24 Mayıs 2015 Pazar

BATICILIĞIN YENİ BİÇİMLERİ: İslamcılar, Kürtçüler, Sosyalistler



Türkiye’de 200 yıldır tartışılan Batılılaşma konusu, günümüzde ilginç bir duruma geldi. Birbirinden çok ayrımlı söylemi olan siyasi oluşumlar, Batıcılık düzleminde bir araya gelmiş durumdalar. “Liberaller” bir kenara bırakılırsa; dün Batının batıllığını ileri süren “İslamcılar” bugün Avrupa Birliği’ne girmeyi, ABD ile birlikte yürümeyi savunuyor. Kürtçüler, sözcülüğünü yaptıkları Batının demokrasi getireceğine, kendilerine bir ülke kazandıracağına inanıyor. “Sosyalistler”, işçi sınıfının küresel direnişinden, enternasyonalizmden, AB demokrasisinden söz ediyor. Tümünün söz etmediği tek konu, anti-emperyalist savaşım, bağımsızlık ve ulusal egemenlik. Siyasi birlikteliklerinin temelinde, Kemalizme ve yarattığı değerlere karşıtlık var. Bu nedenle, isteseler de istemeseler de nesnel olarak emperyalizmin işbirlikçisi konumuna düşüyorlar. Bunların tümünüBatıcı siyasetler içinde görmek, buna göre davranmak doğru bir yaklaşım olacaktır.
Parti Bolluğu
Gazeteci Süleyman Coşkun, Türkiye’de Politika adlı yapıtında, parti sayılabilecek siyasi örgütlerin ortaya çıkışından 1995 yılına dek irili-ufaklı, etkili-etkisiz 246 parti kurulduğunu belirtir.1 2004’e dek kurulanlarla bu sayı 260’ı aşmış bulunmaktadır. Bugün Türkiye’de yasal olarak varlığını sürdüren 87 siyasi parti var (Ocak-2015).
Partiler, Anadolu halkının en sıkıntılı ve güç dönemi olan son yüz yıl içinde etkinlik gösterdiler ancak toplumu geliştiren kalıcı sonuçlar elde edemediler. Sayıları çok, etkileri az bu partiler, düşünsel yapıları gereği, genellikle bilinçsiz ve her zaman yetersiz bir yapılanma içinde oldular. Daha önce Batıda gelişmiş olan partilerden etkilendikleri için, ülkenin sorunlarıyla bütünleşen bir örgütlenme geleneğine sahip değildiler. Öykünmeci, bu nedenle de halktan kopuktular.
Hangi eğilimden olurlarsa olsunlar, yaşanan sorunları çözmek istiyorlar ancak toplumsal yapıyı, tarihsel kökleriyle ele alıp tanımadıkları ve ekonomik bağımsızlığın önemini yeterince kavrayamadıkları için, başarılı olamıyorlardı. Batı kapitalizminin dünyaya vermek istediği biçimi, yani emperyalizmi çözümleyemedikleri için, ülkenin gelişip güçlenmesi yönünde başarılı olacak kalıcı bir politika öneremiyor, güçlü gördükleri Batının etkisi altına giriyorlardı. Bu tutum, Atatürk dönemindeki CHP dışında siyasi parti ya da derneklerin ortak özelliği durumundaydı.
Batıcı Türleri
Türkiye siyasi partileri, sayılarının çokluğuna denk düşen bir düşünsel ayrışma içinde değildir. Kaba çizgilerle; Batıya açıktan özenen liberaller, İslamcılar, etnik ayırımcılar ve liberalleşen sosyalistler olarak dört ana kümede toplanabilirler. Kümeler arasındaki düşüngüsel (ideolojik) ve örgütsel ayrılıklar, çoğu kez uzlaşmaz karşıtlıklar gibi görünse de, gerçekte genel bir benzerlik içindedir. Bunlar, sorunları değişik ele alıyor ve değişik çözümler getiriyor görünürler ancak dış ilişkilerin belirlediği benzer politikaları uygularlar.
Örgütleri ortaya çıkaran toplumsal yapı, onların siyasi benzerliklerini ya da ayrılıklarını da belirler. Geri kalmışlıktan kaynaklanan yetersizlikler, halkın katılımına dayanmayan partilerin yöneticilerini içte ve dışta güçlü olana yöneltir. Siyaseti akçalı güçle yürütülebilen bir eylem olarak gören bu tür “yöneticilerin”, akçalı gücün etkisi altına girmemesi olanaksızdır. Bu yöneliş, partilerin bağımsızlığını doğaldır ki yok edecektir. Güce yönelme bağımlılığı, bağımlılık güce yönelmeyi arttırır. Birbiri içinden çıkan bu ikili süreç, azgelişmiş ülke partilerinin kolay etkilenebilir örgütler durumuna gelmesinin hem nedeni hem de sonucudur.
Ekonomik gücün günümüzde Batıda yoğunlaşması, hemen tüm partilerin Batıya yönelmesine ve oradan etkilenmesine yol açmaktadır. Bu gelişme, Batı partilerinin daha demokratik olmasından değil, Batının azgelişmiş ülkeler üzerinde kurmuş olduğu ekonomik baskıdandır. Bu nedenle, anti-emperyalist bilinçten yoksun azgelişmiş ülke partilerinin, hangi siyasi eğilim içinde görünürse görünsünler hemen tümü, sonuçtaBatıcıdırlar ve ülkelerine yabancılaşmışlardır. Türkiye’de; Batıcı, Arapçı ve Kürtçü olarak ortaya çıkan kümeleşmelerin ortak özelliği, tanım ve izlence (program) ayrımlarına karşın, tümünün Batıcı olmasıdır. Bunlar değişik biçim ve yöntemlerle etki altına alınmışlar ve bilinçli ya da bilinçsiz Batıya yönelmişler, küresel egemenliği benimsemişlerdir.
