23 Ekim 2015 Cuma

“ŞECAAT ARZ EDERKEN MERDİ KIPTİ, SİRKATİN SÖYLEDİ”



İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı savunurken 2. Abdülhamit'ten örnek vermiş.
“Biz bunu tarihte gördük” diyen Topbaş, “2. Abdülhamit’in 33 yılık yönetim döneminde etrafındaki sıkıntılara rağmen ülkeyi savaşa sokmadan ciddi bir istihbarat teşkilatıyla tüm gelişmeleri takip ederek dünyayı yakından izliyordu. Farklı ülkelere fotoğrafçılar göndererek ekonomik durumları görmek adına çalışan bir padişahın yönetimden gitmesi için çok çalışıldı”.
Şimdi başarıya koşan elini taşın altına koyan, gece gündüz çalışan, Türkiye’yi geliştiren ve bütün dünyada ezber bozduran yeni bir lider çıkıyor.”demiş…
Tarihi Çarpıtmak, tersyüz etmek ve buradan nemalanmaya kalkışmak utanmazlık ve arsızlıktır..  Erdoğan’ı  2.Abdülhamit’e benzetmek cahillikten değilse  tam bir aymazlık, yalancılık ve ikiyüzlülük örneğidir.
Çünkü  1- Abdülhamit, “Ben bir karış bile olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil,milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanlarını dökerek mahsuldar kılmıştır. Milletim de bu toprakları ancak aldığı fiyata verir. Çünkü bu topraklar kanla alınmıştır, kanla verilir!” derken,
Topbaş’ın  “Türkiye’yi geliştirdiğini iddia ettiği  R.Tayyip’in “iktidara geldiği 2002’den bu yana, yabancılara 76 milyon 145 metrekare gayrimenkul satılmış. Bu satışın en fazlası Konya’da gerçekleşmiş. Bunu 6 milyon 205 bin ile Antalya, 5 milyon 768 bin Muğla, 4 milyon 494 bin ile Ankara, 3 milyon 184 metrekare ile Aydın ve 2,2 milyon metrekare ile İstanbul izliyor.
Türkiye’de gayrimenkule yatırım yapan yabancıların sayısı 119.599 kişi.
Çünkü 2- Sultan Abdülhamit, saltanatı süresince Yahudilerin Filistin’de toprak alarak yerleşmelerini engelledi.
Recep Tayyip Erdoğan’a ise Ocak 2004'teki Amerika ziyareti sırasında New York’ta ;Amerikan Musevi Komitesi tarafından Yahudi Cesaret Ödülü olan “Davut Boynuzu” verilmiştir.
Ayrıca belirtmek gerekirse Amerikan Yahudi Konseyinden Yahudi Cesaret Ödülünü alan sadece Türkiye’den değil tüm Müslüman dünyadan tek devlet adamı Tayyip Erdoğan’dır.
Yahudi Cesaret Ödülü dünyadaki alan TEK Müslüman: Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Daha onlarca kıyaslama yapılabilir. Ama sanırım bu kadarı bile yeterli. Ne diyelim Topbaş Tayyip'i öveyim derken, onun vatan topraklarını sattığını da söylemiş oldu..
 Yani “şecaat arz ederken merdi Kıpti, sirkatin söyledi” 23 Ekim 2015-10-23
Mahmut ÖZYÜREK

Akp’nin 13 Yıllık Eğitim Politikası



2015 genel seçimlerinden sonra, AKP’nin olası bir koalisyon hükümetine ortak olacağı dillendirilen şu günlerde son 13 yıllık eğitim politikasının analiz edilmesinde yarar umulmaktadır.

