18 Ağustos 2016 Perşembe

Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şubesi Neden Hedefte?



ADD GENEL MERKEZ OLAĞAN GENEL KURULU HAZİRAN 2016 DA YAPILACAK..
GENEL KURUL DA GÖRÜNEN O Kİ ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİNİ, AB-D İŞBİRLİKÇİSİ, GERİCİ SİSTEMİN İÇİNE ÇEKEREK “EHLİLEŞTİRME” AMAÇLI, ÖZEL GÖREVLİLER İCAZETLİ DÜZENBAZLAR KOLTUKLARINI KORUYACAKLAR.. ÇÜNKÜ MANDACI MAOSONLAR GERÇEK KEMALİSTLERİ ÇOKTAN TASFİYE ETTİLER.. 



Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şubesi Neden Hedefte?

Bu soruya doğru yanıt verebilmek için geçmişi ana başlıkları ile anımsamakta her zaman  yarar vardır. Bu anımsatmalardan yola çıkılarak doğru karar verilebilecek ve belki de ders alınacaktır.
AB tartışmalarının yoğunlaştığı  2004 -2006 yıllarında, ADD Genel Başkanlığı yapmış olan Av. L. Ertuğrul KAZANCI, ADD'nin bu tartışmalar içindeki yerini; “Avrupa Birliği ile masaya oturmak dahi bir ihanet-i vataniyedir” söylemi ile özetliyordu.
  Gerçekten’de Avrupa Birliği ile Müzakere masasına oturmuş aday ülkenin, hem AB Anayasa'sını hem de Avrupa Birliği Müktesebatı'nın tamamını kabul etmiş olacağı, AB'nin kuruluşunun temel ilkesidir.
Atatürkçü Düşünce Derneği gibi Ülkenin en büyük demokratik kitle örgütünün O dönemdeki Genel Başkanı'nın bu net, kararlı ve onurlu duruşu, “ulusal devletimizi yıkmak, bağımsızlığımızı ve ulusal egemenliğimizi elimizden almak, ülkemizi AB-D’nin sömürgesine dönüştürmek isteyen AB işbirlikçilerinin ve AB-D mandacılarının telaşa kapılmalarına neden olmuştur. 
Bu nedenledir ki, AB-D Mandacıları Atatürkçülüğü yalnızca “laiklikle” sınırlandıracak, antiemperyalist,  halkçı, devrimci özünden arındırılmış bir düşün sistemine dönüştürecek bir kadronun denetim ve kontrolüne geçirilmesi için kolları sıvadılar.
1.        Bu koşullarda  girilen  Haziran 2006 Olağan Genel Kurulu ADD için bir dönüm noktası oldu. Dünyada, özellikle yakın çevremizde   “renkli” devrimlerin yaşandığı, ülkemizde AB hayranlığının  tavan yaptığı bir süreç yaşanıyordu. Bu sürecin ADD’yi etkilememesi, ya da moda söylemle “teğet” geçmesi düşünülemezdi. Gerçekten de yaşadıklarımıza, olup bitene çoğu üyemiz anlam bile veremiyordu.
2.        Yerel ve ulusal değerlerimizin yanında Avrupa Birliği değerlerinin paylaşılmasını teşvik etmek” amacıyla kurulmuş “Sağlık Eğitim Vakfı(SEV), Çağdaş Eğitim Vakfı(ÇEV), AMERİCAN BORD- MARMARA GRUBU STRATEJİK VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR VAKFI  ” üyeleri, kimi iyi niyetli arkadaşlarımızı da yanlarına alarak ADD de yeni bir Genel Yönetim Kurulunu oluşturdular.
3.        2006-Genel Yönetim Kurulu oluşur oluşmaz yayımlanan ilk genelgede(2006/1), daha önce örgütün ayrıcalıklı simgesi haline gelen (ADD, hiçbir  yerli ve yabancı “fon”dan maddi katkı almama onurunu taşıyan  örgüttür.) sözünün  kaldırılması, AB yanlıları ve AB-D mandacılarının amaçlarına ulaştığının ilk ve önemli bir göstergesidir.
4.        ADD Isparta Şubesi olarak; “Temel amacı ulus devletleri ortadan kaldırmak ve ulusların egemenliklerini ellerinden almak olan “Avrupa Birliği”nin yanlısı olmak, bu “emperyalist ittifak”ın ülkemizde oluşturduğu “TRUVA ATI”, NGO (Sivil Toplum) örgütlerine üye olmak, onları yönetmek, etkin olarak o örgütlerin etkinliklerinde görevler almak, ya da hiç gereği yokken AB’ye övgüler düzmek, yazılı ve görsel basında, dolaylı da olsa AB'yi  şirin gösterecek konuşmalar ve açıklamalar yapmak “Kemalizm”le bağdaşmadığı gibi, ona “İhanet Suçu”  oluşturduğunu, bunu yapan kişi ve örgütlerin “Anadolu'nun bağrına sokulmuş birer Truva atı” olduğu  gerçeğini tüm örgütle paylaştık.
Aynı zamanda Araştırmacı –Yazar  Sn. Yılmaz Dikbaş’ın,  Türkiye’de AB’den para almış toplam 315 sivil toplum örgütünün yer aldığı, Atatürkçü maskesi altında ABD ve AB Mandacılığı yapanları tek tek, isim vererek açıkladığı  “Anadolu'nun Bağrına Sürülmüş Truva Atları”  araştırmasını kitap haline getirerek yayınladık.
5.   ADD     Logosu ile özdeşleşmiş: "Yerli ve yabancı hiçbir kuruluştan fon adı altında bile yardım almamakla övünüyoruz." sözünün kaldırılmasına karşı çıkışımız, diğer taraftan, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanlığı'na (ADD) seçilen Emekli Orgeneral Şener Eruygur  ve yardımcısı Prof. Dr. Nur Serter’in  Çağdaş Eğitim Vakfı'ndaki (ÇEV) faaliyetleri sırasında üç proje için Avrupa Birliği'nden 700 bin Euro'luk fon aldıklarını belgeleri ile ortaya koymamız, kimi şubelerin (Örn. Ankara/Keçiören- Çerkezköy) bu savlarımıza katılmaları hem dava, hem de disiplin konusu oldu. 
