18 Nisan 2014 Cuma

Kemalizmi Yadsıma ve Yokoluş/Metin Aydoğan



Yaklaşık birbuçuk yıl içinde yapılacak üç önemli seçimden, yerel yönetimlerle ilgili olanı 30 Mart'da yapıldı. Halkın önemli bir bölümü, son dönemde siyasi ve insani ahlakla bağdaşmayan olayların yaşanması nedeniyle, yönetim erkini elinde bulunduranların güç yitireceğini bekliyordu. Bu beklenti gerçekleşmedi. CHP ve MHP ancak AKP kadar oy alabildi. Acaba daha iyi bir sonuç elde edebilirler miydi? Bu soruya yanıt vermek gerekir. Bunun için bu iki partinin, özellikle de CHP'nin; bugünkü yapısını, halkla ilişkilerini ve tarihsel köklerini incelemek gerekir. Cumhuriyeti kuran, devrimleri gerçekleştiren ve Türkiye'yi çağa taşıyan bir parti nasıl oluyor da karşı devrimci bir parti karşısında bir varlık gösteremiyor? CHP'nin kuruluşu ve günümüze dek geçirdiği süreç incelendiğinde bu soruya bir yanıt bulunabileceği kanısındayız. Dört bölüm halinde hazırladığımız yazıları bu amaçla yayınlıyoruz.
HALK BU DEĞİŞİMİ YUTTU MU ?

YIL 1950 ÜYE SAYISI :1 898 394
YIL 2013 ÜYE SAYISI: 973 bin 363 dür

Atatürk’ü Kullanma

Cumhuriyet Halk Partisi, 1950 seçimlerine Atatürk’ün adını kullanarak; “Vatandaş, oyunu Atatürk’ün kurduğu, İnönü’nün başında bulunduğu CHP adaylarına ver” çarpıcısözüyle (sloganıyla) girdi.

Bu davranış, Atatürk’ü siyasi amaçla kullanma girişiminden başka bir şey değildi. Atatürk’ün yaşamı boyunca gerçekleştirdiği ilkelerin tümü uygulamadan kaldırılıyor, onun kurduğu bir parti olduğu söylenerek halktan oy isteniyordu.

Üstelik seçim bildirgelerinde, mitinglerde ve hükümet kararlarında hala, Demokrat Parti’yi bile şaşırtan ödünler veriliyor, sözler söyleniyordu:

“Devlet yalnızca özel sektörün kârlı bulmadığı alanlara yatırım yapacak, kâr amacıyla girişimde bulunmayacaktır.

Denizyolu ve eşya taşımacılığı özel girişime bırakılacaktır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun 17.maddesi tümüyle kaldırılacaktır.

Devlet, şirket ortağı kişilere yeni olanaklar sağlayacaktır.
İmam hatip kursları açılacak, hacca gitmek isteyenlere devlet döviz verecektir. İlkokullara din dersi konacak, 1925’ten beri kapalı olan türbeler yeniden açılacaktır.”11 Halka, Atatürk’ün adı kullanılarak bunlar söyleniyordu.

Şemsettin Günaltay’ın 14 Ocak 1949’da başbakan yapılmasıyla din bağlantılı siyasi ödünler yoğunlaşacaktır.

Günaltay, medrese eğitimli ilk başbakandır ve Cumhuriyet gelenekleriyle çelişen uygulamaları gecikmeyecektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 4 Şubat 1949’da Arapça ezan okunacak; 4 Mayıs’ta Vatana İhanet Yasası, 1 Mart 1950’de Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Yasa, yürürlükten kaldırılacaktır.

Seçimlerden iki ay önce, 23 Mart 1950’de İsmet İnönü, “Anayasa’nın değiştirilerek ‘altıok’un Anayasa’dan çıkarılacağına” yönelik halka söz verecektir.12

Parti yönetimi, bu tür sözler verip açıktan yürütülen bir karşı-devrim hareketine girişirken; CHP, büyük çoğunluğu Müdafaa-i Hukuk geleneğine bağlı yaygın bir örgüt ağına sahipti.

63 il, 490 ilçe, 1084 bucak şubesi, 19 667 köy ocağı, 2056 mahalle ocağı, 1584 semt ocağı ve 1 898 394 üyesi vardı.13 Üye sayısı, 1950’de 20,9 milyon olan Türkiye nüfusunun yüzde 9’una denk geliyordu, bu oran günümüz nüfusu için 6 milyondan çok üye demekti.

