5 Şubat 2017 Pazar

ISPARTA BELEDİYE BAŞKANI SN. YUSUF ZİYA GÜNAYDIN A AÇIK MEKTUP



(Hem kendinizin, hem de Isparta’nın “idam fermanının” altına imza atıyorsunuz!)
Öncelikle, bilgi ve sezgi sahibi hiçbir insanın asla itiraz edemeyeceği şu gerçekleri hatırlatarak başlayalım:
Sn Başkan;  Siz, 30 Mart 2014 Yerel Seçiminde 3.kez MHP’den Belediye Başkanı seçildiniz.  Ancak sizin 3. kez seçilmeniz bir “oylama” sonucu değil, “OYDAŞMA” sonucudur. Bilindiği üzere “oydaşma;  tartışmalı bir konuda uzlaşılarak ulaşılan genel görüş birliği, çoğunluğun aynı düşüncede birleşmesi” anlamına gelmektedir.
Bu konuya açıklama getirmek üzere diğerlerini değil, yalnızca 2014 yerel ve 2015 Kasım genel seçimlerinin sonuçlarına bakmamız yeterli olacaktır.
Sn Başkan;  2014 Yerel seçimlerinde MHP den Belediye Başkan adayı olarak sizin aldığınız oy 54.164 Isparta Merkez de ki oy oranınız %44,5
Aynı dönemde CHP adayı Sn. Prof. Dr. Lütfi ÇAKMAKÇI’NIN aldığı oy ise 12.119 Isparta Merkez de ki oy oranı %10
Bu sonuçlara göre MHP adayı Y.Ziya GÜNAYDIN,  CHP adayı Sn. Prof. Dr. Lütfi ÇAKMAKÇI’ DAN 24.209 daha fazla oy almıştır.
Şimdi gelelim 2015 Genel seçimlerine  
Bu seçimlerde MHP'nin Isparta Merkezde aldığı oy 29.955 oy oranı 20,94 %
Bu seçimlerde CHP’nin Isparta Merkezde aldığı oy 29.348 oy oranı 20,52 %
Bu durumda CHP’nin 17.229 seçmeni 2014 yerel seçimlerinde kendi partisinin adayı Sn. Prof. Dr. Lütfi ÇAKMAKÇI’ ya değil MHP adayı Y.Ziya GÜNAYDIN’A oy vermiştir.
2014 Yerel seçimlerinde CHP ve MHP dışında diğer partilerin seçmeni olan 6.980 yurttaşımız yine bir “OYDAŞMA” sonucu MHP adayı Y.Ziya GÜNAYDIN’A oy vermiştir.
Sn. Başkan; bu sonuçlara göre siz yalnızca MHP seçmeninin verdiği oylarla değil, başta CHP olmak üzere MHP’ye muhalefet eden DP, İP, DSP,  BBP,  SP’li yurttaşlarımızın verdiği oylarla Isparta Belediye Başkanlığı koltuğunda oturuyorsunuz.
Bu durum yalnızca son seçilmenize özgü değildir. Daha önceki her iki seçimde de “oylama” değil, “oydaşma” söz konusudur.
Sn. Başkan; 28 Ocak 2017 tarihli yerel Gazete ve internet haber sitelerindeGünaydın’ın geçtiğimiz hafta içinde MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli ile uzun süren bir görüşme yaptığı öğrenildi. Dün de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Belediye Başkanları ile yaptığı toplantıya katılan Başkan Günaydın’ın referandumdaki kararı ile ilgili olarak; CUMHURBAŞKANLIĞI İÇİN NİSAN AYI BAŞINDA YAPILMASI PLANLANAN REFERANDUMDA ISPARTA BELEDİYE BAŞKANI YUSUF ZIYA GÜNAYDIN “EVET” DİYECEĞİ VE AKTİF OLARAK KAMPANYA SÜRECİNE KATILACAĞI BELİRTİLDİ” haberleri yer aldı. Bu güne değin bu haberlerin doğru olmadığına ilişkin bir açıklama da yapılmadı.
