16 Ağustos 2014 Cumartesi

Meclis üyeliği düşen RTE yargılanmalı! HKP’den Meclis üyeliği kendiliğinden düşen, dolayısıyla dokunulmazlığı da kalkan Tayyip Erdoğan’ın, dokunulmazlık sebebiyle durmuş olan yargılamalarının devam etmesi için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına başvuru…



Meclis üyeliği düşen RTE yargılanmalı!

HKP’den Meclis üyeliği kendiliğinden düşen, dolayısıyla dokunulmazlığı da kalkan Tayyip Erdoğan’ın, dokunulmazlık sebebiyle durmuş olan yargılamalarının devam etmesi için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına başvuru…

İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA

BAŞVURUDA BULUNAN.: Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA
 VEKİLLERİ……….: Av. Orhan ÖZER, Av. Metin BAYYAR, Av. Ayhan ERKAN, Av. Ali Serdar ÇINGI, Av. Tacettin ÇOLAK, Av. Sait KIRAN, Av. Ayça ALPEL, Av. Halil AĞIRGÖL, Av. Pınar AKBİNA, Av. Doğan ERKAN
Atatürk Bulvarı Emlak Bankası Blokları B Blok K:4 D:16Fatih/İSTANBUL
 ŞÜPHELİ……………..: Recep Tayyip ERDOĞAN  -  ANKARA
KONUSU …………………: 10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilen R. Tayyip
Erdoğan’ın Anayasa’nın 101/son maddesi uyarınca TBMM üyeliği sona ermiş bulunduğundan, adı geçenin İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde işlediği iddia edilen ancak dokunulmazlığı nedeniyle Meclis’te beklemekte olan; “zimmet”, “kalpazanlık”“cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” dosyalarıyla ilgili soruşturma ya da kovuşturma dosyalarının kaldığı yerden devam ettirilmesi için Soruşturma ve Kovuşturma Makamlarını harekete geçirmek üzere gereğinin yapılması istemidir.
 AÇIKLAMALAR………..:
 I- ŞÜPHELİ T. ERDOĞAN’IN BELEDİYE BAŞKANLIĞI DÖNEMİNDEKİ YOLSUZLUĞA KONU
EYLEMLERİ VE SUÇLARI:
 Bilindiği gibi şüpheli Tayyip Erdoğan hakkında; Milletvekili ve Başbakan olmadan önce İstanbul Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde, tamamı yüz kızartıcı suçlardan olmak üzere yüzlerce kuvvetli suç iddiası vardır.
O dönemde İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren; ekibi ile birlikte günlerce uğraşarak, araştırıp inceleyerek hazırladığı raporla; tam bir milyar dolarlık kamu malının şüpheli ve ekibince çalındığını tespit etmiştir. Bu raporda ortaya konan suçlara ilişkin olarak şüpheli ve diğer suç ortakları hakkında yedi ayrı dava açılmıştır.
Bunların bir kısmı affa uğratılmış, bir kısmı zamanaşımından düşmüş, bir kısmından da beraat ettirilmiştir. Ancak bu dosyalardan üç tanesi ise milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle beklemededir.
Şüpheli R. Tayyip Erdoğan 10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilmiş ve Anayasa’nın 101/son maddesi uyarınca TBMM üyeliği sona ermiştir. Dolayısıyla YASAMA DOKUNULMAZLIĞI DA KENDİLİĞİNDEN KALKMIŞ bulunmaktadır. Bu nedenle adı geçenin İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde işlediği iddia edilen ancak dokunulmazlığı nedeniyle Meclis’te beklemekte olan; “zimmet”, “kalpazanlık”,“cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” dosyalarıyla ilgili soruşturma ya da kovuşturma dosyalarının kaldığı yerden devam ettirilmesi gerekmektedir.
Şüphelinin İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde işlediği iddia edilen ve soruşturma-yargılama aşamasındaki suçlara ilişkin kısa bir döküm aşağıdadır:
 “BILBOARD YOLSUZLUĞU”
 Bilboard ihalelerinde yolsuzluk yapıldığı gerekçesiyle Temmuz 2002’de İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Bu dosyada şüpheli Recep Tayyip Erdoğan, Ali Müfit Gürtuna ve 25 belediye yöneticisi yolsuzluk sanığı olarak yargılanıyorlardı. Ancak bu yargılama devam ederken şüpheli dahil diğer sanıkların bir çoğu milletvekili olarak “dokunulmazlık zırhı”na büründüler.Bu konuda başlayan ve duran yargılama devam etmelidir.
 “PERSONEL TAŞIMA YOLSUZLUĞU”