ŞİMDİ İSE

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının siyasi partilere ilişkin verilerine göre, 10 Ekim 2013 tarihi itibariyle CHP'nin üye sayısı 973 bin 363 dür.

Metin Aydogan
Kemalizmi Yadsıma ve Yokoluş

10-11 Mayıs 1946’daki 2. Olağanüstü ve 17 Kasım-3 Aralık 1947’deki 7.Olağan Kurultaylar, ülke dışındaki gelişmelere uyum için yapılan ve yapılmakta olan değişikliklere hukuki zemin hazırlamak için toplandı. Sonradan yasalaştırılan tüzük ve program değişiklikleri, belirgin biçimde dışardan gelen istekleri karşılamaya; yabancılara, özellikle de Amerikalılara hoş görünmeye dayanıyordu.
Parti programının seçim biçimini belirleyen 4.maddesi kaldırılmış, 1876’dan beri, yetmiş yıldır yürürlükte olan iki dereceli seçim biçimi, hiçbir ön çalışma yapılmadan birden bire değiştirilmişti. Sınıf esasına göre dernek kurmayı yasaklayan 22.madde kaldırılmış, kağıt üzerinde kalan göstermelik bir serbestlik getirilmişti. “Değişmez genel başkanlık”, yine kağıt üzerinde, değişebilire dönüştürülmüş, parti içindeki “bağımsız küme” kaldırılmıştı.1
Sıradışı ivedilikle bir yıl içinde yapılan değişiklikler, en büyük zararı devletçilik ilkesine vermişti. Devlet yatırımları sınırlanmış, devletçilik anlayışı bırakılmıştı. Toprak reformu amacıyla çıkarılan, Çiftçiyi Topraklandırma Yasası uygulanmadan bir kenara itilmiş, köy enstitüleri önce amacından saptırılmış ve ortadan kaldırılacak duruma sokulmuştur. İmam hatip okulları, Kuran kursları açılmış, ilkokullara din dersi konulmuştu.2


Yedinci Kurultay: Mc Carthycilik Türkiye’de

7.Kurultay’da, o dönemde Amerika’da çok yaygın olan anti-komünist yükselişe uygun, öyle uygulamalar yapıldı ki bunlar, ABD’de aydın düşmanı olarak ünlenen tutucu senatör Mc Carthy’nin görüşlerinin hemen aynısıydı. CHP Kurultay’ında yapılan önerilerde, komünistlerin bütün kamu ve özel kuruluşlardan, özellikle de devlet kuruluşlarından atılması isteniyordu.3
Parti Kurultayında yeni baskı kararları alınırken, CHP milletvekilleri Meclis’te ABD’ye övgülerle dolu akıl dışı söylevler veriyordu. Başbakan Şükrü Saraçoğlu, o günlerde, Amerika’ya 4.5 milyon dolarlık borcun ödenmesi üzerine yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Hepimiz inanıyoruz ki, biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddi kısmını ödüyoruz. Amerika’ya, bir de manevi borcumuz vardır ki; onu da, hürriyet, adalet, istiklâl ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye çalışacağız.” 4
CHP İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver ve CHP Bursa Milletvekili Muhittin Baha Pars ise Meclis’te şunları söylüyorlardı: H.Suphi Tanrıöver; “Dünyaya ışık nereden geliyor? Bu ışığın bir kaynağı var. Işık Amerika’dan geliyor. Ümit nereden geliyor, Amerikadan geliyor.” 5 M.Baha Pars: “Bugün bu büyük milletin, Amerika’nın insanlığa yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken, peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosvelt’i ve onun halefi olan, kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle selamlarım.” 6