AKP hükümetinin iktidara geldiği günden itibaren izlediği politika neoliberal bir devlet, toplum ve eğitim sistemi olmuştur. Bugün gelinen noktada bugün artık, zira parasız okul okumak imkânsız. Kamudaki eğitim niteliksizleşmiştir. Ders kitapları ilköğretimde bedava ama ders kitapları piyasası her geçen gün büyümüş ve devlet ders kitaplarını kendi matbaalarında bastıracağına özel sektöre havale ederek kamuda özele ciddi kaynak vb. aktarımında bulunmuştur.

AKP döneminde neredeyse her birkaç ay içinde yeni bir vakıf üniversitesi açılmıştır. Vakıf üniversitelerine yapılacak devlet yardımlarındaki sınır kaldırılmıştır. Vakıf üniversiteleri üniversite sınavlarında yeterince yüksek puan almış olan yoksul çocuklar sistemin dışına atılmıştır.

AKP, ders kitaplarında ABD’ye karşı olmayan dincilik- ılımlı İslam anlayışı ile girişimcilik gibi öğelerin öne çıkarırken toplumsallık ve yurtseverlik ögelerini ikinci planda tutmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi emperyalizm karşıtlığıdır. Oysa bazı ders kitaplarında emperyalizme karşı olmak kötü bir şeymiş gibi anlaşılmıştır.

Küreselleşme süreci; kendi sistemine uygun bireyler istiyordu. Bu nedenle, eğitim fakülteleri 1990’lı yıllardan itibaren yapılan dersler bu kavramlar üzerine yapılandı. Genç öğretmenler bu kavramlarla düşünmeye başlamıştı ve artık 2004 yılına geldiğinde sıra bu kavramları kamuoyuna mal etmeye gelmişti. Çünkü yeni programları başka türlü anlatmaları mümkün görünmüyordu. Öğretmenlere yönelik hizmet içi eğitimler ve pilot okul çalışmaları hep bu kavramları yerleştirmek üzerine kuruldu.

Yine AKP döneminde artık Milli Eğitimdeki yöneticilik konumlarına, öncelik sırasına göre; ilahiyat alanında lisansüstü eğitim almış din bilgisi öğretmeni/ alt özelliği olmayan din bilgisi öğretmeni olarak sıralanmıştır. Daha sonra, imam hatip kökenli diğer branş öğretmenleri gelmiştir. Yine, aynı dönemde, yeni yapısıyla TÜBİTAK’ın evrim kuramı gibi bilimsel görüşün temeli olan bu anlayışa tepkili hale gelmesi, bu kurum çalışanlarının, mesleklerine ve bilime sahip çıkmak yerine siyasal güce bağımlı olmayı yeğledikleri görülmüştür.

Diğer taraftan, Ülkenin eğitim sistemini temelden yok edecek 4+4+4 adlı eğitim uygulaması AKP döneminde atılmıştır. Kısa sürede iflas ettiği anlaşılan 4+4+4 uygulaması şu sonuçlara sahip olduğu anlaşılmıştır: Çocuk gelinlerin artması; çocuk işçiliğinin artması; kalabalık sınıfların oluşması; alt yapı ve fiziki donanım sorunları; öğretimin zayıflaması ve eğitimde fırsat ve imkan eşitliğinin daha da zayıflamasıdır.

Yine, demokratik seçimi manipüle ederek okul müdürlerinin atanması da bu dönemde gerçekleşmiştir. Yine;  karma eğitimi tartışılır duruma getirerek çağdışı uygulamalara imza atmak bu dönemin özelliklerinden biridir.

Sonuç olarak; AKP yönetimi uyguladığı politikalarıyla eğitim sisteminin genleriyle oynamasını bilmiştir. Bu sonuç da insan yetiştirme düzenimizde onarılmayacak yaralar açmıştır.
Hasan GÜNEŞ