6.        ADD Isparta Şube Başkanı Mahmut ÖZYÜREK ve Araştırmacı Yazar  Yılmaz DİKBAŞ, bir yandan  Atatürkçü Düşünce Derneğinden “kesin ihraç” istemi ile Yüksek Disiplin kuruluna sevk edilirken, diğer yandan “Anadolu'nun bağrına sokulmuş birer Truva atı” nitelendirmesi nedeniyle, Şener  Eruygur ve F.Nur Serter, tarafından 22 Ağustos 2006'da haklarında ayrı ayrı 5'er bin YTL'lik tazminat davası açıldı.
7.        ADD Yüksek Disiplin Kurulu tarafından, Mahmut Özyürek hakkında “kınama”, savunma yapma gereği duymayan Sn. Yılmaz DİKBAŞ hakkında ise “kesin ihraç” kararı verildi.  
8.        Kadıköy 3. Sulh Hukuk Mahkemesi, 18 Eylül 2007'de verdiği kararla Eruygur'un açtığı tazminat davalarını reddetmiş ve aynı gün Kadıköy 1. Sulh Hukuk Mahkemesi de Serter'in tazminat talebini geri çevirmiştir. Her iki mahkeme verdikleri kararla “ÇEV için Truva atı nitelendirmesi yapılmasının sakıncasının bulunmadığına” karar verdi.
9.        Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Isparta Şubesinin, tüm engellemelere karşın, sürdürdüğü çabaları ve kararlı duruşu, büyük bedeller ödenerek  kurulup, yüceltilen  Atatürkçü Düşünce Derneği’ni, “AB Mandacısı”, “Truva Atı”,Türk ulusunun içine girmiş BEŞİNCİ KOL” bir örgüte dönüştürmenin  o kadar da kolay olamayacağını tüm Atatürkçülere  göstermesi bakımından anlamlı ve önemlidir. AB  bağımlılığına yakalanmış utangaç AB’cileri deşifre eden, Maskelerini indiren ADD Isparta Şubesi, AB Mandacılarının hedef tahtasına, daha o günlerde oturtulmuştur.
10.    ADD Isparta Şubesi, tüm bu davalar, disiplin soruşturmaları, engellemeler altında bile, AKP İktidarının ülkeye dinci bir faşizmi egemen kılma gayretlerine dur demek adına, 10 Mart 2007 de Isparta da “Kemalist Cumhuriyet Mitingi”ni; oluşturulmasına öncülük ettiği ve eşgüdüm sorumluluğunu yürüttüğü “Isparta Ulusal Güç Birliği” bileşenleri ile birlikte düzenlemiştir. Bu Miting; daha sonra ülke geneline yayılan, Ülke içindeki işbirlikçi ve yobazlar kadar,  Bürüksel ve Washington gibi emperyalist merkezleri telaşlandıran  “Cumhuriyet Mitingleri”nin Kemalist-devrimci fitilini ateşlemiştir.
11.    Diğer yandan ADD Isparta Şubesi; Isparta ve yöresindeki her boydan ve her soydan gerici kalkışmaya, meşru zeminde, olağanüstü bir direnç ve kararlılıkla karşı duruş sergilemiştir.  Bu nedenledir ki;  Şube Başkanı Mahmut Özyürek’i etkisiz, şubeyi işlevsiz kılmak adına her cepheden saldırılar da artarak sürdürülmüştür.  Şube ve Şube Başkanı aleyhine davalar birbirini izlemiş, karalama, hakaret ve iftira merkezleri şeytanın aklını zorlayacak tertiplere başvurmaya başlamışlardır.
12.    Bu gelişmeler sürerken, artık dış odakların senaryosunu yazıp sahneye koydukları açıklıkla belgelenen “Ergenekon Tertibi” ile ADD Genel Başkanı Şener ERUYGUR’UN tutuklanması, örgütü tedirgin etmiştir. Bu tedirginlik algılaması, ADD üyelerinin hatırı sayılır bir kesiminin korkuya ve yılgınlığa kapılmasına, eylem ve etkinliklerden uzaklaşmalarına neden olmuştur.
       Atatürkçü Düşünce Derneği, deyim yerinde ise bu hay-huy arasında 2010 Haziran Olağan Genel Kuruluna kadar, kısmen de olsa yaralarını sararak yol almıştır.
A.  2010 Genel Kurulu, aslında, 2006 genel Kurulunda Genel Başkan adaylarından Prof. Dr. Ahmet SALTIK’IN  “ADD Üzerinde okyanus ötesi bir operasyon” öngörüsüne uygun bir biçimde gerçekleşti. Bir farkla ki,   bu kez ADD üst yönetimine;  utangaç AB’ci ve masonların “Uykuya yatma devri”ni bitirmek, Masonluğu Atatürk’le bağdaştırmak gibi son derece tehlikeli, iğrenç  bir oyunun piyonları sızmayı başardılar.(1)
B.  Hem AB’ci, hem de Ulusalcı, Hem AB’ci, hem de Atatürkçü, Hem AB’ci, hem de Anti-emperyalist olunamayacağı gibi; hem Mason hem de ulusalcı, hem Mason hem de Atatürkçü, hem Mason hem de Anti-emperyalist! Olunamayacağı siyaset biliminin gereğidir.
Çünkü 1935 yılında  Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’E “Meşrik-i azamız olursanız pervane gibi etrafınızda dolaşırız” diyen, Atatürk’e Mason localarına üyelik teklif eden Şükrü Kaya, Doktor Mim Kemal ve Emin Çölaşan’ın dedesi 33. Dereceden mason Refik Şevket İnce’ye Mustafa Kemal Atatürk’ün “Haydi defolun buradan, cehennem olun gidin. Yahudi uşakları. Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi Çıfıt Yahudi’ye uşak mı olacağım. Bu gece sabaha kadar Türkiye’deki tüm localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harp örfiye hepinizi verir ve astırırım. Haydi defolun karşımdan” yanıtını verdiğini biliyoruz. Tarihsel bir ders niteliğindeki, Mustafa Kemal’in bu tavrı nedeniyle “Uykuya yatma devri” dedikleri dönem başlar. Zorunlu olarak tüm mason locaları kendilerini kapatırlar,  mason localarının mallarına el konulur, malları açılacak olan Halkevlerine devredilir.