Eğitimde Geri Dönüş

Köy enstitülerinin kurulmasını istekle desteklemiş olan İsmet İnönü’nün, bu okulların ortadan kaldırılmasına neden göz yumduğu ve imam-hatip okul ve kurslarının açılmasına bu denli kolay nasıl izin verdiği, şimdiye dek çok tartışılmış bir konudur. Politika değişikliğinin nedeni kuşkusuz ABD ile girilen ilişkiler ve yapılan ikili anlaşmalardır.
Bunun kanıtı İsmet İnönü’nün sözleridir. İnönü, günlük notlarından oluşan Defterler adlı kitapta, yabancıların imam hatip açtırmada çok ısrarcı olduklarını ve okulları bitirenlerin harp okullarına alınmasını istediklerini açıklar. İlişkilerin ve isteklerin niteliği konusunda aydınlatıcı olan bu açıklamada İnönü aynısıyla şunları yazar: “Yabancılar (Amerikalılar diye okumalısınız y.n.), imam hatip mezunlarını Harbiye’ye almamızı söylediler. Bunu Sultan Abdülhamit ordusuna dönüş sayarım... Oldubitti yaptırmayacağız.” 7
İsmet İnönü, imam hatip çıkışlıları Harpokullarına aldırmadı ancak Cumhurbaşkanlığı döneminde birçok imam hatip okulu ve kursu açtırdı. Ondan sonraki CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, yabancıların bu isteğini yerine getirdi ve imam hatip mezunlarının Harpokullarına alınmasını Meclis’ten geçirdi ancak dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün vetosu nedeniyle bu girişim yasalaşmadı.


Ödün Verme Yarışı

Cumhuriyet Halk Partisi, 1945-1950 arasında yaptığı 2.Olağanüstü ve 7.Olağan Büyük Kurultay’la, kurulmasına izin vermek zorunda kaldığı Demokrat Parti’yle, Devrimler’den ödün verme yarışına giren bir parti durumuna geldi. Verdiği ödünler birçok konuda, karşıtı DP’nin isteklerini bile aşıyordu. Dayandığı kitlesel tabanda sınıfsal ayrım bulunmayan bu iki parti, ideolojik ve örgütsel olarak birbirine çok yakındı.8
Şevket Süreyya Aydemir “Menderes’in Dramı” adlı yapıtında CHP programı ile DP programı arasındaki benzeşmeyi şu sözlerle açıklar: “Demokrat Parti programındaki görüş, Halk Partisi’nin devletçilik görüşüyle karşılaştırılınca, Demokrat Parti’nin daha devletçi sayılması pekala mümkündür. Altıok’un diğer beş ilkesini de aynı biçimde karşılaştırabiliriz. Ve görürüz ki, Demokrat Parti, Halk Partisi’nden yalnız kadrosunu değil, programını da aktarmıştır.” 9


14 Mayıs 1950; Yönetimi Yitiriş

CHP, 14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimleri yitirdi ve bir daha tek başına yönetime gelemedi. 1950-1980 arasındaki otuz yıllık süreç, halktan koparak topluma yabancılaşmanın, Atatürk’ün adını kullanarak Devrim İlkeleri’nden geri dönüşün ve dışarıya bağlanmanın tarihi gibidir.
12 Eylül 1980’de eylemsel olarak kapatıldığında, Kurtuluş Savaşı’nı veren Müdafaa-i Hukuk hareketinin devrimci mirası üzerine kurulmuş olan Halk Fırkası anlayışı, duygu ve düşünce olarak zaten yok olmuştu. Atatürk’ün ölümünden 1980’e dek 19 Olağan, 8 Olağanüstü Kurultay yapıldı, tüzükler programlar değiştirildi ve birçok yeni karar alındı. Ancak, bunların tümü söylendiği gibi değişim, gelişim ve ilerleme değil, gerileme ve Atatürkçülüğün karşıtına dönüşme sürecini oluşturdu.


Atatürk’ü Kullanma

Cumhuriyet Halk Partisi, 1950 seçimlerine Atatürk’ün adını kullanarak; “Vatandaş, oyunu Atatürk’ün kurduğu, İnönü’nün başında bulunduğu CHP adaylarına ver” 10 çarpıcısözüyle (sloganıyla) girdi. Bu davranış, Atatürk’ü siyasi amaçla kullanma girişiminden başka bir şey değildi. Atatürk’ün yaşamı boyunca gerçekleştirdiği ilkelerin tümü uygulamadan kaldırılıyor, onun kurduğu bir parti olduğu söylenerek halktan oy isteniyordu.
Üstelik seçim bildirgelerinde, mitinglerde ve hükümet kararlarında hala, Demokrat Parti’yi bile şaşırtan ödünler veriliyor, sözler söyleniyordu: “Devlet yalnızca özel sektörün kârlı bulmadığı alanlara yatırım yapacak, kâr amacıyla girişimde bulunmayacaktır. Denizyolu ve eşya taşımacılığı özel girişime bırakılacaktır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun 17.maddesi tümüyle kaldırılacaktır. Devlet, şirket ortağı kişilere yeni olanaklar sağlayacaktır. İmam hatip kursları açılacak, hacca gitmek isteyenlere devlet döviz verecektir. İlkokullara din dersi konacak, 1925’ten beri kapalı olan türbeler yeniden açılacaktır.”11 Halka, Atatürk’ün adı kullanılarak bunlar söyleniyordu.