21 Ekim 2015 Çarşamba

ULUSLARIN KADERLERİNİ TAYİN HAKKI, KÜRTÇÜLÜK VE SOSYALİSTLER






Türkiye’de, ideolojik ayrılıklar ileri sürerek sürekli bölünen “sosyalist” kümelerin birleştikleri belki de tek ortak nokta, Cumhuriyet’e ve Kemalizme karşıtlıktır. Karşıtlığı, ulusların kaderlerini tayin hakkını tanıma üzerine yoğunlaştırıyorlar ve Kürt kalkışmasını desteklemedikleri için, Kemalistleri faşistlikle suçluyorlar.
Emperyalizmin Kürtlerle kurduğu ilişkinin niteliğini görmemeleri olanaksız. Sosyalist kuramcıların demokrasi ve ulusal sorun üzerine yazdıkları ortada. Buna karşın, bilim ve gerçekler sözcük kalabalığı içinde tersyüz ediliyor. Bunun bir nedeni olmalıdır.
Kemalistlerin “işçi ve köylüleri ezdiği”, Atatürk’ün burjuvazinin temsilcisi olduğu” ve “İngiliz emperyalizmiyle uzlaştığı”, “diktatör olduğu”, “Kürtlere soykırım uyguladığı” gibi sözler AKIL TUTULMASI DEĞİLSE NEDİR? Bu düzeydeki düşünsel ilkellik hiçbir siyasi oluşuma yakışmaz ancak sosyalistlere hiç yakışmaz.


Ulusal Sorun ve Sosyalistler

Sosyalistler, ulusların kaderlerini tayin hakkını benimser ve kendi ulusu gibi başka ulusların da bu hakkı kullanması için savaşım verir. Bu savaşımı yalnızca sosyalist olmanın değil, demokrat olmanın da koşulu sayar, bağımsızlığa yönelen ulusal devinimleri destekler.
Ancak bu desteğin olmazsa olmaz koşulu, bağımsızlığa yönelen ulusal devinimin, dünya sosyalist ya da demokrasi savaşımının parçası olması ve emperyalizme karşı çıkmasıdır. Batıda 19.yüzyıldaki kentsoylu (burjuva) demokratik devrimleriyle biçimini bulan demokrasi savaşımı, kapitalist emperyalizmin ortaya çıktığı 20.yüzyılla birlikte genişlemiş ve ezilen ulusları içine alarak sosyalizmin sorunu konumuna gelmiştir.
Ulusların kaderlerini tayin hakkı için savaşımı yerelden evrensele taşıyan, kurduğu sömürü düzeni ile ezilen ulusları birbirine yakınlaştıran emperyalizmin kendisidir. Bu nedenle, 20.yüzyılda, emperyalizme karşı çıkmayan, onunla uzlaşan bir ulusal devinimi desteklemek, üstelik bunu sosyalizm ya da demokrasi adına yapmak olanaklı değildir.

Biji ABD”, “Biji Obama”

Kürt ayaklanmalarının Batılı büyük devletlerle ilişkisi eski bir öyküdür. Ancak bu ilişki, Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçsüz dönemi dahil hiçbir dönemde bugünkü kadar açık yürütülmedi. Devlet gücü hiçbir dönemde bugünkü kadar aciz duruma düşmedi. Sosyalistler hiçbir dönemde bugünkü gibi ayaklanmaların yanında yer almadı. Sanki bir orta oyunu oynanıyor, kanlı ve öldürücü bir orta oyunu. Oyun da, oyuncular da herkesin gözü önünde.
Emperyalist devletler; Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmişken, Kürt kalkışmasını politikasının temeline yerleştirmişken, ayrılıkçılara para ve silah akıtırken, “biji ABD-biji Obama” bağırışları televizyonlarda yayınlanırken... Ulusların kaderlerini tayin hakkından söz edilebilir mi? Sözedenlere sosyalist denilebilir mi? Emperyalizme karşı çıkmayı savaşımlarının en önüne koyan Kemalistlere faşist diye saldırmanın amacı nedir? Düşünsel tiksintiye yol açan bu tür girişimlerin emperyalizme hizmetten başka bir anlamı olabilir mi?

