24 Temmuz 2015 Cuma

Lozan’da kurulan Cumhuriyeti, Kaçaksaray’da yıkma tezgâhı



Sayı   :2015/17
 Konu: “LOZAN ANTLAŞMASININ 92. YILI”                                                                             23.07.2015                                                                                                                                    
 Kod: 32.011.159

BASIN AÇIKLAMASI

Mustafa Kemal’in önderliğinde gerçekleştirilen ulusal kurtuluş savaşı, batılı emperyalist sömürgeci güçlere karşı savaşarak, çöken imparatorluğun küllerinden tam bağımsızlık ve kayışız koşulsuz ulusal egemenliği temel alan yeni bir devlet ve millet yaratarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur
Batılı emperyalist sömürgeci güçlerin Sevr’le parçaladığı Anadolu’yu, Lozan’la bütünleştiren -Çılgın Türkler- Batılı emperyalistlere hazmetmeleri olanaksız bir ders vermiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurtuluş ve iç içe devam eden kuruluş aşamasında Mustafa Kemal ve arkadaşlarına karşı olanlar, yalnız emperyalist sömürgeci batı değil, içteki padişah-halifeci dinci yobaz ve Kürtçü örgütlenmelerin olduğu yadsınamaz tarihi bir gerçekliktir.
Mustafa Kemal Lozan Antlaşmasını: “Bu antlaşma, Türk Milleti aleyhine yüz yıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir” diye tanımlar.
Bu “büyük suikastın” planlayıcılarının, yani Batılı büyük devletlerin Türkiye üzerinde kararlılıkla birleştikleri tek nokta Lozan’a karşıtlıktır. Bu nedenle emperyalist için de Şeriatçı için de, Kürtçü için de Rumcu için de temel saldırı noktası Lozan’dır.
Türkiye üzerinde oynanan “Türk Milleti aleyhine yüz yıllardan beri hazırlanmış büyük suikast” bu gün Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adıyla ABD – AB /PKK-PYD/IŞİD eliyle yeniden yürürlüğe sokulmaktadır.
 8 Ocak 1918’de ABD’de yayınlanan Wilson İlkeleri 12. Maddesine göreTürk egemenliği altında bulunan diğer uluslara da özerk bir gelişme için tam ve engelsiz bir fırsatın sağlanması” yani Fırat’ın doğusunda bağımsız bir Kürt Devleti, doğu Anadolu topraklarında bağımsız bir Ermeni devletinin kurulması planlanmıştı.
Yine 1920 Yılında Damat Ferit ve Vahdettin tarafından kabul edilen ve onaylanan Sevr Antlaşmasının 62 – 64. Maddelerinde Batılı ülkelerin Anadolu toprakları üzerinde kurmayı tasarladıkları “Büyük Kürdistan” ve “Büyük Ermenistan” kabul edilmişti.
“PKK ve onun siyasal uzantısı Parti,  Sevr de belirtilen “Büyük Kürdistan” devletini kurma amacında. Küresel güçler Akdeniz’e ulaşan enerji koridorunu güvence altına almayı ve Türkiye’nin Araplarla irtibatını kesmeyi planlıyor.”  
Bu amaçla Suriye, Ürdün ve Türkiye bölünecek. Haritalar yıllar önce çizilmiş. Şimdi o haritaları, gerçeğe dönüştürüyorlar. İşte IŞİD, burada devreye giriyor. IŞİD terör örgütü aracılığı ile Irak, Suriye ve Ürdün bölünecek. PKK, aracılığı ile de Türkiye bölünecek. PKK ile yapılan açılım pazarlığın amacı budur. Hatırlanacağı üzere, bu coğrafyada, küçük devletçikler oluşturulması  “KAKINMA ajansları” ile yasalaşmıştı.
