3 Ocak 2016 Pazar

Ermenistan Başbakanı Ovanes Kaçaznuni'nin İtirafları



Ermenistan Başbakanı Ovanes Kaçaznuninin İtirafları (e-kitap)
Ermeni belgeleriyle soyk
ırım yalanı:
Ovanes Ka
çaznuninin itirafları
Sat
ır içi resim 1

Kaçaznuni Kimdir?
 Ovanes Kaçaznuni (Hovannez Katchaznouni), 1918 yılı Temmuz ayında kurulan Ermenistan devletinin ilk başbakanıdır. Taşnak Hükümetinin 1919 yılı Ağustos ayına kadar 13 ay yönetmiştir. Taşnaksutyun Partisinin kurucularındandır ve önemli lideridir. Ermenistan’ın ve    Taşnak Partisinin en yetkilisidir.

1867 yılında Gürcistan’a bağlı Ahıska bölgesinde doğdu. Mimarlık eğitimi aldıktan sonra Bakû’de mimar olarak çalıştı. Taşnak örgütüne orada katıldı. 1917de Ermeni Ulusal Konseyi üyesi oldu. 1918e kadar Kafkasya parlamentosunda (Seym) Taşnak temsilcisi olarak bulundu. Trabzon ve Batumda Türklerle yapılan barış görüşmelerinde Ermeni heyeti içinde yer aldı. Kafkasya devleti parçalanınca, 1918 Temmuz’unda bağımsız Ermenistan’ın ilk başbakanı oldu. 1919 Ağustosuna kadar bu görevde kaldı. 1920 yılında Ermenistanda Bolşevik iktidarının kurulmasının ardından tutuklandı. 1921 yılında Bolşevik yönetimine karşı yapılan karşıdevrime! ayaklanmanın bastırılmasından sonra ülkeyi terk etti. Yıllar sonar Sovyet Ermenistanı’na geri döndü ve 1938 yılında ölene kadar mimar olarak çalıştı.
 Kaçaznuni’nin raporu
 Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 yılında Bükreşte yapılan Ermeni meselesi ile ilgili Taşnak Partisi toplantısında sunduğu rapor gerçekleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Ka
çaznuninin Osmanlı döneminde yaşananları anlattığı kendi imzasını taşıyan rapor aslında bir itirafnamedir. Kaçaznuni, hemen o yıl raporunu kitap olarak yayımlatır. Koyduğu başlık, yine intihar önerisini vurgulamaktadır: Taşnaksutyunun Artık Yapacağı Bir Şey Yok.
 Ermenice basılan kitap, dört yıl sonra, 1927 yılında Rusçaya çevrilerek Tiflis’le “ibreti âlem”olması amacıyla 2 bin adet basıldı. Kitabın İngilizce basımı ise, 1955 yılında, The Armenian Revolutionary Federation (Dashnaksoution) Has Nothing To Do Any More başlığıyla Armenian Information Service (Ermeni İstihbarat Servisi) tarafından New Yorkta yayımlandı. Ancak bu İngilizce yayın, kitabın bütününü içermiyor. İlk Ermeni başbakanının bu tarihî raporu Ermenistanda yasaklanmıştır. Yayınların Avrupadaki kütüphanelerden Taşnaklar tarafından toplatıldığı da biliniyor. Kitabın çeşitli dillerden yayımlanan basımları, Avrupa kütüphanelerinden toplatılmıştır. Rapor, sonraları İstanbul Üniversitesi Araştırma Görevlisi Sayın Mehmet PERİNÇEK tarafından Moskovadaki Lenin Kütüphanesinde Rusça olarak bulundu ve  Türkolog Arif ACAROĞLU tarafından Türkçeye çevrildi.