C. İşte bu olaydan 75 yıl sonra, “Atatürk” soyadını taşıyan bir örgüte sızmayı başaran Masonlar amaçlarına ulaşmak için ADD’yi araç olarak kullanarak harekete geçtiler. Tıpkı 2006 da ilk genelgede  "Yerli ve yabancı hiçbir kuruluştan fon adı altında bile yardım almamakla övünüyoruz." İbaresini kaldıranlar gibi, 20.07.2010 tarih ve 2 sayılı genelge ile 12 Eylül 2010 da yapılacak olan referandum çalışmaları, ADD üyelerine adeta yasaklanıyordu.
Genelgede; “Atatürkçü Düşünce Derneği üyelerinin, referandumda tarafsızlıklarını korumak zorunda olmaları nedeniyle herhangi bir propaganda çalışmasında bulunmaları, ilan veya afiş asmaları, seçim sonuçlarını etkileyecek herhangi bir açık veya kapalı salon toplantısı düzenlemeleri olanaklı görülmemektedir” denilmekteydi. Bu Genelgeye, ADD Isparta Şubesinin; 24 Temmuz 2010 tarih ve 2010/40 yazısı ile verdiği yanıt özetle şöyledir; ( Bu durumda “Devrimin yasası, var olan bütün yasaların üzerindedir. Bizi öldürmedikçe, bizim düşüncelerimizi boğmadıkça, başladığımız devrim bir an bile durmayacaktır. Devrimin içerden ve dışarıdan gelecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir.” Diyen Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN ilke ve devrimlerini korumak, savunmak, geliştirmek amacıyla kurulmuş bir derneğin, Atatürk devrimlerine karşı başlatılan ve son vuruş yapmaya hazırlanılan bir kalkışma karşısında ADD Genel Merkezinin Şubelere “tarafsızlığınızı muhafaza edin” türünden bir genelge göndermesi gerçekten ürkütücüdür.
Kemalizm’in tam bağımsızlıkçı ve devrimci niteliğini kararlılıkla uygulaması beklenen Genel Merkez, bunun yerine şubelerin Atatürk devrimlerine ve cumhuriyete sahip çıkmalarının önüne genelge ile pranga vurmak istiyor.)
Bu yazı, zaten daha önceden ADD Genel Merkezindeki kimi AB Mandacıları ile kan ve doku uyuşmazlığı içinde olan ADD Isparta Şubesinin “suyunun ısınması!” sürecini hızlandırmıştır.
D. ADD“Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın çok sayıda e-gazetede yayınlanan, yaygın basında da yer alan,  “Son Kulis” adlı internet gazetesiyle yaptığı söyleşiye, (2) verdiğimiz “KENDİ AYAĞINA KURŞUN SIKMAK”(3) başlıklı yazı, maskelilerin gerçek yüzlerini açığa çıkarttığı gibi,  deşifre edilmiş olmanın kini, hırsı ve intikamı ile ADD Isparta Şubesine ve Özellikle Şube Başkanına karşı Saldırıların yoğunlaşmasına neden olmuştur.  Bu yazıda özetle;
“a)   Sayın Genel Başkanın; “Biz özünde bir eylem topluluğu değiliz. Bu derneğin adı Atatürkçü düşüncedir” söylemi, Kemalizm’den kurtulmanın ya da “Kemalizm”in yerine “yeni Kemalizm” propagandasının/şarlatanlığının ADD Genel Başkanı’nı da etkisi altına aldığını göstermektedir. Bu çarpık anlayış bizi, kuşatma tüm acımasızlığı ve her alanda ve anlamda sürerken, kuşatanların/hükümetlerin çizdikleri sınırın bir milim ötesine geçmeme/geçememe, tabanın baskısıyla zorunlu olarak yöneldikleri “mücadeleyi ise, olanaklı en etkisiz” düzeyde tutarak, kuşatanların çıkarlarına en az zarar verecek şekilde ”….mış” gibi yapmanın bir başka anlatımıdır.
b)   Sn. Genel Başkanın Dünya tarihinde bir ilk olan, milyonların büyük bir özveri örneği gösterdiği “2007 Cumhuriyet Mitingleri”nin yapılış/yapılabilme gerekçesini “ O dönemde korkunç bir para vardı. O yüzden şimdi yapamıyoruz” şeklinde açıklamasına ise söylenecek söz bulamadık. Bu bir akıl tutulmasıdır. Kendi eylemsizliğine kılıf yaratırken, ADD’yi ciddi zan altında bırakarak, cumhuriyet karşıtlarının ekmeğine yağ sürecek bir karalama ve iftiranın da kapısını aralamaktadır.
c) …..“Cumhuriyet Mitinglerinin” para olduğu için yapıldığını/yapılabildiğini iddia etmek on milyonların “NE AB, NE ABD TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE” çığlıklarının önemini küçümseyen ya da önemsemeyen çarpık bir anlayışın ürünüdür.”
ADD Isparta Şubesi;  Genel Merkez yönetiminin, ADD’nin kuruluş amaç ve ilkelerine, tüzüğüne ve Kemalist Düşün Sistemine aykırı olarak  uygulamaya koyduğu her eylem ve söylemine karşı tepkisini ortaya koymuştur. Örneğin;