IŞİD, PKK, PYD, El Kaide, El Nusra, Müslüman Kardeşler ve Özgür Suriye Ordusu vb. terör örgütleri Türkiye Cumhuriyetine karşı planlanan bu “büyük suikastın” gerçekleşmesi için Emperyalist Batılı devletler tarafından kullanılan piyon örgütlenmelerdir.
İşte 2015 yılının Türkiye’sinde yaşanan kavga ve oynanan oyunların tümünün ardındaki basit çelişki: Lozan yaşayacak mı yoksa Sevr hortlayacak mı? Günümüz Türkiye’sindeki tüm siyasi mevzilenme bu temel ölçütle tanımlanabilir: Sevrciler ve Lozancılar…
Lozan bizim bağımsızlık bildirgemizdi. Lozan, Türkiye’nin bir kez daha emperyalizmin pençesine düşmemesinin garanti belgesiydi.
Ne yazık ki; Sevr’de Türk’ün idam fermanını yazıp kalemlerini kıranlar, Lozan’da ulusun dirilişini acıyla kabullenmek zorunda kalanlar,
Kemalist devrimin yıkıp yok ettiği SULTAN/HALİFE şirk düzenini yeniden kurma peşinde olan işbirlikçi dinci faşistlerle, Şeriatçı, Kürtçü, Rumcu, Ermenici ne kadar dönme, devşirme, ihanet erbabı varsa yanlarına alarak Lozan’a saldırılarını daha da yoğunlaştırmışlardır.
Küresel güçler Lozan’a imza atarken, “şimdi imzalayalım, ileride nasılsa yırtarız” şeklinde planlama yapmışlardı.  Bu gün adını koymadan Lozan’ı yırtmaya çalışmaktır yaptıkları; ermeni sözde ‘soykırım’ tasarıları, PKK desteği hep bu nedenledir. Lozan’ı yırtıp, Sevr’i hortlatma amacındalar.
ABD/PKK-PYD/IŞİD ortak projesinin ürünü olan Suruç’taki patlama  Çocuklara Kütüphane, oyuncak götürme adı altında düzenlenen dünya çapında bir tezgâhın kanlı bir parçasıdır. Olaydan sonra Suruç tezgâhını Protesto eylemlerinde PKK Bayraklarının, Apo posterlerinin açılması, Öcalan’a özgürlük sloganlarının atılması bir rastlantı değildir.
Seçimden önce Tayyip ile korkutulan batıdaki seçmen HDP'ye yönlendirilmişti. Şimdi de IŞİD ile korkutulup PKK'ya yönlendiriliyor insanlar. Türk siyaseti ve Türk halkı PKK ile IŞİD arasında sıkıştırılmak isteniyor.
Suruç ve benzeri saldırıların hedefi, Türkiye’yi bir savaş ortamına sürüklemek ve savaş atmosferinde bir erken seçim yapmaktır.
7 Haziran’da halkın dur dediği diktatör, Türkiye’yi yeniden bir seçime sokmak istemektedir. Bu amaçla kirli ve kanlı bir savaş oyununu tezgâhlanmaktadır.  AKP-PKK-IŞİD kumpasının ve provokasyonların altında yatan temel nedenlerden biride budur.
Diktatörün ve yandaşlarının hedefinde; Lozan’da kurulan Cumhuriyeti, Kaçaksaray’da yıkma tezgâhı var. Lozan’da kurulan devleti Küresel güçlerin, Büyük Ortadoğu Projesinin kanatları altında parçalamak var. Lozan’ı parçalamak onlar için ulus devleti tasfiye etme projesinin en önemli kilometre taşı.
Ama kimse fazla hayal kurmasın. Emperyalizmin ve işbirlikçilerin hevesleri kursaklarında kalacak. Soylu Türk Ulusu bu toprakları dün Küresel çete ve işbirlikçilerine çiğnetmedi, bu gün de çiğnetmeyecek. 23 Temmuz 2015 Isparta