Hak ve sorumluluklarının bilincinde bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak “laik demokratik, hukuk Devleti”nin varlığını sonlandıran, Havva ananın bile dünkü çocuk sayıldığı bu toprakların üzerinde yaşayan, soylu Türk devletinin, yüz binlerce şehidimizin kanı bedeli kazandığı ulusal egemenliği bir firavun, tiran ya da bir diktatöre  teslim etme amacına yönelik başkanlık yasası konusundaki duruşunuz konusunda size kimi gerçekleri açıklamayı kendime görev kabul ediyorum.
Sn. Başkan;  Bu açık mektupta, Sizin FETÖ tarafından düzenlenen, bizim şiddetle karşı çıktığımız Türkçe Olimpiyatlarına “Türkçe Olimpiyatları ülkemiz ve ilimiz için çok önemli bir projedir. Bu olimpiyatların düzenlenmesi için elimizden ne geliyorsa tüm desteği vereceğim” yolundaki açıklamalarınızdan, Başkanlık döneminizde “görevi kötüye kullanma” nedeniyle yargılanmanızdan da söz etmeyeceğim.
Sn. Başkan;   Önümüzdeki süreçte yapılacak referandumda “EVET” diyeceğiniz ve “aktif olarak kampanya sürecine katılacağınızı” açıkladığınız “Başkanlık Yasası” oylamasında yalnızca yeni bir Anayasa paketinin oylanacağı, iddiaları tam bir yalan, aldatma ve sinsice hazırlanmış bir ihanet tuzağından başka bir anlam taşımamaktadır.
Başkanlık Yasası; Kuruluşundan bu yana Laik demokratik Cumhuriyet, cumhuriyetin temel değerleri ve kurucularıyla kavgalı, uluslararası güçlerin “Yeni Sevr” projesi olarak tasarlayıp iktidara taşıdıkları bir siyasi kadronun kendi üyelerinden bile gizleyerek hazırladıkları Türk Halkına karşı kurulmuş bir tuzaktır.
“Gölge CIA" olarak bilinen Strafor’un sahibi, ünlü stratejist George Friedman bu gerçeği hiç saklamaya bile gerek duymadan yakın geçmişte Türkiye’de bir üniversitede yapılan konferansta açıkça dile getirdi.  “Türkiye, Osmanlı’nın sahip olduğu topraklara yeniden hükmedecek. Elbette, Osmanlı’dan çok farklı bir formda yapılanma olacak. Türkiye, bölge ülkelerine valiler atayacak veya ‘Türkiye Birliği’ adında bir örgütlenmeye gidecek. Nasıl bir örgütlenme kurulacağını süreç gösterecek”
Bu sözler,  bu Anayasa paketinin nerede, kimler tarafından, nasıl bir çalışma sürecinde hazırlandığının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde itiraf edilmesidir.
Sn. Başkan;    Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Cumhuriyet’in üst organı olmaktan çıkarılarak, Bir “Danışma Meclisi” işlevine dönüştürüldüğü
·                        Başbakan ve Bakanlar Kurulunun kaldırıldığı, yasama ile birlikte yürütmenin ve yargının tek kişiye teslim edildiği,
·                        Güvenoyu ve güvensizlik, Gensoru ya da Meclis soruşturmasının askıya alındığı ve olanaksız kılındığı, (Böylece 17/25 Aralık dosyalarının Meclis arşivine kaldırılacağı)
·                        Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Binali Yıldırımın bu Anayasa değişikliği ile aklandığı
·                        Çok partili düzen ve siyasi partilerin “düzen” dışına çıkarıldığı,
·                        Siyasi iktidarı ve devleti, bir başkanın otoritesine devir ve teslim edildiği,
·                        Gerçekte firavun, tiran ya da bir diktatör olan, Cumhurbaşkanının 600 kişilik Mecliste yüksek oy oranları ile korumaya alındığı,
·                        Firavun, tiran ya da bir diktatör olan Cumhurbaşkanı tarafından yasa gücünde kararname çıkarabildiği bir değişiklik söz konusu.
Sn. Başkan;  Yalnız bu kadar’da değil. Sn. Süleyman DEMİREL’İN dediği gibi “Turpun büyüğü heybede.”  Bu Anayasa değişikliği Paketinde Yürürlükte olan anayasanın 113. Maddesi  “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatı kanunla düzenlenir.”  Hükmü kaşla –göz arası, yalap-şalap aşağıdaki gibi değiştirilmiştir. Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir.”
