Türkiye, yeni bir rejim inşa etmeye yönelen siyasal İslamcı gücün
karşı devrimci hamlesi ile bu saldırıya karşı koymaya ve kazanımlarını
savunmaya çalışan dağınık toplumsal direniş odaklarının yarattığı gerilim
ikliminde sarsılıyor. Ülke, tarihsel yönünü yeniden belirleyeceği bir yol
ayrımına doğru gidiyor. Bütün uzlaşma zeminlerinin imha edildiği bu süreçte,
sert bir çatışma ve kırılmanın yaşanması kaçınılmaz görünüyor.
AKP, bazı liberallerin ve parti yöneticilerinin ileri sürdüğü gibi, ne
akademik ne ideolojik ne de siyasal anlamda muhafazakâr / merkez sağ bir
siyasal hareket değildi, hiç olmadı da. AKP, esas olarak rejimle çatışan,
onu köklü bir şekilde değiştirmeyi hedefleyen dinci/mezhepçi, yani siyasal
İslamcı bir partiydi. Takiyeci AKP liderliği ve liberallerin perdelediği
bu gerçek görüldüğünde çok geç kalınmıştı.
Türkiye gericiliği ne yapmak istediğini biliyor, siyasal İslamcılar programını
uyguluyor. Buna karşılık, ülkenin ilerici, cumhuriyetçi, sol, laiklikten yana güçleri
bu saldırıyı karşılayacak bir cephe ve programdan henüz yoksun görünüyor.
CHP’nin başlattığı Adalet yürüyüşü, mitingi ve kurultayının böyle bir ihtiyaca
yanıt vermeye çalıştığı anlaşılıyor.
Ancak, bir yandan solun ve sosyalist hareketin yeterince dikkate
alınmadığı, diğer taraftan solun ve sosyalist hareketin de anlaşılamaz bir
aymazlıkla kayıtsız kaldığı bu girişimin, böyle kaldığı sürece başarılı
olması çok zor görünüyor. Çünkü bugün için tek çıkış hattı olduğunu
söyleyebileceğimiz cumhuriyetçi bir cephenin dinamosu ve militan gücünü ancak
solun oluşturabileceğini görmek gerekiyor.
* * *
Yaklaşık 70 yıla yayılan karşı devrim, siyasal İslamcıların talepleri
ile emperyalizmin bölgesel ve küresel ihtiyaçlarının örtüştüğü bir tarihsel
kesitte başarıya ulaştı. İktidarı eline geçiren siyasal İslamcı AKP, önüne
gelen fırsatı utanç verici yöntemlerle değerlendirerek, zaten içi boşaltılmış
ve bir kabuğa dönüşmüş 1923 Cumhuriyetini emperyalizmle işbirliği içinde yıktı.
Dünyada, kapitalist pazarın bütünleşmesinin önündeki en büyük engeli
oluşturan Sosyalist Blokun çözülmesinin ardından, sıra, daha
geçirgen olsa da sermayenin serbest dolaşımını sınırlayan ulusal
devletlerin yıkımına gelmişti. Türkiye’de, Kemalist bağımsızlıkçı çizgileri silikleşse
de Cumhuriyetin yıkılması, Avrupa’da Yugoslavya’nın parçalanması, Ortadoğu’da
(buna Müslüman coğrafyası da diyebiliriz) Cumhuriyet Türkiye’si modelini
izleyen seküler ya da yarı laik ulusal devletlerin imhası ve nihayet Latin
Amerika’da Bolivarcı rejimlerin tasfiye edilmesi gibi hedefler, bu küresel
siyaset planlamasının köşe taşlarını oluşturdu.
