4 Ekim 2016 Salı

BASIN AÇIKLAMASI “Ex Gratia”



BASIN AÇIKLAMASI
“Ex Gratia”
Tarih, 18 Ocak 1927. Yer, ABD Senatosu. Kürsüde Amerikalı Senatör William David Upshaw. Gündem, Lozan Antlaşmasıdır.  Upshaw ağzından köpükler saçarak kin kusuyor.
"... Antlaşma(Lozan), Timurlenk kadar hunhar. Müthiş İvan kadar sefih ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik antlaşma kabul ettirmiştir. Buna her yerde bir Türk zaferi dediler. Ve eski dünya parlamentolarını bunu kabule ikna ettikten sonra, büyük sermaye gurupları, soğukkanlı ticaret erbabı ve giderek güya bazı din temsilcileri bile, Türkiye'yi uygar uluslar masasında, uluslararası bir konuk durumuna yücelterek, Amerika'yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler.
Amerikan senatörünün ağzından köpükler saçarak kin kustuğu, Hunhar Timurlenk, Sefih Müthiş İvan ve kafatası piramidi üzerinde oturan Cengiz Han'a benzettiği kişi, emperyalizme karşı Türkiye halkının ulusal kurtuluş savaşına önderlik eden, Lozan Antlaşmasını yönetip, yönlendiren Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Amerikalı Senatör William David Upshaw ABD yurttaşıdır.
Peki, Türkiye Cumhuriyeti Kimliği taşıyan bir zat Mustafa Kemal Atatürk’e “ayyaş, “Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok”, “Türkiye kendine din olarak Kemalizm’i almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir…”, “Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur. Kemalizm’in yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. Bizim için en üst belirleyici, İslam’ın etkileridir. Her şey ona göre belirlenir” diyerek saldırırsa,
William David Upshaw’ın “bir diktatörün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır” diye saldırdığı Lozan Antlaşmasına "Tarihte bize ne yaptılar. 1920'de bize Sevr'i gösterdiler, 1923'te Lozan'a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada" diyerek Türkiye’nin bağımsızlık belgesine dil uzatırsa,
 Anlaşmayı yapanları Amerikalı Senatör Upshaw’ın ağzıyla “O masaya oturanlar, o anlaşmanın hakkını vermediler. Veremedikleri için şimdi onun sıkıntısını biz yaşıyoruz" diyerek anlaşmayı yapan İsmet İnönü’ye,  Lozan Antlaşmasını yönetip, yönlendiren Mustafa Kemal Atatürk’e kin kusarsa ABD yurttaşı Upshaw ile aynı cepheye düşmüş ve emperyalizme teslim olmuş olmaz mı?
Bu Zat’ın yönetimde olduğu döneme bir bakmakta yarar var.
1-20 Ekim 1921’de TBMM hü­kü­me­tiy­le Fran­sa hü­kü­me­ti ara­sın­da im­za­la­nan An­ka­ra Antlaşması’nın do­ku­zun­cu mad­de­si ge­re­ğin­ce Türk toprağı olarak kabul edilen, Suriye Devleti sınırları içindeki Süleyman Şah Türbesinin de içinde bulunduğu, (8797 m2) toprakları, tek bir kurşun bile atmadan IŞID’a terk edildi. Terk edip kaçmayı  “iyi kaçtık ama..” diyerek, Türk milletine büyük bir başarı olarak yutturmaya çalıştılar. Bu kaçış tarihe “Cumhuriyet tarihinde ilk kez toprak kaybedilen eylem” olarak geçti.
2- Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti Devleti “ver-kurtul, yes be annem” zırvalamaları ile Türkiye’den koparılarak emperyalizmin Akdeniz’deki üssü durumuna getirilmesine seyirci kalındı.
Bakın bu konuda “Zat’ın ayyaş diye kinle, intikamla saldırdığı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, çevresinde topladığı kurmaylarına "Türkiye'nin yeniden işgal edildiğini ve Türk Kuvvetlerinin sadece bu bölgede mukavemet ettiğini farz edelim. İkmal yollarımız ve imkânlarımız nelerdir?" sorusunu sorar.
  Subayların ileri sürdüğü birçok görüş ve düşünceler sabırla dinleyen Atatürk, elini haritaya uzatarak Kıbrıs'ı işaret eder ve "Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs'a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir" diyen vasiyeti varken.
3- Mavi Marmara saldırısı sonrasında dönemin başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail’le ilişkilerin normalleşebilmesi için üç şartları olduğunu defalarca tekrarladı: özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması.
İşte bu koşulları ileri sürenler Ağustos 2016 da Türkiye-İsrail anlaşmasını imzaladılar. Hükümetten ve hükümete yakın isimler bu hezimet antlaşmasını “İsrail’e yüksek bir tazminat ödetmeyi başardık!” şeklinde yutturmaya çalışıyorlar.
Gerçekte Gazze ablukasının kaldırılması bir yana, abluka daha da katılaşmıştır. Tazminat konusu ise tam bir “hezimettir”. Çünkü anlaşmada İsrail tarafından sadece ölenlerin yakınlarına verilmek üzere ödenecek 20 milyon dolarlık ödeme “ex gratia” olarak geçiyor. Ex gratia, ödeyen tarafın sorumlu olmadığı hâlde lütuf olarak ödeme yapması, herhangi bir yasal yükümlülük altında olmaksızın iyilik olsun diye verilen demek. Yani tazmin edilmiş bir haktan ziyade anlaşmada ödenecek meblağ bir jest olarak geçiyor. Bu ibarenin geçtiği metni imzalayan Türkiye hükümeti, İsrail’i Mavi Marmara’daki suçları ve sorumluluklarından kendi eliyle aklıyor.
4- Atatürk ve İnönü’nün Lozan’da vermediği, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 1936 yılında devletin envanterine kaydettirdiği ege adaları (16 adacık, 135 kayalık), alenen Yunanistan tarafından işgal ve ilhak edilmiş, Buna karşın AKP hükümetleri bu işgal karşısında suskun kalmışlar, yani adaların işgaline zımnen(örtülü olarak) onay vermişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Ege Denizi’nde 3 milin ötesine geçemez hale gelmiştir.
Değerli Dostlar;
Lozan Anlaşmasına Amerikalı Senatör Upshaw’ın ağzıyla saldıranlar Yalnızca yukarıda 4 maddede saydığımız eylemleri nedeniyle bile TCK 302’de belirtilen “Vatana İhanet Suçu”, Terörle Mücadele Kanunu’nun 3. maddesinde belirtilen “Terör Suçu” ve Anayasa’nın 3. maddesi fiilen değiştirilmek suretiyle “Anayasal Suç” işlenmişlerdir.
Keser döner sap döner gün gelir devran döner ve Lozan Anlaşmasına Amerikalı Senatör Upshaw’ın ağzıyla saldıranlardan mutlaka hesap sorulur.. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın..