Sn. Başkan;  Siz zeki bir insansınız. Bu değişikliğin ne anlama geldiğini anlayıp-algılayacak bilgi birikimine de sahipsiniz. Bu madde; üzerinde özenle durduğumuz, TC Anayasasının ilk 3 maddesinin zımnen (üstü örtülü olarak, kapalı bir biçimde örtük) ortadan kaldırılması, Üniter devletin, Federal- Eyalet sistemine başkanlık kararnamesi ile dönüştürülmesidir. Bu niyetle hareket edildiğini, son mimar, cumhurbaşkanı başdanışmanı Mehmet Uçum açık açık söylüyor. “Türk Milleti olmaz, bu bir etnisiteye ayrıcalık vermektir”, diyor. Egemenliği etnik topluluklar arasında bölme hedefi güden planı başka nasıl söylesin?
Peki, Sn. Başkan, PKK’nın ve 30.000’i aşkın yurttaşımızın kanı elerlide olan A.Öcalan’ın istemlerinin özünü oluşturan  “Federal- Eyalet Sistemi”nin önündeki engelleri kaldıran bu anayasa değişikliğine hangi kimliğinizle “EVET” demeyi düşünüyorsunuz?  Bunu size oy veren 29.955 MHP, 17.229 CHP, 6.980 DP, İP, DSP,  BBP,  SP’li seçmene nasıl açıklayacaksınız. Siyasi ahlak anlayışınız ve vicdanınız bunu kabul edebiliyor mu?
Sn. Başkan;  Belki Yusuf Ziya GÜNAYDIN olarak yukarıda saydığım ve aşağıda eklediğim “ihanet” maddelerine “EVET” diyebilirsiniz. Bu nedenle tarih sizi kurtuluş savaşında İşgal sırasındaki İzmir Valisi İzzet Bey gibi belleğine kayıt eder.
Ancak ISPARTA Belediye Başkanı olarak “EVET” diyemezsiniz! Çünkü sizi seçenler size “İçeride kontrolsüz, dışarıdan güdümlü” BAŞKANLIĞA razı olma, “evet” deme yetkisi vermedi/vermeyecektir.
Sn. Başkan; 17 Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe giren Yeni Sevr Antlaşmaları: “İkiz Sözleşmeler”, 2012 Kasım’ında yasalaşıp yürürlüğe giren “Bütünşehir/Büyükşehir Belediye Kanunu” ve “Kalkınma Ajansları” ile Üniter Devletin tasfiyesi, Federe devletin hukuksal alt yapısı zaten oluşturulmuştu.
Bu gün firavun, tiran ya da diktatörün istediği başkanlık sisteminde büyükşehir belediye başkanlıkları tamamen işlevsiz hale geliyor ve adeta bir şube müdürlüğüne dönüşüyor. Belediye Başkanlıklarının tamamı başkanlığa bağlanıyor, birer şube müdürlüğü haline geliyor.
Evet, belediye başkanları seçiliyor ama belediye başkanlarının tüm yetkileri tırpanlanıyor. Tamamı başkanlığın çatısı altında oluşturulacak bir sisteme bağlanıyor. Yani Türkiye’de nefes almak bile firavun, tiran ya da diktatörün iznine bağlı kılınıyor. Belediye başkanı yine seçimle işbaşına gelmektedir ancak belediye başkanının idari görevler, birimler ve personel üzerinde kontrolü söz konusu değildir. Bu sistemde belediye başkanı daha seremonik (törensel) bir makamdır. Halk seçimlerde bazı önemli kamu görevlilerini de seçmektedir. Bu nedenle, yönetimde ve karar alma sürecinde Federal yapıya dönüştürülen  “yerel meclis” çok daha aktif bir rol oynayacaktır.
Sn. Başkan;  Siz, Cumhuriyetin kökten yıkımı olan Anayasa değişikliğine “evet”  derken “kendi ayağınıza kurşun sıkmakla” kalmıyor, hem kendinizin, hem de Isparta’nın “idam fermanına”          evet diyorsunuz. Bu yalnızca benim değil, önceki dönem MHP milletvekili olan Sn. Sinan OĞAN’IN saptamasıdır. Sn OĞAN; şöyle diyor; “Ayrıca başkanlığa evet diyecek belediye başkanlarını da anlamak mümkün değildir. Kendi elleri ile hem kendilerinin hem de yönettikleri şehirlerin idam fermanını imzalamaktadırlar.”