 İstanbul Belediyesi ve bağlı kuruluşlarının personelinin taşınma işleri şüphelinin yakın arkadaşı Albayraklar şirketine verilmişti. Danışıklı bir şeklinde yapılan bu ihalelere birkaç akraba şirket, bazılarına da sadece Albayraklar davet edilmişti. Bu ihalelerde sahte araba ruhsatlarının düzenlendiği, müfettiş raporları ve savcılık iddianamelerine de yansımıştı. Bu ihaleler % 2-3 gibi komik tenzilatlarla Albayraklar firmasına verilmişti.
O dönemde Şüpheli Tayyip Erdoğan bu yolsuzlukların önemli bölümünden beş yıllık dava zamanaşımı nedeniyle kurtulmuş ise de, 1998’de yapılan iki ihale nedeniyle İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde “ihaleye fesat karıştırmak” suçundan yargılanmıştır. Ancak bu davanın sonucu bilinmemektedir.Aynı suçtan yargılanan ve şüphelinin suç ortakları olan Albayraklar Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Albayrak ve kardeşlerinin de aralarında bulunduğu 11 kişi Büyükşehir Belediyesi’nden alınan ihalelere fesat karıştırmaktan mahkum olmuşlardı.
Albayraklar’a verilen bu ihalelerdeki usulsüzlük iddiaları üzerine İçişleri Bakanlığı’nca görevlendirilen mülkiye başmüfettişleri aylar süren incelemeler sonucunda, bu ihalelerdeki usulsüzlükleri tek tek tespit ettiler. Müfettişlerin raporu üzerine İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı soruşturma başlattı. İstanbul DGM, 2001 yılında Organize ve Mali Şube Müdürlüklerine Albayraklar’a yönelik operasyon talimatı verdi. Albayrak şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Albayrak, Tayip Erdoğan’ın danışmanları ve şu anda AKP sıralarında Mecliste olan bazı milletvekillerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kişi gözaltına alındı.
Bu kişilerden Mustafa Albayrak, Alican Balcı ve Nuran Erdoğan 19 Eylül 2001 tarihinde “çete kurmak”, “zimmet” ve “dolandırıcılık” suçlarından tutuklandı. Soruşturma devam ederken DGM Yasası’nda değişiklik yapıldı. Yasa değişikliği ile “çete” davaları DGM kapsamından alınarak ağır ceza mahkemelerine verildi. Albayraklar dosyası da İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Albayraklar soruşturmasını tamamlayan İstanbul Cumhuriyet Savcıları Erolcan Özkan, Rasim Işıkaltın ve Hüseyin Yıldız; Mustafa Albayrak, dönemin İSKİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu ve Erdoğan’ın danışmanı Necmi Kadıoğlu’nun da aralarında bulunduğu 70 sanık hakkında “çete”“zimmet” ve “dolandırıcılık” suçlarından dava açtı.
Sanıkların 3 ile 75 yıl arasında değişen ağır hapis cezalarına çarptırılmasının istendiği iddianamede, Erdoğan’ı “geleceğin başbakanı” yapmak amacıyla çete oluşturulduğu ifade edildi. Organize olarak ihalelere fesat karıştırıldığı ve şartnamelerin Albayraklar’ın menfaatleri doğrultusunda hazırlandığı iddia edilen iddianamede, “Siyasal ve sosyal görüşten kaynaklanan bir amaçla, cürüm işlemek için devasa bir teşekkül oluşturuldu” denildi. Sonuçta Albayraklar şirketinin ortakları ve yöneticileri çeşitli cezalara çarptırıldılar. Bu davada yargılanırken Milletvekili seçilerek “dokunulmazlık zırhı” kazanan 6 kişinin ve şüpheli T. Erdoğan’ın dosyaları ayrılmıştı. Bu konuda başlayan ve duran yargılama devam etmelidir.
 “AKBİL YOLSUZLUĞU”
 İstanbul’da ulaşımı kolaylaştırmak için uygulamaya koyulan elektronik entegre bilet sistemindeki yolsuzluktur.
AKBİL sisteminin kurulmasından, uygulamasına kadar her aşamasında yolsuzluk yapılmıştı. Türkiye için bir ilk olan “sanal ortamda hortumlama” da yine şüpheli Tayyip Erdoğan dönemine rastlamaktadır. Elektronik ortamda veriler değiştirilerek veya silinerek trilyonlarca lira İstanbullunun cebinden hortumlanmıştı. Bir numaralı sanığı R. Tayyip Erdoğan olan AKBİL davasının yargılaması Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte idi. Bu konuda başlayan ve duran yargılama devam etmelidir.

“İGDAŞ YOLSUZLUĞU”
 İstanbul’un doğalgaz dağıtım şirketi İGDAŞ’daki şebeke inşaatlarından sayaç okumaya ve reklam işleri ihalelerine kadar yapılan bir dizi yolsuzluktur.
İstanbul’un doğalgaz şebekelerini ve dağıtımını yapan DOĞALGAZ TEKELİ konumundaki belediye şirketi İGDAŞ Tayyip Erdoğan döneminde büyük yolsuzlukların merkezi oldu. Şebeke inşaatları fahiş fiyatlarla yandaş şirketlere verildi. El kitabı basımından hikaye ve boyama kitabı basımına, sayaç okumadan kolonyalı mendil alımına kadar yapılan ihalelerde yolsuzluk yapıldı. O dönem şüpheli T. Erdoğan’ın düzenlediği propaganda toplantılarının finansmanı İGDAŞ tarafından karşılandı. Tüm bu yolsuzlukların faturasını İstanbul halkı fahiş doğalgaz faturalarıyla ödedi. Bu yolsuzlukla ilgili de Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılmıştı. Bu konuda başlayan ve duran takibat sürdürülmelidir.
 “İSKİ YOLSUZLUKLARI”
 İSKİ’nin altyapı inşaatları, araç kiralama, personel taşıma, personele kıyafet temini gibi ihalelerdeki yolsuzluklardır.
Recep Tayyip Erdoğan döneminde İSKİ’de 119 ihaleden sadece 5’i gazete ilanıyla duyuruldu. 114 ihale yandaş şirketlerin davet edilmesiyle gizli olarak yapıldı. İstanbul’daki inşaat şirketleri yetmiyormuş gibi Gaziantep, Kayseri ve diğer illerden yandaş şirketler ihalelerin yıldızı oldular.
İSKİ’deki yolsuzluklar nedeniyle, o dönemlerde bir yandan İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılama devam ederken, diğer yandan da İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişleri’nce inceleme yapılmıştı. Fakat aradan geçen bunca sürede gerek yargılamanın, gerekse Mülkiye Başmüfettişlerinin incelemelerinin sonuçları kamuoyu ile paylaşılmadığından, bilinmemektedir.
 “SİNEK İLACI YOLSUZLUĞU”
 İstanbul Belediyesi tarafından karasinek, açık alan karasinek, sivrisinek ve biyolojik lavrasit ilaçlarının alımında tek ürüne ve tek firmaya yönelik ihale şartnamesi hazırlamak suretiyle ihaleye fesat karıştırıldığı gerekçesiyle Recep Tayyip Erdoğan ve Ali Müfit Gürtuna hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılmıştı. Bu konuda başlayan ve duran takibat sürdürülmelidir.
 “ÇAMUR BARAJI YOLSUZLUĞU”
 Haliç ıslah çalışmaları sırasında çamur naklinin yapıldığı boruların döşenmesinde, Belediye’ce ilgili firmaya Bayındırlık Bakanlığı fiyatlarının 50 misli fiyat ödenmiştir. Bu ödemenin yanlışlıkla yapılamayacak kadar büyük olması nedeniyle İstanbul Belediyesi ile yüklenici firmanın gizli pazarlıklar içinde olduğu gerekçesiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılmıştı. Bu konuda başlayan ve duran takibat sürdürülmelidir.
Görüldüğü gibi şüphelinin İstanbul Belediye Başkanlığı dönemindeki suç dosyası hayli kabarıktır. Yukarıya affa ve zamanaşımına uğramış suçlar alınmamıştır. Öyle ki, şüphelinin bu eylemleriyleelde ettiği bir milyar dolar tutarında servetinin olduğu, zamanın İTO Başkanı Mehmet Yıldırım ile Rahmi Koç tarafından da açıklanmıştı. Ve Şüpheli T. Erdoğan bunlar hakkında “yalan söylüyorsunuz, iftira atıyorsunuz” gibisinden herhangi bir savunmaya giremediği gibi dava falan da açmamıştır. Yani tevilli ikrarı bulunmaktadır.
 II- ŞÜPHELİNİN “DOKUNULMAZLIK ZIRHI”NA
BÜRÜNDÜKTEN SONRAKİ SUÇLARI:
 Daha sonra Anayasa ve yasalar ayaklar altına alınarak, çeşitli siyasi girişimlerle şüpheli T. Erdoğan’ın önü açılmış ve önce “milletvekili” sonra da “başbakan” unvanlarına kavuşturulmuştur.
Şüpheli, yürütme organının başına getirildikten sonra da suç işlemeye, devam etmiştir. Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi EricEdelman; Tayyip Erdoğan’ın İsviçre Bankalarında 8 ayrı hesabının olduğu bilgisini ülkesine geçmiştir. Bu bilgi de 2010 yılında ortaya çıkan Wikileaks belgelerinde yayımlanmıştır.
Bilindiği gibi Wikileaks belgelerinde; ülkemizdeki siyasi iktidarın çeşitli yolsuzluklarından örnekler verilmiş ve “bu yolsuzluklar nedeniyle istifa eden bir bakandan” da söz edilmişti. Wikileaks tarafından yayımlanan bu bilgiden sonra, ilk dönem AKP Hükümetlerinde ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevini yürüten Abdüllatif Şener; belgelerde adı geçen bakanın kendisi olduğunu açıklamış ve gazetecilerin sorularına şu yanıtları vermişti:
 “Başbakan ve AKP sözcüleri, yolsuzluk iddialarına karşı çok saldırgan bir savunma taktiği izliyorlar. Ama suçlayan Abdüllatif Şener olduğu zaman süt dökmüş kediye dönüyorlar. Kimsenin çıtı çıkmıyor. Niye? Bu soruyu dün Abdüllatif Şener’in kendisine sordum.
“Belki beni kızdırmak istemiyorlardır” cevabını verdi.
“Şener, WikiLeaks belgelerinin diplomatik dedikodu diye hafife alınamayacağını, doğru dürüst bir hukuk devletinde savcıların tezkere yazıp Meclis’e göndermelerini gerektirecek önemde ihbarlar olduğunu söyledi.
“İktidarın özelleştirmelerle ilgili suçları ortadan kaldıran örtülü af düzenlemeleri yaptığını öne sürdü.
“İktidar zenginlerinin varlıkları yasallaştığı ve servetleri açığa çıktığı zaman TÜSİAD üyeleri onların yanında orta sınıfa dönecektir. Bu servetler ortaya çıkmadı. Orada burada saklanan var. Başka ülkelerde yatırımlar var” dedi. (Bkz. Güngör Mengi’nin 14 Aralık 2010 Vatan Gazetesi’ndeki yazısı)
Yine Abdullatif Şener; Bursa’nın Mustafakemalpaşa İlçesi’ne bağlı Ovaazatlı Beldesi’nde yaptığı seçim konuşmasında;
“Yolsuzluk ihaleye fesat karıştırmak, görevi kötüye kullanmak gibi nedenlerle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve bakanlarla milletvekilleri hakkındaki dosyalara kimsenin dokunmadığını söyledi.
“Hakkımda tek bir dokunulmazlık dosyası yoktu
“Başbakan’ın 3 tane dosyası var. Vekiller bu dosyayı Meclis’te oylayabilirler mi?” diyen Abdüllatif Şener, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu hukuk düzeni ile kimse hesap soramaz. 16 yıl boyunca milletvekilliği yaptım. Benim de dokunulmazlığım vardı ve kimse benden de hesap soramıyordu. (Bkz. 5 Aralık 2010 tarihli gazeteler)
Maliye Uzmanı olan Profesör Abdüllatif Şener; T. Erdoğan ve partisince on iki yılda 100 milyar dolardan aşağı olmamak üzere millet malının zimmetlendiği iddia etmektedir. A. Şener, Birleşmiş Miletler’i oluşturan 180 ülkenin tamamındaki yolsuzlukların toplamından daha fazla yolsuzluk yapmıştır Tayyip Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi, diyor. Ve bu partinin Meclisteki ve Meclis dışındaki tüm yöneticileri bu yolsuzlukların içindedir, diyor.
17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrasında ortaya saçılan tapelerde ve oluşturulan bin sayfalık fezlekede de bunlar için aynı ifadeler kullanılmaktadır.
Ekonomi uzmanlarınca bunların 1994’ten bu yana yaptığı vurgunların, zimmete geçirilen millet mallarının toplamının 2 trilyon dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Görüldüğü gibi, ortada evrensel hukuk ilkelerine, vicdana ve insanlığın ortak değerlerine uygun bir siyasi parti ve onun idarecileri yoktur. Deniz Feneri Savcısı Abdulvahap Yaren’in dediği gibi; karşımızda bir “Hırsızlar İmparatorluğu” vardır.

III- ŞÜPHELİ T. ERDOĞAN CUMHURBAŞKANI SEÇİLDİKTEN SONRA DA
ANAYASA ve SİYASİ PARTİLER YASASI’NIN EMREDİCİ HÜKÜMLERİNİ
BİLEREK VE İSTEYEREK ÇİĞNEMEKTEDİR

Bilindiği gibi, Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’nın “Nitelikleri ve Tarafsızlığı”nı düzenleyen 101. maddesinin son fıkrasında; “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.”, denilmektedir.
Yine Anayasa’nın 109.  maddesinde; “Başbakan, TBMM üyeleri arasından atanır.” hükmü öngörülmüştür. Dolayısıyla 101. maddeye göre Cumhurbaşkanı seçilmekle birlikte; TBMM üyeliği kendiliğinden sona eren birinin Başbakan olarak kalması ya da Başbakanlık ve Siyasi Parti Başkanlığı görevlerini yürütmesi hukuken mümkün değildir.
Oysa T. Erdoğan’ın, Başbakan sıfatı ile partisinin toplantılarına katıldığı gibi, 27 Ağustos’ta toplanacağı açıklanan AKP Olağanüstü Genel Kurulu’na kadar Genel Başkan olarak kalacağı ve bu Genel Kurula aynı sıfatla katılacağı da anlaşılmaktadır. Yine Başbakan olarak kalmaya devam edeceği de açıklanmıştır.
Görüldüğü gibi, şüpheli T. Erdoğan Anayasa ve Yasaları da çıkarına göre yorumlayıp ona göre uyguluyor. Örneğin Cumhurbaşkanlığı seçim çalışmalarında kullanması yasak olan makam arabasının plakalarını değiştirip, sivil plakalar takarak bu yasağı deliyor. Ancak alenen işlenen bütün bu suç fiillerine karşı ne idari ne de yargısal hiçbir işlem yapılmıyor, yapılamıyor.
Evrensel Hukuk’ta Yasama Dokunulmazlığı; milletvekillerine kamu yararı gözetilerek, görevlerinin gereği tanınmış bir ayrıcalık iken, ülkemizde ise bu durum bir hukuk devletinde hiçbir şekilde kabul edilemeyecek kişisel ayrıcalığa dönüştürülmüştür. Şüpheli T. Erdoğan’da bu ayrıcalığı pervasız şekilde kullanan bir kişidir. Gerek Belediye Başkanlığı gerekse Başbakanlığı döneminde göz göre göre suç işlemektedir. Bu yetmiyormuş gibi, başta Anayasa gelmek üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin eylem alanlarına ilişkin tüm kanunlarını çiğnemiş, yok saymış, tanımamıştır. Kendileri hakkında kovuşturma yapan, fezleke yazan, dava açan bütün polisleri, savcıları, mahkemeleri dağıtmış, oradan oraya sürmüş, bir kısmını da tutuklatmıştır.
Şüpheli Tayyip Erdoğan ve bakanlarının Anayasa Mahkemesine, HSYK’ye, mahkemelere, Barolar Birliğine meydan okuması,, bağırıp çağırması, tehdit etmesi artık vaka-i adiyeden olmuştur.
Yine aynı şüpheli,  Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) içinde yaptırdığı bin odalı başkanlık binasının inşaatı açıkça yasaya aykırı olduğundan Danıştay tarafından durdurma kararı verildiğinde; “Ne yaparsanız yapın o binayı yapacağım, oraya da oturacağım.” diyerek Danıştay’a meydan okumuştur.
Yani açıktan ben Danıştay, yasa-masa dinlemem, diyor. Benim her yaptığım benim yasama uygundur, ben başka yasa bilmem, tanımam, diyor. Kendisi için Anayasayı da diğer tüm yasaları da tek maddeye indirgiyor: benim her yaptığım kanunidir, buna karşı çıkan herkes de suçludur, diyor. Bu eylemlerin ve söylemlerin başka bir anlamı olabilir mi?
Ama maalesef ülkemizdeki Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, yerel mahkemeler ve cumhuriyet savcıları bütün bunlara bir şey diyemiyor. Bir şey yapamıyor. Meclis de öyle. Bilim kurulları olan üniversiteler de öyle… Bu durumda bir hukuk devletinden bahsedilemeyeceği çok açıktır. Dolayısıyla mesleğine ve tarihe karşı sorumlu olan hiç kimsenin bu suçlar karşısında sessiz kalmaması gerekir. Eğer sessiz kalınıyor, görmezden geliniyor, ya da “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”,“kurnazlığı” tercih ediliyorsa, tam da burada Hz. Ali’nin sözü devreye girer; “HAKSIZLIKLAR KARŞISINDA SESSİZ KALANLAR GÜN GELİR HAKLARIYLA BİRLİKTE ONURLARINI DA KAYBEDERLER”

SONUÇ ve İSTEM……….: Yukarıda ayrıntılıca açıklandığı üzere;

10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilen R. Tayyip Erdoğan’ın Anayasa’nın 101/son maddesi uyarınca TBMM üyeliği sona ermiş bulunduğundan, adı geçenin İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde işlediği iddia edilen ancak dokunulmazlığı nedeniyle Meclis’te beklemekte olan; “zimmet”, “kalpazanlık”“cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” dosyalarıyla ilgili soruşturma ya da yargılamanın kaldığı yerden devam ettirilmesi için Soruşturma ve Kovuşturma Makamlarını harekete geçirmek üzere gereğinin yapılmasını müvekkil parti adına vekâleten dileriz.
Başvuruda Bulunan Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Vekilleri
Av. Ali Serdar ÇINGI            Av. Pınar AKBİNA            Av. F. Ayhan ERKAN
16.08.2014

14 Ağustos 2014 Perşembe

EMBEDDED (İLİŞTİRİLMİŞ) ATATÜRKÇÜ BUYURMUŞ’ Kİ



EMBEDDED (İLİŞTİRİLMİŞ) ATATÜRKÇÜ BUYURMUŞ’ Kİ
İngilizce bir kelime olan Embedded: “Gömülmüş, iliştirilmiş, içine yerleştirilmiş, içine konulmuş, sıkıca yerleştirilmiş, gizlenmiş, saklanmış” anlamına gelir.
2010 yılı Haziran ayında yapılan Atatürkçü Düşünce Derneği’ne Genel Başkan olarak “iliştirilen” TÇ; Türkiye’de karşı devrimin hukuksal altyapısının oylanması anlamındaki 2010 Anayasa Referandumunda Şubelere bir genelge gönderilerek “TARAFSIZ KALIN” çağrısı yapmıştı.
10 Ağustosta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde izlediği yöntemde ilkinden farksızdır. ADD Tarafından yayınlanan bildiride;  Derneğimiz partiler üstü bir çalışma anlayışına sahiptir Atatürk ilke ve devrimlerinin savunucusu olarak bu seçimlerde, herhangi bir aday için açık ya da kapalı destek kampanyası yürütülmeyecek
Atatürkçülere düşen görev, sandığa giderek demokratik, laik, cumhuriyet yıkıcıları ve bölücülere karşı birlik olmaktır.” Denilmekteydi.
O günlerde bunun anlamını şöyle açıklamıştım.” Atatürkçüler, Ortadoğu’da emperyalizmle “hemhal” olmuş, Atatürk devrimleri ile sorunlu, Kemal Derviş’in ifadesiyle, “Küresel değerlere bağlı” Ekmeleddin İhsanoğlu’na “tıpış-tıpış” oy verecekler.”
Embedded (iliştirilmiş) Atatürkçü TÇ, gericiliğin, vurgunculuğun ve emperyalizmin baş temsilcisinin 10 Ağustosta, meşruiyeti olmayan, hükümsüz bir seçimle Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine yaptığı değerlendirme açıklamasında ise şöyle diyor.  Sonuç olarak, devletin tüm olanaklarını reklam ve propaganda amacıyla kullanan RTE, hem muhalefetin, hem de seçime katılmayan kesimlerin katkıları sayesinde cumhurbaşkanı seçilmiştir.”
Yani;  Embedded (iliştirilmiş) Atatürkçümüz, gerici ve dinci Faşist RTE’nin karşısına çıkarılan bir başka gerici, küresel/ emperyalist değerlere bağlı ve Şeriatçılara dost, Kemalizm’le sorunlu Ekmeleddin’ in seçilememesinin sorumlularını  büyük bir öngörü!” ile belirlemiş.  RTE  seçime katılmayan kesimlerin katkıları sayesinde” seçilmiş..
Embedded (iliştirilmiş) Atatürkçümüz, önce dinci, faşist gericinin karşısına başka bir gerici ile çıkılmasını destekliyor. Sonuçta ADD adına yaptığı açıklamada, alınan yenilginin sorumluları “seçime katılmayan kesimlerdir" değerlendirmesini yapıyor. 
Sade yurttaşların, Atatürkçülerin, ilericilerin, yurtseverlerin iradesini yansıtan bir adayın CB seçimlerine aday olarak katılmasını engelleyen yasal düzenlemelerin, “bir başka gericiyi” dayatan CHP yönetiminin, bu dayatmayı “tıpış tıpış” onaylayan, destekleyen ADD Yönetiminin hiçbir sorumluluğu yok. Başka bir söylemle  “seçime katılmayanlar (15 milyon) İki gericiden birine oy vermeyenler, “kırk katır-kırk satır”ı reddedenler ülkemizde yaşanan faşist rejimin  sorumluları!
Embedded (iliştirilmiş) Atatürkçümüze hatırlatalım o zaman.
1- Emperyalizm, egemenlik  kurmaya çalıştığı ülkelerde gericiliğin, dinci akımların en büyük destekçisidir.  Çünkü sömürgeleştirilmeye çalışılan ülkelerde emperyalist kuşatmaya karşı çıkacak bir ulusalcı direniş,  dinci gericiliğin ulus düşmanı ve vatan savunmasını umursamayan anlayışı sayesinde engellenmiş olur.
2- Atatürkçülerin/ Kemalistlerin asla ödün vermediği/vermemesi gereken  temel ilke Altı Ok programıdır. Altı Ok çizgisi, gericilikle mücadeleyi, emperyalizmle mücadelenin olmazsa olmaz gereği sayar. Bu nedenle iki gerici-bir bölücüden herhangi birine oy vermemek  değerli ve onurlu bir duruştur.
3- Cumhurbaşkanlığı seçimi göstermiştir ki, toplam seçmen sayısının  yüzde 37’sinin desteği  ile seçilen  hırsızlığı, zorbalığı ve emek düşmanlığı tescilli bir kişinin aldığı oylar suçlarının üzerini örtmeye yetmeyecek, cumhurbaşkanlığı için gerekli meşruiyeti sağlamayacaktır. Çünkü  Recep Tayyip Erdoğan’a halkın yüzde 63 ü onay vermemiştir. Yani  RTE’nin  oluşturmaya çalıştığı dinci-faşist rejimin karşısında yüzde 60’ın üzerinde bir muhalefet vardır.
4- İktidar olma adına ilkesizliği ilke haline getiren , gericilikle kol kola girmekte bir sakınca  görmeyen   muhalefetin sağa açılma-AKP’lileşme, muhafazakârlaşma  stratejisi iflas etmiştir. Bu gerici stratejinin kuyrukçuluğunu bırakmayan  Embedded (iliştirilmiş) Atatürkçülük de iflas etmiştir.
Tüm Embedded (iliştirilmiş) Atatürkçülerin  halkçı-devrimci mücadeleyi  umutsuzluk içerisinde boğma çabalarına karşın,  dinci-faşist rejimin karşısında yerini almış olan yüzde 60’ın üzerindeki toplumsal muhalefetin, örgütlenmesi ve yeniden Kemalist cumhuriyet için Atatürk bayrağını yükseltme zamanı. 14.08.2014 Isparta
 MAHMUT ÖZYÜREK

9 Ağustos 2014 Cumartesi

HADİ GÜLÜMSE



Baraj, dilerseniz savunma hattı deyin, ileride kurulmalı, hırsızlığı tescilli biri aday bile olamamalı düşüncesini ortaya atıyorsunuz, “orası öyle ama”dan fazlası çıkmıyor ağzından.

Diktatörü yalnız bırakın, oturacağı koltuğun hiçbir hükmü kalmasın diyorsunuz, “yüzde 100’le seçilir, başa bela olur” gerekçesiyle rahatlatıyor kendini.

Hırsızın “demokratik-özgür” görünümlü bir yarışın ardından halk oyuyla seçilmesi durumunda elde edeceği presti ve meşruiyetten söz ediyorsunuz, susma hakkını kullanıyor bu kez.

Haziran Direnişi’ni yaşamış ve yaratmış bir topluma bu direnişle hiç bağı olmayan ya da direnişten huzursuz adayların seçenek olarak sunulmasının diktatöre örtülü de değil, açık bir destek anlamına geldiğini söylüyorsunuz, “sağdan da oy almalı, farklı kesimler benimsemeli” diye yanıtlıyor.

Sen benimsedin mi gerici bir adayı sorusunu geçiştiriyor; fazla önemsemiyor kendi tercihlerini, Türkiye’nin gericiliğe, muhafazakarlığa mahkum olduğunu düşünüyor besbelli.

Adamlar en değerli kartlarını masaya sürerken, onun karşısına aynı iddiayı taşımayan birini çıkarmanın baştan yenilgiyi kabullenmek anlamına geldiğini hatırlatıyorsunuz, yaprak kımıldamıyor.

Ortada seçim yorgunu bir kitle var, hatta sandık fobisi gelişti, bunu tersine çevirmek mümkün deyip, “oynamıyoruz bu oyunu” tavrının yaygın karşılığı olduğu gerçeğine işaret ediyorsunuz, çocukça buluyor anlatılanı.

Seçim pusulasına yerleşen isimlerin AKP zihniyetinin kabulünü ifade ettiğini vurguluyorsunuz, “e siz de bir türlü toparlanamadınız” diye dikleniyor.

Ekmeleddin kalıcı bir ittifakın oluşumuna yardımcı olsun diye aday yapıldı, kazanması için değil, teziyle sarsmayı deniyorsunuz, oralı bile olmuyor.

Diktatörü alt edip Türkiye’nin rotasını değiştirecekler ya, “bari heyecan var mı heyecan” sorusuyla üstüne gidiyorsunuz, “alay etme” dercesine bakıyor, belli ki hiç ama hiç inanmıyor sonuca.

Başarı dileyemiyor, kolay gelsinle yetiniyorsunuz ayrılırken, “ne olur, bir oy bir oydur”la yapıyor nihai hamlesini.

Bir yıl önce diktatörü sallayanlar sen ve senin gibiler değil miydi, bu ne hâl diye çıkışmaktan son anda vazgeçiyorsunuz, beriki hemen anlıyor bakışınızdan, “merak etme, 10’unu bir atlatalım, ben yine benim, bildiğin gibiyim” diyerek gülümsüyor.

Çaresiz siz de gülümsüyorsunuz, 10’unu pek atlatamayacağını, biraz daha örseleneceğini, hayata küseceğini hesaplayarak… Gülümsüyorsunuz çünkü örselenmesini, hayata küsmesini istemiyorsunuz… Gülümsüyorsunuz çünkü ve lanet olsun ki, birbirinize ihtiyacınız var…  
Kemal Okuyan 
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/hadi-gulumse-95639

“WASHİNGTON’UN ŞEYTANİ PLANI”



Tony Cartalucci yukardaki başlığı atmış ve IŞİD terör sürüsünün fotoğrafı altına şu sözleri yazmış: 
“IŞİD, Irak’ı işgale, NATO üyesi Türkiye’den Suriye’ye geçerek başladı.. Toyota Hilux kamyonetleri ve milyonlarca dolar, ABD dışişleri bakanlığı yardımı ile Irak’a gelmişti.. Bu kamyonetler, ABD’nin IŞİD’e hediyesidir. Ve Batı, en başından beri, Irak’ta El Kaide bayrakları altında ‘iş’ yapacak bir lejyoner ordu kurmayı planlamıştır.”

ABD’nin son IŞİD’i vurma numarası ve Türkiye’deki ana medyada yaralan “ABD VURUN! Dedi” manşetleri kan dondurucu bir manevradır!
 
IŞİD ABD yapımıdır. Uyduruk taarruzlar Amerika’nın oldukça bayat suç savma numaralarındandır!
Dünyanın en acımasız terör örgütü olan NATO, Suriye, Irak, Lübnan ve Türkiye’de en ağır silahlar ve teçhizatla donatılmış bir paralı ordu oluşturmuş ve her yeri kana boyamak üzere bölgeye konuşlandırmıştır.

Bazı eblehler, IŞİD’in bir anda çölün ortasından fırlayıp, çaldıkları silah ve paralarla büyüdüklerine inanabilir.. Mantık ise bize oyun kurucunun batılı devletler olduğunu söyler!
 
2007’den beri ABD, Suriye, İran ve Lübnan Hizbullah’ına karşı ‘Müslüman biraderleri’ silahlandırmakta fonlamakta desteklemektedir!
 
IŞİD Türkiye sınırından geçerek operasyona başlamış ve Kuzeydeki Suriye kentlerinden Türkmen coğrafyasını süpürerek Bağdat’a kadar dayanmıştır. 2011’den beri milyarlarca dolar, Nusra, Kaide ve IŞİD adı altında ortaya fırlayan terör gruplarına ulaştırılmıştır. Türkiye’de konuşlanmış terör çeteleri CIA yönetiminde Suudi, Katar’dan beslenerek büyümüşler ve fotoğrafta görüldüğü gibi ABD ve İngiltere’nin yolladığı araçlarla ölüm konvoyları oluşturmuşlardır.
 
Bu ölüm konvoylarını oluşturma fikri yıllar öncesinde kayıt altına alınmıştı: Gazeteci Seymour Hersh’ün Pentagon uzmanları ile 2007’de yaptığı röportajdan okuyalım: 
 
“Bush yönetimi, Şii İran’ı ‘halletmek’ için Ortadoğu’daki önceliklerini yeniden belirlemek zorundadır. Lübnan’da Sünni Suudi Arabistan hükümetiyle işbirliği içinde, İran tarafından desteklenen Şii Hizbullah’a karşı gizli operasyon yapılacaktır. ABD ayrıca İran ve Suriye’de de gerekli operasyonları gerçekleştirecektir. Bu faaliyetlerin sonucunda El Kaide’ye yakın ve ABD’ye düşman bazı militan Sünni gruplar ortaya çıkacaktır.”
 
2007’de Pentagon yetkilileri tarafından açıklanan plan bugün hayata geçirilmiştir .. Bunun arkasında, ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye ve Suudi , Katar ve İsrail eli vardır.
 
Ve iyi bilinmelidir ki elleriyle yarattıkları canavar, tampon bölgelerin kurulması, ‘insani müdahale’ gibi adımlarla iyice büyüyecek ve NATO üyesi Türkiye’yi de Ürdün’ü de Irak’ın kuzey batısını da içine alacak bir kan denizi yaratacaktır..

*Tony Cartolucci yazısından derlenmiştir. 08 Ağustos 2014
 

BANU AVAR