Açıktan Batıcılık
Batıcılığı açıktan savunan partiler en geniş kümeyi oluşturur. Kendilerinden istenenleri yerine getirmeye her zaman hazırdırlar. Gerek kişisel davranış ve gerekse kurumsal yapılanma olarak tek ölçüt kabul ettikleri Batıyla, değişik biçimlerde çıkar ilişkisi içindedirler. Kendine güvensizliği ve işbirlikçiliği yayarlar. Bunlara göre; geriliğimiz “Avrupalı gibi olamadığımız” içindir, gerilikten kurtulmak için “Batılılaşmak gerekir”.“Aydınlanma Batıdadır, ona gitmek zorundayız”, “Batıdan başka uygarlık yoktur”, bu uygarlığın “ekonomik ve sosyal yaşamını almak zorundayız.”2
Bu küme içinde, düşüngüsel söylem olarak, Batıya karşı gibi görünen ya da öyle olduğunu sananlar, buna inananlar da vardır. Kimileri, “Batı dost değildir, karşısındakinin güçsüzlüğünden yararlanmak ister”3, “buna izin vermemek için onun gibi olmak gerekir”, der; kimileri de “Batı emperyalizmi işçi sınıfının enternasyonalist mücadelesiyle yıkılacaktır”, biçiminde siyasi yaymaca (propaganda) yapar.
19.yüzyıl Jön Türk örgütleri, İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf, 1910’dan beri çalışma yürüten sosyalist vesosyal demokrat partiler, Atatürk sonrası CHP, Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP, Doğru Yol Partisi, SHP,Demokratik Sol Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi gibi partiler, Batıcı liberal partilerdir.
Arapçılık ya da İslamcılık
Arapçı ya da İslamcı partiler, çok başka amaçlar ve yönelişler içinde görünürler. Din kurallarına uygun bir toplumsal düzen amaçladıkları izlenimi verirler ancak çoğunlukla böyle bir amaç ve istek içinde değildirler. Böyle bir düzeni gerçekleştiremeyeceklerini bilirler. Siyasi ve ona bağlı olarak akçeli çıkar, bunlar için her şeyden önemlidir. Güçlü olanla yani Batıyla, her zaman uzlaşma eğilimi içindedirler. Bir bölümü, doğrudan Batı yardımıyla örgütlenmiştir.
Dinsel kurallara bağlı kalıp ilkeli davrananlar ve inançları için savaşım verenler, siyasette çok küçük bir azınlığı oluşturur ve başarılı olamaz. Çıkarcılık, yabancılarla uzlaşma, boyuneğme genel özellikleridir. Dini, siyasete alet etmede ustadırlar. Batı tarafından bu nedenle desteklenirler ve ulus-devlet karşıtlığı için kullanılırlar. Batı değil, Arap kültürünü savunurlar ancak siyasi ve ekonomik olarak Batıyla birlikte hareket ederler. Arapçılıkları, dini siyaset için kullanmanın aracıdır.
İslamcı partilere göre; “İslam dünyası kalkınmak için Batıya muhtaçtır”, ancak önemli olan “Batıdan nelerin alınacağıdır”. Batı, “Bedevi bir kavmi yeryüzünün en ileri devleti haline getiren” İslam uygarlığından üstün değildir, “ahlak ve maneviyat olarak” ondan geridir. Batının “ahlak ve maneviyat olarak geriliğinin nedeni laikliktir”. Bu nedenle, “maddileşip makinele şarak adalet ve hakkaniyetten yoksun” duruma gelmiş Batıdan,“siyasi prensipler” özellikle de laiklik alınamaz. Batıdan, “ekonomi usulleri”, “maddi alandaki kalkınmalar için gerekli metot ve malzeme”, borç ve teknik yardım alınabilir. Bunları Batıdan almak ve kullanmak gereklidir.4
Arapçı Partiler
Cumhuriyet’ten önce kurulan; Osmanlı Ahrar Fırkası (1908), İttihadı Muhammedi Fırkası (1909), Heyeti Müttefikai Osmaniye Cemiyeti (1909), Fedakârani Millet Cemiyeti (1908), Teali İslam Cemiyeti (1919) ile Cumhuriyetten sonra kurulan, İslam Koruma Partisi (1946), Sosyal Adalet Partisi (1946), Arıtma Koruma Partisi(1946), Türk Muhafazakar Partisi (1947), İslam Demokrat Partisi (1951), Milli Nizam Partisi (1970), Milli SelametPartisi (1972), Refah Partisi (1983), Fazilet Partisi (1998), Saadet Partisi (2000), Adalet ve Kalkınma Partisi (2002) bu tür “İslamcı” partilerdir.5
Etnikçiler
Ayrımcılığı amaçlayan etnik kökenli partiler başlangıçta, Osmanlı İmparatorluğu’nun içindeki hemen tüm milliyetleri kapsıyordu. Rumcu, Ermenici, Arapçı, Slavcı, Arnavutçu ve Kürtçü örgütler, İmparatorluğun parçalanmasına dek varlıklarını sürdürdüler. Bunların büyük bölümü Cumhuriyetle birlikte ortadan kaldırıldı. Yalnızca Kürtçü parti ve örgütler, önce gizli, daha sonra gizli ya da açık çalışmalarını sürdürdüler. Kürt Teali Cemiyeti, Rızgari Partisi, Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi, Türkiye Kürt Talebe Cemiyeti, Devrimci Doğu KültürOcakları, Kawa, Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi, PKK-KADEK, Halkın Emek Partisi (HEP), ÖZEP, ÖZDEP, DEP,HADEP bu tür yasal ya da yasadışı partilerdir.6
Etnik kökenli partilerde dikkat çeken özellik, Cumhuriyete dek tüm azınlık kümelerinin partileşmiş olmasına karşın, Türklüğü yüceltmeyi amaç edinen Türkçü bir partinin kurulmamış olmasıdır. 19.yüzyıl sonlarındaTürkçüler ortaya çıkmaya başlamış ancak bunlar bir parti içinde örgütlenememişlerdir. Devlet örgütlerinde yönetici olarak yer alamamışlar, tersine Atatürk’ten sonra, Atatürkçüler ve bağımsızlıktan yana olan kümelerle birlikte devlet tarafından en çok kovuşturulan kesim olmuşlardır. Türkçü görünmelerine karşın, TürkçülüğüArapçılık içinde eritmeye çalışan Türk-İslam sentezciler, Türkçülük devinimi içinde yer alamazlar.
Türkçülere ve Sosyalistlere
Atatürk öldükten sonra Atatürkçüler’e yönelik siyasi ayıklamanın hemen ardından, önce Türkçüler’e sonraSosyalistlere karşı kovuşturma başlatıldı. CHP Hükümeti, 1944 yılında Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz, Alparslan Türkeş, olmak üzere 23 ileri gelen Türkçüyü tutukladı ve ciddi bir kanıt ortaya koyamadan topluca yargıladı.7 Hemen arkasından 1944 ve 1946’da “soysalistler” tutuklandı; Türkiye Sosyalist Partisi veTürkiye Soysalist Emekçi ve Köylü Partisi kapatıldı.