               i.  “Ana Muhalefet Partisinin 27 Mart 2012 de, öğleden sonra gurup toplantısını Ankara Tandoğan Meydanında yapacağı tüm kamuoyuna günler öncesinden açıklanmasına karşın, “bu mitingin alt yapısını biz hazırladık” diye açıklama yaparak şubelere, “bu kez etkinliğimiz 27 Mart 2012 öğleden sonra Tandoğan’da” şeklinde genelge gönderen ADD Genel Merkez Yöneticilerine, şubemiz tarafından; “ADD tüzel kişiliği öteleniyor” tepkisinin konması”
             ii.  [19 Mayısta Çelenk ve diğer etkinlikleri yasaklayan AKP iktidarına karşı direnmek yerine “Sanki Atatürk ü anmanın izne bağlanmasını” onaylarcasına şubelere “izin alın” genelgesi göndermeyi yani teslimiyeti “dik duruş” olarak adlandırmak, (Atatürkçüler, Atatürk’ü anmak için Tayyip’in kullarından ille de “icazet” alacaklar ve bunu adı “dik duruş” olacak. Bunun adı “dik duruş” değil, olsa olsa “icazetli duruş” olur.] tepkisi,
           iii.  “Isparta da “Bediüzzaman Said – i Nursi Hazretlerinin yaşadığı topraklardasınız” hukuksuzluğuna karşı, ADD Isparta Şubesi her türlü belgeyi Genel Merkeze ulaştırdığı halde(Genel Başkan “davayı biz açalım” demişti) dava açılmaması, Yasal 60 günlük süre geçtikten sonra, ADD Isparta Şube Başkanı Mahmut ÖZYÜREK’e yetki devredilmesi (“biz yetkiyi devrettik, ama M. Özyürek davayı açamadı” hesabı yapıldığını biliyoruz) Buna karşın ADD Isparta Şb. Davayı açtıktan sonra, Şube Başkanı adeta LİNÇ edilirken gösterilen suskunluk” konusunda verdiğimiz tepki.
Bir konuyu daha özellikle belirtmekte yarar vardır.2010 Haziran Genel Kurulunda Genel Başkanlığa seçilen Tansel Çölaşan, 25 kişilik Genel Yönetim Kurulu listesini kendi hazırlayamamıştır. Çünkü 15/Mayıs/2010'da ADD’ye üye olan Çölaşan, derneğin, ne tüzüğünden, ne üyelerinden, ne de şubelerinden haberdardır.
Bu nedenle; 2010- 2012 Genel Yönetim Kuruluna girebilen ve gerçekten Atatürkçü, Kemalist, duruş sergileyen, ama kararlarda azınlıkta kalıp, son Genel Kurul dada GYK dışında kalan arkadaşlarımızı takdir ve saygıyla anmak gerekmektedir.
Ancak 2012 Haziran Genel Kurulunda ADD içinde deneyim kazanan Çölaşan, kendi dünya görüşüne uygun bir kadro ile GYK’ ya egemen olmayı başarabilmiştir.
 SONUÇ:
Gerçek Kemalistler, Cumhuriyetimizin tüm kurumlarının teslim alındığı bir sistemin kabul mekanizmalarından onay alarak, dayatılan turnikelerden geçerek  yapılan bir Atatürkçülük algılamasını asla ve asla kabul edemezler/etmezler. Hele ki, sistem sahiplerinden şu veya bu nedenle, “vize” dilenmezler.
Kemalistleri haklı ve meşru kılan; tüm kurumlarıyla işgal edilmiş bir sistemin vereceği “icazet” değil, işgale, gericiliğe ve haksızlığa başkaldırının, Kemalizm’in vazgeçilmez bir gereği ve önkoşulu olmasıdır.  Bu tür başkaldırılar, tarihin hiçbir evresinde, meşruiyet sınırlarını; kavgalı olduğu, mücadele ettiği gücün koyduğu kurallara göre oluşturmadı. Meşruiyeti; sistemin “icazetine”  indirgemek, düşüncelere ve dile görünmez zincirlerin dolanmasına olanak vermekle aynı anlamı taşır.
2006-2013 döneminde Atatürkçü Düşünce Derneğini, AB-D işbirlikçisi, gerici sistemin içine çekerek “ehlileştirme” amaçlı, özel görevliler, öncelikle ADD içindeki Kemalistleri tasfiye etmeyi, yolda önlerine çıkabilecek engelleri ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır. Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şubesinin yanı sıra, İzmit, Ayvalık, Şişli, vb. şubelerin yöneticilerinin görevlerinden alınmaları bu nedenledir.    
Atatürkçü Düşünce Derneğini devrimci, halkçı, tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist, özünden arındırarak “Uysal-uyumlu” bir konuma getirenler, Atatürkçülüğü “icazetli Atatürkçülük” olarak anlayıp, anlatanlar, yalnızca tüzüğü ihlal etmekle kalmamış, aynı zamanda, Kurtuluş ve kuruluşumuzun görkemli tarihine karşı da suç işlemişlerdir.
ADD Isparta Şubesi olarak bu aymazlık ve gafletin, icazetli Atatürkçülüğün “uyumlu” bir halkası olmadığımız/olamayacağımız görülüp bilindiği için görevlerimizden alındık.
ADD Isparta Şubesinin; “ADD içine sızmış,  deşifre edilmemiş utangaç AB’cileri ve masonları” açığa çıkarması, kimi odakların şiddetli tepkilerine neden olmuş, karalama, iftira, “çamur at izi kalsın” gibi bilinen yöntemlerle ADD Isparta Şubesi yöneticileri önce yıpratılmış, ardından da görevlerinden alınmışlardır.
 Ancak bu görevden alınış bizler için yolun sonu değildir. Biz Kemalist Devrim'in savunucuları olarak yolumuza devam edeceğiz.
 Tarih gerçek Atatürkçüleri ve Atatürkçü düşünceyi savunur gibi yapıp, Mustafa Kemal'in soyadını taşıyan derneği, küçük olsun, bizim olsun zihniyeti ile yönetenlerin maskelerini düşürerek yazacaktır.
   Tek yol Kemalist Devrim'dir...



