6 Mart 2014 Perşembe

Çok tehlikeli hareketler bunlar! / Erdal Sarızeybek



AKP eliyle İstanbul Konstantinopolis'e doğru gidiyor...

Yeniçağ’ın haberine göre, PKK'nın birçok talebinin yanı sıra 'eş başkanlık' sistemini içeren "Demokratikleşme Paketi" Meclisten geçti, İmralı'nın önü açıldı…

Meclis Genel Kurulu'nda "demokratikleşme paketi" adı verilen yasa kabul edildi. Bu yasa ilepartilere üyelikle ilgili yasakların kaldırılmasıve "eş başkanlık" getirilmesi "teröristbaşı Abdullah Öcalan da bir partiye üye olabilir" tartışmalarını da beraber getirdi.

Dün Meclis'ten geçen yasada şunlar yer alıyor. 
Siyasi partiler, tüzüklerinde yer almak ve iki kişiden fazla olmamak kaydıyla eş genel başkanlık sistemini uygulayabilecek.

Yani?
Üyelikle ilgili bir yasaklama kalmadığına göre, İmralı’daki mahkum BDP’ye üye olup Eş Başkan daha seçilebilecek…

Siyasi partiler ve adaylar tarafından yapılacak her türlü propaganda, Türkçe'nin yanısıra farklı dil ve lehçelerde de yapılabilecek…

Yani?
Doğu ve Güneydoğu’da artık Kürtçe öne çıkarılıp Türkçe kullanılmayacak…
Peşinden Ermenice ve Rumca gelecek…

Özel Öğretim Kurumları Kanunu hükümlerine tabi olmak üzere, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerle eğitim ve öğretim yapmak amacıyla, özel okul açılabilecek.

Yani?
Doğu ve Güneydoğu’da hızla okullar açılacak ve Kürtçe/Ermenice/Rumca eğitim ve öğretim yapılarak anayasada yazan “resmi dil Türkçe” hükmü yok sayılacak…

Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle; Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini, Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını, Bir kişinin işe alınmasını, Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak.

Yani?
Yani PKK siyasetçileri Doğu ve Güneydoğu’da at koştururken, Batı’da at koşturmasını engelleyen olursa, hapse atılacak!

* Köyler eski isimlerini alabilecek.

Yani?
Anadolu haritasını alıp baktığımızda, ne kadar Rum ve Ermeni ismi varsa göreceğiz ama Türkçe’ye çok az rastlayacağız.

Ve sıra İstanbul’a gelecek, eski ad dediğimizde Konstantinopolis karşımıza çıkacak…
Ardından Ayasofya…
Ardından Heybeliada Ruhban Okulu…
Ardından Ekümenik Konstantinopolis Rum Patriği…
Ve derken Bizans!

* Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanunun koyduğu yasaklara veya yükümlülüklere aykırı hareket edenlere iki aydan altı aya kadar hapis cezası verilmesini düzenleyen Türk Ceza Kanununun 222'nci maddesi, yürürlükten kaldırılıyor.

Yani?
Türkçe yerine yerel yönetimlerde Kürtçe, Rumca, Ermenice artık yazı dili olabilecek…

Yani?
Kısacası Anadolu Bizans oluyor…
Türk Milleti izin verirse eğer!