Türkiye’de 15-20 Temmuz darbe sürecinin mekaniği içinde, Cumhuriyet’e son
darbe vurulup, düşük yoğunluklu da olsa bir dinci/mezhepçi devletin kuruluşu
için radikal adımların atılmaya başladığı tarihsel dönemeçte, dünyada da köklü
bir değişim yaşanıyordu. Başta ABD olmak üzere, Batı’nın (emperyalizmin)
siyasal islamla giriştiği işbirliği, o kirli dans büyük bir başarısızlık
ve fiyaskoyla sonuçlanıyordu. Emperyalizmin, küresel sermayenin serbest
dolaşımının önündeki ulusal (buna ulusalcı da diyebiliriz) devletleri ve
ideolojik direniş hatlarını yıkmak için başlattığı bu işbirliği, dönüp
kendisini vuran bir silaha dönüşmüştü.
* * *
Başta bölgemiz olmak üzere dünyada siyasal İslamcılık iflas ediyor, 21.
yüzyılda IŞİD ve El Kaide anlayışı dışında insanlığa bir gelecek ufku sunamayan
Ortaçağ artığı bir gücün bütün insanlık için tehdit oluşturduğu
dramatik şekilde görülüyor. Siyasal İslamcı hareket içindeki “en iyi
seçenek” diye sunulmaya çalışılan İhvan (Müslüman Kardeşler) hareketinin de
özünde IŞİD ya da El Kaide’den farklı olmadığı anlaşılıyor.
Çok açık ki, ılımlısıyla radikaliyle siyasal İslamcılık çöktü. Bu çöküş
kaçınılmazdı. Çünkü 11. yüzyılda teolojik temelleri atılan ve Emevi rejimi
tarafından kurumsallaştırılan bu günkü egemen Sünni İslam anlayışı (Muaviye
ideolojisi) kendi Ortaçağını aşamadı.
İslam’ın uzayan bu Ortaçağı, günümüzde bütün Müslüman
halkları sefalet, cehalet, yıkım, ilkellik, zavallılık, kan ve gözyaşı
içinde boğuyor.
Doğu'nun parlayan yıldızı ve İslam dünyasında Ortaçağı aşan tek
örnek durumundaki modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılarak, yerine bir
din devletinin kurulmaya çalışılması, söz konusu zavallılığı daha da
derinleştirecek gibi görünüyor. Çünkü imam hatipçi anlayışı temel eğitim
sistemi haline getiren; akla, bilime ve seküler hukuka dayalı
kamu düzenini tasfiye eden AKP, ülkeyi bir din toplumu olarak yeniden inşa
etmeyi hedefliyor. Ülke hızla Pakistanlaşıyor.
* * *
Bugün Türkiye’nin tarihsel ilerleme yatağının dışına çıktığını tespit
edebiliriz. Ülke, Ortaçağa iade edilme girişimiyle karşı karşıya. Ancak, ortada
çok önemli bir sorun var; Erdoğan ve militan İslamcı ekibi, eski rejimi,
cumhuriyeti yıktı yıkmasına ama yerine kendi rejimini, islamo-faşist bir düzeni
henüz kuramadı.
Diğer taraftan, bu girişime karşı büyük bir toplumsal direniş şekilleniyor.
Daha önce liberallerin desteğiyle bu direniş refleksini kıran AKP, artık bu
yeteneğini de yitirmiş görünüyor.
Cumhuriyet Mitingleri, ulusal bayramlarda yapılan büyük laiklik
gösterileri, Gezi/Haziran direnişi, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra
yapılan 24 Temmuz Taksim mitingi, 13 Haziran Adalet Yürüyüşü, 9
Temmuz büyük Maltepe Mitingi ve Adalet Kurultayı gelişen bu direniş
dinamiğinin kilometre taşlarını oluşturuyor.
Erdoğan-AKP iktidarı, inşa etmeye çalıştığı yeni rejim konusunda siyasal
zor ya da toplumsal rızaya dayalı bir mutabakat da oluşturabilmiş değil. Tam
tersine, kurmaya çalıştıkları yeni rejimi hukuksal bakımdan güvenceye de
alamadılar. Öyle ki, yeni rejimin hukuksal temelini oluşturacak Anaya
değişikliklerini yapmak üzere düzenledikleri 16 Nisan Referandumu da bir
yenilgiye işaret ediyordu. Çünkü 1,5 milyon sahte oya karşın ancak burun
farkıyla kazanılan bir referandumdu ve bu yanıyla bir ‘Pirus zaferi’ bile
değildi.