GÖREVLERİNDEN ALINAN ADD ISPARTA ŞUBE  YÖNETİCİLERİ


Mahmut ÖZYÜREK            O.Mümtaz ÇAPÇI            Feray SELEK         Abdullah GÖKTAŞ


Niyazi ÇAMURCU                               Muhittin PEKER                Leman ÇAÇUR                  Vedat HALICIOĞLU

1- Emin Çölaşan 26 Ocak 2012 günlü Sözcü Gazetesi “Mason Locasında Kavga Var” http://www.ilk-kursun.com/haber/93969)

https://mail.google.com/mail/u/0/images/cleardot.gif

16 Ağustos 2016 Salı

“Kralın Kutsal Varlığı”




ABD emperyalizminin FETÖ( cemaat) maşasını kullanarak giriştiği işgal girişimi, yani I5 Temmuz sonrası, binlerce yurttaş Cumhurbaşkanı’nı eleştirdiği için 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 299 Maddesi (Cumhurbaşkanına hakaret),Darbe Mağduru(!) hükümeti eleştirmek vb. gerekçelerle ile gözaltına alındı, alınıyor.
Gözaltına alınanların ev-işyerleri aranıyor, bulunan PC, Dizüstü bilgisayar, CD, akıllı bellek vb. dijital tüm verilere el konuluyor.  Cumhuriyet savcılıklarınca sorgulandıktan sonra, kimileri hakkında tutuklama, kimileri hakkında tutuksuz yargılama kararları veriliyor.
İl ve İlçelerdeki adliye koridorları bu nedenle, bu günlerde hayli kalabalık. Yalnızca Darbe(İşgal) girişimine değil, aynı zamanda mevcut hükümete muhalefet eden kim varsa bu günlerde karakol ve adliyelerde bulabilirsiniz.
“Bende bu FETÖ darbesinden payıma düşeni aldım. Isparta’daki evim arandı. Evde bulunan oğluma ait PC ve dijital tüm verilere el konuldu. “
Eğer FETÖ darbesi başarılı olsaydı bu kişiler yine gözaltına alınacaklardı. Belki daha fazla işkence, daha fazla gözaltı ve tutuklama olacaktı. Şunu anlatmak istiyorum; 15 Temmuzda devletin tepesine çöreklenmiş, aralarında siyasal, düşünsel amaçlar bakımından hiçbir fark olmayan iki farklı gurubun devlete tümüyle egemen olabilmek için giriştikleri kanlı bir hesaplaşma yaşadık.
 Birbirinin neredeyse birebir kopyası olan, bu kanlı hesaplaşmanın taraflarının ortak özelliklerinden en öne çıkanı her ikisinin de Cumhuriyet, laiklik ve Mustafa Kemal düşmanlığıdır. Bir diğer orta özellik ise  “FETÖ'nün ürediği bağnazlık ve safsata bataklığını hazırlayan Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti düşmanı Said-i Nursi” den besleniyor olmalarıdır.
 Kuvayı milliye ve cumhuriyet kazanımlarının tümünü, kökten yok etmek Cumhuriyet Hukuku ve Cumhuriyet kurumlarını tümüyle tasfiye etmek konusunda aynı yolda, aynı hedefe koşmaktadırlar. Kimse bana “demokrasi” mavalı okumasın! Hangi demokrasi?
 Siyasi iktidarı elinde bulunduranların, yargısal süreçlere açıkça kamuoyu önünde ve/veya kapalı kapılar ardında müdahale ettiği,  basın ve yayın kurumlarının hemen tümünün siyasal iktidarın tekelinde olduğu, muhalifler üzerinde kolluk güçleri, yargı ve medyanın ciddi bir baskı aracı olarak kullanıldığı bir ülkede sokaklara çıkıp “demokrasi” adına şov yapmanın adının demokrasi sayılması bir akıl tutulması değilse, demokrasinin açıkça katledilmesi, demokrasinin iğdiş edilmesinden başka bir şey değildir.
Yıkıp yok ettikleri Cumhuriyetin enkazı üzerinde kanlı bir egemenlik savaşına girenlerden birinin tarafında yer alarak, “YENİKAPI” meydanında “demokrasi” adına  “idam” çığlıklarına örtülü destek veren, korku imparatorluğunun yerleşmesine, halkın tümüyle sindirilip tepkisiz kılınmasına “muhalefet” adına destek veren devşirilmişler var.
 Bu akıl, bilim, vicdan yoksunları utanmadan “demokrasi” palavraları atıyorlarsa bu işte ya bir bit yeniği var, ya da birileri bizim aklımızla alay ediyor.
17/25 Aralık 2013’e kadar FETÖ ile sarmaş dolaş, al gülüm – ver gülüm olan Medya – Devlet kurumları, Başta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı, AKP’li belediyeler, Türk Hava Yolları(THY), Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı(TİKA), İstanbul Menkul Kıymetler Borsası(İMKB), Posta Telefon Telgraf(PTT) gibi devlet kurumları ve kuruluşları 15 Temmuz Sonrası, bir gecede FETÖ düşmanı kesiliverdiler.
2003 ten bu yana “Devleti sıfırdan inşa ediyoruz” diyerek, FETÖ ile birlikte Cumhuriyetin tüm kurumlarını yerle yeksan edenler neyi inşa ediyorlar?