Özgürlük ve demokrasi sözverileriyle yönetime gelen Demokrat Parti aynı tutumu, etki alanını genişleterek sürdürdü. Önce ordudaki Atatürkçüleri topluca emekli etti; hemen sonra büyük “komünist” tutuklaması yaptı (1951)8; ardından 2 Ocak 1953’te, “ırk esasına göre cemiyet kurma” suçlamasıyla Türk Milliyetçileri Derneği’ni kapattı.
27 Mayıs’tan sonra yönetime gelen Milli Birlik Komitesi’nin davranışı da ayrımlı değildi. 27 Kasım 1960’da, 14 üyesini Komite’den çıkardı ve emekli ederek yurt dışına gönderdi. Ayıklananlar içinde Türkçüler çoğunluktaydı ancak içlerinde Muzaffer Karan gibi 1965’te İşçi Partisi’nden milletvekili olacak kişiler de vardı.9
Atatürkçü Subaylar Tutuklanıyor
Atatürkçü olarak bilinen Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’ın, 21-22 Mayıs 1963’te, İnönü Hükümetini devirme girişiminde bulunması üzerine geniş tutuklamalar yapıldı, hareketin öncüleri idam edildi. Harp Okulu öğrencilerinin tümü, okullarından atıldı.10
12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden sonra ordudan yüzlerce Atatürkçü subay atıldı, bir kısmı işkence görerek tutuklandı.11 12 Eylül Darbesi’nden sonra da aynı şey yapıldı; ordudan subaylar atıldı, binlerce devrimci veülkücü birlikte tutuklanarak çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar. Her iki kesimden 517 kişiye idam cezası verildi. Bunlardan 18’i devrimci, 8’i ülkücü olmak üzere, 26’sının cezası infaz edildi.12
“İslamcı” Partiler
“İslamcı” bir parti, Cumhuriyet tarihinde ilk kez 1974’te Cumhuriyet Halk Partisi-Milli Selamet Partisi koalisyonuyla yönetime geldi. İsmet İnönü’ün 1938’de Cumhurbaşkanı olmasıyla başlayan, İslamcılığa gözyumma tutumu, Şemsettin Günaltay’ın 1949’da Başbakan olmasıyla hız kazanan ve 1974’e dek süren süreç sonunda, önemli bir siyasi dönüşüme neden oldu. “İslamcılar”, Cumhuriyet Halk Partisi ve daha yoğun olarak Adalet Partisi içinde siyaset yaptılar. Bu dönemlerde yasal parti kurma gücünde olmadıkları için, parti olarak değil, kendilerini gizleyerek, kümeler halinde yasal partiler içinde çalışıyorlardı.
Necmettin Erbakan, kurduğu Milli Selamet ve Refah partileriyle, hem başka partiler içinde çalışma dönemine son verdi, hem de 1974’de CHP, 1974-1978’de AP ve MHP, 1996’da Doğru Yol Partisi’yle yaptığı koalisyonlarla hükümete girmeyi başardı; islamcı partilere Cumhuriyet Devleti içinde yasallık kazandırdı. Necmettin Erbakan’ın sağladığı birikim üzerine kurulan ve Batıcı İslamcılar’ın son örneği olan Adalet ve Kalkınma Partisi, Kasım 2002’de, Meclis’teki milletvekillerinin üçte ikisini alarak yönetime geldi. Bu gelişme, “islamcılar”ın 19.yüzyıldan beri elde ettiği en büyük politik başarıdır.
Yüz Yıllık Çalışma
Yüz yılı aşkın süredir politik eylem içinde olan “İslamcılar”, parti çalışmasını, kendilerinin açıkça yapamadıkları dönemlerde, “doğru ve haklı olmayan (batıl) bir düzenle bütünleşme”13 olduğunu ileri sürerek eleştiriyorlardı. Partilerin, Müslümanları bölmeyi amaçlayan “nifak” araçları olduğunu söylüyorlar14 ancak fırsatını buldukları an siyasi çalışma içine giriyorlardı.
1911’de Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, İttihat ve Terakki yönetimini devirme başarısını göstermesi; İslamcıları, üstelik yoğun biçimde parti çalışmalarına yöneltti. 1922’ye dek bu yönde çaba gönderdiler. Cumhuriyet’in ilk on beş yılında, yasal çalışma olanağı bulamadıkları için gizli çalıştılar. Ancak, Türkiye’de dış etkinin, özellikle ABD etkisinin arttığı 1945’ten sonra, önce başka partiler içinde çalıştılar, daha sonra kendi partilerini kurdular.
İlke Değil Akçe
Batıcı-İslamcı partiler, 20.yüzyılla birlikte ortaya çıkmışlardır. Başka partiler gibi, ekonomik çıkar için siyasi güç peşindedirler. Güçleri, toplumsal gönenç ve ulusal bilincin gerilediği dönemlerde artıyor, toplumsal varsıllığın artması durumunda azalıyordu. Kitleler yoksullaştıkça, içine kapalı edilgen kalabalıklar haline geliyor ve bu partilere yöneliyordu. Halkın umarsızlığından güç aldıkları için, aynı amaç peşindeki emperyalist politikalarla kolayca uzlaşıyor ve bu uzlaşmayı kendilerine imanla bağladıkları yandaşlarına anlatmakta güçlük çekmiyorlardı. Çıkara dayalı siyasi amaçlar için “her yolu meşru” sayıyorlar, güçlüye yönelmekten başka hiçbir ilkeye bağlı kalmıyorlardı. İlke den çok akçeye önem veriyorlar, bu nedenle de“islamcı” tanımını belki de en az hak eden siyasi bir hareket haline geliyorlardı. 