Geçmişinden Kopmak

Şemsettin Günaltay’ın 14 Ocak 1949’da başbakan yapılmasıyla din bağlantılı siyasi ödünler yoğunlaşacaktır. Günaltay, medrese eğitimli ilk başbakandır ve Cumhuriyet gelenekleriyle çelişen uygulamaları gecikmeyecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 4 Şubat 1949’da Arapça ezan okunacak; 4 Mayıs’ta Vatana İhanet Yasası, 1 Mart 1950’de Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Yasa, yürürlükten kaldırılacaktır. Seçimlerden iki ay önce, 23 Mart 1950’de İsmet İnönü, “Anayasa’nın değiştirilerek ‘altıok’un Anayasa’dan çıkarılacağına” yönelik halka söz verecektir.12
Parti yönetimi, bu tür sözler verip açıktan yürütülen bir karşı-devrim hareketine girişirken; CHP, büyük çoğunluğu Müdafaa-i Hukuk geleneğine bağlı yaygın bir örgüt ağına sahipti. 63 il, 490 ilçe, 1084 bucak şubesi, 19 667 köy ocağı, 2056 mahalle ocağı, 1584 semt ocağı ve 1 898 394 üyesi vardı.13 Üye sayısı, 1950’de 20,9 milyon olan Türkiye nüfusunun yüzde 9’una denk geliyordu, bu oran günümüz nüfusu için 6 milyondan çok üye demekti.


1950-60 Dönemi

22-27 Haziran 1953’de yapılan 10.Olağan Kurultay’da Kemalizm programdan çıkarıldı, yerine Atatürk yolu diye ne anlama geldiği belli olmayan bir kavram getirildi.14 21-24 Mayıs 1956’da yapılan 12.Kurultayda, biçimini on yıl önce kendilerinin belirlediği “demokrasi işleyişi”nden yakınılmaya başlandı. “Demokrasinin gerekli yasal güvenceden yoksun” olduğu, “rejimin selametini sağlamak için” yasal güvencelerin arttırılması gerektiği söyleniyor, bir an önce “nisbi seçim sisteminin uygulanması” isteniyordu.15 Dış isteğe bağlı olarak telaşlı bir acelecilikle “demokrasi” getirenler, getirdikleri “demokrasi”yi beğenmez duruma gelmişlerdi.
16.Kurultay (14-16 Aralık 1962)’da, Avrupa Birliği’ne (o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu) üyelik başvurusu nedeniyle olacak, Batıya yöneltilen övgü sözlerinde belirgin bir artış vardı.
Kurultay bildirisinde; Avrupa’yla bütünleşme, NATO’ya bağlılık ve demokrasinin tüm dünyada korunmasından söz ediliyordu. Türkiye’nin, “Demokrasiyi karşılaştığı tehlikelerden dünya çapında korumak için kurulmuş olan Batı ittifak sistemine ve onun temel direği olan Atlantik Paktı'na (NATO y.n.) sarsılmaz bir sadakatle bağlı” olduğu söyleniyor, bu bağlılığın aynı zamanda “Türkiye’nin yerine getirmesi gereken kaçınılmaz bir ödev” sayıldığı dile getiriliyordu.16


Ecevit ve Ortanın Solu

18-21 Ekim 1966’da yapılan 18.Kurultay’da nereden ve neden çıktığı tam olarak anlaşılamayan ortanın solu diye bir kavram yoğun olarak tartışıldı. Sol, sosyal demokrasi, demokratik sol gibi tanımlar, Türk Devrimi’nin söylemlerinde yer almayan kavramlardı. Sosyalist Enternasyonel’in üyelik önerisi, 1927 Kongresi’nde kabul edilmemişti. CHP o güne dek bu tür tanımlardan uzak durmuştu. 18.Kurultay’da Genel Sekreter olan Bülent Ecevit, ortanın solu kavramına ısrarla sahip çıktı. Bu kavramı, 1974’de Demokratik Sol haline getirdi; 1976’da CHP’yi Sosyalist Enternasyonale üye yaptı ve sert söylemlerle düzen karşıtı eleştirilere başladı.
Ecevit, Atatürk devrimlerini “halka ulaşmadığı” ve yeterince “radikal (köklü y.n.) olmadığı” için eleştiriyordu. Bireylerin inançlarını açıkça uygulamaya sokabilmesi gerektiğini söylüyor, “laiklik uygulamalarına” katı oldukları için karşı çıkıyordu.17 Parti içindeki karşıtlarına çok sert davranıyor, bunların, daha önce “yeterince radikal” bulmadığı Kurtuluş Savaşı yöntemleriyle “ezileceğini” söylüyordu: “Biz halkı ezilmekten ve sömürülmekten kurtarmaya çalışıyoruz. Milli mücadelede de (Kurtuluş Savaşı y.n.), içerden kurtuluşu engellemek isteyenler olmuştur. Onlar nasıl yenildiyse, bugün sosyal ve ekonomik kurtuluş hareketine gösterilen engellemeler de öyle ezilecektir.” 18


Söylemler

28-29 Nisan 1967’de yapılan 4.Olağanüstü Kurultay’da “Sosyalizmi aşama olarak kabul eden komünistlerle hiçbir ilgimiz yoktur... Partimize yönelik olarak yapılan Marksist suçlamalarını nefretle karşılıyoruz... CHP sosyalist değildir ve olmayacaktır” biçiminde açıklamalar yapıldı.19
Ancak, Bülent Ecevit’in Türkiye’nin her yanına yaydığı söylemler, Ceza Yasası’nın 141. ve 142.maddeleri nedeniyle, soysalistlerin bile söylemekten çekineceği kadar sertti: “Toprak işleyenin su kullananın”, “Ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen”, “Bu düzeni değiştireceğiz”, “Toprak ve su ağalığına son”, “Köylünün olmayan toprakta, demokrasi olmaz”, “Toprak işgalleri devrimci eylemlerdir” gibi sözler söylüyordu.20
Söylenenler içinde devlete karşı özenle seçilmiş söz ve eleştiriler de vardı. “Sağda servet, aşırı solda devlet, ortanın solunda halk egemendir”, “Halk devletin değil, devlet halkın hizmetinde”, “Devlet ve servet köleliğine karşıyız”, “Yerel yönetimler gerçek demokrasinin gereği olan yetkilerle donatılacaktır”21 biçiminde sloganlaştırılmış sözler sıkça yineleniyordu.


Söz Var Eylem Yok

Bülent Ecevit uzun siyasal yaşamı boyunca; toprak, devrim, su kullanımı; tefeciden, ağadan ya da işbirlikçiden alıp, işçiye, köylüye vermek gibi konularda, söyledikleri yönde hemen hiçbir girişimde bulunmadı. 1970-1980 yılları arasında milyonlarca insanı peşinden sürüklemeyi başardı, iki seçim kazandı, iki kez hükümet kurdu ancak miting meydanlarında halka söz verdiği konularda, bir şey yapmadı. Gösterişli bir yükselişle elde ettiği siyasi gücünü sessizce yitirdi. 1999’da yeniden Başbakan olduğunda Türk halkı bambaşka bir Ecevit’le karşılaştı. “Toprak işgali”, “su kullanımı” ve “devrim”in yerini artık, “küreselleşme”, “global liberalizm” ya da “özelleştirme” söylemleri almıştı.


Ecevit’in Özgörevi (Misyonu)

Bülent Ecevit, verdiği sözleri yerine getirmedi ama önemli bir siyasi işlevi yerine getirdi. Altmışlı yılların sonuyla yetmişli yıllarda yayılan ve giderek toplumsal karşıtçılığa (muhalefete) dönüşen ulusçu ve bağımsızlıkçı halk deviniminin, denetim altına alınması ve giderek sönümlenmesine büyük katkısı oldu.
O dönemde işçi eylemleri gelişip örgütleniyor, köylüler toprak işgalleri yapıyor, üniversite gençliği anti-emperyalist nitelikli eylemlere girişiyordu. Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi hükümetleri bu eylemlere baskı uygularken, Ecevit devrimci söylemlerle ortaya çıkıyor ve toplumsal karşıtçılık, baskı yöntemlerinden çok daha etkili bir biçimde yön değiştiriyordu.


Ecevit-İnönü Çekişmesi

6 Mayıs 1972’de yapılan 5.Olağanüstü Kurultay, siyasi ahlak açısından doyumsuzluğun, vefasızlığın ve geçmişe saygısızlığın kaba örneklerinin yaşandığı bir kurultay oldu. Çok uzun bir süre CHP’nin hemen her şeyi olan İsmet İnönü, kalp kasılması (spazm) geçirmiş ve kurultay bu nedenle ertelenerek 6 Mayıs’a alınmıştı. İnönü, Bülent Ecevit’le çalışmak istemiyor ve “Parti meclisi değişmezse CHP yok olur. CHP’nin geleceği tehlike içindedir. Anlaşmazlık, benim ve Bülent’in birlikte görev almasıyla giderilemez. Karşı karşıya olmamız dostluğumuzu bozmaz. Ecevit’le çalışmam, ya ben ya da Ecevit seçilmelidir” diyordu.22
Ecevit’in bu çağrıya verdiği yanıt, o dönemdeki açıklamaların tümünde olduğu gibi son derece sertti. İnönü’ye, “Demokratik bir partinin yasalara saygılı üyeleri mi olacağız, kapı kulları mı olacağız. CHP’de hukuk mu yürüyecek, buyruk mu?” diyerek yanıt verecektir.23 Ecevitçi olarak tanınan Ahmet Üstün, “İnönü, İnönü, İnönü; keramet mi yani” diyecektir.24
Delegeler arasında İnönü’ye karşı saygısız bir muhalefet örgütlenmiştir. Yapılan oylamada 709 delege Ecevit’ten, 507 delege İnönü’den yana oy verir. İsmet İnönü, 8 Mayıs 1972’de 88 yaşındayken, önce genel başkanlıktan, daha sonra CHP üyeliğinden ayrılır. Oysa İnönü, 1947’de yapılan ve “değişmez genel başkanlığı” kaldıran Kurultayda, “yurdun siyasal yapısında yapıcı ve yaratıcı işlevine kesin olarak inandığım CHP’nin daima üyesi olarak kalacağım” demişti.25


12 Eylül ve CHP

Cumhuriyet Halk Partisi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra herhangi bir mahkeme kararına dayanmadan, 16 Ekim 1981’de kapatıldı. Gerçekleştirilen eylem, sıradan bir parti kapatma olayı değil, olumlu-olumsuz etkileriyle altmış yıldır Türk siyasi tarihine yön veren temel bir kurumun ortadan kaldırılmasıydı.
Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk’ün kurduğu parti olarak, onun ilkelerinden ne denli uzaklaşmış olursa olsun, Türk siyasetinin ana unsuru, Cumhuriyet’in siyasi alandaki dokunulmazlarından biriydi. Yeni devlet ve yeni toplumun kuruluşuna öncülük etmiş, halk içinde kök salmış, Türk parti düzenine biçim vermişti. Tek parti ya da iki partili dönemlerde, siyasi dengenin temel unsurlarından biriydi. O denli etkiliydi ki, ondan ayrılan kişi ya da kümelerin siyasi yaşamı sona erer, Demokrat ya da Adalet Parti’sinden başka herhangi bir parti, ona rakip olabilecek denli güçlenemezdi.


