5 Mart 2015 Perşembe

MERNİS, UYAP, SEÇSİS üçgeni



MERNİS, UYAP, SEÇSİS üçgeni *** Kamuoyu bilmesin, merak etmesin, araştırıp öğrenmesin. Hileli seçimler sürsün. İktidar elden gitmesin. Yok öyle yağma! İnadına öğreneceğiz. Yanlışı düzelteceğiz. Oyumuza sahip çıkacağız.

Enis Berberoğlu
E-mail: keberberoglu@gmail.com
2 Mart 2015
Sözcü
MERNİS, UYAP, SEÇSİS üçgeni

Başlık sizi korkuttu.
Gerisini merak edecek, okuyacak hal bırakmadı.
Öyle değil mi?
Maksat da o zaten.
Oy hırsızları, öyle istiyor.
MERNİS, UYAP, SEÇSİS…
Kamuoyu bilmesin, merak etmesin, araştırıp öğrenmesin.
Hileli seçimler sürsün.
İktidar elden gitmesin.
Yok öyle yağma!
İnadına öğreneceğiz.
Yanlışı düzelteceğiz.
Oyumuza sahip çıkacağız.

Önce MERNİS.
Açık adı: Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi.
Görev ve Yetkisi: Vatandaşlık Numarası ve
kişisel verilerin saklandığı dijital taban.
Bu havuza 1960’lardan itibaren veri yükleniyor.
Ölü ve sağ nüfus 120 milyonu buldu.

Nereye Bağlı: İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne
(NVİGM) bağlı sistem.Seçim Görevi:
Seçimlerde oy kullanacak seçmenleri belirmemek.
Sıkıntı Nerede?: Adrese dayalı bu sistem ya yanlışlıkla,
veya maksatlı olarak sahte seçmen üretiyor.
Nitekim seçmen listeleri askıya çıkınca,
YSK’ya yağmur gibi şikayet yağıyor.
Belki bir o kadarı da gözden kaçıyor.
Seçime hile karışıyor.

İkinci olarak UYAP.
Açık adı: Ulusal Yargı Ağı Projesi ,Görev ve Yetkisi:
Yargı faaliyetlerinin tek bir merkezde toplanması.
Nereye bağlı: Adalet Bakanlığı.
Seçim Görevi: Sonuçların işlenmesine aracı platform.
Sıkıntı Nerede: Adalet Bakanlığı her aşamada, seçim sonuçlarını izliyor, müdahale imkanı bulunuyor.

Ve son olarak SEÇSİS.
Açık Adı: Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü Sistemi
Seçim Görevi: Sandıklar açıldıktan sonra,
bütün sonuçlar bu havuzda toplanıyor.
Sandık kurulları ilçe kurullarına tutanak iletiyor.
İlçelerde SEÇSİS sistemine işleniyor.
İllerde toplanıyor ve YSK’ya ulaşıyor.
Altyapısı ne: Türk Telekom.
Soru işareti nerede: SEÇSİS’in kullanıldığı ilk seçimde,
2007’de AKP’nin oyları patlama gösterdi.

MERNİS, UYAP, SEÇSİS.
Bu üçgende neler dönüyor.

Mesela deniliyor ki, tutanaklar bilgisayarda birleşirken
arkada çalışan bir programla iktidara oy kaydırılıyor…
Olmaz olmaz demeyin…
Kağıthane’deki seçimde, CHP oylarının
AKP’ye yazıldığı tespit edildi, davası görülüyor.
Mesela deniliyor ki, sandıklar açılırken,
AKP’ye büyük avans veriliyor, muhalefet farkı kapatamıyor.
Elle yapılanı gördük, dijital hile olmaz mı?
Olur mu olur!

Hileye karşı önerilerden önce, genel bir ilkeyi hatırlayalım.
Anayasa 79. madde diyor ki; “Seçimler  yargı  organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır”

Peki öyle mi? Bakalım.
MERNİS, İçişleri…
UYAP, Adalet Bakanlığı’na bağlı yani Anayasa alenen çiğneniyor.