Şimdi ortada tanımsız, anayasasız, tarihsel referansları belirsiz, üzerinde
mutabakat sağlanmamış bir devlet ve iktidar var. Türkiye tam anlamıyla hem bir
iktidar boşluğu hem de bir iktidarın tek elde toplanmaya başladığı bir diktaya
sürüklenme süreci yaşıyor. Devleti bir arada tutan, üzerinde anlaşma sağlanmış
zeminlerin olmadığı bir dönemden geçiliyor.
* * *
Erdoğan, AKP ve siyasal İslamcı hareket cumhuriyeti yıktı ve fakat yeni bir
kurucu iradeyi güçlü şekilde ortaya koyamadı. Çünkü Erdoğan ve AKP’yi iktidara
taşıyan iç ve dış dinamikler köklü bir şekilde değişti. Örneğin Batının
siyasal islamla bağını kestiği bir konjonktürde (toplu durum) AKP iktidarı,
dinci/mezhepçi bir rejim kurma ısrarı nedeniyle Batı’dan dışlandı. Suriye’de
ağır bir yenilgiye uğradı ve dünyada yalnızlaştı... AKP, Türkiye’de cami
cemaatinin bir bölümü dışında toplumun bütün kesimleriyle çatışmaya girişti.
Hala belli bir güç olan kitle tabanını bir yana bırakırsak eğer, servetten ve
iktidardan daha çok pay almaya çalışan yağmacı çevreler dışında anlamlı bir
desteği kalmadı.
Daha da önemlisi, iktidar gücünü elinde tutmasına karşın, yeni bir
rejim kuruculuğu için gereken birikime, donanıma, görgüye, bilgiye,
tarihsel referanslara ve güce sahip olmayan bir kadronun, bir kurucu
irade oluşturması da son derece zordu. Nitekim öyle de oldu.
Diğer taraftan, Erdoğan ve siyasal İslamcı ekibi, Türkiye’nin aydınlanma ve
modernleşme birikimini hafife aldı. Bu ülkenin ilerici ve devrimci
geleneğini dikkate almadan atılacak her radikal adımın, toplumun işleyiş
yasalarına, tarihin mantığına ve insanın doğasına karşı bir savaş, üstelik
kazanılması imkânsız bir savaş olduğunu anlayamadılar.
Türkiye’yi yeniden aydınlığa çıkaracak, Ortaçağın saldırısını püskürtecek
ve dinci gericiliği bir daha tarih sahnesine çıkamayacak derinlikte
yenilgiye uğratacak bir siyasal inisiyatifin alınması için bütün koşullar
uygun. Bugünkü krizi çözecek, toplumu yeniden birleştirecek ve ileriye
taşıyacak kurucu irade, ancak, tarihin çağırısına uygun devrimci bir atılımla
mümkün.
Bu anlamda, temelini emekçilerin oluşturduğu geniş bir ilerici-cumhuriyetçi
cephe ve tarihin çağırısına uygun bir program oluşturulması için her şey hazır.
Böyle bir cephe zaten yaşamın içinde fiilen oluşuyor. Sol, böyle bir cephenin
kurulması ve programının oluşturulması sürecine etkin şekilde katılmalıdır.
Böyle bir cephenin başarılı olması, hedeflerini gerçekleştirmesi de solun
oynayacağı etkin role bağlıdır. Sosyalist hareket, laiklik ve cumhuriyet
mücadelesine abdestinden emin olarak, ‘amasız –fakatsız’ bir şekilde
katılmadığı takdirde tarihin dışına düşecektir.
Merdan YANARDAĞ
01 Eylül 2017 Cuma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder