18 Aralık 2014 Perşembe

Şer Koalisyonu – Üçlü İttifak ! /S. FİGEN ÖZEN

Aslında günümüz Türkiye’sini cadı kazanına çeviren plan, ABD Kongresi’nin 1896 yılında yaptığı gizli oturumda işleve konulmuştur.
Osmanlı’nın büyük pastası dilimlere ayrılacak, her dilim bir Avrupalı prens veya asilzadeye emanet edilecek, ama tüm pasta İstanbul’daki “Büyük Abi”nin, denetiminde olacaktır.
Osmanlı eyaletlere bölünürken İslam ılımlaştırılacak(!), Halife ve payitaht Amerika’nın denetiminde kalacaktır.
Bu plan henüz adı açıklanmamış “Dünya Hükümeti”nin ve elbette Haçlıların alkışladığı ve desteklediği bir plandır.
“Dinler Arası Diyalog” ve Osmanlı ve Muaviye Müslümanlığının, zehirli mantar örneği türeyen artıkları cemaat ve tarikatlar “Ilımlı İslam” denilen maskaralığın tohumlarıdır. Ilımlı İslam projesi son derece önemli ve üzerinde sayfalarca yazı yazılması ve tartışılması gereken bir konudur. Türkiye’nin sürüklendiği kaos ortamı, bu zehirli artıkların eseridir.
Daha dün oturdukları koltukları borçlu oldukları Gülen’in elini eteğini öperken ve hatta F Tipi örgüte toz kondurmazken, eski kadim dostları ve koalisyon ortakları “paralel devlet” iddiası ile boy göstermişlerdir?
F Tipi ve CFR’nin göbek bağını kestiği siyasal örgüt… Her ikisi de küresel çetelerin kendi çıkarları için döllediği, iki örgüttür.
İki örgütün de amaçları Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni dönüştürmek ve hatta yıkmaktır. Her ikisinin de rejim düşmanlığı ve ulusu ümmetleştirme çabası, bilinen bir gerçektir.
Tek tehlike F Tipi cemaat değildir. Onun koalisyon ortağı siyasi partinin iktidarı zamanında ülke cemaatlerin ve hatta radikal İslam örgütlerinin kışlası haline gelmiştir. IŞİD, El-NUSRA, El-KAİDE, İHVAN ve RABITA…
Ve bu örgütlerin tamamı Amerika bağlantılıdır.
Görünen köy kılavuz istememektedir. Her iki örgütte yani F Tipi ve siyasal iktidar güçlerini söyledikleri yalanlar üzerine inşa etmişlerdir. İleri demokrasi, temiz toplum, özgürlük ve barış… Ve bu yalanlar dini ve milli değerler yerle bir edilerek güçlendirilmiş, etnik kökenler de kaşınarak kapsam alanını genişletmiştir.
Tek amaçları kendi otoritelerini devlet üzerinde hakim kılmaktır. Aralarındaki tek fark birinin diktatör edasıyla, diğerinin yumuşak ve sinsi davranışlarıyla kendilerine verilen görevi “Büyük Abi”nin emir ve talimatlarıyla yerine getirmektir.
“Cemaat orduya kumpas kurdu.” İktidardaki siyasi partinin bu söylemi traji-komik bir ifade olmaktan hiçbir zaman kurtulamayacaktır.
Orduya kurulan kumpasta her iki örgütün ortaklık belgesi 5/KASIM/2007’de; Bush-Erdoğan, Oval Ofis görüşmesinde tarihe not düşürülmüştür.
Bu görüşme hala gizemini korumaktadır. 1 saat 15 dakika süren bu görüşme için A.Gül’ün kadim dostu Fehmi Koru; “Ergenekon Operasyonu bu görüşmede kararlaştırıldı.” Demektedir.
Ancak özellikle bir Türk Destanı’nın adının verildiği ve hatta 1.İddianamenin 41-42 sayfalarında Gazi Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK’ün dahi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmaya yönelik örgüt üyesi” olarak suçlandığı; Ergenekon Operasyonunun başlangıç tarihi 12 Haziran 2007’dir.
Ümraniye’de bir gecekonduda ne hikmetse sonradan ortadan kaybolan 27 el bombası ve TNT kalıpları ele geçirilmiş ve iki kişi tutuklanmıştır.
Bu olay bir başlangıçtır. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Hedef ulus devletin her şeye rağmen koruyucu unsuru Türk ordusudur. Sahte deliller, CDler, bavul dolusu üretilmiş belge…
İktidarın görevlendirdiği ve hatta bizzat talimat verdiği F tipi savcı, yargıç ve polisler iş başındadır. Devlet F Tipi örgüt ve iktidar tarafından paylaşılmıştır.
Her muvazzaf ve emekli asker tutukladığında iktidarın başı ekranlarda arz-ı endam etmekte bağımsız yargıdan (!)bahsetmektedir.
Bazıları özellikle Derviş Mehmet’in torunları alaycı bir ifadeyle, Silivri zulümhanesinde hastalanan belirli bir yaşın üstündeki askerleri kast ederek “İyi ki bunların zamanında savaşmamışız” demekte, aklı sıra Türk askerini aşağılamaktadır.