Sn. Başkan;  Mensubu bulunduğunuz MHP’nin 1 Kasım 2015 seçim bildirgesinde  “Partimiz hangi düşünce ve gerekçeyle olursa olsun, demokratik rejime ve parlamentonun anayasal yetkilerine dışarıdan her türlü müdahalenin gayrimeşru ve kabul edilemez olduğuna ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin; devletin kuruluş ilkelerine, Türk Milletinin ortak değerlerine, Türkiye’nin huzuruna ve kardeşliğine, parlamentonun itibarına ve yetkilerine ve siyaset ahlakına her şartta sahip çıkması gerektiğine inanmaktadır” yazmaktadır. MHP’ye ve size oy verenler bu belge ile üstlendiğiniz “demokratik rejime ve parlamentonun anayasal yetkilerine” verdiğiniz güvence üzerine size oy verdiler. Peki, ne değişti de aynı MHP seçmenlerine ve Türk halkına verdiği güvenceden dönüş yaptı?
Bu dönüş, Türk ulusunun yüz binlerce şehit kanı bedeli elde ettiği, bir milletin onur ve namusu ile özdeş olan “Milli Egemenlik” hak ve yetkisini bir diktatörün eline teslim etmekle sonuçlanacaktır. Bunun bedelini yalnızca MHP değil 80 milyon Türk ulusu bir kez daha ödemekle karşı karşıya bırakılmıştır. Buna makamı, unvanı ne olursa olsun hiç kimsenin hakkı - yetkisi yoktur ve olamaz. 
AKP’yi ve Erdoğan’ı bu güne değin işledikleri iddia edilen suçlardan arındırmak, aklamak amaçlı, küresel merkezlerde imal edilmiş, tam bir mühendislik ürünü olan “BAŞKANLIK YASASI”  konusundaki kararınızı bu bilgiler ışığında bir kez daha değerlendireceğinizi umuyoruz.
Üzüntülerimle Sn. Başkan. 05.02.2017 Isparta
                                                                                                Mahmut ÖZYÜREK
                                                                             Ulusal Eğitim Derneği
                                                                             Isparta Şube Başkanı


2 Şubat 2017 Perşembe

Hayır’dan sonra





"Ya laik bir cumhuriyet olacağız, ya mahvolacağız.
Evet, toplanıp bir yol bulacağız. Bulamazsak, gelenlerle yürüyüp yeni bir yol olacağız."

 

Çok basit bir tarifimiz var, tekrarlıyoruz: Cumhuriyet, cemaatleri, tarikatları, kurumsallaşmış dini, aristokrasiyi, monarşiyi dağıtıp, geriye kalanlardan bir yeni halk yaratma işidir. İş, yeni bir kamusal alana ihtiyaç ortaya çıkarır. Özgürleştirilmiş meydanlardır cumhuriyet. Örnekleri var. Bir meydanda toplanıp Bastille’i basanlar yeni bir halk olur. Fransız halkıdır bu. Moskova’da, Kızıl Meydan’da, Çarı kovalamak için toplananlar artık yeni bir halktır. Sivas’ta, yoksul Ankara’da toplanıp işgalcilerin üstüne yürüyenler, İstanbul’da Sultanı kovalayanlar, halifeyi alaşağı edenler artık ne tarikattır, ne de cemaat. Sultanahmet’te toplanıp Halide’yi dinleyenlere yeniden bakın; Onlar artık ümmet değil halktır. Türkiye halkıdır. Cumhuriyet özetle budur. Cumhur’un bir alanda toplanıp, kendisini kul yapanlara meydan okumasıdır. Meydanı ve kendisini özgürleştirmesidir. Kısaca devrim diyoruz.
Devrim bu ise karşı devrim de cumhuriyetle halk olmuş kalabalıkları yeniden ümmet olmaya çağırmak, tarikatların, cemaatlerin içinde toplamaya çalışmaktır. Olabilir mi, imkânı var mıdır, tartışırız. Ama yapmaya çalıştıkları budur. Böyle bakıldığında Fransız Devrimi ile Rus Devrimi, Rus Devrimi ile Türk Devrimi akrabadır, ayrılmaz bir bütünün parçalarıdır. Biz şimdi hepsini bir ve aynı görüyoruz. Bu gelenek bizimdir.