“Batıyla” Uzlaşma
İslamcı’ partiler, batıl saydıkları Batıyla uzlaşmanın kuramsal dayanaklarını, dönemin ve koşulların değişkenliğine bağlı olarak, her zaman ve her biçimde hazırlamışlardır. “İlerleme”, “zamana uyma”, “yenileme-yenilenme (tecdid-teceddüd)” söylemlerinin “dinsel” dayanaklarını, gerçeği yansıtmayan Hadis yorumlarıyla açıklamak zor değildi. Görünüşte ileri sürülen temel sav, “İslamı; ahlak, siyaset, ticaret ve eğitimle bir bütün olarak yeniden hayata hakim kılmak”tı. Bunun için “artık eskimiş olan bazı temel değerlerin atılıp yerlerine, yeni/ileri değerlerin konulması” gerekiyordu. Burada dile getirilen “yeni” den amaç, Batı değerlerinin kabul edilmesiydi. İşin ilginç yanı İslamcılar bu girişimle, “Kuran ve Hadis’lere dayanan verilerle Batı değerlerini meşrulaştırmaya çalışıyorlar ve bunu da büyük ölçüde başarıyorlardı.”15
“İslamcılık” devinimlerinin her ne kadar “kaynağa dönüşe önem verdiği” ve “içten içe yenilenmeye uzak kaldığı, hatta yenilenmemeyi ilke olarak benimsediği” kabul edilse de; “İslamcılar”, duruma ve koşullara uymada son derece beceriklidirler. Kimi zaman ‘yenileşme’ ve ‘değişme’nin ölçüsünü kaçırırlar. Görüntü ya da söylemleri ne olursa olsun, “geçmişten ve geleneklerden” koparak çok ayrı bir konuma gelirler.
Emperyalizmle Uzlaşma
“İslamcı” partilerin önemli bir bölümünün, Batıyla bütünleşerek emperyalizmin işbirlikçisi durumuna gelmesi, Müslüman ülkelere yönelen küresel stratejinin politik sonuçlarıdır. 19.yüzyıldan gelen, 20.yüzyılda yoğunlaşan küresel yönelme, hemen tüm Batı başkentlerindeki Müslümanlık İşleri Merkezleri’nde ana gündemi oluşturur. “İslamcılar”ın Batı karşıtı söylemlerinin bir anlamı yoktur.
İslamcılık akımları, bugün artık açıkça söylendiği gibi, “tarihsel olarak batılılaşma sürecinin dolaysız sonuçlarından birisi”dir.16 Araştırmacı Ahmet Çiğdem, “İslamcılık” akımlarının gelişimi konusunda şu yargıda bulunuyor: “İslamcılık, İmparatorluğun çöküşüne ve yeni bir toplumsal düzenin kuruluşuna tanık oldu. Cumhuriyetle birlikte üzerinde durduğu zemini kaybederek; yaşayan, somut ve canlı bir (siyasi y.n.) deneyim olma niteliğini yitirdi… İslamcılığın 1980 sonrasındaki canlanışı… askeri rejimin, milliyetçi ve sosyalist hareketleri bastırmasıyla ilgili” bir sonuçtu…17
Sosyalist Partiler
Türkiye’de halka ulaşamayan ve dar aydın kümeleriyle sınırlı kalan çok sayıda “sosyalist” parti kurulmuştur. Yüz yıllık uzun bir geçmiş içinde, değişik adlarla kurulan bu partiler, yoğun çalışmalara ve sıkıdüzene (disipline) dayanan örgütsel ilişkilere karşın, hiçbir dönemde kendilerini halka kabul ettirememişler, ona yabancı kalmışlardır.
İşçi sınıfını temel alan bir çalışma yürütmüşler ancak işçilerin küçük bir azınlığını bile örgütleyememişlerdir. Köylülüğe önem verenler ya da işçi-köylü birlikteliğini öne çıkaranlar olmuş, bunlar da köylüye ulaşamamıştır. Halkla bütünleşemedikleri için küçük ve etkisiz bir aydın devinimi olarak kalmışlar, kitleselleşemedikleri için, bir türlü bitmeyen kısır çekişmeler içinde sürekli bölünüp parçalanmışlardır.
İdeolojik Açmaz
Kendilerini sosyalist olarak tanımlayan partilerin, halkla bütünleşmemesinin temel nedeni, benimsedikleri düşüngü ve bu düşüngünün Türk toplum yapısıyla uyuşmayan öncelikleridir. Sosyalizm, Batı toplumlarını inceleyen kuramcıların, Batı için öngördükleri bir öğretidir. İncelediği ve görüş geliştirdiği toplumsal çerçeve Batıyı kapsar, Türk toplumuyla örtüşmez, onun gereksinimlerine yanıt vermez. Varlığı için, kapitalizmin gelişmiş olması gerekir. Bu nedenle Türkiye’de kurulmuş olanların sosyalistliği, günümüz koşullarında yalnızca ad düzeyinde kalır.
“Sosyalist” çözümlemelerle Türk toplumunun günümüzdeki gereksinimleri arasındaki uyuşmazlık, yapısaldır, istemle değiştirilemez. “Sosyalistlerin” Türk halkıyla bütünleşememesine neden olan bu gerçek, aynı zamanda, “sosyalist” partileri, Batıcılığın bir başka kolu durumuna getirir. Avrupa kapitalizminin yarattığı kültürün düşüngüsü olan liberalizmi benimseyip savunanlar ne denli Batıcıysa, yine kapitalizmin bir ürünü olan sosyalizmi benimseyen “soysalistler” de o denli Batıcıdırlar.
Sosyalist Partilerin izlencelerine ve savaşım biçimlerine yansıttıkları kuramsal yaklaşım neredeyse çevirilerden oluşan aktarmalara dayanır. Toplumsal dönüşümü, üstelik sınıfsız topluma gidecek dönüşümü gerçekleştirme savındadırlar. Ancak, ne değiştirmek istedikleri Türk toplumunu ne de örnek aldıkları Batı toplumlarını yeterince tanırlar.
Sömürü ve baskıya karşıdırlar. Ancak, Batının değer yargılarına dayanan ve toplumsal gerçeklikle örtüşmeyen bu karşıtlık, sonuç getiren somut bir eyleme dönüşemez. Yazıya dökülen görüşler sözde kalır, yaşamın canlılığıyla bütünleşemez. “Dünya işçilerinin birliği”, “enternasyonal dayanışma”, “küresel başkaldırı” gibi gösterişli söylemler kullanırlar ancak kendi ülkelerinde, hedef kitleleri olan işçileri bile etkileyemezler. Türkiye’de “soysalistler” için geçerli olan bu nitelikler, kendilerine sosyal demokrat diyenler için de geçerlidir.
Yüz Yıllık Geçmiş
Türkiye’nin ilk “sosyalist” partisi olan Osmanlı Soysalist Fırkası, 1910’da İstanbul’da kuruldu. Sosyalist partilerin çalışmaya bu tarihte başladığı kabul edilecek olursa, aradan geçen uzun süreye karşın parti başarısı bakımından elde edilen gelişme, yok denecek düzeydedir.
