15 Ocak 2014 Çarşamba
13 Ocak 2014 Pazartesi
Sağlam İrade(!)…/Figen ÖZEN
Türk milletinin kayıtsız
şartsız egemenliği, yapılan gizli anlaşmalar, Oslo görüşmeleri ile
ABD-AB-Öcalan şeytan üçgenine devredilmiş ve dar bir alana adeta
hapsedilmiştir.
Bu dar alanda
cemaat-iktidar işbirliği öne çıkmış ve sabırla, sessizce devletin bir çok kurumunda kadrolaşmayı başarmıştır.
O devirde cemaat-iktidar
işbirliğinin amacı birdir. Her ikisi de “Büyük Abi”nin emirlerine baş kesmekte
rant ve devleti ele geçirmek için riya dolu temennalarla, küresel çetelerin
himayesinde ceplerine yemyeşil dolarları doldurmaktadırlar.
Onlar küresel çetelere
hizmet ettikçe yolları açıktır. Aynı merayı kullanan sürünün iştihası ile ulus
devleti paylaşmakta bir sakınca görmemektedirler.
Akıl ve mantığın kabul
edemeyeceği bir süreç başlamış, tüm kadroları denetim altında tutan küresel
çeteler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmez bütünlüğüne göz dikmiştir.
Ancak, Türkiye’yi didik, didik etmek için yaptıkları, tüm
planları, engelleyecek bir güç vardır önlerinde. Tüm tırpanlamalara,
dönüştürme çabalarına rağmen,
Cumhuriyet’i korumanın, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü savunmanın görevleri
olduğu bilincinde olan Türk ordusu… Milliyetçi ve Kemalist subayların oluşturduğu kadro…
5/Kasım/2007’de
İllüminati’nin sadık memuru BUSH’un Oval Ofis’inde, Erdoğan’la yapılan o çok
özel görüşmede, Ergenekon planı, iktidarın eline tutuşturulmuştur.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
küresel çetelere biat etmeyen, ettikleri yemine sadık kalan Kemalist ve
milliyetçi kadrosu, sabahın alaca karanlığında, çok tuhaftır ve acıdır, Türk(!) polisi tarafından der-dest edilerek,
göz altına alınmıştır.
Ve “çok ama çok kahraman bir savcının” yazdığı iddianame ile bu göz altına alınma
süresi tutuklanmaya dönüştürülmüştür.
Adı geçen savcı
Cumhuriyet’in iddiacısı olduğunu tamamen unutmuş, hukuku üsttekilerin emrine
amade kılmıştır. Bu nedenle kendisine zırhlı araba ve koruma tahsis edilmiştir.
O artık “kayıtsız, şartsız”
iktidarın savcısıdır.
“ Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli
istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına
kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir.
Amaca ulaşmak için her yolu mubah görenlerin nasıl hastalıklı anlayışlar
ürettiğini iyi bilir.”
Yalçın Akdoğan’ın bu
itirafı doğru, fakat eksiktir. Küresel çeteler, cemaat ve iktidar milli orduya
kurulan kumpasın baş aktörleridir. Sırıtkan şeytanların bir araya gelmesiyle, Türk ordusu kafeslenmiş, esir edilerek,
zulümhanelere kapatılmıştır.
Sahte deliller üretilmiş,
PKK’lılar gizli tanık olarak dinlenmiş, telefonlarına veriler yüklenmiş aslan yürekli yargıçlar, Adalet Hanım’ı da bir başka hücreye
hapsederek, kendilerine verilen emiri uygulamışlardır.
Verilen cezalar, Kürt Nemrut Mustafa Divanı’nda, Boğazlıyan Kaymakamı M. Kemal Bey için
verilen idam hükmünden farksızdır. Kiminin boynu kırılmış ve/veya kırdırılmış,
kimi kanserden ölene kadar tutuklu kalmıştır. En önemlisi askerin şeref ve
haysiyetiyle oynanmış ve intihar vakaları, istifalar olağan kabul edilmiştir.
Bu süreçte Erdoğan için
yargı bağımsızdır, Hukuk Devleti gereğini yapmaktadır. Savcılar aslan, yargıçlar kahramandır.
Dershanelerle ilgili
kayıkçı kavgası başladığı zaman, zülfiyare dokunulmuş ve yolsuzluk, rüşvet,
kara para operasyonu Erdoğan’ın kimyasını bozmuştur. 17-25 Aralık’taki YOLSUZLUK operasyonun kendisine uzanması üzerine, paçayı
kurtarmak adına atağa geçmiştir.