Erdal Sarızeybek
Açıklama: https://mail.google.com/mail/u/0/images/cleardot.gif

5 Mart 2014 Çarşamba

Federasyonun Kaldırım Taşları!/ Figen ÖZEN


 2014 yılı seçim ve/veya seçimlerin,  yapılacağı bir yıl olarak öngörülmektedir. Türk milleti kurtuluşu seçim sandığında arayacak ve sandıktan galip çıkan siyasi partinin genel başkanı “Milli irade tecelli etti.” diyecektir.
Acaba? Milli irade gerçekten tecelli edecek midir? 1946’dan bu yana millet hep aynı “ninni” ile uyutulmaktadır.
Her şeyden önce şu gerçeği saptamamız gerekmektedir.
Biz ne seçiyor ne de seçiliyoruz… Biz sadece parti genel başkanlarının atadığı kişilere oy veriyoruz. Sandık müsameresinin sonuçları
 milli iradeyi yansıtmamaktadır.
30/Mart/2014’te yerel seçimler yapılacaktır. Ve Türk milleti sandığa koşacak, büyük bir çoğunluğu tüzüğünü okumadığı, programını bilmediği ancak sempati duyduğu partinin adayına oy verecektir. Bu değişmez bir gerçektir.
Ancak yerel seçimlerde “EVET”le mühürlediğimiz oy pusulalarının, hangi kaldırım taşlarını döşediğini de bilmek zorundayız.
Bu yasa yapılmak istenen, Türkiye’nin idari sistemindeki temelin yıkılmasıdır. Eyaletleşmenin adımlarından sadece biri olan bu yasadan önce Türkiye,  küresel çetelerin emriyle çıkarılan yasalarla başkanlık sisteminin alt yapısını hazırlayan eyaletleşmeye doğru adım, adım  iteklenmiştir.
Türkiye’nin üniter yapısını sarsacak en önemli adım “Bütünşehir Yasası” ile atılmış ve büyük efendiye verilen söz yerine getirilmiştir.
 Nedir o söz?
AK KİTAP/Sayfa 8: “Partimiz merkeziyetçi idareden uzaklaşmayı öngörmektedir.”
Bütünşehir Yasası, “İDARİ FEDERALİZM”in alt yapısını hazırlayarak, bu sistemin temel taşlarını döşemiştir. Bu yasanın hedefi, “Başkanlık” sistemi için olmazsa olmaz bir şartın oluşturulmasıdır. İdari Federalizm!
30/Mart’ta  hangi partiye mensup olurlarsa, olsun seçilecek Bütünşehir Belediye Başkanları, neredeyse ABD eyalet valilerinin yetkilerine sahip olacaklardır. Devletin valileri bulundukları şehirlerde “Protokol memuru” görevini yerine getireceklerdir.
 Bunun yanı sıra Başbakan Erdoğan valilerin de seçimle gelebileceğini söylemiştir. (22/Kasım/2012)
Ayrıca yasanın görünmeyen yüzünde son derece dikkat çekici bir tehlike sırasını beklemektedir. Bilindiği gibi Jandarma Genel Komutanlığı Yasası’nın 10.Maddesi’ne göre;
“Jandarmanın genel olarak görev ve sorumluluk alanı; polis  görev sahası dışı olup bu alanlar, il ilçe belediyeleri haricinde kalan  veya polis teşkilatı bulunmayan yerlerdir.”
Ancak Bütünşehir Yasası ile il sınırları ile belediye sınırlarının birleşmesiyle; köylerin,  beldelerin hükmü şahsiyeti ortadan kalkacaktır. Böylelikle o bölgeler doğrudan doğruya polis görev sahasına devredilecektir.
Artık Jandarma pasivize edilecek, Diyarbakır, Van, Şanlıurfa dahil bütün büyükşehirlerde görevi sona erecektir.30/Mart’tan sonra yasa gereği, jandarmanın görev bölgelerini derhal terk edip, polise teslim etmesi gerekecektir.
Ayrıca il-ilçe emniyet müdürlerine bu yasa ile verilen yetki son derece düşündürücüdür. Eğer emniyet müdürleri ister ve gerekli görürlerse, mevcut jandarma alay komutanlıklarını tasfiye edebileceklerdir.
Bu yetki; TSK’ya yapılan saldırılara açık bir örnektir.
BDP’li bölücüler açıkça”30 Mart’tan sonra özerkliğimizi ilan edeceğiz” demektedirler. Bu söylem bölünmenin işaretidir.
Diğer taraftan ortalıkta ses kayıtları, yolsuzluk ve rüşvet görüntüleri dolaşmaktadır. Muhalefet ve iletişim ağında paylaşım yapanlar mal bulmuş mağribi örneği, önlerine atılan bu yemi yutmuş görünmektedirler.
Bazıları ise sempati duydukları partinin adayının fotoğrafını yayımlamakta, “Atatürkçü adaylara oy verelim.” çığırtkanlığı yapmaktadırlar.
 Diğer taraftan takım tutar gibi parti tutanlar, yek  diğerine “Tu-kaka” diyerek, oy toplamaya çalışmaktadırlar.
Ama hiç kimse, bu ses kayıtlarının ve görüntülerin çıkış zamanını sorgulamamaktadır. Feodal beyliklere dönüştürülen büyükşehir belediyeleri ile, Türkiye eyaletleştirilmiştir.
Ne yazık ki Türkiye’nin ve Türk milletinin gündeminde sadece yolsuzluk vardır. TBMM’de sabaha karşı çıkarılan bir torba yasa ile seçim çalışmalarında başka dillerin kullanılmasının, özel okullarda Kürtçe eğitim yapılmasının , köylere Süryanice, Kürtçe, Ermenice isimler verilmesinin önü açılmıştır.  
Hal böyle iken biz sadece kimin ne konuştuğu, villalar, sıfırlanan paralarla uğraşıyoruz. Yoksulunun pazardan artık sebzeleri toplayarak bebelerinin karnını doyurduğu bu ülke bir vakitler “Ben bir gün çok zengin olursam, bilin ki bu para haramdır.” diyen bir siyasetçi tarafından yönetilmektedir. Sbn. Başbakan;  bugün dünyanın en zengin siyasetçileri arasında 8. Sıradadır.
Yani görünen köy kılavuz istememektedir.
Federasyonun kaldırım taşları döşenmektedir. Yolsuzluk kayıtları gerçek tehlikenin kara çarşafıdır.