YÖNETİM KURULU ADINA :                                                             Mahmut  ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı

14 Temmuz 2015 Salı

Derin devletin milliyetçileri!



Zaman gazetesinde Ali Bulaç’ın bir yazısı ile başlayan ve Mümtaz’er Türköne’nin yazılarıyla devam eden  “devletin İslamcıları” tartışması Türkiye’nin geleceği bakımından önemli.
Eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın bir defa daha Yeni Zemin dergisine dikkat çekmesi ve ardından o dergide çalışanlardan HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın  “İslami basındaki yazarların ve Kürt siyasetinde yer alanların en az yarısı devletin adamıdır”  diye konuşması, fincancı katırlarını ürküttü mü henüz belli değil ama Radikal’den Murat Yetkin de  “Derin devletin soldaki ajanlarını merak eden yok mu?”  diye sordu...
* * *
Sahi derin devlet, sadece İslâmcıların ve solcuların arasına mı ajan yerleştirdi? Milliyetçiler arasında da etkin görevlerde ajanlar yok muydu?
 “Milliyetçiler zaten devletin gönüllü elemanlarıydı, içlerine ajan yerleştirmeye gerek var mıydı?”  diyenler olabilir. Bu, basit bir yaklaşım olur.
Devlet elbette milliyetçilerin arasına da elemanlar yerleştirmişti. Altan Tan da,  “44 yıllık tecrübemin sonucunda şunu diyebilirim; İslami, sosyalist, Kürt, Türk milliyetçisi... Tanıdığım tüm yapıların içinde, devletin olmadığı bir yapı görmedim”  diyor.
Zaten Özel Harp Dairesi eski başkanlarından, Sabri Yirmibeşoğlu da bütün siyasi partilere vatansever elemanlar yerleştirdiklerini kabul etmiş, yine aynı dairenin başkanlarından Kemal Yamak da milletvekilleri arasında çok sayıda adamlarının bulunduğunu yazmıştı... Beşiktaş MHP İlçe Sekreteri Ergin Örgügören’in MİT görevlisi olduğunu da bizzat Alparslan Türkeş açıklamıştı. Gerçi Sabri Yirmibeşoğlu’nun  “Çankırı Gerilla Okulu” ndaki hocası da Alparslan Türkeş idi.
* * *
Eski Anavatan Partisi Diyarbakır Milletvekili Abdulbaki Erdoğmuş ise AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun  “İslamcı ajanlar”  tarafından kuşatıldığını öne sürdü.
AKP veya siyasal İslâmcı hareketin kuşatılmış olduğunu, 1997 yılında Attila İlhan, bizzat bana anlatmıştı:
İLHAN: Ülkücü-komünist meselesi bitti, bu defa laik-anti laik işi çıkardılar. O kadar tertipli götürüyorlar ki... Çocuklar, bunların hepsinin içinde provokasyon var. Refah’ın kapatılmasında da provokasyon var. O çok sert konuşan, parti aleyhine tefsir edilebilecek konuşmalar yapanların ajan olmasından hep şüphelendim.
BULUT: Kimin ajanı, yabancıların mı, bizimkilerin mi?
İLHAN: Ha orası pek belli değil, yabancıların da olabilir, bizimkilerin de... Veya her ikisinin birden... Ama o konuşmalar mutlaka provokasyon... Çünkü, Refah’ın militan tipi o değil... Refah’ta şarklı rahatlığı var genellikle... Efendi havalı adamlar... En başta Necmettin Erbakan... Bunlar ise öyle değil... Bunlar edepsiz, küstah... O tipler çıktı ortaya... Bunlar o hareketin içinde yoktu. Her hareketin içine musallat olur bu garip tipler. Bir hareket en çok bunlara dikkat etmelidir. İşe yarayacak gibi görünür, ağzı çok laf yapar, güvenirsin, çağırırsın, her şeyi berbat ederler...
* * *
2003 yılında Yeniçağ’ı ziyaret eden Ramiz Ongun’a MHP iddianamesinin son sayfasında adları geçen ve yurt dışına kaçmalarından dolayı  “davadan tefrik edilenler” in daha sonra neden yargılanmadığını sormuştum. Ongun, kendisi ile ilgili bölümü cevaplandırmış ve  “İdamla yargılandım ve beraat ettim” demişti.  Ongun, davaya dahil bile edilmeyen başka isimleri sorduğumda  “Ebediyen susma hakkımı kullanıyorum”  diye cevap vermişti.

Bana göre devletin milliyetçisi olmaz, memuru olur. Devlet yanlış ellerdeyse,  “görevli milliyetçi” ye yaptırılacak iş de yanlış olur. Yapılan iş, milletin varlığına, geleceğine zarar verebilir. Tıpkı bugünkü işlerin devletin altını oyması gibi...

Bu bakımdan derin devletin milliyetçilerinin kim olduğunu, önce milliyetçilerin bilmesi gerekir.
Arslan BULUT

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/derin-devletin-milliyetcileri-35057yy.htm

10 Temmuz 2015 Cuma

Eğer utanmasa, Kerbelâ katliamını da Kemalistlere yıkacak!




ABDAL MUSA’DAN KAYGILI DÖNDÜM…

27 Haziran 2015 Cumartesi günü Antalya’nın ilçesi Elmalı’nın Tekkeli köyünde Abdal Musa şenliklerine katıldım.
Saat 13.00’de gittiğim Tekkeli köyünden akşam 19.30’da ayrıldım.
Kaygılar içinde ve tedirgin ayrıldım…
Ama önce günün güzel geçen anlarından söz edeyim, kaygılarımı ve tedirginliğimin nedenlerini sonra anlatayım…

