlaşılamaz bir aymazlıkla kayıtsız kaldığı bu girişimin, böyle kaldığı sürece başarılı olması çok zor görünüyor. Çünkü bugün için tek çıkış hattı olduğunu söyleyebileceğimiz cumhuriyetçi bir cephenin dinamosu ve militan gücünü ancak solun oluşturabileceğini görmek gerekiyor.
* * *
Yaklaşık 70 yıla yayılan karşı devrim, siyasal İslamcıların talepleri ile emperyalizmin bölgesel ve küresel ihtiyaçlarının örtüştüğü bir tarihsel kesitte başarıya ulaştı. İktidarı eline geçiren siyasal İslamcı AKP, önüne gelen fırsatı utanç verici yöntemlerle değerlendirerek, zaten içi boşaltılmış ve bir kabuğa dönüşmüş 1923 Cumhuriyetini emperyalizmle işbirliği içinde yıktı.
Dünyada, kapitalist pazarın bütünleşmesinin önündeki en büyük engeli oluşturan Sosyalist Blokun çözülmesinin ardından, sıra, daha geçirgen olsa da sermayenin serbest dolaşımını sınırlayan ulusal devletlerin yıkımına gelmişti. Türkiye’de, Kemalist bağımsızlıkçı çizgileri silikleşse de Cumhuriyetin yıkılması, Avrupa’da Yugoslavya’nın parçalanması, Ortadoğu’da (buna Müslüman coğrafyası da diyebiliriz) Cumhuriyet Türkiye’si modelini izleyen seküler ya da yarı laik ulusal devletlerin imhası ve nihayet Latin Amerika’da Bolivarcı rejimlerin tasfiye edilmesi gibi hedefler, bu küresel siyaset planlamasının köşe taşlarını oluşturdu.
Türkiye’de 15-20 Temmuz darbe sürecinin mekaniği içinde, Cumhuriyet’e son darbe vurulup, düşük yoğunluklu da olsa bir dinci/mezhepçi devletin kuruluşu için radikal adımların atılmaya başladığı tarihsel dönemeçte, dünyada da köklü bir değişim yaşanıyordu. Başta ABD olmak üzere, Batı’nın (emperyalizmin) siyasal islamla giriştiği işbirliği, o kirli dans büyük bir başarısızlık ve fiyaskoyla sonuçlanıyordu. Emperyalizmin, küresel sermayenin serbest dolaşımının önündeki ulusal (buna ulusalcı da diyebiliriz) devletleri ve ideolojik direniş hatlarını yıkmak için başlattığı bu işbirliği, dönüp kendisini vuran bir silaha dönüşmüştü.
* * *
Başta bölgemiz olmak üzere dünyada siyasal İslamcılık iflas ediyor, 21. yüzyılda IŞİD ve El Kaide anlayışı dışında insanlığa bir gelecek ufku sunamayan Ortaçağ artığı bir gücün bütün insanlık için tehdit oluşturduğu dramatik şekilde görülüyor. Siyasal İslamcı hareket içindeki “en iyi seçenek” diye sunulmaya çalışılan İhvan (Müslüman Kardeşler) hareketinin de özünde IŞİD ya da El Kaide’den farklı olmadığı anlaşılıyor.
Çok açık ki, ılımlısıyla radikaliyle siyasal İslamcılık çöktü. Bu çöküş kaçınılmazdı. Çünkü 11. yüzyılda teolojik temelleri atılan ve Emevi rejimi tarafından kurumsallaştırılan bu günkü egemen Sünni İslam anlayışı (Muaviye ideolojisi) kendi Ortaçağını aşamadı.
İslam’ın uzayan bu Ortaçağı, günümüzde bütün Müslüman halkları sefalet, cehalet, yıkım, ilkellik, zavallılık, kan ve gözyaşı içinde boğuyor.
Doğu'nun parlayan yıldızı ve İslam dünyasında Ortaçağı aşan tek örnek durumundaki modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılarak, yerine bir din devletinin kurulmaya çalışılması, söz konusu zavallılığı daha da derinleştirecek gibi görünüyor. Çünkü imam hatipçi anlayışı temel eğitim sistemi haline getiren; akla, bilime ve seküler hukuka dayalı kamu düzenini tasfiye eden AKP, ülkeyi bir din toplumu olarak yeniden inşa etmeyi hedefliyor. Ülke hızla Pakistanlaşıyor.
* * *
Bugün Türkiye’nin tarihsel ilerleme yatağının dışına çıktığını tespit edebiliriz. Ülke, Ortaçağa iade edilme girişimiyle karşı karşıya. Ancak, ortada çok önemli bir sorun var; Erdoğan ve militan İslamcı ekibi, eski rejimi, cumhuriyeti yıktı yıkmasına ama yerine kendi rejimini, islamo-faşist bir düzeni henüz kuramadı.