Maalesef
devletin içinde yapılaşmaya giden bir örgüt, bir çete var. Bunlar mahremiyet
diye bir şey tanımıyor" diyen Erdoğan, "Çok ciddi bir iftira kampanyası
var. Devletin içinde yapılaşmaya giden bir örgüt bir çete de var. Bunlar
mahremiyet diye bir şey tanımıyor. İzlemekse izlemek, dinlemekse, dinlemek. Yargıda dürüst adım atan bütün yargı
mensuplarını tenzih ediyorum ama maalesef belli bir örgüt anlayışı içerisinde
görev alanının dışına çıkarak bazı medya gruplarına da içine alarak masum
insanları karalamak isteyen yargı mensupları var. Oradan da bu tür servisler
yapılıyor. Hiçbir savcı medyayla işbirliği yapamaz.”
Aynı şekilde yürütme mensupları da
var, bu da polisin içinde var. Ben polisin de ahir ekseriyetini tenzih ederim
ama maalesef orada da var, oradan da bu tür servisler yapılıyor."
Hatta
Erdoğan, bu söylemle de yetinmemiş sanal çetelerin kurulduğunu(!) ve bu
çetelerin en tepesine de “Recep Tayyip
Erdoğan”ın yerleştirildiğini de söylemiştir.
Kimdir bu operasyonu
düzenleyenler? Ama daha önce malum kayıkçı kavgasında gözden kaçan ve/veya
görmezden gelinen ana tehlikeyi de işaret etmemiz gerekmektedir.
CFR memorandumunu
tüzükleştiren iktidar eğitim konusunda, yerelleştirme
sözü vermiştir. Kayıkçı kavgasının arkasındaki ana gerçek, yerel seçim öncesi
bebek katiline ve bölücü örgüte verilen sözlerdir. Büyük Abi böyle olmasını
emretmiştir.
AK
KİTAP: Sayfa 12:
Partimiz, eğitim hizmetlerinin yerelleştirilmesinden özelleştirilmesinden yanadır.
Sayfa 35:
Çağımız bir yönüyle küreselleşme çağı, diğer yönüyle yerelleşme ve yerel yönetimlerin, devlet sistemleri içindeki ağırlıklarının arttığı çağdır.
Sayfa 41′de ise eğitimin küreselleşme odaklarının şehir devletleri planı gereği zamana yayılarak yerelleştirileceği ifade edilmiştir.
Temel eğitim hizmetlerinin verilmesi pilot uygulamalarla, merkezi idarenin taşra birimlerine ve yerel yönetimlere aktarılacaktır.
Partimiz, eğitim hizmetlerinin yerelleştirilmesinden özelleştirilmesinden yanadır.
Sayfa 35:
Çağımız bir yönüyle küreselleşme çağı, diğer yönüyle yerelleşme ve yerel yönetimlerin, devlet sistemleri içindeki ağırlıklarının arttığı çağdır.
Sayfa 41′de ise eğitimin küreselleşme odaklarının şehir devletleri planı gereği zamana yayılarak yerelleştirileceği ifade edilmiştir.
Temel eğitim hizmetlerinin verilmesi pilot uygulamalarla, merkezi idarenin taşra birimlerine ve yerel yönetimlere aktarılacaktır.
Kimdi bu operasyonu
düzenleyenler? Erdoğan’ın kahraman polisleri, aslan yürekli savcıları… Dün
iktidarın emrindeydiler, ortaklık bozulunca kirli çamaşırları ortaya döktüler.
Erdoğan’ın, operasyon
sonucu bozulan kimyası, ok kendini işaret edince müthiş bir öfkeye dönüşerek,
dün baş tacı ettiği kurum ve kişileri suçlamaya başlamıştır.
Yavuz
hırsız ev sahibini bastırmıştır. Bu bastırışın adı da ne
yazık ki “sağlam idare” olarak ambalajlanarak millete yutturulmuştur.
Erdoğan ve onun “Adalet Bakanı”, “İç İşleri Bakanı” işbirliği yapmış, “paralel devlet”i tasfiye
perdesi adı altında bir başka operasyona imza atmıştır.
“Bilal’e
uzanan eller kırılsın.” Operasyonda görev alan tüm kadrolar
görevden alınmış, dünün kahramanları suçlanmış, rüşvet iddiaları ortalıkta
dolaşmış, “sağlam irade” ve “itaatse itaat, biatse biat, ölümüne
arkasındayız” diyen zihniyet, devlet
kurumlarını kıyıma uğratmıştır.
Ve dün gece muhterem
halkımız Bülent Ersoy’un tesettürü ile uğraşırken, Ana Muhalefet
Partisi’nin anlı, şanlı lideri yerel
yönetim adaylarını açıklarken TBMM’den HSYK
ilgili değişiklikler el çabukluğu ile geçirilmiştir.