“Faşist Din Devletini” elbette.
Aklı başında, bırakalım solculuğu, kendisine demokratım diyen bir insan böyle bir gidişi alkışlayabilir mi? Ona pirim verebilir mi? Onu destekleyebilir mi? “YENİKAPI” meydanında arz ı endam edebilir mi?
Neyse ben bu soruların yanıtlarını okuyanlara bırakarak devam edeyim.
15 Temmuz sonrası 13 Ağustos 2016 tarihine kadar “Görevden uzaklaştırılan ve açığa alınan memur sayısı 81 bin 494. Açığa alınan toplam kişi sayısı, 76.597 kişi. Memuriyetten çıkarılanların sayısı 4.897 olduğu başbakan tarafından açıklandı.
Darbe şüphesi kapsamında general düzeyinde gözaltına alınan 133 subaydan 126'sı tutuklandı.
Peki, bu subayların general olmaları için önlerini açan(Ergenekon-Balyoz vb. kumpaslarla) terfilerine onay verenler kimlerdi?
2003 yılından 2015 yılına kadar Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantılarında, “irticacı subayların ordudan ihracına muhalefet şerhi” koyarak FETÖ mensubu subayları koruyup kollayan kimlerdi?
Açığa alınan 81 bin 494 kamu görevlisinin ezici çoğunluğunu devletin kilit noktalarına, stratejik konumlarına atayanlar, bu atamaları “alnı secdeye değiyor” diyerek onaylayanlar kimlerdi?
Türkçe Olimpiyatları'nın Arena'daki finalinde “Hasret bedeli çok ağırdır, faturası çok ağırdır. Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz” diyerek Fethullah Gülen'i Türkiye’ye dönmesi için yalvar – yakar olan Patagonya devlet Başkanı mıydı?
Peki, 10.Türkçe olimpiyatları için olimpiyatlara özel, Atatürk resmi çıkartılarak, bir yüzünde “İnsanlık el ele” sloganı, diğer yüzünde de Türkçe  Olimpiyatları 10. yıl özel logosu bulunan 2 bin adet  50 TL hatıra gümüş para ve 1 milyon adet 1 TL olarak paraların basılmasına Vanuatu Cumhuriyeti Başbakanı mıydı?
FETÖ’nün “IRS 990 formlarına göre yalnızca bir yıl içinde (2011 -2012)  402 milyon 823 bin 326 dolar yardım” topladığı Türkçe Olimpiyatlarına Bakanlar kurulunun tam kadro, düzenlenen illerin valileri, Üniversite Rektörleri, Emniyet Müdürleri, İl Milli Eğitim Müdürleri ve AKP’li belediye başkanlarının eksiksiz katılmaları bir rastlantımıdır?
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının dış gezilerine katılanlar kimlerdi?
Abant toplantılarına katılan kimlerdi?  Bu toplantılara katılan milletvekilleri kimlerdir?
Bu soruları çoğaltırsak orta ölçekli bir kitap çıkar ortaya. Bu nedenle soruları burada noktalayalım.
Peki, Darbe kalkışmasına yeltenen FETÖ ise; ben ve benim gibi yaşamının hiçbir noktasında FETÖ ile bağı bağlantısı olmayan, tam tersine yaşamları “dinci gericilikle” mücadele içinde geçen on binlerce kişi neden karakol ve adliyelerde bedel ödüyor, ceza çekiyor?
Bu sorunun yanıtını verebilmek için başarısızlıkla sonuçlanan 15 Temmuz kalkışması sonrası alınan kararlara ve uygulamalara bakmak gerek. Olayların gelişimi 15 Temmuz siyasal krizini Erdoğan ve AKP fırsata çevirerek “Faşist Din Devletini” inşa etmek için 14 yıldır sürdürdüğü “karşı devrim” sürecinin finalini oynamaktadır. “Yeni Türkiye’yi inşa etme”nin anlamı da budur.
Erdoğan ve AKP Hükümeti İşte bu nedenle darbe girişimini gerekçe göstererek Faşist Din Devleti inşası önünde engel oluşturacağını düşündüğü, Cumhuriyet kurumlarına, Cumhuriyetçilere, Kemalistlere,  saldırıyor.
Böylece Türkiye’nin ilerici, laik ve cumhuriyetçi, Kemalist, devrimci, halkçı güçlerini sindirmek, susturmak istemektedirler.
(Saldırı gerekçesi olarak 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 299. Maddesi gösterilmektedir.
Cumhurbaşkanına Hakaret suçu’ nu düzenleyen TCK 299. Maddesi 1889 tarihli İtalyan Ceza Yasasından alınmadır.   İtalyan Ceza Yasında bu madde  “Kralın Kutsal Varlığı” başlığıyla yer alıyordu.  Osmanlılarda halife sıfatını taşıyan padişahlar Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi kabul edildikleri için aynı şey söylenebilir. Nitekim Osmanlı’da Kanun-i Esasi’nin 5. maddesine göre “Zat-ı Hazret-i Padişahînin nefsi hümayunu mukaddes ve gayr-i mesuldür”.)