Önerilere gelince…

1) Seçim sistemini Anayasa’ya uygun hale getirmek ilk adım olmalı.
Oyunuza sahip çıkmak için, vekilinizi, partinizi, harekete geçirin.
Seçmen listelerini yeniden YSK üstlensin.

2) Seçimde kullanılan işletim sistemi değişsin.
TÜBİTAK’ın geliştirdiği milli yazılım PARDUS-Linux sistemine geçilsin.

3) Mükerrer oy kullanımını önlemek için gerekirse parmak boyasına dönülsün.

Kurumsal sorular, kurumsal çözümler.
Tabii ki önemli.
Ama gözüken o ki, iş başa düştü.
Babadan kalma yöntemle, sandığa sahip çıkılmalı.
Sandık namus sayılmalı, sabaha kadar başında beklenmeli.
Emin olana kadar, oylar tekrar tekrar sayılmalı.
Başka çaresi yok.

Seçmen ne diyor?
Sözcü okuru çok duyarlı.
Seçim hilelerine karşı gelen çok sayıda öneriden
ikisini örnek olarak aktaralım:
“Tüm oy pusulalarına sıra numarası verilsin. Kimsenin kaçarı olmaz. Çok büyük bir maliyet de getirmez. Ne dersiniz? Tartışmaya açmaya değmez mi?” (Osman ARMAĞAN)

YATAĞA ATILAN GAZETECİLER - Yılmaz Dikbaş



Irak’a karşı çok önceden tasarlanmış saldırının arifesinde, ABD Başkanı George W. Bush haince bir yalan uydurdu, “Saddam’ın elinde kitlesel imha silahları var!’ korkusunu dünya halklarının yüreklerine soktu.

ABD yönetiminin akıl almaz baskılarına karşın, Birleşmiş Milletlerin Irak’a gönderdiği silah başdenetçileri işlerini kaybetme pahasına dürüst davrandılar, ‘Irakta kitlesel imha silahı yok!’ diye raporlar yazdılar.

Yalanının tutmadığını gören George W. Bush hemen kıvırttı, ‘Irak’ta rejim değişikliği’ dünya barışı için gereklidir palavrasını uydurdu ve ABD ordusuna saldırı emrini verdi.

Yanına İngilizleri, Polonyalıları, Avustralyalıları ve Peşmergeleri de alarak 265 bin kişilik askeri güce erişen ABD ordusu, Mart 2003’te Irak’a girdi, 20 Mart’ta Bağdat düştü.

Yönetiminde Siyonistlerin egemen olduğu PENTAGON, yani ABD Genelkurmayı, Irak’a saldırırken 775 gazeteciyi de beraberinde götürdü. Ancak bu gazeteci, yazar, çizer, fotoğrafçı ve editöre yola çıkmadan önce bir kontrat imzalattı:
“Pentagon’un görmediği, onaylamadığı hiçbir haber ya da fotoğrafı hiçbir yere göndermeyeceğime, yayınlamayacağıma ve Pentagon’dan izin almadan hiçbir haber yapmayacağıma söz veririm.”

Pentagon’la anlaşan bu 775 gazeteciye ‘Embedded’ gazeteciler adı verildi.

‘Embedded’ İngilizce bir sözcük, anlamı, bir şeyin içine girip yerleşmiş.

775 gazeteci, Pentagon’un içine girmiş, bu kurumla bütünleşmiş, özleşmişti.

Bir avuç dürüst yazar bu ahlâksızlığa karşı çıktı, ‘embedded’ sözcüğü üzerinde oynayarak, bu gazetecilere ‘embedded’ değil, ‘inbedded’ demek yakışır dedi!

‘İnbedded’ sözcüğünün anlamı şu: ‘yatağa girmiş’

Açıkça anlaşılıyordu, 20 Mart 2003 günü ABD ordusuyla Bağdat’a giren 775 gazeteci, aslında, Pentagon’un ‘Yatağa attığı gazetecilerdi’.