Geleneğimizi sahipleniyoruz. Ümmet olmaya çağrılanları, cemaatlerin, tarikatların içinde insanlıktan çıkarılmaya çalışılanları yeniden ortak bir meydanda toplanmaya, yeniden halk olmaya çağırıyoruz. Tereddüt yersizdir; Bu artık bütünüyle sol bir iştir. Gezi’de meydanı da, bayrağı da, cumhuriyeti de, laikliği de zalimlerin, egemenlerin, gericilerin elinden aldık, artık bizimdir. Devrim artık cumhuriyeti ezilenlere zimmetleme girişimidir.
***
Cumhuriyeti ezilenlere zimmetleyebilir miyiz? İmkânı var mı?
Cumhuriyet, sultanın mülkü olan topraklarda bir halk yaratma hamlesiydi. Yakup Kadri’nin Yaban’ına bakın, imkânsız görünen bir iştir. Devrimciler halk için savaşmaktadır ama aslında ortalıkta bir “halk” yoktur. Ümmettir çünkü. Yaban, halksız aydındır. Halksız aydın halksızlıkla kıvranmaktadır ve bir halk yaratmak zorunda olduğunun farkına varmaktadır. Cumhuriyet, sultanın mülkü olan topraklarda sultanın mülkü olan insanlarla yeni bir halk ve yeni bir ülke yaratma ütopyasıdır.
Yarattılar mı? Evet. Tamama erdi mi? Hayır. Çünkü bu uzun soluklu bir mücadeledir. İşte yüzyıl sonra yine sultan özentileri, cariye kalıntıları, kapıkulları, tuhaf görünüşlü yeniçeriler türedi. Yine meydanlarda sultanın mülkü olmaya teşne tuhaf kalabalıklar dalgalanıyor. Cumhuriyete şaşı, laikliğe düşman cahil bir sürü ile karşı devrim örgütleme kalkışan cüretkârlar var.
Not ediyoruz: Cumhuriyet’in bir “komplo” olduğun sananlar, laikliğin bir “aşırılık” olduğunu düşünenler çok kısa bir zaman sonra yanıldıklarını anlayacaklardır. Çünkü Cumhuriyet bütün bunların ötesinde bir insan olma ve bir insan kalma mücadelesidir. Kim engelleyebilir, kim tersine döndürebilir? Cumhuriyet insanlığın en büyük, en kapsamlı ütopyası, kulu insan yapma hayalidir. Bu hayal de bizimdir.
***
Kemalizm mi? Belki. Ama artık bütünüyle sol bir işten söz ediyoruz. Ölçümüz Kemalizm’in kurduğu cumhuriyette yeniden, ağa, şeyh, halife, sultan olabileceğini sanan yobaz gafiller değil. Şurası açık; Kemalizm’den geriye gitmeyiz. Diyorlar ki, “Kemalizm çok aşırı, çok radikal davrandı, o yüzden hata yaptı.” Mümkün mü? Kemalizm’i ancak yeterince radikal olmamakla eleştirebiliriz. Yeterince radikal olmamış, olamamıştır. Kemalistler dini kullanabileceklerini sandılar. Halkı disipline etmek için dini kullanmaya kalkıştılar. Sonra, cumhuriyetin yarattığı yeni insandan korktular. Köy enstitülerinden, 1960’da parlayan soldan korktular. İmam hatiplerle bu yükselişi engellemeye kalkıştılar. Sonra ülkeye egemen olan gafiller, Kemalizm’den uzaklaşıp anti-Kemalist bir Atatürkçülük imal ettiler. Bu düzen Atatürk’ün önde göründüğü, arkada karşı devrimin hüküm sürdüğü bir düzendi. Kurucusu Kenan Evren’dir. Kenan Evren cumhuriyeti işkence ederek öldürdü ama siyasi ömrü ölüyü kaldırmaya vefa etmedi. Bu yüzden imamları çağırdılar ölüyü kaldırsın diye. İmamlar geldi, cenaze namazından sonra ölüyü gömmeye götürüyoruz diye alıp tecavüze yeltendiler. Anayasayı değiştirip sultanlık ilan etmeye kalkışmalarının nedeni işte bu.