Kaynak Yayınları’ndan, 2006 yılında, “Taşnak Partisinin Yapacağı Birşey Yok (1923 Parti Konferansı’na Rapor) başlığıyla yayınlanan kitapta yazılanlar Ermeni kıyımı iddiaları bağlamında bir belge durumunda

Yıllarca sözde soykırıma uğradıklarını iddia eden ve dünya kamuoyunu baskı altına almaya çalışan Ermenilerin bütün tezlerini çürüten ilk başbakanları, 128 sayfalık raporunda şu çarpıcı ifadelere veriyor:

Askeri operasyonlara katıldık
 “1914 Sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmadığı dönemde, Güney Kafkasyada büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı… ve sadece birkaç hafta içerisinde Ermeni devrimci Taşnaksutyun Partisi (EDDP) hem bu birliklerin oluşturulmasına hem de bunların Türkiye’ye karşı gerçekleştirdikleri askeri operasyonlara aktif biçimde katıldı….

Aklımız dumanlanmıştı
 “Biz, kayıtsız şartsız Rusyaya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken, zafer havasına kapılmıştık. Sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında, çar hükümetinin Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğinden emindik

Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık.”

Türkler doğru yaptı
 “1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu bir tehcire tabi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır .(…) bu yöntem en kesin ve en uygun yöntemdi. Kızgınlık ve korku içinde bulunan bizler, “suçlu” arıyorduk ve bu suçluyu hemen “Rus” hükümeti ve onun kalleşçe politikaları olarak belirledik.

Siyasal açıdan olgunlaşmamış ve dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık. Rus hükümetine karşı dünkü inancımızı ne denli körü körüne ve temelsiz idiyse, bugünkü suçlamalarımız da o denli körü körüne ve temelsizdi. Siyasal bir parti (Taşnaksutyun) olarak biz, meselemizin Rusları ilgilendirmediğini ve onların gerektiğinde bizim cesetlerimizi çiğneyerek geçip gidebileceklerini unutmuştuk.

Gerçekleri göremedik
 “Askerî operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya’ya bağlandık. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin millî mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vadettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiç bir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistan’ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik.

 Olayların sebebi biziz
 “Kötü kaderden şikayet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışımızda aramak acıklı bir durumdur. Bu bizim (hastalıklı) milli psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir ve Taşnaksutyun partisi de bundan kaçamamıştır. () sanki uzak görüşlü olmamamız bir kahramanlıktı çünkü isteyen herkes, Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar, Gürcüler, Bolşevikler tek kelimeyle bütün dünya bizi kolayca aldattı, atlattı ve ihanet etti, oysa bizler safça bu savaşın Ermeniler için yapıldığına inandırılmıştık.

Barış teklifini reddettik
 “1914-1918 yılında emperyalistlere karşı savaşlarında bozguna uğrayan Türkler, dinlenerek iki yıl içerisinde yeniden canlandılar. Yeni genç ve yurtsever duygularla hareket eden bir nesil ortaya çıkarak, Anadoluda kendi ordusunu yeniden organize etmeye başlamıştı. Türkiyede milli bilinç ve kendisini savunma içgüdüsü uyanmıştı.

Onlar Küçük Asya’da istikballerini hiç olmazsa bir şekilde temin edebilmek için Sevr Anlaşması’na askeri güçle karşı koymak zorundaydılar. Bizim bu dönemde barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı.

Çok geçmeden sınırlarımıza askerî operasyonlar başladığında, Türkler bizimle bir araya gelmeyi ve görüşmelere başlamayı teklif ettiler. Biz ise onların bu teklifini geri çevirdik. Bu büyük bir hataydı. Bu, görüşmelerin kesinlikle başarıyla sonuçlanacağı anlamına gelmezdi ama bu görüşmelerde barışçı bir sonuca ulaşma ihtimâli vardı.