Tekkeli köyünün içi ve çevresi, Türkiye’nin her yöresinden Alevileri-Bektaşileri getirmiş olan özel arabalar, otobüsler ve minibüslerle doldurulmuştu. Yoğun bir ilgi olduğu açıkça belli oluyordu.
Tarifi üzerine, köydeki 750 yıllık olduğunu söylediği kavak ağacının dibinde Ali Eriş’le buluştuk.
Ali Eriş, Abdal Musa Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği Başkanı.
Başkan beni, çok sıcak karşıladı:
“Baba Eren Yılmaz Dikbaş, hoş geldin!”
Çok telaşlı olduğu belliydi, ama yüzü güleç gözleri hep gülüyordu.
Üç bini aşkın davetli gelmişti ve birçok etkinlik eş zamanlı devam etmekteydi: Abdal Musa Türbesini ziyaret, Budala Sultan Türbesini ziyaret, Dur Dağı ziyareti, üç ayrı Cem Evinde dualar ve semah gösterileri, davetlilere verilecek yemeğin hazırlıkları…
Ali Eriş elimi tuttu, sanki özür dilercesine, “Ben tüm etkinlikleri yönetmek, her tarafa koşturmak zorundayım, seni kardeşim Hüseyin Eriş’e emanet edeceğim, seninle ve katılacağın panelle o ilgilenecek” dedi ve ekledi: “Ben de fırsat buldukça gelip her şeyin yolunda olup olmadığına bakacağım.”
Beraber dernek binasına yürüdük.
Hüseyin Eriş’le tanıştık.
Hüseyin Eriş; Bektaşi Babası, Alevi Dedesi. Gözleri sürekli gülümsüyor, sıcak, doğal ve konuşkan…
Hüseyin Eriş hemen bir açıklama yaptı:
“Panel’i saat üçte başlatacaktık, ama değerli bir yöneticimizin eşi dün akşam vefat etmiş, cenazesi bugün Antalya’dan kaldırılıyor. Bu nedenle panelin başlama saatinde bir gecikme olacak, kusura bakma!”
Hiç sorun olmadığını, bu süreden yararlanarak davete gelen konuklarla sohbet etme olanağını bulacağımı söyledim. Rahatladı. Beraber dernekteki odasına girdik. Hemen çayları söyledi…
Hüseyin Eriş, kendisini bekleyen diğer konuklarla ilgilenmeye başlayınca, ben de rahat koltuklarda oturup çaylarını yudumlayan diğer konuklarla tanıştım:
Organik tarımla uğraşan Serdar Tanal, mali müşavir Yusuf Koç, Hatay’dan gelen Nejdet Baklacı, Erzincanlı Zeynel Can. Hepsi de Alevilerin toplumdan dışlanmasından, Cem evlerinin açılmasına bile izin verilmeyişinden şikâyetçiydiler. Yakınmasını en sert dille ve yüksek sesle, biraz da küfürle karışık anlatan Serdar Tanal oldu. Bir kulağı bizdeymiş ki, Hüseyin Eriş, Serdar Tanal’ı kibarca uyardı, sakin ve edepli konuşmasını istedi…
Ve Zeynel Gündoğdu Konferans Salonu’nda panel gecikmeli olarak başladı.
Yüz koltuklu salon dolmuş, bazı kişiler de ayakta kalmıştı.
Panelin üç konuşmacısı vardı. Konuşma sırasına göre:
Erdoğan Aydın, Yılmaz Dikbaş ve Ercan Geçmez.
Paneli yöneten: Tuncer Baş

Tarihçi ve yazar olarak tanıtılan Erdoğan Aydın, mikrofonu eline aldı, tiz ve yüksek sesle, neredeyse hiç soluk almadan, makineli tüfek gibi, bir saatten fazla konuştu, konuştu, konuştu…
O konuştukça kaygılanmaya başladım, tedirgin oldum!
Tarihçi olduğu söylenen konuşmacı, yakın tarihimizin gerçeklerini ters yüz ediyor ve sürekli olarak Alevilerin ezildiğini, dışlandığını, kıyıma uğradığını söylüyor ve tüm bunlardan Atatürk’ü, Cumhuriyet Devrimlerini, Kemalistleri suçlayıp duruyordu.
Erdoğan Aydın’ın neler anlattığını sizlere ancak kısa bir özet olarak şöyle aktarabilirim.
Erdoğan Aydın’ın konuşmasından:

“ Dersim katliamından Atatürk sorumludur! Dersim’i havadan bombalayan Sabiha Gökçen’i Atatürk kutlamıştır! Bir sosyalist olarak şunu söylemek zorundayım, Atatürk’ün emriyle, Dersim mağaralarında saklanan binlerce kadın, çocuk yangın bombalarıyla yakılarak öldürülmüştür! Kemalistler yüz binlerce Kürt öldürmüşlerdir! Bir sosyalist olarak konuşuyorum, Kemalistler Ermeni soykırımı da yapmışlardır! Sosyalist Sabahattin Ali’yi Bulgaristan sınırında Kemalist ajanlar öldürmüştür! Kahramanmaraş’ta Aleviler, Kemalistler tarafından öldürülmüştür! Bir sosyalist olarak sizlere bunları anlatma görevim var, Sivas’ta Madımak Oteli’nde 33 Alevi yakılarak öldürülürken Cumhuriyet hükümetinin Kemalist yöneticileri kıllarını bile kıpırdatmamıştır! Atatürk zamanında, Türkçenin dışında anadilini konuşanlar yakalanıp hapse atılmıştır! Bir sosyalist olarak söylüyorum ki, Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk, Alevilerin desteğiyle, Alevilerle birlikte kazanmış, ama savaşın kazanılmasından sonra Alevileri dışlamıştır! Atatürk, Alevilere verdiği sözü tutmamıştır! Atatürk, devrim yapıyorum diyerek tekke ve zaviyeleri kapatma kararı aldığında, önce Bektaşi tekkelerini kapatmıştır! Bir sosyalist olarak sizlere gerçekleri söylemek zorundayım, 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamalarını Kemalistler yasaklamıştır! Cumhuriyet rejiminde Aleviler, Süryaniler, Ezidiler, Kürtler, Keldaniler, Araplar, Çerkezler, Lazlar, Boşnaklar, Ermeniler, Rumlar ve diğer tüm azınlıklar baskı altında tutulmuş, ezilmiş ve dışlanmışlardır! Bir sosyalist olarak soruyorum, neden Diyanet Başkanlığı sadece Sünnilerin elindedir, neden Aleviler, Ermeniler, Yahudiler de yönetimde yoktur? Kemalistler, Kürtlere “kuyruklu Kürt” adını takarak aşağılamışlar, mum söndü yalanlarıyla Alevilere hakaretler etmişlerdir! Kürt diye bir halk olmadığını, “karda yürürken çıkan Kart-Kurt” sesinden esinlenerek bazılarına Kürt denildiğini Kemalistler uydurmuştur!
Ben bir Sosyalist olarak…”

Değerli Dostlar,
Eğer utanmasa, Erdoğan Aydın, Kerbelâ katliamını da Kemalistlere yıkacak, Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinden Atatürk’ü sorumlu tutacaktı!
Hiç şaka götürecek yanı yok!
Erdoğan Aydın, tarihi gerçekleri ters yüz ediyor, düpedüz yalanlar söylüyordu.
Erdoğan Aydın; Alevileri, Atatürk’e, Cumhuriyet Devrimlerine ve Kemalistlere karşı kışkırtmak istiyordu!
Erdoğan Aydın; Cem evlerinde ve kendi evlerindeki duvarlara Hz. Ali’nin posteri yanına Atatürk’ün fotoğrafını asan Alevileri kışkırtıp bölmeyi amaçlıyordu!
Erdoğan Aydın; yüreklerinde Hz. Ali sevgisiyle Atatürk sevgisini birlikte yaşatan Alevileri, Cumhuriyet düşmanı, Kemalizm düşmanı yapmaya çalışıyordu!

En sonunda, sosyalist olduğunu bin kez tekrarlayan konuşmacı Erdoğan Aydın sustu, konuşma sırası bana geldi.

Önce, 600 yıla yakın süren Osmanlı devletinde, en çok baskı altında tutulan, dışlanan, eziyet edilen ve kıyıma uğrayanların Aleviler olduğunu vurguladım
Alevilerin Oğuz Türkleri olduğunu, Osmanlı devletinin kuruluşunda önemli rol oynadıklarını, özellikle Osman Gazi ve Orhan Gazi dönemlerinde Alevi Türklerin devlet yönetiminde yer aldıklarını anlattım.
Fatih Sultan Mehmet’in tüm Türkleri yönetimden uzaklaştırdığını, daha sonra da Türklerin aşağılanıp dışlandıklarını söyledim.
Fatih Sultan Mehmet’le başlayan dönemden sonraki Osmanlı devletinin bir Türk devleti olmadığını açıkladım.