Muhafazakârlıkmış… Ne muhafazakârlığı? Neyi muhafaza etmişler şimdiye kadar? Osmanlının bile kuralları, belli ölçüleri vardı. Bunlar bütün kuralları yıktılar, bütün ölçüleri sildiler. Bir kuralsızlık ve bir ölçüsüzlük düzeni kurdular. Artık her türlü muhafazakârlığın imkânsız olduğu bir noktadayız.
Cumhuriyet bir halk yaratma işidir evet. Ama bu iş de halk olmak isteyen bir mazlumlar topluluğunu gerektirir. Teslim etmeli ki, bu ülkenin büyük kalabalıkları kendisine rağmen halk yapıldı, yurttaş yapıldı. Şimdi de gönüllü kul olmak isteyen geniş kalabalıklar var. Düşkünleştirildiler ve her türlü yazıma hazır hale getirildiler. Bu dinci gericiliğin, cumhuriyet düşmanlığının kitle tabanıdır.
Öteki yanında egemen sınıfların cumhuriyetin devrimci yanından duydukları derin korku var. Cemaat düzeni, tarikat düzlemi onlar için daha elverişli çünkü. Baksanıza ülkeye. Bir tek grev yok, bir tek öğrenci hareketi yok. İşçi gitti, mürit geldi yerine. Bir düşkünler düzeni kurdular böylece. Toplumu dinselleştirerek bütün hücrelerini bozdular. Toplum dediğimiz şey aşırı büyümüş bir kanserojen ur sanki. Bu uru dağıtmadan yeni mümkün değildir.
***
Evet, devraldığı sorunları çözemedi cumhuriyet. Korktu, öteledi. Halkının karnını doyuramadı, eğitimini sağlayamadı. Bu topraklarda yaşayan herkesi, dinine, diline, ırkına bakmaksızın yurttaş haline getirebilmeliydi. Başaramadı. Demek ki yeni ve devrimci bir cumhuriyete ihtiyacımız var. Demek ki, yeniden başlarken eşitliği mutlaka sağlayacağız. Demek ki ürettiğimizi yeniden ve eşitçe bölüştüreceğiz. Demek ki sosyalist bir cumhuriyetten başka şansızımız yok.
Denedik, olmadı. Yine deneriz, oldururuz. Oldurmayıp ne yapacağız? Yeniden kul olacak bir sultan mı bulacağız kendimize? Yeni zenginlerden yeni şeyhler mi yaratacağız? Bir imama mı devredeceğiz akli yeteneklerimizi? Toplanırız meydanlarda, hep birlikte özgür ve eşit yeni bir cumhuriyet kurarız. Bu daha kolay!
Görüyoruz, cumhuriyeti hedef almak demek Osmanlıcılık ve hilafet demek. Mümkün mü? Olsa olsa dinsel tonu yüksek bir diktatörlük kurarsınız. Sopasını da dinin arkasına saklarsınız. Petrolünüz varsa Suudi Arabistan olursunuz. Yoksa Afganistan’dır varabileceğiniz yer. Bu ülke giderek daha fazla Afganistan’a benziyor farkındaysanız. Hiç kimse Türkiye’de bir Afganistan kuramaz. Olmaz. İzin vermez bu ülke. Birikimleri var, deneyimi var.
Evet, azaldı cumhuriyet. Laiklik azaldı. Bunların azalmasının nasıl kanlı, karanlık bir gelecek vaat ettiğini görüyor artık kalabalıklar. Bu ülkenin en yakıcı sorunudur bunlar. Geldiğimiz yer bu: Ya laik bir cumhuriyet olacağız, ya mahvolacağız.
Yıkıldı. Önemli değil. Kurulabileceğini biliyoruz. Kurarız. Mutlaka. O ışığı görüyoruz, o ışık yakın. Tabii bu derlenip toparlanma, örgütlenme, düşünme, yeni fikirler geliştirme gereğini ortadan kaldırmıyor.
Evet, toplanıp bir yol bulacağız. Bulamazsak, gelenlerle yürüyüp yeni bir yol olacağız. Mutlaka ama…