Yüz yılda çok sayıda parti kurulmuş, kimileri büyüyüp yönetime gelmiş, yok olanların yerini başkaları almış ancak hiçbir dönemde hiçbir sosyalist parti, yönetime gelmek bir yana, dikkate değer karşıtçı bile olamamıştır. Halktan oy almak kitle desteğinin bir ölçütü ise, “sosyalist” partilerin yüzyıllık savaşımından sonra aldığı oy, bugün yüzde birin altındadır.
Onlarca yıllık birikime, bu birikimi sağlayan yoğun savaşımlara ve ‘çok güvenilen’ bilimsel bir kurama karşın, halktan bu denli uzak kalınmasının bir nedeni olmalıdır. Sosyalistler okuyup yazan insanlardır; inançları yönünde özverilidirler; kişisel çıkar ve servet peşinde koşmazlar; örgütlenme deneyimine en çok sahip olanlar onlardır. Bu nitelikleri olan insanlar, yüz yıllık uğraşıya karşın halktan neden destek alamazlar? Buna karşın, örneğin 1919’da bir Osmanlı paşası olan Mustafa Kemal, yanında yalnızca 16 subayla Samsun’a çıkarak, 3.5 yılda büyük bir ulusal direnişi, 15 yılda büyük bir toplumsal dönüşümü nasıl gerçekleştirebilmektedir? Bu soruya yanıt verilmesi gerekir.
Nesnellik Sorunu
Sosyalistlerin halktan destek alamamasının nedeni, insan eylemine bağlı (öznel) bir eksiklik değil, toplumsal yapının niteliğiyle ilgili (nesnel) bir sorundur. Gelişen kapitalist ilişkilerin yarattığı sınıfsal çelişkileri çözümlemeğe çalışan Avrupa kaynaklı sosyalist kuram, hemen aynısıyla kabullenilmiş ve çok başka konumdaki Türk toplumunda uygulanmaya çalışılmıştır. Üstelik bu girişim, uran (sanayi) toplumu durumuna gelen Batılı ülkelerde bile henüz başarılabilmiş değilken yapılmıştır.
Türkiye; “Sosyalist” Parti Mezarlığı
Şimdiye dek kurulan “sosyalist” partilerin bir bölümü şunlardır: Osmanlı Sosyalist Fırkası (1910), Sosyal Demokrat Fırkası (1918), Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (1919), Osmanlı Mesai Fırkası (1919), Osmanlı Çiftçiler Cemiyeti Fırkası (1919), Türkiye Sosyalist Fırkası (1919), Amele Fırkası (1920), Türkiye Komünist Fırkası(Bakü-1920), Halk İstirakiyun Fırkası (1920), Müstakil Sosyalist Fırkası (1922), Türk Sosyal Demokrat Partisi(1946), Türkiye Sosyalist Partisi (1946), Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (1946), Ergenekon İşçi ve Köylü Partisi (1946), Demokrat İşçi Partisi (1950), Vatan Partisi (1954), Sosyalist Parti (1960), Türkiye İşçi Partisi (1961),Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (1974), Türkiye İşçi Partisi (1975), Türkiye Emekçi Partisi (1975), Sosyalist Devrim Partisi (1975), Türkiye İşçi Köylü Partisi (1978), Türkiye Birleşik Komünist Parti (1990), Sosyalist Birlik Partisi(1991), Birleşik Sosyalist Parti (1994), Özgürlük ve Demokrasi Partisi (1997).18
DİPNOTLAR
1.                   “Türkiye’de Politika”, Süleyman Coşkun, Cem Yay. İst.–1995, sf.299
2.                   “Batılılaşma Hareketleri–I” Prof.T.Z.Tunaya, Cumhuriyet Yay.–1999, sf.97
3.                   a.g.e. sf.97
4.                   “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas. İst.–1995, sf.168 ve “Batılılaşma hareketleri–I”Prof.T.Z.Tunaya, Cumhuriyet Yay.–1999, sf.101, 102
5.                   “Türk Siyasal Yaşamında Yer Almış Başlıca Siyasal Dernekler, Partiler ve Kurucuları” İlhami Sosyal, “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi” İletişim Yay., 8.Cilt, sf.2010, 2018 ve “Türkiye’de Şeriatın Kısa Tarihi” Halil Nebiler, Ütay, 1994, sf.31
6.                   “Kürtler II.” Hıdır Göktaş, Alan Yayıncılık, 2.Baskı, 1991
7.                   “Ülkücü Hareket–I”, Hakkı Öznur, Atik–1996, sf.70
8.                   “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi” İletişim Yay., 15.C., sf.1201
9.                   “Ülkücü Hareket–I”, Hakkı Öznur, Atik–1996, sf.133
10.             “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi” İletişim Yay., 7.Cilt, sf.1983
11.             “12 Mart’a Beş Kala”, Celil  Gürkan, Tekin Yayınevi İst.–1986, sf.56
12.             “Darbenin Bilançosu” Cumhuriyet, 12 Eylül 2000
13.             “Türkiye Cumhuriyeti’nde Siyasal Düşünce Akımları” Mete Tuncay, “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi”İleri Yay., 7.Cilt, sf.1928
14.             “İslamcılık”, Şerif Mardin, a.g.e. sf.1936
15.             “İslamcılar ve Sistem”, Ruşen Çakır, a.g.e., 15.Cilt, sf.1210
16.             “İslamcılık”, Ahmet Çiğdem, a.g.e., 15.Cilt, sf.1225
17.             a.g.e. sf.1231
18.             “Türkiye’de Politika”, Süleyman Coşkun, Cem Yay.–1995, sf.351, 378
http://ulusalyol.net/baticiligin-yeni-bicimleri-islamcilar-kurtculer-sosyalistler-2/

Zihnen İptal!



Seçim, siyasal vaadler üzerine yürür.
Siyasal partiler, şimdi adet olduğu üzere 200 sayfa ortalamada seçim bildirgeleri yayınlar. Kimsenin okumayacağını bildikleri için olsa gerek, bir de kısa bildiriler çıkarırlar. Şimdilerde bunların da okunacağı kuşkulu olduğu için belki, “flaş! flaş!” projeler açıklama adeti belirdi.
Altı oklu değil, çınar ağaçlı Cumhuriyet Halk Partisi de bir “flaş!” yaptı. Belli ki gündemi işgal etmek, tartışılmak istiyor.
Aman sakın yanılmamalı! Tartışılmak istemiyor, gündemde “dönen haber” olmak istiyor. Çünkü “flaş! flaş!”a kapılıp “iyi ama şu da böyle…” diyecek olursanız, bir kesim laik – cumhuriyetçi – hatta Atatürkçü ve ilerici – solcu – sosyalist olduğunu ilan edenler affetmiyorlar. -Şimdi zamanı mı! Seçime gidiyoruz!