3 Mart 2014 Pazartesi

“Üçe Kapatılan” Üç Devrim Yasası / Nazım Mutlu



“Üçe Kapatılan” Üç Devrim Yasası / Nazım Mutlu

Yaygın adıyla “Üç Devrim Yasası” olarak bilinen 429 Sayılı Şer’iye ve Evkaf ile Erkan-ı Harbiye Vekâletlerinin Kaldırılması, 430 Sayılı Öğrenim Birliği (Tevhid-i Tedrisat), 431 Sayılı Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Sınırları Dışına Çıkarılması Yasalarının 90. yılındayız.
90 yıl önceki TBMM ile bugünkü TBMM arasındaki temel farkı, bu ve benzer yasa örneklerinden anlamak olasıdır: Türkiye’nin eğitimle, bilimle, sanatla aydınlanması için yol açıcı Devrim yasalarını çıkaran TBMM; yine Türkiye’nin dincilikle, hurafeyle, gericiliğin saltanatını özelleştirmelerle pekiştiren TBMM…
Yaklaşık çeyrek yüzyıllık “Tam Bağımsızlık” temelinde gelişen Halkçı, Aydınlanmacı atılımlara karşı, yaklaşık 65 yıldır Emperyalizme tam bağımlılık temelinde bugüne dek sürdürülen özelleştirmeci, karartmacı Karşıdevrim girişimlerinin ülkeyi getirdiği uçurum, artık daha belirginleşmiştir.
Söz konusu Devrim yasalarının getirdiği laik eğitim kurumları, çok partili siyasal yaşamda sürekli iktidar olan ve birbirinin ardılı olan, bir sonrakinin bir öncekinden devraldığı kirli mirasa eklediği yeni geri adımlarla bugünkü iktidarın “444 Yasası” diye adlandırdığı medreseci, hilafetçi biat kurallarını kökleştirmeyi amaçlayan kurumlara dönüştürülmüştür.
Özellikle 24 Ocak 1980 Kararları’nın siyasal-kültürel iklimini hazırlayan 12 Eylül 1980 darbesinin yarattığı bataklığın, bugüne uzanan iktidar güçlerinin palazlanmasında oynadığı rolü unutarak, 12 yıldır her alandaki “Tek Adam” yasaları, buyruk ve dayatmalarıyla sürdürülen sözde “İleri Demokrasi”yi anlamak güçleşir.
Kendilerinin “Ustalık Dönemi” olarak adlandırdıkları üçüncü beş yıllık iktidarlarının şu sıralarda her şeyiyle ortaya dökülen marifetler silsilesi, Üç Devrim Yasasının getirdiklerini, Başbakanın “üçe kapatma” buyruğuyla nasıl götürdüğü çok güzel anlatmaktadır.
 Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek Osmanlıcılık heveslerini din ticaretiyle iç içe geçirerek Türkiye’ye örtmeye çalıştıkları sır perdesi artık bütünüyle sökülmüş, dikiş tutmaz noktaya gelmiştir.
Cumhuriyetin bütün ilerici atılımlarını, ekonomik ve kültürel değerlerini “üçe kapatarak” yalanla, “demokrasi” soslu ikiyüzlü politikalarla bitirmenin sarhoşluğunu yaşayanların bugün içine düştükleri zavallılık, artık Karşıdevrim döneminin bittiğine, 65 yıldan bu yana yok ettikleri bütün Devrimci değerlerin yükseleceğine işarettir.
Ülkemiz, tarihsel-ulusal birikimiyle, Atatürk’ü, Kuvayımilliye ruhunu kılavuz edinerek 90 yıl öncesinin bugüne ışık tutan yasalarına ve uygar yaşam yoluna yeniden girecektir. Ankara, 03.03.2014