Bu nedenle geri çekilmek, susmak, kenara çekilmek, üç maymunu oynamak, aymazlıktır, “Karşı Devrime” katkı ve destek vermektir.  Türkiye’nin ilerici, laik ve cumhuriyetçi, Kemalist, devrimci, halkçı güçleri ivedilikle toparlanıp, Faşist Din Devletini inşa etme yolunda son vuruşunu yapmaya hazırlananları durdurmaları tarihsel bir sorumluluktur. 16.08.2016
Mahmut ÖZYÜREK

15 Ağustos 2016 Pazartesi

GATS ANLAŞMASI VE ÖZELLEŞEN TÜRKİYE



Darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL sürecinde, GATS anlaşmalarında yeralan hükümlerden biri daha hayata geçirildi. GATS Anlaşması (The General Agreement on Trade in Services) 1995 Yılında Tansu Çiller tarafından imzalanmış olan Türkiye’de pek konuşulmayan ÖLÜMCÜL bir anlaşmadır.
Hizmet Ticareti Genel Anlaşması adlı GATS Anlaşması ülkelerdeki hizmetlerin özel sektöre devri anlaşmasıdır. Milli Eğitim Sisteminden ordunun özelleşmesine kadar hayatımızın her alanında Türkiye’yi param parça eden bir yasadır. Yasanın işleyiş biçimi birçok konuda batının hedef ülkeleri KENDİ BÜROKRATLARININ ELİYLE nasıl boğduğuna örnektir!
Bu uluslararası anlaşmaya göre “savunma güvenlik eğitim sağlık vb hizmetler kamu hizmeti olmaktan çıkacak, parayla alınıp satılan meta haline gelecek, bu yolla, ulus devleti var eden hizmetler emperyalist küresel piyasaya devredilecek, böylelikle ulus devletlerin altı oyulacak. Bu geçiş sürecinde Dünya Bankası tarafından ülkelere uzmanlar gönderilecek, eleman(görevli) yetiştirmeye ABD’de burslar kurslar vs verilecektir” (Mahiye Morgül- “15 Temmuz Darbesinin Kazananı Tansu Çiller)...
Bu Anlaşmaya göre Milli Eğitimden, TSK’ya kadar tüm hizmetler özel sektöre devredilecektir ve bunun anlaşması Türk milletinin haberi bile olmadan 1995’de Tansu Çiller tarafından yapılmıştır. Son 15 Temmuz Darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL uygulaması ile çıkarılan Anayasa paketi içinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ‘sivilleşmesi’ karara bağlanmış, ORDU ÖZELLEŞMİŞSE GATS anlaşmaları nedeniyledir. Bunun sözü 1995’de verilmiştir.
Mahiye Morgül’ün yazısında vurguladığı şu ayrıntı çok önemlidir: GATS anlaşmasında geçen “Piyasa işleyişi önündeki gereksiz engellerin kaldırılması” cümlesi işin özüdür.
“GATS’dan anladığım şu ki, eğer bir hizmet devletin elindeyse önce serbest piyasaya devredilmesi gerekir, eğer önünde engel varsa bu engellerin devrilmesi gerekir. Engel eğer ulus devlet kanunları ve anayasası ise onun da değiştirilmesi gerekir. Silahlı Kuvvetlerin emir komuta zinciri engelse o zincirin de kırılması gerekir, evet o zincir kırıldı, dışarıdan emir alan subaylar gördük! Hem de bunu çok acı şekilde yaşayarak gördük. Biraz açalım: Savunma hizmeti satın almak isterseniz, kiralık ordu yani, sadece serbest piyasada yani SİVİL-ÖZEL olan bir orduyu satın alabilirsiniz. O nedenle önce bu kamu hizmetinin serbest piyasaya devredilmesi gerekir. 15 Temmuz akşamı Fetocu F-16 pilotları GATS’ın gereğini, yani Tansu Çiller’in taahhüdünü yerine getirmiştir. Ordunun özele devredilme darbesi 1995’de bir gizli taahhütnameyle başlamış, 15 Temmuz 2016’da sonlanmıştır.”