Ancak bir zamanlar
adı “GAZİ MECLİS” olan TBMM’de,
ithal malı ampullerle aydınlatılan Adalet (!) Komisyonu’nun toplantı yaptığı
salon yüz kızartıcı bir olaya sahne olmuştur.
Erdoğan’ın “militan” diye
adlandırdığı,Eminağaoğlu’nun Komisyon Başkanı’ndan söz istemesi üzerine, AKP’li milletvekilleri
Eminağaoğlu’nun üzerine yürümüşlerdir. Adalet Bakanı olaylar vuku
bulduğu dakikada salondadır. Milletin
vekilleri, milletin yargıcını
tekme,tokat hırpalamıştır. AKP Tokat milletvekili Zeyid Aslan,
Eminağaoğlu’na attığı tekme, Türk yargısına atılan bir tekmedir. Elbette bu
tekmeden Türk milleti de nasibini alacaktır. ‘tekme, tokat, zorbalık,
gereğini yapın.’ Sağlam (!) iradenin dikta anlayışının ifadesidir.
“TBMM Adalet Komisyonu'nda,
HSYK ile ilgili yasa teklifinin 7., 8., 9., 10. maddesi kabul edildi. TBMM
Adalet Komisyonu'nda, HSYK Kanun Tasarısı maddeleri üzerindeki görüşmelere
devam ediliyor. Yasa teklifinde yer alan, 7. 8. 9. maddeler kabul edildi. Tasarıda
yer alan maddeler şöyle:
MADDE 7- 23/7/2003 tarihli ve 4954 sayılı Türkiye Adalet Akademisi Kanununun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 8- 4954 sayılı Kanunun 8 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
MADDE 9- Başkanlık, Başkan ile üç başkan yardımcısından oluşur. Başkan yardımcılarının sorumlu olduğu birimler Başkan tarafından belirlenir."
MADDE 10- 4954 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, ikinci fıkrasında yer alan "Yönetim Kurulunca" ibaresi "Başkan tarafından" şeklinde değiştirilmiştir.
"Başkan, Bakan tarafından Yargıtay ve Danıştay üyeleri, birinci sınıf adli ve idari yargı hakim ve savcıları ile bu sınıftan sayılanlar, hukuk profesörleri, en az yirmi yıl fiilen mesleği icra etmiş avukatlar veya en az yirmi yıl fiilen mesleği icra etmiş birinci sınıf noterlerden muvafakatleri alınarak gösterilen üç aday arasından Bakanlar Kurulunca dört yıl süre ile seçilip görevlendirilir veya atanır. Başkan yardımcıları, yukarıda sayılanlar arasından Bakan tarafından görevlendirilir veya atanırlar. Süresi biten Başkan bir dönem daha AYM usulle yeniden seçilip görevlendirilebilir veya atanabilir."
Hukuk, sadece üsttekiler, PKK’lılar için değil, bu kez de deveyi havuduyla götürenler için değiştirilmektedir.
MADDE 7- 23/7/2003 tarihli ve 4954 sayılı Türkiye Adalet Akademisi Kanununun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 8- 4954 sayılı Kanunun 8 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
MADDE 9- Başkanlık, Başkan ile üç başkan yardımcısından oluşur. Başkan yardımcılarının sorumlu olduğu birimler Başkan tarafından belirlenir."
MADDE 10- 4954 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, ikinci fıkrasında yer alan "Yönetim Kurulunca" ibaresi "Başkan tarafından" şeklinde değiştirilmiştir.
"Başkan, Bakan tarafından Yargıtay ve Danıştay üyeleri, birinci sınıf adli ve idari yargı hakim ve savcıları ile bu sınıftan sayılanlar, hukuk profesörleri, en az yirmi yıl fiilen mesleği icra etmiş avukatlar veya en az yirmi yıl fiilen mesleği icra etmiş birinci sınıf noterlerden muvafakatleri alınarak gösterilen üç aday arasından Bakanlar Kurulunca dört yıl süre ile seçilip görevlendirilir veya atanır. Başkan yardımcıları, yukarıda sayılanlar arasından Bakan tarafından görevlendirilir veya atanırlar. Süresi biten Başkan bir dönem daha AYM usulle yeniden seçilip görevlendirilebilir veya atanabilir."
Hukuk, sadece üsttekiler, PKK’lılar için değil, bu kez de deveyi havuduyla götürenler için değiştirilmektedir.
“Halkın ekmeğidir adalet” B.Breht
Türk milleti ekmeğine, emeğine sahip
çıkmalıdır. Hukuk bu milletin her ferdi için geçerli olmalıdır ve kişilere göre
yasa değişikliği yapılıp, hukuk ve yargı zedelenmemelidir.