Nazım Mutlu
Ulusal Eğitim Derneği
Genel Başkanı

“ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ “ 3 MART “DEVRİM YASALARI”NIN 90. YILI ORTAK BASIN AÇIKLAMASI


“ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ  
3 MART  “DEVRİM YASALARI”NIN 90. YILI
ORTAK BASIN AÇIKLAMASI
 3.Mart 1924 günü Türk Devriminin özünü oluşturan,  Laik Demokratik Atatürk Cumhuriyetinin temel yasaları TBMM’de kabul edildi.  429 sayılı yasa ile yüzyıllardan beri süregelen ve Bağımsızlık Savaşı yıllarında Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında ölüm fetvası veren Şeyhülislamlık kurumuna son verilmiş, 430 sayılı yasa ile  “Eğitim ve Öğretim Birliği” gerçekleştirilmiş, 431 sayılı yasa ile de “Halifelik ” kaldırılmıştır.
Bu yasalarla, Dünyadaki en meşru, en ahlaklı, en haklı, en kutsal savaşlarından birini, emperyalizme karşı verilmiş ve kazanılmış ilk kurtuluş savaşını, bir millileşme ihtilali neticesi emperyalizmi ve yamaklarını dize getiren, bir enkazdan yepyeni, çağdaş bir devlet kurmayı başaran yüce Türk ulusunun yeniden emperyalizmin güdümüne girmemesinin, yeniden bağımsızlık savaşı vermek zorunda kalmamasının, bir daha emperyalizmin piyonlarının yeniden yönetme yetkisi ile iş başına gelmemesinin,   güvencesi sağlanmıştı. Ama ne yazık ki ; Ülkemiz Küresel Çetenin sınırsız egemenliğini sağlamak için, yobazlığın pençesinde karanlığına sürüklenerek boğuldu. Kemalist Cumhuriyeti kötürümleştirmek için bencillik, çıkarcılık, köle ruhu, teslimiyetçilik, işbirlikçilik, sömürücülük yüceltildi. Kemalist Devrim, Kemalist aydınlanma, tam bağımsızlık, demokrasi, özgürlük, toplumsal eşitlikçi halkçı-devrimci siyasal anlayış, ulusalcılık, ulusal değerler, ulusal kültür her araç ve gereçle sürekli kötülenerek erozyona uğratıldı. Kısaca Türkiye’ye deli gömleği giydirildi.
03.03.2008 günü saat: 13.00 sıralarında 3 Mart Devrim Yasalarının 84. yılı nedeniyle yaptığımız BASIN AÇIKLAMASINDA ;”Ne oldukları, ne yapacakları, ne yaptıklarından belli olan Atlantik Denizindeki " Velinimet"leri ne derse onu yapan, Cumhuriyetin laik, demokratik kimliğini açıkça değiştirmeyi, yok etmeyi amaçlayan ılımlı İslamcı çete, " Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok" "ben Laik değilim" diyebilen el Kadının kefilleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsız Laik Çankaya’sını Mustafa Kemal'in makamını ele geçirmişlerdir! ... "Devrim ile karşı devrim Çankaya'da karşı karşıyadır", "Meşru olan devrimin Çankaya'sı AB-ABD GÜDÜMLÜ devşirmelerin işgali altındadır " "Ülkemizi satılık vatan konumuna düşürenler Türkiye’yi Parçalama projesi BOP’ un eş başkanlığını yürütenler yargıda hesap vermektense Çankaya Köşkünün duvarları arkasına saklanmışlardır" DEDİK. BURADA AKTARDIĞIMIZ SÖZLERİMİZ NEDENİYLE DE 11 Ay 20 Gün Hapis Cezası İLE CEZALANDIRILDIK. O Günlerde Söylediklerimizin Bu Gün Gerçekleşmiş Olması Ne Kadar Acı. Keşke Yanılmış Olsaydık.