Belki birileri, yazdıkları yazılarda “ korku imparatorluğu” Türk milletinin şah damarına ustalıkla enjekte ettiği içindir ki, Türk milletinin büyük bir çoğunluğu; kendi evlatlarına, “Peygamber Ocağı”na yapılan bu aşağılamayı sessizce seyretmektedir.
Ne yazık ki Türk milleti askerine yeteri kadar sahip çıkmamış ve cephenin gerisine çekilmiştir. Ve meydan başkanlığını Amerika’nın yaptığı üçlü şer koalisyonuna terk edilmiştir.
Bunun yanı sıra son derece aşağılık bir taktik uygulanmış, Türk ordusu fuhuşla, casuslukla, gizli belgeleri dış güçlere satmakla, üstlerine suikast yapmakla ve özellikle faili meçhul cinayetlerle suçlanmıştır.
Kısa bir süre önce serbest bırakılan Albay Cemal Temizöz hala “Faili Meçhul Cinayetler” davasında yargılanmaktadır. Üstelik “ Casusluk Davası” ile yargılanan 43 subayımız henüz özgür değildir ve üzerlerindeki suçlamalar kalkmamıştır.
Artık F Tipi örgütün polisi ve savcısı görevde değildir. Ancak iktidar tipi polis ve yargı iş başındadır.
Şimdi o zindanda kaç kişi öldü veya öldürüldü, hatırınızda mı?
Örneğin eski MİT Daire Başkanı Kaşif Kozinoğlu’nun ölüm nedeni ecel-i sahih midir, yoksa? Kaşif Kozinoğlu’nun el yazısı ile yaptığı açıklamayı okuduktan sonra siz karar verin en iyisi…
“Almanya, AKP’ye koz olarak elinde bulundurulması amacıyla; Recep T. Erdoğan’ın İsviçre bankalarında bulunan 800 milyon ABD Doları civarında olan, sekiz ayrı hesabın numaralarını ve kimlerin adına yatırıldığını öğrenebilmek ve belge temin edebilmek amacıyla, EYŞAN Adalarındaki İsviçre Bankası Müdürü’nü( Alman Dış İstihbarat Servisi BND’nin söz konusu müdür gibi bir çok elemanı mevcuttur İsviçre Bankalarında) kullanarak R.T Erdoğan ve benzeri bazı hedef şahısların( TC Vatandaşı, AKP Yöneticisi) hesaplarının tüm belgelerini 30 milyon Euro karşılığında temin etmişlerdir…”
Ya KUDDİSİ OKKUR? Ölüm döşeğindeki feri sönmüş gözlerindeki sorgulayıcı bakışı unutmamız mümkün mü?
Ya Yüzbaşı Ongun Ural?
“Hukuksuzluk sürecine hukuk adına saygı gösterilmez… “Hiç suçum yok, hukuksuzluğa, karanlığa karşı ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum” “Bu şekilde giderseniz ne yönetecek bir ordu ne yaşayacak bir ülke ve cumhuriyet bulamayacaksınız”
Yukarıdaki satırları hatırladınız mı? Aşağılanmaya tahammül edemeyen, onurlu bir askerin intiharından önce yazdığı mektuptaki sitem dolu sözcükler ve hatta ikaz içeren bir cümle sizin için bir şey ifade ediyor mu?
RahmetliAli Tatar “Bu şekilde giderseniz ne yönetecek bir ordu ne yaşayacak bir ülke ve cumhuriyet bulamayacaksınız.” cümlesiyle, kime, kimlere seslendi? Omuzları kalabalık komutanlar duydu mu bu serzenişi?
“Vardiya Bizde” “Sessiz Çığlık”ta kaç kişiydik? Aklınızla, mantığınızla ve vicdanınızla hesaplaşın.
Ve cemaate yapılan operasyonları ibretle seyrederken şu soruyu sorun kendinize “MİT Müsteşarı Hakan Fidan olayı, dershane rant kavgası ve 17-25 Aralık operasyonları” olmasaydı, bu ittifak, kirli işbirliği bozulur muydu?
Hiç sanmıyorum.
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu üç ortaklı bir şer koalisyonunun marifetidir. Tüm ölümlerde, çekilen acılarda, orduya yapılan kumpasta ve hatta PKK ile yapılan ittifakta onların parmak izleri vardır. Yalakalar, etek öpücüler, mütarekeci basın, işbirlikçiler ve SOROS’un beslemeleri, alaca karanlık aydınları ise onların suç ortağıdır. Ve aralarındaki kavga hiç bitmeyecektir.
F Tipi ve iktidar aynı döşeğin ürünüdür.
F Tipi mutlaka ve mutlaka tasfiye edilmelidir,
Ancak yapılan tasfiyeyi desteklerken; iktidarın da aynı döşeğin ürünü olduğu asla unutulmamalı ve hesap sorulmalıdır.
Ve en önemlisi Türkiye, ABD’nin yarı sömürgesi olmaktan mutlaka kurtarılmalıdır.
Yapılması gereken nedir? Son söz Mustafa Kemal Atatürk’ündür.
"Kendi kişisel çıkarları için yabancılarla işbirliğine giren ve gücünü halktan almayan küçük bir azınlığın dışındaki tüm güçler; Aralarındaki Etnik, Dini ve Siyasi ayrımları ERTELEYEREK Ulusal Kuruluş Mücadelesi yolunda birleşmelidir."
M.Kemal ATATÜRK (1921-İrade-i Milliye )

17 Aralık 2014 Çarşamba

ULUSLARIN KADERLERİNİ TAYİN HAKKI, KÜRTÇÜLÜK VE SOSYALİSTLER/ Metin AYDOĞAN



Türkiye’de, düşüncüsel (ideolojik) ayrılıklar ileri sürerek sürekli bölünen “sosyalist” kümelerin birleştikleri belki de tek ortak nokta, Cumhuriyet’e ve Kemalizme karşıtlıktır. Karşıtlığı ulusların kaderlerini tayin hakkını tanıma üzerine yoğunlaştırıyorlar ve Kürt kalkışmasını desteklemedikleri için, Kemalistleri faşistlikle suçluyorlar. Emperyalizmin Kürtlerle kurduğu ilişkinin niteliğini görmemeleri olanaksız. Sosyalist kuramcıların demokrasi ve ulusal sorun üzerine yazdıkları ortada. Buna karşın, bilim ve gerçekler sözcük kalabalığı içinde tersyüz ediliyor. Bunun bir nedeni olmalıdır. Kemalistlerin “işçi ve köylüleri ezdiği”, Atatürk’ün “burjuvazinin temsilcisi olduğu” ve “İngiliz emperyalizmiyle uzlaştığı”, “diktatör olduğu”, “Kürtlere soykırım uyguladığı” gibi sözler akıl tutulması değilse nedir? Bu düzeydeki düşünsel ilkellik hiçbir siyasi oluşuma yakışmaz ancak sosyalistlere hiç yakışmaz.


Ulusal Sorun ve Sosyalistler

Sosyalistler, ulusların kaderlerini tayin hakkını benimser ve kendi ulusu gibi başka ulusların da bu hakkı kullanması için savaşım verir. Bu savaşımı yalnızca sosyalist olmanın değil, demokrat olmanın da koşulu sayar, bağımsızlığa yönelen ulusal devinimleri (hareketleri) destekler.
Ancak bu desteğin olmazsa olmaz koşulu, bağımsızlığa yönelen ulusal devinimin, dünya sosyalist ya da demokrasi savaşımının parçası olması ve emperyalizme karşı çıkmasıdır. Batıda 19. yüzyıldaki kentsoylu (burjuva) demokratik devrimleriyle biçimini bulan demokrasi savaşımı, kapitalist emperyalizmin ortaya çıktığı 20.yüzyılla birlikte genişlemiş ve ezilen ulusları içine alarak sosyalizmin sorunu konumuna gelmiştir. Ulusların kaderlerini tayin hakkı için savaşımı yerelden evrensele taşıyan, kurduğu sömürü düzeniyle ezilen ulusları birbirine yakınlaştıran emperyalizmin kendisidir. Bu nedenle, 20.yüzyılda, emperyalizme karşı çıkmayan, onunla uzlaşan bir ulusal devinimi desteklemek, üstelik bunu sosyalizm ya da demokrasi adına yapmak olanaklı değildir.

"Biji ABD", "Biji Obama"

Kürt ayaklanmalarının Batılı büyük devletlerle ilişkisi eski bir öyküdür. Ancak bu ilişki, Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçsüz dönemi dahil hiçbir dönemde bugünkü kadar açık yürütülmedi. Devlet gücü hiçbir dönemde bugünkü kadar aciz duruma düşmedi. Sosyalistler hiçbir dönemde bugünkü gibi ayaklanmaların yanında yer almadı. Sanki bir orta oyunu oynanıyor, kanlı ve öldürücü bir orta oyunu. Oyun da, oyuncular da herkesin gözü önünde.
Emperyalist devletler; Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmişken, Kürt kalkışmasını politkasının temeline yerleştirmişken, ayrılıkçılara para ve silah akıtırken, “biji ABD-biji Obama” bağırışları televizyonlarda yayınlanırken... Ulusların kaderlerini tayin hakkından söz edilebilir mi? Sözedenlere sosyalist denilebilir mi? Emperyalizme karşı çıkmayı savaşımlarının en önüne koyan Kemalistlere faşist diye saldırmanın amacı nedir? Düşünsel tiksintiye yol açan bu tür girişimlerin emperyalizme hizmetten başka bir anlamı olabilir mi?

"En Amerikan Yanlısı ülke"

Emperyalist ülkelerin sözcüleri, Kürt kalkışmasına verdikleri desteği, desteğin amaçlarını ve beklentilerini artık diplomatik söylemlerle örtmüyor, kaba bir açıklıkla dile getiriyor. Terörle savaşım dillerinden düşmüyor ancak konu Kürt terörü olduğunda; verdikleri para ve silaha, yapacağı yardıma sınır koymuyorlar.
Kürt kalkışmasına Batının verdiği desteğin amacı ve beklentisi konusunda pek çok açıklama ve uygulama vardır. Bunlardan yalnızca Ralph Peters’ın açıklamalarına bakmak, emperyalizmin bölgeye yönelik Kürt politikasını görmek için yeterlidir.
Ralph Peters, sıradan bir Amerikalı değildir. ABD hümetlerine danışmanlık yapan, Pentagon’un resmi yayın organı Armed Forces Journal’da araştırmaları yayınlanan, American Enterprise lnstitute üyesi emekli bir subaydır. “Türkler bize ihanet etti... Kürtler bize sadık... Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurulmalıdır”1 diyen Ralph Peters, Armed Forces Journal’da Ortadoğu’yu 22 yeni devlete bölen ünlü haritayı yayınlıyor ve “Kanlı Sınırlar” başlıklı bir yazı kaleme alarak, kurulacak Kürt devletinin niteliği konusunda şunları söylüyor: “Kurulacak bağımsız Kürt devleti; Suriye, Irak, İran ve Türkiye’den toprak almalıdır. Bu devlet Bulgaristan’dan Japonya’ya kadar uzanan bölgede en Amerikan yanlısı ülke olacaktır.”2

Avrupa Anamalcılığı (Kapitalizmi) ve Ulusal Sorun

Ulusal sorun, insanlığın gündemine Avrupa’da anamalcılığın gelişmesiyle girdi. Kentsoyluluk, devrimci döneminde derebeyliği tümüyle ortadan kaldırırken, gerçekleştirdiği demokratik devrimlerle demokrasi savaşımını, yarattığı işçi sınıfıyla da sosyalist savaşımı, toplumsal yaşamın somut olguları durumuna getirdi. Başlangıçta tümüyle kentsoyluluğun ilgi alanına giren ulusal sorun, kentsoyluluk tutuculaştıkça ve işçi sınıfı savaşımı geliştikçe sosyalizmin sorunu durumuna geldi.

Karl Marks’ın Görüşü

Karl Marks, işçi sınıfı savaşımıyla ulusal sorun arasındaki ilişkiyi değişik yazılarında birçok kez dile getirmiştir. Manifesto’da “işçi sınıfı savaşımının başlangıçta ulusal düzeyde"3 olduğunu daha sonra uluslararası bir devinim durumuna geldiğini belirtir. İşçi sınıfının toplumcu düzeni kurmak için; “her şeyden önce siyasi gücü ele geçirmek, ulusun önder sınıfı durumuna gelmek, bizzat ulusu oluşturmak zorunda olduğunu” söyler ve “kendisi bu ölçüde ulusaldır ancak bu (ulusallık y.n.) asla sözcüğün kentsoylu anlamında değildir” der.4
Karl Marks’ın öğretisinde uluslararasıcılığın (enternasyonalizmin) ulusçuluğa karşı nedenli ağırlıkta olduğu bilinmektedir. Ancak, Marks ulusal devinimlere kayıtsız kalmamış, kimi ulusal savaşımı dikkatlice izleyerek desteklemiştir. Polonya ve İrlanda ulusal savaşımlarına verdiği destek, öğretisinin temel yapısıyla çelişmez, tersine onu varsıllaştırarak bütünleştirir. Ulusal devinimlerin “içindeki ilerici şeyi desteklemek”5 den sözeder.
Polonya’yı, Avrupa gericiliğinin kaleleri olarak gördüğü; Rusya, Prusya ve Avusturya tarafından işgal edildiği ve baskı uygulanan Leh halkının demokratik savaşımı sürdürdüğü için destekler. İrlanda ulusal savaşımına büyük önem verir ve İngiliz işçi sınıfının başarılı olmasını, İrlanda’nın bağımsızlığını elde etmesi koşuluna bağlar. “İrlanda kurtarılmadığı sürece, İngiliz işçi sınıfı hiç bir zaman herhangi bir başarı gösteremeyecektir”6 der ve şu saptamayı yapar: “İngiltere’de İngiliz gericiliğinin kökleri... İrlanda’nın boyunduruk altında tutulmasındandır”.7

"Halklar Hapishanesi" Rusya

Çarlık Rusyası, uluslaşmış olandan göçer boylara dek yüzlerce etnik yapıyı bünyesinde barındıran büyük bir imparatorluktu. Anamalcılıktan (kapitalizmden) derebeylik (feodalite) öncesine dek birçok üretim ilişkisi varlığını sürdürüyordu. Çarlığın baskıcı yönetimi nedeniyle Rusya’ya “halklar hapishanesi” deniyordu.
Rus sosyalistleri, içinde yaşadıkları toplumun özelliği nedeniyle, ulusal soruna olağanın ötesinde önem vermek zorundaydılar. Nitekim öyle yaptılar. Ulusal sorunu her boyutuyla ele aldılar, kapsamlı araştırmalar ve uygulamalar yaparak genel ve özel bilimsel sonuçlara ulaştılar. Sovyet hükümetini oluşturan 14 bakanlık (halk komiserliği) içinden birini, Uluslar Halk Bakanlığı (Milletler Halk Komiserliği) yaptılar. Komünist Parti’nin önde gelenlerinden ve ulusal sorun üzerine yaptığı araştırmalarla dikkat çeken Josef Stalin’i Uluslar Halk Komiserliğine getirdiler.

Lenin ve Stalin’in Söyledikleri

Ulusal sorun, Lenin’in kuramsal çalışmaları içinde önemli bir yer tutar. Konunun Rusya için anlamını, yerel ve genel boyutunu, sosyalist savaşımla karşılıklı etkileşimini irdelemiş ulusal ve uluslararası sonuçlar çıkarmıştır. 1848 demokratik devrimlerini, İsveç-Norveş ayrılığını; Finlandiya, İrlanda, Polonya sorununu ve 20.yüzyıl başındaki ulusal devinimleri incelemiştir. O da Marks gibi ulusal sarunun uluslararası boyutuna önem vermiş, ulusların kaderlerini tayin hakkını savunarak, “ezilen” “küçük” ulusların desteklenmesi gerektiğini söylemiştir. Bu söylem, Sovyetler Birliği’nde devlet politikası durumuna getirilmiştir. Ancak, bu destek, sınırsız ve her zaman geçerli değildi, olmazsa olmaz bir koşulu vardı.
Desteklenecek ulusal devinim, dünya sosyalist ve demokrat deviniminin parçası olmalı, ona zarar vermemeli, emperyalizmle uzlaşmamalıydı. Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı adlı yapıtında şöyle söyler: “...Ulusların kaderlerini tayin hakkı dahil demokrasinin çeşitli istemleri, mutlak şeyler değildir. Bunlar dünya demokratik hareketinin tümünün bir parçasıdır. Kimi somut durumlarda, parçanın bütün ile çelişkiye düşmesi olanağı vardır. Bu durumda parça reddedilmelidir.8
Emperyalizmle uzlaşan ulusal devinimler için tutumu çok serttir ve bu tür devinimlerin “ezilmesi” gerektiğini söyler. Şöyle der: “Kimi küçük uluslar, burjuva gericiliğinin dayanakları durumunda olursa, bizim de bu gerici halkların içindeki hareketin niteliği ne olursa olsun onları ezmek ve ileri karakollarını yıkmak için, devrimci bir savaştan yana olmamız gerekir.”9
Stalin’in ulusal devinimlere verilecek destek konusundaki görüşü Lenin’den ayrımlı değildir. Ulusal Sorun adlı yapıtında şöyle söyler; “...Kuşkusuz proleteryanın her ulusal hareketi, her zaman, her yerde, her özel ve somut durumda desteklemeye mecbur olduğu anlamına gelmemelidir. Desteklenmesi söz konusu olan ulusal hareketler, emperyalizmi sürdüren ve güçlendiren hareketler değil, emperyalizmi zayıflatan ve devrilmesini kolaylaştıran hareketlerdir. Öyle durumlar olabilir ki, ezilen belli bir ülkenin ulusal hareketi, devrimci hareketin çıkarlarına aykırı düşebilir. Bu durumda destekten söz edilemeyeceği açıktır.”10

Fidel Castro Ne Diyor

Yaşayan en büyük sosyalist devrimci kabul edilen Fidel Castro, Türkiye’deki Kürt kalkışmasını, “Yankee’nin ABD’nin petrol bekçiliği” olarak değerlendirmiş ve şunları söylemiştir: “Türkiye’deki olayları yakından izliyorum... Umarım ve dilerim ki, sizin oradaki Kürt hareketi Yankee’nin petrol bekçisi olmaz. Ancak, gördüğüm kadarıyla bunlar ABD’ne bağımlı, ABD’nin denetiminde hareket ediyorlar. Kürtlerin hareketi bağımsızlık değil, ABD’ne bağımlılıktır.”11

Kürtçülük Üzerinden Kemalizme Saldırı

Türkiye’de, düşüncüsel (ideolojik) ayrılıklar ileri sürerek sürekli bölünen “sosyalist” kümelerin birleştikleri belki de tek ortak nokta, Cumhuriyet’e ve Kemalizme karşıtlıktır. Karşıtlığı ulusların kaderlerini tayin hakkını tanıma üzerine yoğunlaştırıyorlar ve Kürt kalkışmasını desteklemedikleri için, Kemalistleri faşistlikle suçluyorlar.
Emperyalizmin Kürtlerle kurduğu ilişkinin niteliğini görmemeleri olanaksız. Sosyalist kuramcıların demokrasi ve ulusal sorun üzerine yazdıkları ortada. Buna karşın, bilim ve gerçekler sözcük kalabalığı içinde tersyüz ediliyor. Bunun bir nedeni olmalıdır. Kemalistlerin “işçi ve köylüleri ezdiği”, Atatürk’ün “burjuvazinin temsilcisi olduğu” ve “İngiliz emperyalizmiyle uzlaştığı”, “diktatör olduğu”, “Kürtlere soykırım uyguladığı” gibi sözler akıl tutulması değilse nedir? Bu düzeydeki düşünsel ilkellik hiçbir siyasi oluşuma yakışmaz ancak sosyalistlere hiç yakışmaz.
Yerli “sosyalistler”, Atatürk konusunda akıl dışı savlar, temelsiz yakıştırmalar yaparken; kuramsal araştırmalarla üst düzey yapıtlar üreten, devrim yapan ve devlet yöneten sosyalist önderler, Türk Devrimi’ni gerçek boyutuyla incelemiş ve ona hak ettiği değeri vermiştir.
Türk Devrimi’nin etkisi çok kısa bir sürede kendi sınırlarını aşarak, benzer koşullarda yaşayan ve dünya nüfusunun beşte dördünü oluşturan yoksul ülkelere ulaşmıştır. Sağlam bir anti-emperyalist bilinç, bu bilince dayalı eylem yeteneği ve elde edilen başarı Türk Devrimi’ni uluslararası düzeyde örnek alınan bir devinim durumuna getirmiştir. Türk Devrimi’nin ülke dışında yaptığı etkiyi anlamanın en iyi yolu, dışarda yapılan açıklamalara bakmaktır.

Sosyalist Önderlerin Kemalizm Değerlendirmesi

Ulusal devinimlerin yerelden evrensele ulaşması, isteme ya da zorlamaya bağlı bir gelişme değildir. Önce Emperyalizme karşı savaşımda başarı sağlanması gerekir. Bu başarı, ortak düşmana karşı sağlanmış olması nedeniyle, başka ulusal kurtuluş savaşlarına katkı anlamına gelir ve yerel devinim bu nedenle uluslararası boyut kazanarak, dünya demokrasi (ve sosyalist) savaşımın parçası olur.
Stalin, ulusal kurtuluş devinimlerinin 20.yüzyıldaki yaygınlığından söz ederken, yaygınlığı sağlayan etkenin Türk Devrimi oluğunu belirtir ve şunları söyler: “Ulusal sorunun yeryüzünün tümünü, önce küçük kıvılcımlar olarak, sonra kurtuluş hareketlerinin aleviyle sarması ve sömürgeler genel sorunu biçimine bürünmesini sağlayan etken, emperyalist grupların Türkiye’yi parçalama ve ülkenin devlet olarak varlığına son verme yolundaki girişimleridir. Müslüman ülkeler arasında en gelişmiş devletlerden biri olan Türkiye, böyle bir şeyi sineye çekemezdi. Savaş bayrağını yükseltti ve çevresine Doğu halklarının desteğini toplayarak emperyalizme karşı durdu.”12
Lenin, Kurtuluş Savaşı’nı başından beri izlemiş, niteliğini ve yönelimini anlayınca her türlü desteği vermiştir. Mustafa Kemal hakkında yaptığı ünlü değerlendirme şöyledir: “Mustafa Kemal, yetenekli bir önder ve akıllı bir devlet adamı. O istilacılara karşı kurtuluş savaşı veriyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum.”13
Kemalizmin Türkiye’deki başarıları, devrim sancıları içindeki Çin’de ilgiyle izlenmiş, oldukça geniş bir kesim benzer yöntemlerin Çin’de de uygulanmasını istemişti. O dönemde Mao, “Çin burjuvazisinin bazı unsurları, büyük haykırışlarla Kemalizmi istediler. Fakat Çin’in Kemal’i nerede?” diye sormuş ve sorusuna Büyük Yürüyüş öncesinde Şangay Meydanı’nda yaptığı konuşmada kendisi vermişti: “Çin’in Atatürk’ü benim.”14
Ho Şi Minh; (Vietnam Ulusal Kurtuluş Savaşı Önderi): “Türk halkı hayranlık verici bir cesaret ve fedakarlık ruhuyla, uğursuz Sevr Antlaşması’nı yırtıp attı ve bağımsızlığını kazandı. Emperyalist oyunları yendi ve sultanın tahtını devirdi. Bitkin, parçalanmış ve çiğnenmiş bir ulusu birleştirmiş ve güçlü bir Cumhuriyet durumuna getirdi, devrimini yaptı.”15
Georgi Dimitrov; (Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı): “Ellerinde silah, büyük kan pahasına yurtlarından emperyalist istilacıları kovmayı başaran ve ulusal bağımsızlığını elde eden Türk ulusu, büyük bir gurur duymakta haklıdır.”16
Fidel Castro: “Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını ben asla yapamazdım. Gerçek devrimci Atatürk’tür. Büyük bir devrim yaptım ancak Mustafa Kemal’in yaptıklarını başaramazdım. Devrimci Kemal Atatürk varken Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar... Atatürk 1919’da, düşmanları kovmak için Bandırma gemisiyle Samsun’a çıktı ve anti-emperyalist savaş verdi, zafere erişti. Biz Atatürk’ün devrimci savaşından etkilendik, esinlendik. Ve tam 40 yıl sonra, 1959’da Gramsi gemisiyle Havana’ya çıktık. Ülkemizde emperyalizmi ve işbirlikçi faşist Batista rejimini yıkmak için biz de zafere eriştik. Bizim ve tüm ezilen halkların esin kaynağı Mustafa Kemal Atatürk’tür.”17

Bilimin Yadsınması ve Yokoluş

Ülkemizde kendilerine sosyalist diyen kimi kişi ve kümeler, belirli bir süreden beri, ulusların kaderlerini tayin hakkını, Kürt merkezli bir soruna indirgeyerek yazılar yazıyor, açıklamalar yapıyor. Sosyalist kuram ve savaşım birikimi yadsınarak yaymacaya (propagandaya) dönüştürülen bilim dışı görüşler, özellikle sosyal medyada yoğun olarak işleniyor. Bilgi kirliliğine yolaçan bu girişimler, Cumhuriyete ve Kemalizme saldırı aracı olarak kullanılıyor.
Ulusların kaderlerini tayin hakkını tanımak; saltık (mutlak), değişmez ve her zaman geçerli bir tutum değildir. Her ulusal devinimin kendine özgü koşulları, başkalarına benzemeyen özellikleri vardır; öykünülemez (taklit edilemez), yinelinemez (tekrar edilemez). Tümünü kapsayan tek bir ortak çözüm olamaz. Ulusal devinimlerin kapsamlı olarak incelenmesi, konumunun saptanması ve özellikle emperyalizme karşı tutumu belirlenmelidir. Bunu yapmayıp, ulusların kaderlerini tayin hakkını soyutlayıp her ulusal devinimi desteklemek uygulama sahiplerini, Kürt kalkışmasında olduğu gibi, emperyalist politikaları desteklemeye götürür. Bunun sonu kuşkusuz siyasi yokoluştur.
Metin AYDOĞAN

DİPNOTLAR

1 “Parçalama Planı”, Cumhuriyet 07.07.2006
2 a.g.g. 07.07.2006
3 “Karl ve Lenin’de Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı ve Ayrı Örgütlenme Hakkı”, Hatko Schamis, www.ciherkessia.net
4 a.g.y.
5 “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı”, Lenin, kutuphane. halkcephesi.net
6 “Karl Marks ve Lenin’de Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı ve Ayrı Örgütlenme Hakkı”, Hatko Schamis, www.ciherkessia.net
7 ”Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı”, Lenin, kutuphane.halkcephesi. com
8 a.g.e., Sol Yay., 1976, sf.184
9 a.g.e., sf.184
10 “Ulusal Sorun”, Joshef Stalin, Sol Yay.
11 “Fidel Castro ve Kürtler”, Cemal Şener, ahmetdursun374blogcu.com
12 “Ulusal Sorun” Josef Stalin, Sol Yay, sf.101
13 “Tek Adam”, Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Yay., 2.Cilt, sf.347
14 “La Nouvelle Democratie”, Pekin, 1968; ak. Prof.Tamer Timur, “Türk Devrimi ve Sonrası”, İmge Yay., 1994, sf.299
15 “La Humanite”, 1 Ocak 1921, Seçme Eserler, 1.Cilt, sf.59; ak, Doğu Perinçek, “Lenin, Stalin ve Mao’nun Türkiye yazıları”, Kaynak Yay., 3.Baskı, sf.169
16 “Kemalist İhtilal ve Bulgaristan”, S.Velkov, 1969, sf.17; ak. Selahattin Çiller, “Atatürk İçin Diyorlar ki”, Varlık Yay., 4.Baskı, 1981, sf.103
17 Jale Özgentürk, Yeni Yüzyıl Gazetesi, ak; www.68dayanışma.org

16 Aralık 2014 Salı

Yargıya yönelik işgal eylemi var-Yargıçlar Sendikası



Yargıçlar Sendikası, HSYK tarafından Yargıtay’a 144 ve Danıştay’a 33 üye atanmasıyla ilgili açıklamasında, hükümetin yargıya müdahalesini sert bir dille eleştirerek “yeni yöntemlerle vahim boyutta tekrarlandığı yüksek yargıya yönelik işgal eylemidir” dedi.
 (İleri – Haber Merkezi) Yargıtay ve Danıştay’a üyelik kadrosu ihdas eden 6572 sayılı Yasa’nın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 12 Aralık tarihinde gün bitiminde onaylanmasına ve aynı gün mükerrer resmi gazetede yayınlanmasının ardından HSYK tarafından Yargıtay’a 144 ve Danıştay’a 33 üye atandı. Yargıçlar Sendikası atamalara yayımladığı açıklamayla sert tepki gösterdi ve bunun bir işgal eylemi olduğunu belirtti.

Yargıçlar Sendikası konuya ilişkin açıklamasında yapılana atamalarla ilgili uyarıda bulunarak “Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayılarının değiştirilmesi için Anayasa değişikliğine gerek duyulmadan, yasa değişikliği yoluna gidilmekte, her yasa değişikliği ile bu yüksek mahkemelerin yapılarına daha fazla müdahale edilmekte olup, gelinen noktada bu yüksek mahkemelerin yüksek mahkeme kimlikleri kağıt üzerinde kalmıştır. HSYK’nın, bu iki yüksek mahkeme ile ilgili yaptığı seçimlerle varılan üye sayılarıyla dünyada üçüncü dünya ülkeleri bile geride bırakılarak, hiçbir biçimde kırılamayacak bir rekora imza atılmıştır.” dedi.

Hükümetin yargıya yönelik müdahalesini kendisini korumaya ve güvene alma girişimi olarak değerlendiren sendika “DGM’leri, tabelasını değiştirip sistemde önce ÖGM sonra terör mahkemesi altında tutan şimdi ise sulh ceza hakimliği adı altında tüm sisteme yayan iktidar, bu iki yüksek mahkemeyi de kendisinin güvenliğini sağlayan kurumlara dönüştürme hedef ve iradesini açıkça ortaya koymuştur. Yapılanlar, DGM’lerin artık yüksek yargıya da taşınması, böylece yüksek yargının adalet yerine iktidar için güvenlik organlarına dönüştürülmesidir” ifadelerini kullandı.

Yargıçlar Sendikası, aynı gün başlayan ve tamamlanan Yargıtay ve Danıştay üye atamalarının “Hukuka, yargıya, adalete hakarettir, dalga geçmektir, alay etmektir. Bu durum geçmişteki yanlışların yeni söylem ve yeni yöntemlerle vahim boyutta tekrarlandığı yüksek yargıya yönelik işgal eylemidir” dedi.

Sendika, HSYK üyelerine çekilme çağrısında da bulundu ve açıklamasında şu sözlere yer verdi: “Bir benden, iki senden, üç ondan mantığıyla hareket etmeyerek, ehliyet ve liyakati en öne çekerek, böyle bir süreçte görev almaları gerekirken, aksine davranış sergileyen HSYK üyelerini, yargıçlık etiğini gözeterek HSYK üyeliklerinden çekilmeye davet ediyoruz.”

Sendika tarafından yapılan açıklamanın sonunda “Bir hukuk devletinde kim nereden ne kaçırmakta bu acelecilik ve denetimsizlik neden sergilenmektedir” dendi.
Kaynak:http://www.ilk-kursun.com/haber/210253/yargiclar-sendikasi-yargiya-yonelik-isgal-eylemi-var/