Gönüllüyüm, imza bile veriyorum, beni yatağa atın, diyen gazetecilere, özgür gazeteciler diyebilir misiniz? Gazetecilerin yatağa atıldığı bir ülkede basın özgürlüğünden söz edebilir misiniz?

İşte bugün, 19 Mart 2011, ABD yanına İngiltere, Fransa ve İtalya’yı alarak Libya’ya saldırdı. Libya saldırısıyla ilgili haberleri tüm dünyaya, başlıca iki medya grubu veriyor, ikisi de Siyonistlerin: Reuters ve Associated Press.

Açın bizim gazeteleri, tüm Libya haberlerinin kaynağı olarak bu isimleri göreceksiniz.

Bu iki medya grubu, yatağa attığı gazetecilerle Libya haberlerini yapıp yayınlıyor…

Yatağa atılan gazeteciler ABD’de var da, Türkiye’de yok mu?

Hiç olmaz mı?

Türkiye’de en az 2000 gazeteci, yazar, çizer, editör, genel yayın yönetmeni ve televizyon programcısı, AB’den hibe aldılar.

Ben bunlara, AB’nin hibe vererek iğfal ettiği gazeteciler, adını verdim, yeni çıkan kitabım “İĞFAL”de bunları ayrıntılı olarak anlattım.

İşte bu, AB hibeleriyle iğfal edilmiş gazetecilerden biri, Mehmet Altan, 19 Mart 2011 tarihli Star gazetesindeki köşesinde, “Çanakkale Savaşı gerekli miydi?” başlıklı yazısında şöyle dedi:

“Ve dün biz bundan doksan altı yıl önce kendi kendimize yarattığımız ve o dönemin en parlak insanlarını yok ettiğimiz ‘Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünü idrak eyledik…”

Tüm İngiliz tarih kitapları, Çanakkale saldırısının tasarımcısı ve Majesteleri Kraliçe’nin onaylamasıyla uygulayıcısının, görkemli Britanya İmparatorluğu’nun kibirli Bahriye Bakanı Winston Churchill olduğunu yazıyor, ateşli geçen savaş kabinesinin toplantı tutanakları devletin resmi belgeleri arasında duruyor.

Ama Mehmet Altan, Çanakkale Savaşını kendi kendimize yarattığımızı yazıyor!

Sakın ola Mehmet Altan’a; namussuz, şerefsiz, alçak, yalancı, sahtekâr gibi sözcüklerle yüklenmeye kalkışmayınız! Bu hem doğru olmaz hem de gerçeği görmenizi perdeler.

Gerçek şu: Mehmet Altan, görev adamıdır. Nasıl Pentagon’un yatağa attığı gazeteciler görev yapmışlarsa, AB hibeleriyle iğfal edilmiş Mehmet Altan da şimdi kendisine verilen, Türk tarihini çarpıtmak ve Mustafa Kemal Atatürk’ü değersizleştirmek görevini yerine getirmektedir.

Yine aynı yazıda, AB’nin iğfal ettiği Mehmet Altan şunu söylüyor:

“Zaten Çanakkale savaşlarında komutan Alman Liman von Sanders, yardımcıları Vehip Paşa, Cevat Paşa, Esat Paşa’lardı… Miralay Mustafa Kemal Bey, komuta kademesinde ancak 34. sıradaydı…”

Çanakkale Savaşının tasarımcısı görkemli Britanya İmparatorluğu’nun kibirli Bahriye Bakanı Winston Churchill, tam 21 yerinde Mustafa Kemal’den söz ettiği, toplam 1668 sayfalık üç cilt, “The Great War” adlı kitabının 659. sayfasında şöyle yazıyor:

“At the head of the 19th. Division there stood in this strange story, a Man of Destiny, Mustapha Kemal Bey”

Türkçesi:

“Bu garip öyküde, 19. Tümenin başında, Geleceği Yazan Adam, Mustafa Kemal Bey bulunuyordu”

Churchill’in toplam 1668 sayfalık üç cilt “Büyük Savaş” kitabında Alman General Liman von Sanders’in adı sadece 6 kez geçiyor, komuta kademesinde Mustafa Kemal’den çok üstlerde bulunan Vehip Paşa, Cevat Paşa ve Esat Paşa’ların esamisi bile okunmuyor!