Morgül;
 1) Türkiye’de Yugoslavya’da olduğu gibi yerel ordular kurulacağını;
2) Bunların Milli savunma Bakanlığı’na bağlı olarak bölgelere göre oluşturulacağını;
3) Etnik ve mezhepsel orduların önünün açılacağını .
4) Harb Okullarının sivilleştirilmesi (özelleştirilmesi) yani ulus devlet kurumu olmaktan çıkartılması için 15 Temmuz gibi büyük bir travmanın bu işte ‘kolaylaştırıcı’ rol oynadığını vurguluyor. Kararnamede, ‘Yerelleşme’, ‘Taşra teşkilatları’ başlıklara dikkat çekiyor:
“Kararnamede MSB TAŞRA TEŞKİLATI diye ekler var, dikkatleri buna çekiyorum. 2004’de kurulan Bölge Adliye Mahkemeleriyle Yargıtay’ın yetkileri bölgelere dağıtıldı ve enteresan şekilde 20 Temmuz 2016’da görevleri başlamaktadır. Bu uygulama ile “hukukta birlik” ortadan kalkmıştır. MEB’de bunu “okulların yerel yönetimlere devri”; olarak göreceğiz, hazırlıkları tamamdır. 2005’den beri bölgelere göre ders kitapları veriliyor. Anayasa değiştiğinde “yerel” yerine “eyaletler” denilecektir. Sırada savunmada birliğin parçalanması vardır.”

Peki Türkiye bu nedenli yıkıcı bir anlaşmanın muhatabı nasıl yapılmıştır.? 1947 itibariyle Batı ekonomik sistemine ince ince iplerle Güliver gibi bağlanmış olan Türkiye güya ‘özgür’ bir ülkedir .. Ama her yanıyla küresel çetelere bağımlıdır. GATS anlaşmasının dayatılmasında yaşanan durum birçok alanda aynıdır.

Marshall yardımından bu yana bu böyledir. ABD ile AB ile Dünya Ticaret Örgütü ile İMF ile Dünya Bankası ile OECD ile yapılan anlaşmalar, ülke çıkarları aleyhine olan tüm alt anlaşmaların hayata geçirilmesini gerektirir.. Hamaset işe yaramaz.. 70 yıldır içinde bulunduğunuz SİSTEM bu gibi anlaşmaların her birini uygulamaya sokmanız için başınızın üstünde keskin kılıçlar dolaştırır.
Size dayattıkları anlaşma hükümlerini yerine getirmediğiniz zaman, dolaylı yollardan bedelini ödersiniz.
Pınar Erol’un GATS raporunda Türk Telecom örneği verilerek şu açıklama yapılmıştır:

“Türkiye, TT’yi GATS metninde yazdığı için özelleştirmemiştir ancak farklı baskılar sonucunda bunu gerçekleştirdiği andan itibaren telekomünikasyon hizmetlerini GATS hükmü altına sokmuştur. Nitekim 1990’lı yılların ortasında Türkiye’de telekomünikasyon sektörü ağırlıkla yerli sermayenin denetimindeyken, günümüzde büyük ölçüde GATS’ın koruması altında hareket eden yabancı sermayenin denetimindedir.”
“Hür Dünya” çeteleri, GATS’ın hükümlerinin ülkelere dayatılmadığı iddiasındadır.
“DTÖ üyesi ülkeler kamu hizmetlerine yönelik alanları serbestleştirme noktasında “özgürdürler. Hazine Müsteşarlığı da internet sitesinde, GATS’ın herhangi bir hizmet sektöründe özelleştirmeyi veya mevzuatların kaldırılmasını talep etmediğini belirtmiştir AMA özelleştirmeler ülkelerin “kendi seçimi” sonucunda gerçekleşmektedir.” Bu ülkelerin bağlı oldukları sisteme karşı durma güçleri yoktur ve önlerine konan yemeği yerler! (Pınar Erol -http://www.ir.metu.edu.tr/conference/papers.html)

Birileri ‘NATO’dan da çıkarız, ‘İMF ile de ilişiği kestik’ diye atıp tutarken küresel sırtlanların tüm dayatmalarının darbe girişimi ve ardından gelen OHAL sürecinde hayata geçivermesi halkımızın gözünden kaçmamalıdır.
Banu AVAR 14.8.2016
Ek: Mahiye Morgül ilgili makale
https://www.guncelmeydan.com/…/15-temmuz-darbesinin-kazanan…