YÖNETİM KURULU ADINA:                                                          Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

3 Ekim 2016 Pazartesi

BİR EYYAMCI



İlber Ortaylı, Lozan tartışmalarını değerlendirmiş; “Lozan ne zafer ve ne de hezimet değil, sadece tarihi bir uzlaşmadır.  Tartışmaları önemseyenler ise kahvede oturarak ve höpürdeterek şekerli kahvesini yudumlayanlardır!” demiş!..

Bu adam hep "ne şiş yansın, ne kebap" kabilinden "ortaya karışık" bir şeyler söyleyerek kenara çekiliyor. Bu şekilde iktidarla da iktidara kızanlarla da dirsek temasını sürdürüp, hem iki taraftan da nemalanıyor, hem de medyanın aradığı adam oluyor.

Çünkü medyada aynı düşüncede; bir yandan vıcık vıcık yalakalık yapan biri olmadığı için okuyucu ya da izleyicilerini kızdırmıyor, bir yandan da eleştirmediği için iktidarın gazabından kurtuluyor.

Bu sözü de öyle. Elbette uzlaşmadır da, uzlaşmalardan karlı çıkan da vardır, zarar eden de. Lozan'da ne olmuştur?

Buna değinir ise Erdoğan'ı kızdırabilir. Onun için “ortaya karışık" lafını etmiş, kenara çekilmiş.

En son Dolmabahçe Sarayı’nda Meclis Başkanı’nın düzenlediği, “Sultan 2. Abdülhamid Han ve Dönemi Uluslararası Sempozyumu”nda, İsmail Kahraman’ın solunda otururken gördük.

Yaptığı konuşmada, “ortaya karışık” bile değil, “yuvarlak”, fakat daha çok davet sahibini mutlu edecek laflar etti.

İsmail Kahraman ise konuşmasında Abdülhamit’i öve öve bitiremedi, “hal edilmeseydi Meriç nehri ile Ağrı dağı arasına sıkışmış olmayacaktık” dedi.

Oysa zamanında Osmanlı’nın en çok toprak kaybettiği, Rusların Batı’da Yeşilköy’e, Doğu’da Erzurum’a kadar geldiği padişah hakkında söylenmiş bu sözleri, Sayın Ortaylı’nın düzeltmesini beklerdik. Çünkü bilim etiği bunu gerektiriyor. Fakat o bilim etiğini değil, bir dahaki daveti kaçırmamayı önemsiyor..

Süleyman Çelik

27 Eylül 2016 Salı

ABDÜLHAMİT KURNAZLIĞI



Sizlere Osmanlı tarihinden bir yaprak açacağım.

1876 yılında Osmanlı padişahı Abdülaziz tahttan indirildi.
Abdülaziz, bir süre sonra, bileklerini kesmişi intihar etmiş olarak bulundu.
Bu intiharı bazı kişiler kuşkuyla karşıladı.
Abdülaziz’den sonra V. Murat tahta çıktı, ancak üç ay sonra, ruhsal bunalım geçirdiği görüşüyle tahttan indirildi.
31 Ağustos 1876 tarihinde II. Abdülhamit padişah ilan edildi.
Abdülhamit, kendisinin tahta çıkmasına yardımcı olan Mithat Paşa’yı sadrazam (başbakan) yaptı.
Abdülhamit, tahta çıkmadan önce Mithat Paşa’ya verdiği söz gereği 23 Aralık 1876 tarihinde ilk Osmanlı anayasasını ilan edip Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi üyelerinden oluşan iki meclis açtı.
Ülke yönetiminde hem padişahın hem de meclisin bulunduğu bu sisteme “Meşrutiyet” adı verildi.

Abdülhamit, kendisine anayasayı ilan ettirip Meşrutiyeti kurdurtan Mithat Paşa’dan kurtulmanın yolunu arıyordu. Sonunda o yol bulundu.
Mithat Paşa, Sultan Abdülaziz’i öldürtmekle suçlandı.

Mithat Paşa, Yıldız Sarayı’nda uydurma bir mahkemede, padişahın kulları olan yargıçların önünde, görevli yalancı şahitlerin tanıklığında yargılanır.
Düzmece ve uydurma suçlamalarla önce idama, sonra sürgüne mahkûm edilir.
Sürgüne gönderileceği yer, Arabistan’da Hicaz bölgesindeki Taif şehridir.

Mithat Paşa gemiye bindirilir, gemi kalkar.
Ama Boğaz’dan çıkıp yoluna devam edeceğine Kızkulesi önüne gelince demir atar, durur.
Gemi, 48 saat Kızkulesi önünde yatar.
Geminin ne kazanı patlamış ne de bir makine arızası yaşanmıştır!
48 saat sonra gemi demir alır ve yoluna devam eder.