Türkler’e karşı ayaklandık ve savaştık
 “Türklere karşı ayaklandık. Barışı sabote etmek için savaştık bile. Artık hepimiz, Türklerin düşmanı olan itilaf devletlerinin kampındaydık. Türkiye’den “denizden denize Ermenistan” talep etmekteydik. İtilaf devletlerinin ordularını Türkiyeye göndermeleri ve hakimiyetimizi temin etmeleri için Avrupa ve Amerikaya resmi çağrılar yaptık. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türkler’le savaştık, öldük ve öldürdük. Artık, Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz ki?

İsyanımızın temelinde Büyük Ermenistan vardı
 “Türkiye’nin yedi ili, Kilikya’da dört sancak ve Karadeniz’den Akdeniz’e Karabağ dağlarından Arap çöllerine uzanan “Büyük Ermenistan” tasarlanmakta ve talep edilmekteydi. Bu emperyalist hayal nasıl gerçekleşebilirdi?

Hiçbir zaman devlet olamadık
 “Adil olursak; yönetmek demek öngörmek demekse, biz kesinlikle öngörü yeteneği olmayan, işe yaramaz Taşnak yöneticileriydik. Başlıca zaafımız bu noktadaydı. Dahası, faaliyetlerimizin amacını belirli ve net biçimde anlamış değildik; rehber bir ilkemiz ve sürekli uygulanabilen tutarlı bir sistemimiz yoktu. Sanki istemeden, tesadüfi koşulların etkisi altında tereddütle hareket ediyor, kafamızı duvara çarpıyor ve ayaklarımızın altındaki zemini körler gibi denemeye kalkıyorduk. İmkanlarımızın sınırlarını bilmiyor ve çoğu zaman bunları abartıyorduk. Engellerin çağını anlamıyor, karşıt güçlerden nefret ediyorduk. Devlet ile partiyi ayıramıyor ve parti ideolojisini devlet işlerine karıştırıyorduk. Bizler devlet adamları değildik

Türkiye Ermenistanı diye bir şey yok
 “Şimdi neyimiz var? Aras ile Sevan arasında küçücük ve sözde bağımsız, gerçekte ise canlanmakta olan Rusya İmparatorluğunun özerk bir kenar bölgesi durumundayız. Türkiye Ermenistanı diye bir şey yok; bu konu Lozanda defnedilmiştir. Büyük Avrupa devletleri bizi defnettiler.

Teröre yöneldik
 “Kişilere karşı suikastlar planlayarak ve gerçekleştirerek, bir zamanlar Yıldız köşkünde yaptığımız gibi yapabilir bu kez başkalarını bombalayabiliriz. Ama niçin? Biz Türkiyede gürültü çıkarttığımızda bu gürültü sayesinde büyük devletlerin dikkatini Ermeni konusuna çekeceğimizi ve onları bizim lehimize aracı olmaya zorlayacağımızı sandık. Şimdi ise böyle bir aracılığın kaç para ettiğini artık biliyoruz.

Geçmişin kalıntısı Taşnak partisi, artık son bulmalıdır: ben intihar öneriyorum
 Parti artık yenilmiş ve otoritesini kaybetmiştir; ülkeden kovulmuş ve geri dönemez kolonilerin ise yapabileceği bir iş yok. Bir parti, Madem yaşıyorum öyleyse kendime nasıl olursa olsun bir iş uydurmalıyım diyemez. Madem yaşıyorum, ”öyleyse tarzında bir yaklaşım mantıksal olarak yanlıştır. Cümleyi bunun tersi yönde kurmamız gerekir: Madem ki yapacak bir işim kalmamış, yaşamam gerekmez! Evet ben intihar öneriyorum! Taşnak Partisi geçmişin bir kalıntısıdır, gereksiz bir organdır ve vücudun bu organa artık ihtiyacı kalmamıştır, şimdilerde bir koloni (diaspora) partisidir.