Gerçekten söyler misiniz, seçim vaatleri üzerine konuşmanın zamanı ne zamandır? Hem de böyle gürültülü “flaş!”ları bile duymazdan gelip, seçimler olup bittikten sonra mı?
Durum ilginç ötesi…
Bir kısım laiklik yanlısı, “AKP ile laiklik tehlikede değil” sözünü duymazdan gelmeyi yeğledi. Bir kısım cumhuriyetçi – Atatürkçü, “Anayasa’da vatandaşlığı Türk değil TC diye tanımlayacağız” sözünü duymadı. Bir kısım ilerici – solcu – pek sosyalist şimdi son “flaş!”ı savuşturmanın derdinde.
-Konuşma, sus, seçim var!
-İyi ama, bütün bunlar “oyumuzu verelim” dediğiniz partinin seçim vaatleri! Siz, gerçekten, bu vaatleri, hedefleri, amaçları doğru ve yerli yerinde mi görüyorsunuz?
-Hayır, hayır ama, olsun, dur şimdi, seçim var!
Bu duruma ne denebilir ki!
Seçime gidiyoruz, tüm algıların en açık olması gereken zaman diliminde algılar kapalı, amigo ruhu baskın, kısacası ortam zihnen iptal!
*
Açıklanan “flaş!” proje, ekonomik yükseliş projesi.
Kalkınma değil, yükseliş.. Anlamı şu: biz artık çabamıza kalkınma değil yükseliş diyoruz, çünkü biz “emerging economy”lerden biriyiz. Yükselen ekonomiler’den biri olarak da, kalkınma plancılığını terk edeceğiz. Size, küresel ekonomi ile daha sıkı bağlanmayı amaçlayan proje esaslı neo-liberal iktisat zihniyetini benimseyeceğimizi duyuruyoruz.
Ekonomik yükseliş zihniyeti, montajcılık düzeyine sıkışmış mevcut sanayiyi ambalajcılık sanayisi düzeyine çekecek. Ticaret de, komisyonculuk mertebesine indirilecek.
Sanayinin özü, depolama – gerekirse montajlama – mutlaka ambalajlama – etiketleme – bunları gideceği yere gönderme (postalama) işleri olacak. Toptan – perakende ticaret düzeneğinin yerini ise, başka ülkede üretilmiş malı, tüketileceği başka ülkeye iletme işi için alınacak komisyonculuk sistemi alacak. Kısa adıyla “lojistik”, yani “geri hizmetler”, yani “istihkam işleri”…
Ekonominin yükselişi için umulur ki, bazı üretim şirketleri bizim lojistik kentte yerleşir; biz de onlardan teknoloji öğrenebiliriz.
Ürettiği malı alıp, tüketecek ülkelere gönderme hesabı içinde 58 ülke var. Büyük pazar! Ne var ki, bu ülkelerin böyle bir proje için ne diyecekleri şimdilik meçhul! Cazip bulacakları umulur!
1940’lı yıllarda ABD’li Thornburg gelmiş, bir rapor hazırlayıp Türkiye’ye “sanayi değil tarım” yolunu göstermişti. Şimdi dışarıdan birilerinin gelmesine gerek yok. Tüm iddialarımızı ve hedeflerimizi, ülkemizi kuran partinin yöneticileri dahil dünya-bölge liderli parti bürokrasileri geri çekiyor.
*
“Flaş! flaş!” Tanıtım filmi, bu “proje”nin dünyada dördüncü olacağını ilan ediyor. İlki Güney Amerika’da, diğer ikisi Uzak Asya’daymış.
Gelin görün ki, örnek gösterilen projelerin bu projeyle uzak yakın benzerliği bulunmuyor.
Güney Amerika’daki proje 2000 yılında başlayan, IISRA kısa adıyla bilinen The Initiative for Regional Infrastructer Integration in South America. Bu, Güney Amerika’nın 12 ülkesinde devletlerin bir anlaşmaya bağladıkları, kimilerinin kendi kalkınma bankalarını devreye soktukları, “kıtayı bütünleştirme projesi”. Proje çerçevesinde demiryolları, karayolları, enerji, telekomünikasyon hatları yapımı gibi işler var.
Uzak Asya’daki diğer iki proje ise Şangay İşbirliği Örgütü ve Çin odaklı işler.
Biri, Çin’in Kunming kentinden başlatılıp Singapur’a uzanırken 8 ülkeyi içine alan Kunming Demiryolu Projesi. Ülkeler arası anlaşmalar yapılmış; ama daha önemlisi arkasında Çin’in CNR ve CSR adlı dünya devi, 180 bin işçili, dünyada 350 yatırım üstlenmiş durumda olan iki demiryolu yapım-işletim şirketinin birleştirilmesi gibi bir hazırlık var.
Öbürü İpekyolu Ekonomik Kuşağı, Şangay İşbirliği Örgütü ve içinde Rusya, Kazakistan, Özbekistan, …. gibi ülkelerin yer aldığı, anlaşmalara dayanan bir ulaşım – enerji – iletişim altyapı projesi. Ülkeler yatırım şirketlerini harekete geçirmişler, anlaşmalar yapılmış.
Örnekler, bir ülkede bir mega kent kurup başkalarının ürettiklerini başkalarının tüketimi için postalama işine hiç benzemiyor. Bunları, “flaş! flaş'” tanıtımına benzermiş diye sunmak hiç yakışık almıyor.
*
Depocu-ambalajcı yeni sanayi, özel bir kentten yürütülecek. Hakkını yemeyelim, kent “mega kent” olacak. Besbelli ki, şu anda ovalık – dağlık – boş bir alan bu işe hasredilecek.
En önemlisi, bu meganın yönetimi, ulusal ve kamusal yönetimin bir parçası değil, küresel ve özel sektör sisteminin elinde olacak. Özel yasa ve özel vali ile yönetilecek. Maliyetler sıfırlanacak. [Maliyetler…. işçi ücreti, vergilendirme, kiralama, belediye hizmetleri karşılığı ödemeler]
Yani Anadolu’nun göbeğinde işçi ücretlerinin, sendikal hakların berhava edileceği; vergi kasamızdan özenle beslenecek; uyuşmazlıkları ulusal yargı sisteminin dışında çözülecek; ulus-ötesi sigorta, para-kredi, hukuk kurumlarının iş göreceği bir küresel neo-liberal sermaye cenneti yaratılacak.