Peki, Mithat Paşa’yı sonradan boğdurulacağı Taif zindanına sürgüne götüren gemi, neden 48 saat Kızkulesi önünde demir atıp beklemiştir?
Bu soruyu, yakınlarından olanlar, uygun bir zaman kollayıp Padişah Abdülhamit’e sorarlar.
Osmanlı padişahları içinde en işkillisi ve kurnazı olan Sultan Abdülhamit şu cevabı verir:

“Mithat Paşa’nın, uğruna kendisini feda ettiği millet bakalım onun için ne yapacak, Mithat Paşa’yı kurtarmaya çalışacak mı, diye merak ettim de, bunu anlamak için gemiyi hareket ettirdikten sonra Kızkulesi önünde 48 saat beklettim.
İstanbul’da küçük bir kıpırdanma, başkaldırma, ayaklanma olmadığını görünce de gemiye hareket emrini verdim.”

Öyle anlaşılıyor ki, eğer halktan küçük bir tepki bile gelse kurnaz padişah, Mithat Paşa’yı Taif zindanına göndermekten vazgeçecekti.

Değerli Dostlar,

Size bu ders verici tarihi olayı neden anımsattım?

Sultan Abdülhamit’e “ecdadım” diyen günümüzün Osmanlı Sevdalıları da tıpkı ecdatları gibi kurnaz bir oyun oynadılar.
ATATÜRK’ün yattığı ANITKABİR’de kahvehane açıp çocuk oyun parkı kurdular!
Akıllarınca, Atatürkçülere bir “yoklama” çekiyorlardı!
Bakalım Atatürkçüler ne yapacaktı? Her zamanki gibi oraya buraya telefonlar edip şikâyetlenecekler, facebook ve twitter mesajlarıyla aralarında sızlanıp mızlanmakla mı, kalacaklar yoksa eylemli bir tepki gösterecekler miydi?

Osmanlı Sevdalılarının, Abdülhamit kurnazlığı bu kez sökmedi!
Ankaralı Atatürkçüler, Osmanlı Sevdalılarının çektiği “yoklamayı” yemedi!

Bakın ne oldu.
Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri, Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Kemalist Suay Karaman hemen evden çıktı. 23 Eylül 2016 Cuma sabahı erken saatlerde Anıtkabir’e gitti. Yetkililerle görüştü. Çocuk oyun parkının ve kafeteryanın hemen kaldırılmasını talep etti. Bununla da kalmadı.
Suay Karaman, cep telefonuyla, tanıdığı tüm Kemalistlere ulaştı, hepsini en kısa zamanda Anıtkabir’e gelmeye davet etti.
Kemalist Suay Karaman’ın çağrısı büyük yankı yaptı. Kısa zamanda Anıtkabir’in önü binlerce kişiyle doldu. Çağrıyı işiten bazı siyasi parti yandaşları ve kendilerini Atatürkçü olarak görenler de coşkuyla katıldı.
Anıtkabir’e kurulmuş olan çocuk oyun parkı hemen kaldırıldı.
Anıtkabir’e kurulmuş olan kafeteryanın da çok kısa zamanda kaldırılacağına yetkililer söz verdi.
Kemalist Suay Karaman’ı ve eyleme katılanları ne kadar kutlasak azdır.
Eğer bu eylem yapılmasaydı bakın neler olacaktı:
Anıtkabir’de sırasıyla bir İddia büfesi, Lunapark, AVM kurulacak, bir cami yapılması için de hareket geçilecekti!
Osmanlı Sevdalılarının hevesi kursaklarında kalmıştı!

Değerli Dostlar,

Bu eylem bir dönüm noktası olmalıdır.
Bundan sonra ATATÜRK’E, Cumhuriyete, Cumhuriyet Devrimlerine karşı çıkıp hakaret edenlere; adlarına, makamlarına ve rütbelerine bakılmaksızın EYLEMLİ olarak karşılık verilmelidir!
Bundan böyle Kemalistlerin tavrı, şuna buna şikâyetlerde bulunmak değil, EYLEM yapmak olmalıdır!

Yılmaz Dikbaş
27 Eylül 2016, Salı
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52