Geldiğimiz bu günde artık Türk devriminin omurgası olan “3 MART DEVRİM YASALARINI” korumak ve kollamaktan değil, yeniden inşasından söz edebiliriz. Çünkü son 60 yılda ve özellikle AKP faşizmi döneminde Türk Devriminin tüm dayanakları, varlığı ortadan kaldırılmış, kanla irfanla kurup yücelttiğimiz Cumhuriyet Faşist bir diktatörlüğe dönüştürülmüştür. İşin acı olan yanı bu dönüşüm topla tüfekle değil, parlamentonun çalıştığı,  sözde demokrasi içinde yapılmıştır.
Faşizm her zaman darbeyle gelmez, seçimle de gelir. Faşizmi ille gamalı haçla, darbeyle gelecek diye bekleyenlere, AKP Faşizminin sandıktan çıkıp gelmesi ders olmuştur umarız.
Bu faşizm türünde ortada tanklar, toplar, tüfekler, askerler dolaşmaz, görülmez. Onların yerini; iktidar siyasetçileri ve her alandan sivil yandaşları almıştır.
Bu faşizm türünde; seçimle başa gelen siyasal parti ya da kişi kendisine mutlak itaat edilmesini ister ve yasaları, hukuku, demokrasiyi, özgürlükleri, sorumlulukları, kuralları, hakları da buna göre düzenler. Onlar için önemli olan; demokrasinin kendisi değil seçimden aldıkları oy miktarıdır, oranıdır, sayısıdır.
Gerici dinci faşizmin TBMM içinde, Demokratik kurallarla engellenebileceği beklentisi, ”yasama” çalışmalarına katılarak, ülkenin siyasi gerçekliğinin değişeceğine/değiştirilebileceğine, faşizmin engellenebileceğine inanmak tam anlamıyla siyasal körlük ve saflıktır. Bu anlayış, bir yandan dinci faşizmin geniş halk yığınları gözünde meşruluğunu sağlarken, diğer yandan ayağa kalkması gereken toplumsal muhalefetin afyonlanması, böylece etkisiz kılınması, yatıştırılması işlevi görmektedir.
Faşizmin evrensel gerçekliğinde ve özünde var olan bu tuzak mücadelenin, faşizmin kendi zeminine çekilerek etkisizleştirilmesine ve var olan gelişmeleri daha başından bu zeminde boğulmasına yol açmaktadır. Bu tehlikeye karşı özellikle Kemalist örgütlenmelerin uyanıklığı yaşamsal önemdedir.
Eğer bu gün Türkiye, işbirlikçi-İslamcı Faşizmin cenderesinde kıvranıyorsa, AKP halen ensemizde boza pişiriyorsa, bu, AKP’ye, AKP diktatörlüğüne karşı olduğunu söyleyip, emperyalizme karşı olduğunu söyleyemeyenlerin aymazlığı yüzündendir.
Emperyalizmin mengenesi altında ezilen, emeği dışında pazarlayacağı başkaca bir seçeneği olmayan milyonlar, böylesi yani emperyalizmle bağlantısı olmayan bir faşizmle(tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir) karşı karşıya oldukları “aldatmacası” ile kandırıldılar.
Böylece Kemalist hareketin stratejik öncelikleri değiştirildi. Faşizme karşı savaşımın aynı zamanda Emperyalizme karşı savaşım olduğu gerçeği ötelendi. Savaşımın ana merkezi yalnızca laik-Anti laik/AKP baskısına kaydırıldı.
Demokrasi oyununun bittiği yere geldik. Çünkü Devrimin de, Karşı devrimin de yasaları vardır. Dünyada hiçbir karşı devrim varlığını demokrasi ile sürdürmez/sürdüremez.
Faşizm, demokrasinin tüm olanaklarını kullanarak güçlenir ve bir süre sonra onu yok eder.
Faşizme karşı “Birleşik Cumhuriyet Cephesini” örgütlemek yerine, “Faşizmin niteliği” konusunda bitip tükenmez tartışmalarla zaman ve enerji harcamak, bir yandan antifaşist cephe içinde yarılmalara, ayrışmalara neden olurken, diğer yanda faşizmin güçlenmesi, gelişip serpilmesi dışında bir yarar da sağlamamaktadır.