Taşnak partisi, barışa engeldir
 “Yalnız bir konuda ısrar ediyorum. Bir gün gelir de Türkler’le anlaşmak ihtiyacı doğarsa; sahneye başka bir anlayışa, başka bir psikolojiye sahip, en önemlisi de başka bir mazisi olan ya da olmayan insanların çıkması gerekir. Ve bu noktada Taşnaksutyun, değil yardım etmek, tersine engel olur.
 “Taşnak Partisinin Yapacağı Birşey Yok e-kitap:



2 Ocak 2016 Cumartesi

KOMÜNİSTLER MOSKOVA’YA!




Moskova’ya ilk kez Mart 1987’de gittim.
Henüz Sovyetler Birliği dağılmamıştı, sonradan bunu becerecek olan Gorbaçov devlet başkanıydı.
Rusya’dan demir çelik fabrikalarının ihtiyacı olan makina ve yedek parça ithalatı yapan Ankara’daki büyük bir şirket, Rusya’da tekstil ve kimya alanlarına da girmek istiyor ve benden bu konularda danışmanlık yapmamı istiyordu.
Kendi kurduğum şirketimde mühendislik, proje, yatırım ve danışmanlık hizmetleri verdiğim için yapılan teklif bir iş önerisiydi.
Ancak bu teklifi hemen kabul etmemiş, duraksamıştım.
Eğer bu teklifi kabul edersem uzunca bir süre Rusya’ya gidip gelmem gerecek ve belirli bir süreyi de orada geçirme zorunluluğu doğacaktı. İşte bu beni düşündürüyordu.
Türkiye’de dürüst, onurlu, yetenekli ve sömürüye karşı sesini çıkarabilen yurtseverlere “Komünist” damgası vurulup hayatları alt üst edilmekteydi.
Aynı odaklar tarafından kışkırtılmış gençlerimiz sol-sağ diye bir birine düşman kamplara ayrılmıştı. Her çatışmada sağcı gençlerimiz, solculara;
“Komünistler Moskova’ya!”
Diye haykırarak saldırmaktaydı.
Kendi şirketimde güzel işler yaparken Rusya’ya giderek başıma iş açmak istemiyordum!
Ama sonunda bu bir iş teklifiydi, kabul ettim.
Henüz THY uçakları Moskova’ya uçmuyordu.
Rus Aeroflot Havayolları uçağına İstanbul’da bindim. Uçağın yarısı boştu. Kısa bir süre sonra bu uçaklarda yer bulunmaz olacaktı.
Uçağın en arka tarafında, gazetelerdeki fotoğrafından tanıdığım ünlü işadamı Şarık Tara oturmaktaydı. Yanındaki ve hemen önündeki koltuklarda oturanların da şirketinin yöneticileri olduğu kulağıma gelen konuşmalardan anlaşılıyordu.
Elemanlarıyla şen şakrak tatlı bir sohbet içinde oluşundan cesaretlenerek Şarık Tara’nın yanına gittim. Ayakta kendimi tanıttım. Sıcak ilgi gösterdi. Sohbetlerini bölmek istemediğimi, çok kısa bir soru sorup yerime döneceğimi söyledim.
Tüm yüzüne yayılan gülümsemesiyle Şarık Tara;
“Rahat ol, üç saat yolculuğumuz var, bir değil on soru sorabilirsin!” dedi.
Ve aramızda şöyle bir soru-cevap söyleşisi geçti:
- “Şarık Bey, uçaktaki yolculara bakıyorum, başta siz olmak üzere, çoğu işadamı.”
- “Çoğu değil, hepsi işadamı!”
- “Ama nasıl olur, yıllardır biz Türkiye’de, Komünistlerin Moskova’ya gittiğini sanıyorduk. Oysa Komünistler değil, Kapitalistler Moskova’ya gidiyormuş!”
Şarık Tara ve elemanları hep bir ağızdan ve aynı anda büyük bir kahkaha patlattı! Katıla katıla gülüyorlardı!
Kahkahalar yatışınca Şarık Tara açıkladı:
“Komünistler hiçbir zaman Moskova’ya gelmedi! Hep bizler, yani işadamları geldi! Sen de kısa sürede bunu göreceksin!”
Onlar viskilerini yudumlarken ben yerime döndüm.
Peki, yıllar sonra neden bunu anımsadım?
18 Aralık 2015 tarihli Hürriyet gazetesinde Şarık Tara’nın fotoğrafını gördüm.
Türkiye’de bir dergi, “Türkiye’nin En Büyük 500 Şirketi” araştırması sonucu, Onur Ödülü’nü Şarık Tara’ya vermeyi kararlaştırmış.
Şarık Tara, tekerlekli sandalyede otururken, ödülünü alıyordu.
Türkiye’de dürüst, onurlu ve yetenekli aydınlara “Komünist” damgası vurulup başlarına bin bir türlü bela açılırken, gençlerimizin bir bölümü “Komünistler Moskova’ya!” diye bağırtılırken Kapitalistler Moskova’ya gitmiş, çok büyük paralar kazanmıştı…
Yılmaz Dikbaş
18 Aralık 2015, Cuma
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

1 Ocak 2016 Cuma

Nabi Bey’e açık mektup: Marx’ı senden öğrenecek değiliz!



İşi gücü bırakıp okullara “Aman ha öğrencilere yeni yıl kutlatmayın, dinen sakıncalı” fetvası göndermekle meşgul olan gerici milli eğitim müdürlerinin bakanı olduğunuzu biliyorduk zaten Nabi Bey.
Duyduk ki… ODTÜ’yü, bilimi, laikliği, ilerici değerleri savunan öğrencilere bir de akıl vermişsin.
Demişsin ki: ODTÜ’de olay çıkarmaya çalışan öğrenciler biraz Karl Marx'ın “Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i” adlı kitabını okusunlar!
Bak hele…
AKP’nin “entel” bakanı olduğunu bir kez daha belli etmek için mi söyledin bu lafı bilmiyorum ya da “Biz 18 Brumaire’i de biliriz” havası yaratmak için mi… Her neden söyledinse orası bizi ilgilendirmez.
Ama şurası ilgilendirir: Biz Karl Marx’ın hangi kitabını, hangi sırayla, hangi yardımcı kaynaklarla, hangi tartışmalar eşliğinde okuyacağımızı, memleketi imam hatip çöplüğüne çeviren bir AKP’liden öğrenecek değiliz!
“Sürü” ve “yobaz” imal etme düzeneği olan 4+4+4 yasasının 24 maddesini hiç tartıştırmadan, despotça ve küstahça Milli Eğitim Komisyonu’ndan 21 dakikada geçiren birisinden kitap tavsiyesi de alacak değiliz!
Bu arada… Marx’ın “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” adlı o çok önemli, çok değerli, çok kritik ve hâlâ çok güncel eserini elbette iyi biliriz.  
Çünkü Marx, o kitabında bize önünde sonunda despotik gerici iktidarın yıkılacağını müjdeliyor.
Biz de zaten amacımızı hiç saklamadık: Sizin yobaz, gerici, piyasacı saltanatınızı yıkmak, mücadelemizin en önemli amaçlarından biri.
Tepeden bakan bir ukalalıkla sözünü ettiğiniz o kitabı, okuyup anladığınızı, sindirip içselleştirdiğinizi hiç sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı, bu toprakların gericilikte en pervasız, despotlukta en acımasız, hukuksuzlukta en hoyrat rejiminin bakanı olamazdınız. Tarikatlara ve tekellere dayalı islâmofaşist sermaye diktatörlüğünün bakanlar kurulunda yer almanızın, bizim gözümüzde hiçbir önemi de yok, değeri de…
Marx, “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” adlı kitabıyla 150 yıl önceden bugüne, aydınlatıcı, berraklaştırıcı, sadeleştirici bir ışık düşürüyor.
Çünkü o kitap, yazıldığı dönemin gelişmeleri dışında, günümüz için de önem taşıyan analizler içeriyor.
Marx, 19. yüzyıl ortalarındaki Fransa’da, bir toplumu vesayet altına alan “vasat” bir adamın nasıl “imparator” pelerinini kuşandığını anlatıyor. Cumhuriyetin nasıl adım adım bir diktatörlüğe doğru geriletildiğini tasvir ediyor.
Engels’in, “tarihsel maddeciliğin en parlak uygulaması” saydığı küçük ama dev bir eser. Tarihsel maddeciliğin en soyut ilkelerinden yola çıkarak, siyasal mücadelenin en somut örneklerine uzanan bir rehber kitap.
Karl Marx’ın tüm yazdıkları içerisinde, tarihsel maddeci yaklaşımı en duru, en sade biçimde anlatan şu cümle de bu kitabın içindedir: “İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar ama onu özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil; dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar.”
Evet Nabi Bey… ODTÜ’lü öğrencilere “okuyun” diye öğütlediğiniz eser, Marksistlerin “Fransız üçlemesi” dedikleri diğer iki kitapla birlikte, yani “Fransa’da Sınıf Mücadeleleri” ve “Fransa’da İç Savaş” kitaplarıyla birlikte, devrimin güncelliği anlamına gelmekte.
Yani sizin, sizlerin, gerici ve despot iktidarınızın devrilip, yerine ilerici, laik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir emekçi cumhuriyetinin kurulması anlamına gelmekte.
Bizler tam da “18 Brumaire’i” okuduğumuz, onu bir teori ve eylem rehberi kıldığımız için bugün sokaktayız, ODTÜ’deyiz, sizin ensenizdeyiz.
O kitabın son cümlesi şöyle biter Nabi Bey: “Ama imparator pelerini sonunda Louis Bonaparte’ın omuzlarına düştüğünde, Napoleon’ın Vendome Sütunu’nun tepesindeki tunçtan heykeli devrilecek."
Bu cümleyi hiç aklınızdan çıkarmayın.
Çıkarmayın ki, bir gün şu cümle yazıldığında da hatırlayın: “Ama siyasi iktidar sonunda işçi sınıfına ait olduğunda, Tayyip’in Kaçak Saray’daki gayrimeşru ve ucube iktidarı devrilecek.”
Ha unutmadan, bizim memlekette bilimin, aydınlanmanın, devrimci üniversite gençliğinin sembollerinden biri, belki de en önemlisi olan ODTÜ’ye “marka” demişsin.
Senin ağababan da bu memlekete “marka”, memleket yönetimine “şirket” diyor, kendisini “CEO” sanıyordu geçen yıl. Etrafına topladığı patronlara akıl veriyordu, “mevzuat amcayı takmayın” diye!
Bakanı olduğun okulların, liselerin birer medreseye çevrildiğini, tarikatların yönetim ve denetimindeki birer küçük şirkete dönüştüğünü görüyoruz. Şimdi de emperyalizmle, tekellerle, piyasacılıkla mücadelede önemli yeri olan ODTÜ’ye “marka” deme küstahlığını gösteriyorsun… Sensin marka!
Sen tavsiye ettiğin için değil… Biz zaten Marx’ın, Engels’in, Lenin’in eserlerini kitaplığımızdan, masamızdan, çantamızdan ayırmadığımız için yeni yılın ilk günlerinde bir kez daha okuyacağız “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i”ni…
Göreceğiz bakalım 3. Bonaparte mı daha döküntüydü, yoksa Kaçak Saray’ın padişah bozuntusu mu? Yoksa Tayyip’in bakanı olarak sen mi?
Okuyalım, ona biz karar veririz.
Bir daha sakın bize kitap tavsiye etmeye kalkma! Senin işin gericilik, bizim işimiz gericilikle mücadele!
31/12/2015