1980’den Bu Güne

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1981 yılında kapatılmasından sonra ortaya çıkan; Halkçı Parti (HP), Sosyal Demokrat Parti (SODEP), onların birleşmeleriyle oluşan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ve yeni Cumhuriyet Halk Partisi girişimleri, bugün bambaşka bir CHP yaratmıştır.
Atatürk, 1935 yılında, “sonuna dek benim olarak kalacağını nereden bileyim” demekte haklı çıkmıştır. Günümüzdeki CHP’nin Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’yle bir ilişkisi yoktur; bambaşka bir örgüttür. Bu ayırımı, en özlü biçimde, Deniz Baykal’ın sözlerinde buluyoruz. Baykal, 22 Ağustos 2002’de, Atatürk’ten kopuşun ilanı anlamına gelen şu sözleri söylemiştir: “Türkiye’de kutsal devlet anlayışından, insan odaklı devlete geçilecek. İçine kapalı Türkiye, küresel Türkiye haline getirilecek. Karma ekonomi yerine çağdaş piyasa ekonomisi yerleştirilecek.” 26
CHP’nin bu günkü yönetimi 11 Kasım 1938’de başlayan geri dönüş sürecinin doğal sonucudur. CHP artık CHP değildir. Köklerini yadsıyan, siyasi bozulmanın merkezinde yer alan ve dünya egemenlerinin dümen suyunda varlığını sürdüren bir başka partidir. 1950’lerde Demokrat Parti ile ödün verme yarışına giren CHP bugün AKP ile yarışmaya çalışmaktadır. Bu partinin Cumhuriyet değerleri ve Kemalist ilkeler açısından artık bir değeri yoktur. Ülkenin sorunlarına yanıt veremediği için küçülüp yok olması kaçınılmazdır.
Metin Aydoğan

DİPNOTLAR

1 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.Bas., sf.575
2 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
3 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf.51
4 “CHP 1919–1999” Hikmet Bila, Doğan Kitapçılık sf.118
5 a.g.e. sf.118
6 a.g.e. sf.118
7 “ABD Ziyareti ve İnönü” Prof. Türkkaya Ataöv, Cumhuriyet, 30.12.2003
8 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
9 “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst. 1969, sf.165
10 “CHP 1919 – 1999” Hikmet Bila, Doğan Kit. A.Ş. 2.Bas.1999, sf.116
11 a.g.e. sf.127 ve 128
12 a.g.e. sf.133
13 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.T., Arba Y., 2.B., sf.577–578
14 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
15 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf.83-84
16 a.g.e sf.126
17 “CHP, Örgüt ve İdeoloji” Doç.Dr. Ayşe Güneş Ayata, Gündoğan Yay. – 1992, sf.84
18 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Y., 1999, sf.176-177
19 a.g.e. sf.177 ve 181
20 a.g.e. sf.204, 206 ve 208
21 a.g.e. sf.189, 201, 206 ve 256
22 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf.222
23 a.g.e. sf.223 ve 52
24 “CHP 1919 – 1999” Hikmet Bila, Doğan Kit. A.Ş. 2.Bas. 1999, sf.221
25 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Y., 1999, sf.223 ve 52
26 “Baykal – Derviş Sentezi” Hürriyet, 22.08.2002

9 Nisan 2014 Çarşamba

MEB istatistiklerinin gösterdiği ve seçimler/Onur Seçkin



MEB istatistiklerinin gösterdiği ve seçimler/Onur Seçkin

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) 2013-2014 istatistiklerini geçtiğimiz günlerde açıkladı. Veriler AKP’nin 11 yıllık iktidar döneminde, din temelli eğitimin ve eğitimde özelleştirmenin geldiği noktayı göstermesi açısından önemli bilgiler sunuyor. Bu yazıda eğitimin dinselleşmesine ilişkin kimi noktalara bakacağız.

AKP iktidara geldiğinden bu yana, eğitimi hem içerik olarak, hem okullardaki eğitim ortamları açısından, hem de merkez örgütlerinden okul idaresine kadar yönetim açısından dinselleştirme yönünde birçok adım attı. AKP döneminde yapılanlar, özellikle iki yıl önce adına 4+4+4 denilen sistem, eğitimde derin bir dinselleştirilmeyi yasal ve kurumsal güvencelere aldı. MEB’in son istatistikleri, 4+4+4’ün hemen ardından, AKP’nin dindar nesil yetiştirme hedefiyle imam hatip okullarını nasıl öne çıkardığını gösteriyor.