En Amerikan Yanlısı Ülke”

Emperyalist ülkelerin sözcüleri, Kürt kalkışmasına verdikleri desteği, desteğin amaçlarını ve beklentilerini artık diplomatik söylemlerle örtmüyor, kaba bir açıklıkla dile getiriyor. Terörle savaşım dillerinden düşmüyor ancak konu Kürt terörü olduğunda; verdikleri para ve silaha, yapacağı yardıma sınır koymuyorlar.
Kürt kalkışmasına Batının verdiği desteğin amacı ve beklentisi konusunda pek çok açıklama ve uygulama vardır. Bunlardan yalnızca Ralph Peters’ın açıklamalarına bakmak, emperyalizmin bölgeye yönelik Kürt politikasını görmek için yeterlidir.
Ralph Peters, sıradan bir Amerikalı değildir. ABD hükümetlerine danışmanlık yapan, Pentagon’un resmi yayın organı Armed Forces Journal’da araştırmaları yayınlanan, American Enterprise lnstitute üyesi emekli bir subaydır. “Türkler bize ihanet etti... Kürtler bize sadık... Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurulmalıdır”1 diyen Ralph Peters, Armed Forces Journal’da Ortadoğu’yu 22 yeni devlete bölen ünlü haritayı yayınlıyor ve “Kanlı Sınırlar” başlıklı bir yazı kaleme alarak, kurulacak Kürt devletinin niteliği konusunda şunları söylüyor: “Kurulacak bağımsız Kürt devleti; Suriye, Irak, İran ve Türkiye’den toprak almalıdır. Bu devlet Bulgaristan’dan Japonya’ya kadar uzanan bölgede en Amerikan yanlısı ülke olacaktır”.2

Avrupa Anamalcılığı (Kapitalizmi) ve Ulusal Sorun

Ulusal sorun, insanlığın gündemine Avrupa’da anamalcılığın gelişmesiyle girdi. Kentsoyluluk, devrimci döneminde derebeyliği tümüyle ortadan kaldırırken, gerçekleştirdiği demokratik devrimlerle demokrasi savaşımını, yarattığı işçi sınıfıyla da sosyalist savaşımı, toplumsal yaşamın somut olguları durumuna getirdi. Başlangıçta tümüyle kentsoyluluğun ilgi alanına giren ulusal sorun, kentsoyluluk tutuculaştıkça ve işçi sınıfı savaşımı geliştikçe sosyalizmin sorunu durumuna geldi.

Karl Marks’ın Görüşü

Karl Marks, işçi sınıfı savaşımıyla ulusal sorun arasındaki ilişkiyi değişik yazılarında birçok kez dile getirmiştir. Manifesto’da “işçi sınıfı savaşımının başlangıçta ulusal düzeyde”3 olduğunu daha sonra uluslararası bir devinim durumuna geldiğini belirtir. İşçi sınıfının toplumcu düzeni kurmak için; her şeyden önce siyasi gücü ele geçirmek, ulusun önder sınıfı durumuna gelmek, bizzat ulusu oluşturmak zorunda olduğunu” söyler ve “kendisi bu ölçüde ulusaldır ancak bu (ulusallık y.n.) asla sözcüğün kentsoylu anlamında değildir” der.4
Karl Marks’ın öğretisinde uluslararasıcılığın (enternasyonalizmin) ulusçuluğa karşı ne denli ağırlıkta olduğu bilinmektedir. Ancak, Marks ulusal devinimlere kayıtsız kalmamış, kimi ulusal savaşımı dikkatlice izleyerek desteklemiştir. Polonya ve İrlanda ulusal savaşımlarına verdiği destek, öğretisinin temel yapısıyla çelişmez, tersine onu varsıllaştırarak bütünleştirir. Ulusal devinimlerin “içindeki ilerici şeyi desteklemek”5 den sözeder.
Polonya’yı, Avrupa gericiliğinin kaleleri olarak gördüğü; Rusya, Prusya ve Avusturya tarafından işgal edildiği ve baskı uygulanan Leh halkının demokratik savaşımı sürdürdüğü için destekler. İrlanda ulusal savaşımına büyük önem verir ve İngiliz işçi sınıfının başarılı olmasını, İrlanda’nın bağımsızlığını elde etmesi koşuluna bağlar. “İrlanda kurtarılmadığı sürece, İngiliz işçi sınıfı hiç bir zaman herhangi bir başarı gösteremeyecektir”6 der ve şu saptamayı yapar: “İngiltere’de İngiliz gericiliğinin kökleri... İrlanda’nın boyunduruk altında tutulmasındandır”.7