Hiç komuta kademesinde 34. sırada bulunan bir subay, Tümen komutanı olur mu?

Peki, Churchill, sözü edilecek 33 komutan varken neden tutmuş da 34. sıradaki Mustafa Kemal’i öne çıkarmış? Hem de o çok kibirli Churchill’in Mustafa Kemal’i tanımlarken kullandığı deyime bir bakar mısınız: Man of Destiny, Geleceği Yazan Adam!

Biliyorum, komik olacak ama sorayım.

Siz Çanakkale Savaşının tasarımcısı, görkemli Britanya İmparatorluğu’nun Bahriye Bakanı Winston Churchill’in kendi yazdığı tarih kitabındaki sözlerine mi inanacaksınız, yoksa AB’nin iğfal ettiği Mehmet Altan’a mı?

Yatağa atılmış gazetecilere de asla inanmayız, AB hibeleriyle iğfal edilmiş gazetecilere de!

Bu gerçeği bıkmadan, usanmadan ve yılmadan halkımıza duyurmak, anlatmak birinci derecede görevimizdir.

Yılmaz Dikbaş 19 Mart 2011

dikbas@...
www.kalinka.com.tr
www.dikbas.tv

2 Mart 2015 Pazartesi

“Kemalizm sonradan uyduruldu!” İddiası Artık Bitmeli



Atatürkçülük, Kemalizm’i sulandırıp; Batı, ABD ve NATO’ya uyumlu bir Atatürk ideolojisi icat etmek için Demokrat Parti döneminde ortaya atılmış bir anlayıştır.
Bu anlayışı zihinlere yerleştirmek için, Atatürk’ü yüzeysel ve bulanık olarak anlatıp algılatmak gerekiyordu. Bu yapıldı. Atatürkçülük adına darbe yapıldığında da, silah zoruyla yapıldı. (Y.Dikbaş)
“Kemalizm sonradan uyduruldu!” İddiası Artık Bitmeli
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurucu ideolojisi var. Ülkeyi kuran ve şekillendiren düşünce sistemi, 1920’lere ve 1930’lara egemen olmuştur. Adını Bağımsızlık Savaşı’nın önderi ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemâl Atatürk’ten alır. Buna “Kemalizm” denmiştir.
Çeşitli kişiler ve kesimler, çeşitli çıkarlar için bu gerçeği yok sayarak farklı bir tarih anlatmaya çalışıyorlar. Onların kandırdığı kişiler de bu kurguları yayıyorlar. Öne sürülen savlar birden fazla. Birleştikleri nokta “Kemalizm, Atatürk’ün ölümünden sonra ortaya çıkarıldı.” iddiası. Bu iddiaya göre 10 Kasım 1938’e kadar hiçbir şekilde Kemalizm’den bahsedilmemiş olması gerek.
Bugün ne yazık ki çok yaygınlaşmış olan bu iddiayı çürütecek pek çok kanıt vardır. Belli başlı olanlarını sıralamaya çalışalım.
Birincisi; Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935’te yapılan 4. Büyük Kurultayı’nda kabul edilen Program’ın girişinde “Partinin güttüğü bütün bu esaslar, Kabalizm prensipleridir.” denmiştir.[1] (Kemalizm yerine Kabalizm denmesinin nedeni, Mustafa Kemâl’in bir dönem öz Türkçecilik anlayışı sonucunda Kemâl olan adını Kamâl ile değiştirmesidir. Mustafa Kemâl daha sonra bu girişimden geri adam atacaktır.) 1953’teki 10. Kurultay’a kadar Kemalizm, parti programındaki yerini korumuş, bu tarihte kaldırılarak “Atatürk Yolu” kavramı getirilmiştir.[2]