Diğer taraftan, bu girişime karşı büyük bir toplumsal direniş şekilleniyor. Daha önce liberallerin desteğiyle bu direniş refleksini kıran AKP, artık bu yeteneğini de yitirmiş görünüyor.
Cumhuriyet Mitingleri, ulusal bayramlarda yapılan büyük laiklik gösterileri, Gezi/Haziran direnişi, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra yapılan 24 Temmuz Taksim mitingi, 13 Haziran Adalet Yürüyüşü, 9 Temmuz büyük Maltepe Mitingi ve Adalet Kurultayı gelişen bu direniş dinamiğinin kilometre taşlarını oluşturuyor.
Erdoğan-AKP iktidarı, inşa etmeye çalıştığı yeni rejim konusunda siyasal zor ya da toplumsal rızaya dayalı bir mutabakat da oluşturabilmiş değil. Tam tersine, kurmaya çalıştıkları yeni rejimi hukuksal bakımdan güvenceye de alamadılar. Öyle ki, yeni rejimin hukuksal temelini oluşturacak Anaya değişikliklerini yapmak üzere düzenledikleri 16 Nisan Referandumu da bir yenilgiye işaret ediyordu. Çünkü 1,5 milyon sahte oya karşın ancak burun farkıyla kazanılan bir referandumdu ve bu yanıyla bir ‘Pirus zaferi’ bile değildi.
Şimdi ortada tanımsız, anayasasız, tarihsel referansları belirsiz, üzerinde mutabakat sağlanmamış bir devlet ve iktidar var. Türkiye tam anlamıyla hem bir iktidar boşluğu hem de bir iktidarın tek elde toplanmaya başladığı bir diktaya sürüklenme süreci yaşıyor. Devleti bir arada tutan, üzerinde anlaşma sağlanmış zeminlerin olmadığı bir dönemden geçiliyor.
* * *
Erdoğan, AKP ve siyasal İslamcı hareket cumhuriyeti yıktı ve fakat yeni bir kurucu iradeyi güçlü şekilde ortaya koyamadı. Çünkü Erdoğan ve AKP’yi iktidara taşıyan iç ve dış dinamikler köklü bir şekilde değişti. Örneğin Batının siyasal islamla bağını kestiği bir konjonktürde (toplu durum) AKP iktidarı, dinci/mezhepçi bir rejim kurma ısrarı nedeniyle Batı’dan dışlandı. Suriye’de ağır bir yenilgiye uğradı ve dünyada yalnızlaştı... AKP, Türkiye’de cami cemaatinin bir bölümü dışında toplumun bütün kesimleriyle çatışmaya girişti. Hala belli bir güç olan kitle tabanını bir yana bırakırsak eğer, servetten ve iktidardan daha çok pay almaya çalışan yağmacı çevreler dışında anlamlı bir desteği kalmadı.
Daha da önemlisi, iktidar gücünü elinde tutmasına karşın, yeni bir rejim kuruculuğu için gereken birikime, donanıma, görgüye, bilgiye, tarihsel referanslara ve güce sahip olmayan bir kadronun, bir kurucu irade oluşturması da son derece zordu. Nitekim öyle de oldu.
Diğer taraftan, Erdoğan ve siyasal İslamcı ekibi, Türkiye’nin aydınlanma ve modernleşme birikimini hafife aldı. Bu ülkenin ilerici ve devrimci geleneğini dikkate almadan atılacak her radikal adımın, toplumun işleyiş yasalarına, tarihin mantığına ve insanın doğasına karşı bir savaş, üstelik kazanılması imkânsız bir savaş olduğunu anlayamadılar.
Türkiye’yi yeniden aydınlığa çıkaracak, Ortaçağın saldırısını püskürtecek ve dinci gericiliği bir daha tarih sahnesine çıkamayacak derinlikte yenilgiye uğratacak bir siyasal inisiyatifin alınması için bütün koşullar uygun. Bugünkü krizi çözecek, toplumu yeniden birleştirecek ve ileriye taşıyacak kurucu irade, ancak, tarihin çağırısına uygun devrimci bir atılımla mümkün.
Bu anlamda, temelini emekçilerin oluşturduğu geniş bir ilerici-cumhuriyetçi cephe ve tarihin çağırısına uygun bir program oluşturulması için her şey hazır. Böyle bir cephe zaten yaşamın içinde fiilen oluşuyor. Sol, böyle bir cephenin kurulması ve programının oluşturulması sürecine etkin şekilde katılmalıdır. Böyle bir cephenin başarılı olması, hedeflerini gerçekleştirmesi de solun oynayacağı etkin role bağlıdır. Sosyalist hareket, laiklik ve cumhuriyet mücadelesine abdestinden emin olarak, ‘amasız –fakatsız’ bir şekilde katılmadığı takdirde tarihin dışına düşecektir.  

Merdan YANARDAĞ
01 Eylül 2017 Cuma