Halklar Hapishanesi” Rusya

Çarlık Rusyası, uluslaşmış olandan göçer boylara dek yüzlerce etnik yapıyı bünyesinde barındıran büyük bir imparatorluktu. Anamalcılıktan (kapitalizmden) derebeylik (feodalite) öncesine dek birçok üretim ilişkisi varlığını sürdürüyordu. Çarlığın baskıcı yönetimi nedeniyle Rusya’ya “halklar hapishanesi” deniyordu.
Rus sosyalistleri, içinde yaşadıkları toplumun özelliği nedeniyle, ulusal soruna olağanın ötesinde önem vermek zorundaydılar. Nitekim öyle yaptılar. Ulusal sorunu her boyutuyla ele aldılar, kapsamlı araştırmalar ve uygulamalar yaparak genel ve özel bilimsel sonuçlara ulaştılar. Sovyet hükümetini oluşturan 14 bakanlık (halk komiserliği) içinden birini, Uluslar Halk Bakanlığı (Milletler Halk Komiserliği) yaptılar. Komünist Parti’nin önde gelenlerinden ve ulusal sorun üzerine yaptığı araştırmalarla dikkat çeken Josef Stalin’i Uluslar Halk Komiserliğine getirdiler.

Lenin ve Stalin’in Söyledikleri

Ulusal sorun, Lenin’in kuramsal çalışmaları içinde önemli bir yer tutar. Konunun Rusya için anlamını, yerel ve genel boyutunu, sosyalist savaşımla karşılıklı etkileşimini irdelemiş ulusal ve uluslararası sonuçlar çıkarmıştır. 1848 demokratik devrimlerini, İsveç-Norveç ayrılığını; Finlandiya, İrlanda, Polonya sorununu ve 20.yüzyıl başındaki ulusal devinimleri incelemiştir. O da Marks gibi ulusal sorunun uluslararası boyutuna önem vermiş, ulusların kaderlerini tayin hakkını savunarak, “ezilen” “küçük” ulusların desteklenmesi gerektiğini söylemiştir. Bu söylem, Sovyetler Birliği’nde devlet politikası durumuna getirilmiştir. Ancak, bu destek, sınırsız ve her zaman geçerli değildi, olmazsa olmaz bir koşulu vardı.
Desteklenecek ulusal devinim, dünya sosyalist ve demokrat deviniminin parçası olmalı, ona zarar vermemeli, emperyalizmle uzlaşmamalıydı. Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı adlı yapıtında şöyle söyler: “...Ulusların kaderlerini tayin hakkı dahil demokrasinin çeşitli istemleri, mutlak şeyler değildir. Bunlar dünya demokratik hareketinin tümünün bir parçasıdır. Kimi somut durumlarda, parçanın bütün ile çelişkiye düşmesi olanağı vardır. Bu durumda parça reddedilmelidir”.8
Emperyalizmle uzlaşan ulusal devinimler için tutumu çok serttir ve bu tür devinimlerin “ezilmesi” gerektiğini söyler. Şöyle der: “Kimi küçük uluslar, burjuva gericiliğinin dayanakları durumunda olursa, bizim de bu gerici halkların içindeki hareketin niteliği ne olursa olsun onları ezmek ve ileri karakollarını yıkmak için, devrimci bir savaştan yana olmamız gerekir”.9
Stalin’in ulusal devinimlere verilecek destek konusundaki görüşü Lenin’den ayrımlı değildir. Ulusal Sorun adlı yapıtında şöyle söyler; “...Kuşkusuz proleteryanın her ulusal hareketi, her zaman, her yerde, her özel ve somut durumda desteklemeye mecbur olduğu anlamına gelmemelidir. Desteklenmesi söz konusu olan ulusal hareketler, emperyalizmi sürdüren ve güçlendiren hareketler değil, emperyalizmi zayıflatan ve devrilmesini kolaylaştıran hareketlerdir. Öyle durumlar olabilir ki, ezilen belli bir ülkenin ulusal hareketi, devrimci hareketin çıkarlarına aykırı düşebilir. Bu durumda destekten söz edilemeyeceği açıktır”.10

Fidel Castro Ne Diyor

Yaşayan en büyük sosyalist devrimci kabul edilen Fidel Castro, Türkiye’deki Kürt kalkışmasını, “Yankee’nin ABD’nin petrol bekçiliği” olarak değerlendirmiş ve şunları söylemiştir: Türkiye’deki olayları yakından izliyorum... Umarım ve dilerim ki, sizin oradaki Kürt hareketi Yankee’nin petrol bekçisi olmaz. Ancak, gördüğüm kadarıyla bunlar ABD’ne bağımlı, ABD’nin denetiminde hareket ediyorlar. Kürtlerin hareketi bağımsızlık değil, ABD’ne bağımlılıktır”.11

Sosyalist Önderlerin Kemalizm Değerlendirmesi

Yerli “sosyalistler”, Atatürk konusunda akıl dışı savlar, temelsiz yakıştırmalar yaparken; kuramsal araştırmalarla üst düzey yapıtlar üreten, devrim yapan ve devlet yöneten sosyalist önderler, Türk Devrimi’ni gerçek boyutuyla incelemiş ve ona hak ettiği değeri vermiştir.
Ulusal devinimlerin yerelden evrensele ulaşması, isteme ya da zorlamaya bağlı bir gelişme değildir. Önce Emperyalizme karşı savaşımda başarı sağlanması gerekir. Bu başarı, ortak düşmana karşı sağlanmış olması nedeniyle, başka ulusal kurtuluş savaşlarına katkı anlamına gelir ve yerel devinim bu nedenle uluslararası boyut kazanarak, dünya demokrasi (ve sosyalist) savaşımın parçası olur.
Stalin, ulusal kurtuluş devinimlerinin 20.yüzyıldaki yaygınlığından söz ederken, yaygınlığı sağlayan etkenin Türk Devrimi oluğunu belirtir ve şunları söyler: “Ulusal sorunun yeryüzünün tümünü, önce küçük kıvılcımlar olarak, sonra kurtuluş hareketlerinin aleviyle sarması ve sömürgeler genel sorunu biçimine bürünmesini sağlayan etken, emperyalist grupların Türkiye’yi parçalama ve ülkenin devlet olarak varlığına son verme yolundaki girişimleridir. Müslüman ülkeler arasında en gelişmiş devletlerden biri olan Türkiye, böyle bir şeyi sineye çekemezdi. Savaş bayrağını yükseltti ve çevresine Doğu halklarının desteğini toplayarak emperyalizme karşı durdu”.12
Lenin, Kurtuluş Savaşı’nı başından beri izlemiş, niteliğini ve yönelimini anlayınca her türlü desteği vermiştir. Mustafa Kemal hakkında yaptığı ünlü değerlendirme şöyledir: Mustafa Kemal, yetenekli bir önder ve akıllı bir devlet adamı. O istilacılara karşı kurtuluş savaşı veriyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum”.13
Kemalizmin Türkiye’deki başarıları, devrim sancıları içindeki Çin’de ilgiyle izlenmiş, oldukça geniş bir kesim benzer yöntemlerin Çin’de de uygulanmasını istemişti. O dönemde Mao, Çin burjuvazisinin bazı unsurları, büyük haykırışlarla Kemalizmi istediler. Fakat Çin’in Kemal’i nerede?” diye sormuş ve sorusuna Büyük Yürüyüş öncesinde Şangay Meydanı’nda yaptığı konuşmada kendisi vermişti: “Çin’in Atatürk’ü benim”.14
Ho Şi Minh; (Vietnam Ulusal Kurtuluş Savaşı Önderi): Türk halkı hayranlık verici bir cesaret ve fedakarlık ruhuyla, uğursuz Sevr Antlaşması’nı yırtıp attı ve bağımsızlığını kazandı. Emperyalist oyunları yendi ve sultanın tahtını devirdi. Bitkin, parçalanmış ve çiğnenmiş bir ulusu birleştirmiş ve güçlü bir Cumhuriyet durumuna getirdi, devrimini yaptı”.15
Georgi Dimitrov; (Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı): “Ellerinde silah, büyük kan pahasına yurtlarından emperyalist istilacıları kovmayı başaran ve ulusal bağımsızlığını elde eden Türk ulusu, büyük bir gurur duymakta haklıdır”.16
Fidel Castro: “Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını ben asla yapamazdım. Gerçek devrimci Atatürk’tür. Büyük bir devrim yaptım ancak Mustafa Kemal’in yaptıklarını başaramazdım. Devrimci Kemal Atatürk varken Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar... Atatürk 1919’da, düşmanları kovmak için Bandırma gemisiyle Samsun’a çıktı ve anti-emperyalist savaş verdi, zafere erişti. Biz Atatürk’ün devrimci savaşından etkilendik, esinlendik. Ve tam 40 yıl sonra, 1959’da Gramsi gemisiyle Havana’ya çıktık. Ülkemizde emperyalizmi ve işbirlikçi faşist Batista rejimini yıkmak için biz de zafere eriştik. Bizim ve tüm ezilen halkların esin kaynağı Mustafa Kemal Atatürk’tür”.17