Yargı birliği mi demiştiniz! İdari birlik mi diyorsunuz! Hele adil ücret diyenler! Vatandaşların yasa önünde eşitliği mi!
Bu modelde asıl olan bunlar değil, rekabet ve yarışmadır. Dinazorluğun ve statükoculuğun, ulusalcılığın ve kamu hizmeti yandaşlığının alemi yok!
*
Ekonomik Yükseliş Projesi, bu seçim vaadi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş bir parti adına umut değil en fazla derin bir mahcubiyet duygusu yaratabilir.
Bu zihniyet, artık çöken küreselci neo-liberal zihniyettir. Dünya Bankası, IMF ve hatta NATO’nun devirlerini tamamladıklarını görmeden, halka bu denenmiş ve batmış projeleri “seçim vaadi” diye sunmak yakışıksız bir iş olmuştur.
Bu karşıdevrimci dalganın ortasında, yurttaşlarımızın umut aradıkları bir ortamda, Türk Devrimi’nin öncü gücü büyük bir partiyi bu duruma düşürmenin sorumluluğu büyüktür.
*
Ama belki bu sözler bile fazla olabilir.
Ortadaki “flaş! flash!” proje, adeta bir okul bitirme projesi gibi bir şey. İlk kez okuyup, yeni öğrendiği şeylerin çok parlak olduğunu sanan acar bir öğrencinin okul bitirme ödevi… Acaba bu parlak okul ödevini ciddiye alıp Türk ve dünya kamuoyuna sunabilen parti yöneticilerine ışık tutmakla mı yetinsek?
Prof. Dr. Birgül Ayman Güler

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Küresel’ Anneler Günü İçin! / Banu AVAR



O 1864 de doğdu. 41 yaşında annesini kaybettiğinde ABD ‘yeni Dünya Düzeninin ana hatlarını bulmaya çalışıyordu, Avrupa’da ‘kan rüzgârları’ esiyor, Osmanlı İmparatorluğu gizli anlaşmalarla bölünmenin eşiğinde duruyordu.
Dünya ilk kez topyekûn bir petrol savaşına sahne olmak üzereyken ve milyonlarca anne katledilecekken, Anna Jarvis Amerika’da ‘anneler günü’ önerisini bir kilisede kutladı.
Önerisi emperyal güçlerin dünyaya ‘kültür ihracatı’ modeli için ‘elverişli’ bulundu ve başta başkan Wilson olmak üzere, gazete patronlarından din adamlarına ve Senato’ya kadar kabul gördü.
Dünya kanla yıkanırken, Wilson prensibiyle Anadolu’ya kukla devletler oturtulurken Mayıs’ın 2. Pazar günü ‘anneler günü’ ilan edilmişti.
***
1. Dünya Savaşı emperyal güçlerin Pazar kapma yarışıydı. Ve bu paylaşım kavgasında sadece topraklar değil zihinler de devşirilecekti.. Emperyal güçler, zihinsel işgalin atom bombasından daha etkili olduğunu söylemişlerdi.. Kanlı savaşlar, petrol, pamuk ve buğdayın ele geçirilmesi için beyinlerin de işgal edilmesi gerekti. O yıllarda yeni bir dünya düzeni şekilleniyor, Amerikan küresel çetesi ‘tek dünya sistemi’ ‘tek dünya kültürü’ üzerine kafa yoruyorlardı.
Anna Jarvis 1948 yılında 84 yaşında 2. bir dünya paylaşım savaşının ertesinde öldü.. Ölmeden önce ortaya attığı fikrin tüketim amacıyla kullanılmasından duyduğu üzüntüyü belirtiyor, ‘Bu özel günü dini bir kutlama olarak düşünmüştüm. Oysa ticari amaçlara alet oldu.’ demişti. Demekle kalmadı, ulvi fikrinin metalaşmasına duyduğu nefretle birçok kurum ve kuruluşa dava açtı ve doğal olarak hepsini kaybetti. Öldüğünde çok yoksuldu, evi bile elinden alınmıştı, bir hastane köşesinde hayata veda etti. Çocuğu yoktu. Emperyalizm gerçekleri gördüğü ve göstermeye kalktığı için Jarvis’i affetmemişti.
Adı unutuldu gitti..
Emperyalizm anneler gününü birçok ülkeye ihraç etti. Tıpkı birçok benzer gün gibi…
Türkiye 1947’de küresel çetenin kucağına düşünce ‘Amerika, canım feda sana’ şarkıları eşliğinde , NATO için Kore’ye asker yollayacak, Amerikan üslerine ve barış gönüllüsü adı altında ajanlara kapılarını açacak, süt tozları içecek, Amerikan eğitimiyle zihni bulandırılacak, Hollywood filmleriyle küçük Amerika olmaya özenecekti… Anasıyla babasıyla tüm millet yokluk ve yoksulluk içine sürüklenir, ülkenin tüm varlıkları küresel odakların eline geçerken Anneler günü en yoksulundan en varsılına kutlamakla övünülen bir güne dönüşecekti…
Milli günler hızla solarken ‘küresel günler’ öne çıkacaktı…
Bu millet anasının değerini her şeyin üzerinde tutan bir millettir. ‘Cennet anaların ayakları altındadır’ diyen bir dine mensuptur.. Anasına atasına yılda bir gün değil yaşadığı her anı adayan bir kültürden gelmiştir. Emperyalizm için bu tehlikelidir ve değişmelidir! Her şey sahteleşmeli, tek bir gün analar için tüm alış veriş merkezleri kampanyalar yapmalı, parası var yok herkes sokaklara çıkmalı, alabileceği ne varsa almalıdır.
Küresel ekonomik işgal bir yandan, sırtlan dişlerini etine geçirdiği millete ‘ananı da al git’ derken öbür yandan sırıtarak ‘ama bir şey al da git! Diye hırlamaktadır..
Kılcal damarlarımıza kadar sızan ‘kültürsüzleşme örneklerini kendi yaşamınızda yakalayın…
Anneler, babalar, halalar, teyzeler, sevgililer günlerini coşku içinde kutluyor musunuz… Avrupa’da Müslümanların kılıçtan geçirildiği 1 Nisan gününde eşe dosta şakalar mı yapıyorsunuz, sorgulayın…
Emperyalizmin tarifini mi istiyorsunuz? Günlük yaşantınıza ve değişen değerlere bakın…
Analarınızın, atalarınızın değerini yaşadığınız sürece unutmayın!