Verilere göre, 4+4+4 sistemiyle açılan imam hatip ortaokullarının (İHO) sayısı son iki yılda toplam 1361’e ulaşmış. Bu okulların 946’sı bağımsız olarak, yani başka okulların, bu okullardaki öğrencilerin okullarından ayrılması pahasına dönüştürülmesiyle açılırken, 415’i de imam hatip liseleri (İHL) bünyesinde açılmış. Ve iki yılda, yaşları 11-12 olan toplam 140 bin 15 öğrenci İHO’larda eğitim görmeye başlamış. Diğer taraftan 4+4+4 sistemi başlamadan 537 olan İHL sayısının iki yıl içinde 854’e, öğrenci sayısının da 268.245’den, 474.096’e çıkması, imam hatiplere lise düzeyinde de nasıl bir yönlendirme olduğunu ortaya koyuyor. AKP’nin bu okullara kayıtların artması için, ücretsiz servis olanaklarından yemeğe kadar, ailelere birçok teşvik sunduğu biliniyor. “İmam hatipler ülkenin göz bebeği olacak” diyerek okullar arasında ayrımcılık yapan Erdoğan ve AKP bu sözlerin gereğini yerine getiriyor.

4+4+4 ile ilgili durum sadece imam hatiplerle de sınırlı değil. Bir taraftan genel eğitimden bu yolla din temelli eğitime açık bir yönlendirme yapılırken, genel eğitim de zorunlu din dersinin yanına üç tane din temelli dersin eklenmesi ve bunların binlerce okulda “zorunlu seçmeli” hale getirilmesiyle imam hatipleştirilmeye çalışılıyor. İlkokullarda dahi mescit açılmasının gündeme gelmesi, okullarda yapılan dini etkinlikler ve türban gibi dinsel sembollerin küçük çocukların başında sıradanlaşması, içeriğin yanında okul ortamlarının da dinselleştiğini gözler önüne seriyor.

 

Din temelli bilginin temel niteliği, sunulanın kabul edilmesi esasına dayanır. Bu bilgi sorgulama ve içselleştirme üzerine değil, inançla kabul üzerine oturur. Hakkında kuşku duyulamaz, dogmatiktir. Bu bilgi bu anlamda, sorgulanabilen, deneyler yoluyla kanıtlanan ya da çürütülen ve sürekli yenilenen, test edilen bilimsel bilgi ile çelişir. Eğitim kurumları bunun için dinsel bilginin değil, bilimsel bilginin öğretildiği yerler olmak durumundadır. Ancak ne yazık ki, AKP döneminde giderek artan şekilde, okullarda din temelli bilginin öğretilmesi yaygınlaştırılmakta, bilimsel bilgi eğitim içeriğinden, bilimsel ortam okullardan giderek uzaklaştırılmaktadır. Bu tablo, sorgulamanın değil biat etmenin yaygınlaşması anlamına geliyor.

Seçimlerin ardından, savaş suçundan yolsuzluklara ve rüşvete kadar çeşitli belgelerle ortaya çıkan onca iddiaya rağmen AKP’nin nasıl halen yüzde 44 civarında oy aldığı sorgulanırken, bu sonuçların özellikle eğitimde dinselleşmesiyle ilişkisi üzerine de düşünmek gerekiyor. Ipsos adlı şirket, seçimlerin yapıldığı gün 1383 seçmenle bir araştırma yapmış. Sonuçlara göre AKP seçmeninin yaklaşık % 80’lik bölümü oy kararlarını 4 ay öncesinden aldıklarını söylerken, yüzde 75’i ortaya atılan rüşvet ve yolsuzluk iddialarının, tercihleri üzerinde etki yaratmadığını, yüzde 20’si ise tercihinin daha da kuvvetlendiğini söylemiş. AKP seçmeninin yaklaşık yüzde 90’ı ekonominin iyi yönetildiğini düşünürken, yine aynı oranda kişisel geçimlerinin de yakın gelecekte daha iyi olacağını düşünüyormuş. Veriler açısından önemli görünen bir nokta da, ilk defa oy kullanan seçmenlerin yüzde 33’ünün oyunu sandıkta AKP’ye vermiş olduğunu söylemesi.

AKP 2002’de iktidara geldiğinde ilkokula başlayan ve bütünüyle AKP’nin biçimlendirdiği tedrisattan geçen gençler 30 Mart seçimlerinde ilk defa oy kullandılar. Seçim sonuçlarına göre belli ki bu gençlerin de azımsanmayacak bir bölümü AKP’ye vermişler ilk oylarını. Din temelli bir formasyonla şekillenmişliğin, din temelli düşüncenin bilimsel düşüncenin önüne geçmesinin bu tercihle ilişkisini daha fazla düşünmeye ve tartışmaya ihtiyacımız var.