Bilimin Yadsınması ve Yokoluş

Ülkemizde kendilerine sosyalist diyen kimi kişi ve kümeler, belirli bir süreden beri, ulusların kaderlerini tayin hakkını, Kürt milliyetçiliğine indirgeyerek yazılar yazıyor, açıklamalar yapıyor. Sosyalist kuram ve savaşım birikimi yadsınarak yaymacaya (propagandaya) dönüştürülen bilim dışı görüşler, özellikle sosyal medyada yoğun olarak işleniyor. Bilgi kirliliğine yolaçan bu girişimler, Cumhuriyete ve Kemalizme saldırı aracı olarak kullanılıyor.
Ulusların kaderlerini tayin hakkını tanımak; saltık (mutlak), değişmez ve her zaman geçerli bir tutum değildir. Her ulusal deviniminin kendine özgü koşulları, başkalarına benzemeyen özellikleri vardır; öykünülemez (taklit edilemez), yinelinemez (tekrar edilemez). Tümünü kapsayan tek bir ortak çözüm olamaz. Ulusal devinimin niteliğini ortaya koyan gerçek ölçüt, onun emperyalizmle kurduğu ilişkidir. Emperyalizme direnen ulusal devinimler devrimci ve demokrattır, desteklenirler. Ortadoğu'daki Kürt kalkışması ise; emperyalizmin dümen suyunda gelişen, demokrat olmak bir yana dünya halklarına zarar veren, bu nedenle ezilmesi gereken bir harekettir. Bunu anlamayıp, ulusların kaderlerini tayin hakkını saltıklaştırarak her ulusal devinimi koşulsuz desteklemek, bunu yapanları emperyalist politikaları desteklemeye götürür. Bunun sonu kuşkusuz siyasi yokoluştur.