Osmanlı’da Alevi düşmanlığının Yavuz Sultan Selim’le başladığını, saltanatı döneminde hiçbir zaman “Kâfirlere kılıç sallamamış” olan Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’da en az 40 bin Alevi’yi kılıçtan geçirmiş olduğunu kaynak adı vererek anlattım.

Yavuz Sultan Selim’den sonra, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde de Alevi kıyımının sürdüğünü, padişah fermanlarından örnekler vererek anlattım, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin insanlık dışı fetvalarında Alevi kıyımlarına nasıl onay verdiğini birkaç fetva okuyarak açıkladım.

Alevilerin, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Atatürk döneminde rahat bir nefes aldıklarını, ilk kez kendilerini bu topraklarda eşit haklara sahip vatandaşlar olarak gördüklerini anlattım.
Ancak, özellikle 1950’li yıllardan sonra Alevilerin yeniden dışlanmaya, ötekileştirilmeye başlandığını açıkladım.

Günümüzde toplumun ayrışmasının, kutuplaşmasının nedenlerini araştırırken Mevlana’ya ulaştığımı söyledikten sonra, “GELİN YÜZLEŞELİM” adlı kitabımda bu konuyu belgeleriyle ayrıntılı olarak yazmış olduğumu bildirdim.
Mevlana’nın 1250’li yıllarda Anadolu’da biat-itaat kültürünün kahredici tohumlarını nasıl ekmiş olduğunu Mesnevi’den alıntılarla kısaca göstermeye çalıştım.

20 – 25 dakikada ancak bunları anlatabildim.

Benden sonra konuşma sırası gelen Ercan Geçmez, söze şöyle başladı:
“Yılmaz Dikbaş’ın anlattıklarının hiçbirine katılmıyorum!”
Şaşırıp kaldım!
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, nasıl oluyordu da anlattıklarımın hiçbirine katılmıyordu?
Kendisi de alevi olan Ercan Geçmez, 600 yıl süren Osmanlı döneminde Alevilerin baskı, eziyet, işkence görmüş olduklarını kabul etmiyor muydu?
Alevi Ercan Geçmez, Yavuz Sultan Selim döneminde 40 bin Alevi’nin kılıçtan geçirilmiş olması gerçeğini de mi kabul etmiyordu?

Ercan Geçmez konuşmasını yapmaya başlar başlamaz, benim hangi sözlerime katılmadığı ortaya çıktı!

Ercan Geçmez de tıpkı Erdoğan Aydın gibi sayıp dökmeye başladı:

Dersim katliamı, mağaralarda çocuk ve kadınların yangın bombalarıyla yakılarak öldürülmeleri, Ermeni soykırımı, Kürt katliamı, Kahramanmaraş, Madımak… Tüm bunlardan; Atatürk, Cumhuriyet rejimi ve Kemalistler sorumluydu!

Kendisi de Alevi olan, Hacı Bektaş Veli Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez’in bu sözleri kaygılarımı daha da artırdı.
Alevileri; Atatürk, Cumhuriyet ve Kemalistlere karşı çıkmaya dönük planlı ve programlı bir algı operasyonu yapıldığı apaçık ortadaydı…

Değerli Dostlar,

Abdal Musa’dan kaygılarla döndüm.
Ancak, bu panelde yapılan konuşmaları sizlere yansıtmayı da bir görev bildim.
Anadolu’nun sevgiden, kardeşlikten, barıştan, üretimden, üretileni kardeşçe paylaşmaktan yana olan Alevilerin arsına fitne sokulmak istenmektedir.
Kurtuluş Savaşı’nda da daha sonra da Atatürk’le beraber olmuş, Atatürk sevgisini kalplerinin en derinliklerinde saklamış Alevileri, Atatürk’ten soğutma propagandası yapılmaktadır.
Toplumumuzun en aydın, en çağdaş kesimi Aleviler, Cumhuriyet Devrimlerine, Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı ayaklandırılmak istenmektedir.
Yürütülen bu kara propagandayı önleyip yok etmek Alevi dostlarımızın birinci görevi olmalıdır.
Yalnız Aleviler değil, kendisini Atatürkçü, Ulusalcı, Cumhuriyetçi olarak gören tüm yurtseverler, Alevilerin arasına ayrılık tohumları ekmek isteyenlere karşı amansız bir savaşıma girişmelidir.

Binlerce yıllık yüksek bir kültüre sahip olan Alevilerin, aralarına sızmaya çalışan bölücülere, yıkıcılara fırsat vermeyeceğini umuyorum…

Saygılarımla,
Yılmaz Dikbaş
29 Haziran 2015 Pazar
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52