İkincisi; 1934’ten itibaren yeni rejimi dünyaya anlatmak için Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından Fransızca ve Türkçe olarak basılan derginin adı “La Turquie Kemâliste” yani “Kemalist Türkiye’dir. Devlet tarafından basılan ve Falih Rıfkı Atay, Burhan Asaf Belge, Vedat Nedim Tör gibi ünlü aydınların yazı yazdığı bu dergilerde Kemalizm, Kemalist kavramları kullanılmıştır.
Üçüncüsü; 1936’da Edirne Milletvekili Şeref Aykut ve yazar Munis Tekinâlp’in yazdıkları iki kitabın adları “Kemalizm’dir. Kitaplarında Kemalizm’i açıklamaya çalışmışlardır.
Dördüncüsü; TBMM tutanaklarından görüleceği gibi Atatürk döneminde mecliste defalarca Kemalizm’den, Kemalist olmaktan bahsedilmiştir. Örneğin 5 Temmuz 1931’de söz alan Mahzar Müfit Bey (Kansu) Biz Kemalist’iz efendiler; biz ancak ve ancak Kemalizm mektebinin evlâtları…” şeklinde konuşmuştur.
Beşincisi; gazete ve dergi arşivleri ile makale bibliyografyalarına bakıldığı zaman anlaşılacağı gibi dönemin basın-yayın organlarında Kemalizm ifadesi, Türk Devrimi’nin ideolojisi olarak kullanılmıştır.
Altıncısı; yabancı basın kuruluşları, yabancı devlet adamları da 10 Kasım 1938’den çok önce Kemalistlerden bahsetmeye başlamıştır. Aslında bu kavramın ortaya çıkışı, Bağımsızlık Savaşı mensuplarını açıklama şeklinde olmuştur. Mustafa Kemâl Paşa’nın önderliğindeki Anadolu hareketinden Kemalistler diye bahsediliyordu. Bu elbette 1919 ile 1923 arasında daha çok askerî bir deyim olmakla birlikte ideolojik Anadolu’daki hareketin milliyetçi, bağımsızlıkçı yönünü de içerir. Buna da bir örnek vermek gerekirse Hollanda’nın Nieuwe Rotterdamsche Courant gazetesinin Balkan muhabiri Van Cruyf’ün 5 Şubat 1921 tarihinde “Kemâlistan” başlığıyla yazdığı şu satırları okuyabiliriz. “Bu arada Kemâlistan Hükûmeti, kararlı ve metodik bir şekilde mâliye, adalet, eğitim ve orduyu yapılandırmaya devam ediyor, ülkenin iç yönetimini sağlam temeller üzerine kuruyor ve acil bayındırlık çalışmalarını ifa ediyor.”[3] Mütareke döneminde İngiliz Yüksek Komiseri Horece Rumbold’un İngiliz Dışişleri Bakanı George Curzon’a gönderdiği 7 Ocak 1922 tarihli raporun şu bölümünü de örnek gösterebiliriz: Kemalistlerle anlaşmaya varılamaz; çünkü Anadolu’nun tam bağımsızlığını istiyorlar.”[4]
Yedincisi; Mustafa Kemâl Atatürk’ün sağlığında yaşamış, yakınında bulunmuş kişiler herhâlde bu yazıya konu olan iddiayı en iyi yanıtlayabilecek olanlardır. Eğer Atatürk hiç Kemalizm’den bahsetmemiş, sonradan Kemalizm diye bir şey çıkarıp ona dayandırılmaya çalışılmışsa, onun devrinden kalanların bunu yazması gerek
Hâkimiyet-i Milliye (sonradan Ulus) gazetesinin başyazarı Falih Rıfkı Atay, yazdığı kitaplarda Atatürk’ün dünya görüşü ve Türk Devrimi’nin ideolojisi anlamında Kemalizm ifadesini çok kez kullanıyor. Örneğin Çankaya’dan bir bölüm: “Gericiler, bir asırdan beri, Garplılaşmanın dinden ve milliyetten çıkmak demek olduğu fikrini yaymışlardı. Kemalizm, bu masala nihayet veriyordu.”[5] Roman adlı kitabında ise Kemalist demek ise Gazi’nin kafasını anlamış olan, almış olan demektir.” der.[6]
Adalet Bakanlığı görevinde bulunmuş, üniversitelerde Devrim Tarihi dersleri vermiş Mahmut Esat Bozkurt da örneğin Atatürk İhtilâli kitabında farklı rejim ve ideolojileri karşılaştırırken Kemalizm’den bahseder.
Türk Tarih Kurumu başkanlığı yapmış 1906 doğumlu Prof. Enver Ziya Karal: “Niye Kemalizm denmiştir? Bakmışlardır, sosyalizme benzemiyor, Faşizme benzemiyor. Hitlerizme benzemiyor. Demokrasi denilen ve çok eskiden beri gelen bir meslek-i siyasete de benzemiyor, buna ayrı bir isim vermek zorunluluğu duyulmuştur ve Kemalizm denilmiştir.”[7]
Millî Eğitim Bakanlığı ve Türk Dil Kurumu’nda görev almış Hasan Âli Yücel: Kemalizm denilen doktrin, sıralanmış birtakım kuru, içi boş laflar değildir. Anayasanın benliğine girmiş bu prensiplerde Türk Milleti’nin hâli ve istikbali gizlidir.”[8]
Örnekler çoğaltılabilir. Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı döneminde yaşamış, önemli konumlarda bulunmuş kişiler “Kemalizm diye bir şey yoktu, sonradan ortaya attılar.” dememişler, Kemalizm’den bahsetmişlerdir.
Aslında temel mesele Kemalizm kavramının Atatürk tarafından kullanılıp kullanılmaması değil. Sorun, Atatürk’ün uyguladığı, ortaya koyduğu dünya görüşünün, bağımsızlık, modernleşme, kalkınma anlayışının, o özgün düşünce sisteminin yok sayılması.
Mustafa Kemâl, bir bağımsızlık savaşının önderi olmakla yetinip 9 Eylül 1922’de kenara çekilseydi o zaman özgün bir ideolojinin yokluğundan bahsedebilirdik. Ancak az gelişmiş, tüm kurumları çağın gerisinde kalmış, uluslaşamamış bir toplumda çağdaşlaşma, kalkınma, demokratikleşme, uluslaşma yolunda kökten hamleler yapan ve yepyeni bir devlet meydana getiren biri için durum böyle olamaz.
Bir yandan “Kemalizm öldü!” diyenlerle uğraşırken bir yandan da “Kemalizm hiç olmadı ki” diyenlerle uğraşmak zor. Kemalizm’in Atatürk’ten sonra ortaya çıktığı, uydurulduğu, Atatürk’ün Kemalizm ile ilgisi olmadığı iddiası artık bitmeli. Çünkü bu savı destekleyen kanıt yok, çürüten kanıt çok.
Erhan SANDIKÇI
[1] C.H.P. Programı, Ulus Basımevi, Ankara, 1935
[2] Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4. Cilt, sf.2507; Aktaran: Metin Aydoğan, Cumhuriyet Halk Partisi – 4 (1945-1980 Dönemi), http://kuramsalaktarim.blogspot.com/2014/04/cumhuriyet-halk-partisi-4-1945-1980.html (erişim tarihi: 27.2.2015)
[3] Belgelerle Atatürk (1916-1922), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 2003, s. 69
[4] Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk (1919-1938), 4. Cilt, 1984, s. XLIX, 169-172
[5] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 184
[6] Aktaran: Melih Aşık, Gazici liderler…, Milliyet, 18.2.2014
[7] Enver Ziya Karal, Atatürk ve Devrim (Konferanslar ve Makaleler), TTK Basımevi, S. 148
[8] Aktaran: Yaşar Nabi, Atatürkçülük Nedir?, s. 34