6 Mayıs 2015 Çarşamba

DÜZMECE MAHKEMENİN İDAM ETTİĞİ ÜÇ GENCİMİZ



Bundan tam 43 yıl önce, 6 Mayıs 1972 günü, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edilerek öldürüldüler.
Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan 25, Hüseyin İnan 23 yaşındaydı.
Bu üç gencimiz, hiç kimseyi öldürmemişlerdi.
Peki, bu üç gencimiz tamamen suçsuz muydular?
Bu üç gencimiz; adam kaçırıp alıkoymuş, banka soymuş ve otomobil çalmışlardı.
Peki, bu suçların cezası idam mıydı?
Bu suçların cezası Türkiye’de de başka ülkelerde de idam değildi.
Peki, bu üç gencimiz hangi ağır suçla suçlanıp idam edilmişlerdi?
Anayasayı zorla ortadan kaldırmaya ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni zorla kapatmaya teşebbüs etmekle suçlanmışlardı.
Bu üç gencimiz, Ordu’nun silahlı subayları mıydı?
Hayır!
Bu üç gencimiz, günümüzün terör örgütü PKK gibi silahlı bir örgüt kurup binlerce kişiyi mi öldürmüşlerdi?
Hayır!
Başkanı, üyeleri ve savcısı asker olan düzmece mahkeme, bu üç gencimizin “niyetlerinin” silahlı örgüt kurmak olduğunu öne sürerek hakkı, adaleti ve insanlığı çiğneyerek varsayıma dayalı idam cezası vermişti.
İdam cezaları oylanmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne getirildi.
Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesini 273 milletvekili kabul etti. İşte onlardan bazıları:
Süleyman Demirel ( Mason ), Orhan Alp ( Mason ), H. Turgut Toker ( Mason), İsmet Sezgin ( Mason ), Sadettin Bilgiç ( Mason ), Turhan Feyzioğlu ( Mason), Mesut Erez ( Mason ), Hüseyin Özalp ( Mason ), Orhan Öztrak (Mason ), Necmettin Cevheri ( Mason ), M. Selahattin Kılıç ( Mason ), Nuri Bayar ( Mason ), Kemal Satır ( Mason ), Ahmet Topaloğlu ( Mason ) , Alpaslan Türkeş, Nahit Menteşe, Cemal Külahlı, Barlas Küntay, Kasım Önadım, Refet Sezgin, Rasim Cinisli, Rıfkı Danışman, Ali İhsan Göğüş, İsmail Arar, Ferruh Bozbeyli, Ali Naili Erdem, Faruk Sükan, Ahmet Karaaslan, Vefa Tanır, Esat Kıratlıoğlu, Haydar Özalp, Ata Bodur, Erol Akçal, Talat Asal, Doğan Kitaplı, Tevfik Koraltan, Yusuf Ziya Önder, Enver Akova, Kinyas Kartal, Mehmet Aksoy, Ekrem Dikmen, Selahattin Güven, Ahmet İhsan Birincioğlu, Ali Rıza Uzuner, Ahmet Nihat Akın, Ahmet Güner, S. Tekin Müftüoğlu, Mehmet Salih Yıldız, Ali Cavit Oral, Hüsamettin Uslu, İhsan Aataöv, Süleyman Çiloğlu, Hasan Ali Gülcan, Hasan Akçalıoğlu, Rafet Eker, Cihat Bilgehan, Ahmet İhsan Kırımlı, Nihad Kürşad, Akın Özdemir, Ertuğrul Akça, Adnan Akarca, Nimet Ağaoğlu, Zeki Çeliker, İsmet Kapısız.
Bu milletvekillerini bugün, nefretle anıyorum.
İdamları 48 milletvekili reddetti.
Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesini reddeden 48 milletvekili şunlardır:
İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Mehmet Ali Aybar, Necdet Uğur, Mustafa Üstündağ, Mustafa Ok, Kemal Güven, Kemal Demir, Mevlüt Ocakçıoğlu, Ferda Güley, B. Turgut Boztepe, Hayrettin Uysal, Yaşar Akal, Adil Yaşa, Yılmaz Alpaslan, Hüseyin Yenipınar, Adil Turan, Kemal Okyay, Tufan Doğan Avşargil, Mehmet Yüceler, Beyti Arda, Hakkı Gökçe, Muammer Ertem, Mehmet Ozdal, Ali Değerli, Nermin Neftçi, Cevat Sayın, Mehmet Aytuğ, Hasan Çetinkaya, Selçuk Erverdi, Celal Kargılı, Hüseyin Dolun, Reşit Ülker, Lebit Yurdoğlu, Şeref Bakşık, M. Hulusi Çakır, Kamil Kırıkoğlu, Yusuf Ziya Yılmaz, Kemal Ataman, İbrahim Cüceoğlu, A. Sakıp Hiçerimez, Osman Soğukpınar, Yusuf Ziya Yağcı, Abdullah Naci Budak, Kenan Mümtaz Akışık, Nadir Yavuzkan, Nail Atlı, Nuri Çelik Yazıcıoğlu.
Bu milletvekillerini bugün, sevgi ve saygıyla anıyorum.
TBMM ve Senato tarafından onaylanan idam cezaları, 3 Mayıs 1972 günü Cumhurbaşkanı mason Cevdet Sunay tarafından imzalandı.
5 Mayıs 1972 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.
6 Mayıs 1972 günü, sabaha karşı saat 01.25’te önce Deniz Gezmiş idam sehpasına çıkarıldı.
Deniz Gezmiş’in son sözleri:
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye…
Kahrolsun emperyalizm.
Yaşasın işçiler, köylüler.”
Yusuf Aslan’ın idam sehpasında son sözleri:
“Ben halkımın bağımsızlığı için bir defa ve şerefle ölüyorum. Fakat bizi asan sizler, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz.
Yaşasın devrimciler! Kahrolsun Faşizm!”
Hüseyin İnan idama giderken son sözlerini şöyle söyledi:
“Ben hiçbir şahsi çıkar gözetmeden, halkın mutluluğu için savaştım.
Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum.
Yaşasın işçiler ve köylüler!
Kahrolsun Faşizm!”
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı sevgi ve saygıyla anıyorum.
Tarihimizin bu çok önemli dönemini, ikinci baskısı Nergiz Yayınları tarafından yapılan “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ” adlı kitabımda, TBMM tutanaklarını kaynak kullanarak anlattım.
Yılmaz Dikbaş
6 Mayıs 2015, Çarşamba
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52