  Mustafa Kemal Atatürk; “-Biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, ulusal kurulumuzca bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı kavga vermeyi uygun gören bir yolu izleyen insanlarız.”
“-Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız”
Ulusun Emperyalizmde zarar gören tüm kesimlerinin Kurtuluş savaşında olduğu gibi ortak eyleme, ortak, birleşik bir örgütlenmeye giremeyişi, faşizmin iktidara tırmanmasını ve iktidarı ele geçirmesinin yolunu açmıştır.
Her ne kadar Atatürkçü görünseler de, bugüne kadar bu düzenin nimetlerinden faydalananlarla, Mustafa Kemal Atatürk’ün antiemperyalizmini, halkçı-devrimci özünü daha 1940’larda unutanlarla, emperyalizmle uzlaşmayı önerenlerle (AB’ci, NATO’cu) Mandacılarla antifaşist, antiemperyalist bir mücadele verilebileceğini ve önderliği onlardan beklemek ham hayaldir.
Eğer önderlik Atatürk Maskeli mandacılara bırakılırsa, mücadele Antifaşist, Kemalist cephenin bölünmesi ve oldukça önemli bir kısmının Batıya bağlanması ile sonuçlanır ki bu da teslimiyetin bir başka adı olur.
Faşizmi yaratan emperyalizm bataklığı kurutulmadan ulusal bağımsızlığın ve özgürlüğün elde edilemeyeceğini gerçeğini her koşulda ve her ortamda, bıkmadan, usanmadan halka anlatmak, örgütlemek biricik kurtuluş yoludur. İşte Bu nedenle ile Antiemperyalist, halkçı, devrimci bir düşün sistemi olan Kemalizm’i özümsemiş donanımlı kadrolara gereksinimimiz var.
Emperyalizmin ve kapitalizmin Türk ulusuna giydirdiği deli gömleğini yırtıp atmak için, toplumsal kurtuluş için antiemperyalist, halkçı-devrimci,  bir örgütlenmeye yani “Birleşik Cumhuriyet Cephesine” yaşamsal gereksinim vardır. Bu örgütlenmeyi ancak Kemalist Devrimi özümsemiş kadrolar gerçekleştirebilir.
Gerici Faşist diktatörlüğün, yıkılmayacağı/yıkılamayacağı, propagandası ile faşizme karşı direnişe geçecek kitleleri engellemeye çalışan, “bu halktan bir şey olmaz, bir şey çıkmaz” diyerek, köşesine çekilip faşist düzenin kuruluşunu izleyen ve bu sistemle uyumlu yaşayabilmenin yollarını arayan Atatürk maskeli kişilerin son tahlilde faşizmin gelişip serpilmesine hizmet ettikleri asla akıldan çıkarılmamalıdır. “Bir adam ki memleketin kurtulamayacağı kanaatinde bulunur; bu, adam değildir.” (Mustafa Kemal-1908)
Zaman ağlama, sızlanma, teslimiyet değil,  küllerinden yeniden doğma, yeniden Mustafa Kemal olma zamanıdır. Türk ulusu “Ulusal Kurtuluş Savaşı” ile emperyalizmin zincirlerini kırarak nasıl bağımsızlığını kazandıysa, bugün de aynı bilinç ve kararlılıkla zincirlerini kıracak, kuşatmayı yaracaktır. Bundan kimse kuşkusu duymasın.
Çünkü “Devrimin kanunu mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça, başladığımız yenilikçi devrim bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki devirlerde de hep böyle olacaktır.” (Mustafa Kemal Atatürk)03.03.2014

KATILIMCI ÖRGÜTLER
   
1.  Demokratik Sol Parti Isparta İl Örgütü
2.  İşçi Partisi Isparta İl Örgütü
3.  Eğitim- İş Isparta Şubesi
4.  Alevi Kltr. Dern. Isparta Şubesi
5.  Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Isparta Şubesi
6.  Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi
7.  Türkiye Gençlik Birliği Isparta Şubesi
8.  Y.Kuşak Köy Enst. Dern. Isparta Şubesi