13.Ocak.2014
Figen ÖZEN
12 Ocak 2014 Pazar
VE GENELKURMAY'DAN F-TİPİ'NE TESLİM/Müyesser Yıldız
"Kumpas" sürecinde
tutuklanacaklarını bile bile tüm komutanlarını teslim etti... "Sarı
öküz" Teğmen Mehmet Ali Çelebi'den, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a
kadar...
"Hukuka, hukukun üstünlüğüne, adil
yargılamaya inandıkları" için...
Bir şube müdürünü Savcıya göndermeyen, üstelik
"ne hakla" diye soran İstanbul Emniyet Müdürlüğü kadar
olamadı...
Gün geldi, devran döndü. Kendi askerlerine,
profesörlere değil Başbakan'ın Başdanışmanına inanıp, "Bu davalarda
kumpas var" diye suç duyurusunda bulundu...
O suç duyurusu dost atışı mı, düşman atışı mı
neydi ki, aylardır Yargıtay'da bekleyen dosyalar aynı gün Silivri Mahkemesi'ne
gönderilip, işleme kondu...
Erdoğan-Cemaat savaşı kızıştı, "devlet
krizi" çıktı; Yine dost atışı mı, düşman atışı mıydı, Genelkurmay,
"Günlük siyasi tartışmalarda yokuz" dedi...
Özel savcılar, Genelkurmay'ı atlayıp, doğrudan
cezaevi yönetimlerine faksla tebligatta bulunup, emekli olmuş olmamış tüm
tutuklu askerlerin derhal askeri cezaevlerinden, F-Tipi’ne naklini emretti...
Genelkurmay, "durdurun, durduruyoruz,
çalışıyoruz" haberleri saldı, ama anlaşılan kendi savcı ve
hukukçularını bile aşamadı ki, sonuç değişmemişe benziyor....
Kimi askeri cezaevlerinden nakillerin Salı günü
yapılacağı, kiminden nakillerin ayın 20'sine kadar ertelendiği haberleri
geliyor. Ha 3, ha 9 gün sonra, ne farkedecekse?!.
Ankara tepişirken, zindanlardaki bir deriden daha
kaç post çıkarılacaksa?!..
Bu teslimat üzerine henüz emekliliğine hak
kazanamayan, Jandarma Binbaşı Özgür Ecevit Taşçı'dan sıcağı sıcağına bir mektup
geldi.
Yorum yapacak takatim kalmadığından, olduğu gibi
paylaşıyorum.
HASDAL’A ELVEDA
Kumpasın son halkası; henüz Türk Silahlı
Kuvvetlerinden ihraç işlemleri tamamlanmayan ve askeri personel statüsü devam
sanıkların Hasdal Askeri Cezaevinden, Silivri Cezaevine nakledilmesine yönelik
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı İlamat ve İnfaz Bürosu’nun talimatıdır. Askeri
Ceza Kanunu’nun 39/2’nci maddesi bir yıldan fazla hapis cezası alan askeri
personelin cezalarının Adalet Bakanlığı’na bağlı sivil cezaevlerinde infaz
edileceğini hükme bağlamaktadır. Bu madde zımni olarak bir yıldan fazla hapis
cezasına mahkûm edilenlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilmesi
gerektiğini düzenleyen diğer ilgili mevzuata işaret etmektedir. Bu nedenle
hâlihazırda bir yıldan fazla hapis cezası alan ve cezaları Yargıtay 9’uncu Ceza
Dairesi kararıyla kesinleşen sanıkların önce Milli Savunma/İçişleri Bakanı,
Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalanacak kararnameyle Türk Silahlı
Kuvvetlerinden ihraç edilmesi; ihraç işleminin tamamlanmasını müteakip sivil
cezaevine nakledilmesini gerektirmektedir.
Hasdal Cezaevinde bulunan sanıklar haksız ve
hukuksuz olarak cezalandırıldıkları Balyoz Komplosu sürecine duyarsız kalan
özellikle Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalanacak ihraç kararnamesini
ve bu kararnamenin yayımlanacağı Resmi Gazeteyi şeref ve onur belgesi olarak
hayatları boyunca taşıyacaklarını daha önce beyan etmişlerdir. Sırf bu nedenle
emeklilik hakkı kazanan birçok sanık emekli olmamış, önemli ekonomik kayıplara
rağmen bazı sanıklar istifa etmemiş ve Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik
kumpasın tescil edileceği ihraç kararnamesinde adlarının yazılacak olmasını
şeref kabul etmişlerdir.
Sanıklar açısından Hasdal, Mamak, Hadımköy,
Şirinyer, Maltepe Askeri Cezaevi ile Silivri, Sincan, Kandıra Cezaevinde
bulunmak arasında fark yoktur. Hepsi zindan, hepsi Esir Toplama Kampı, hepsi
zulmün kalesidir ve tarihte de bu şekilde anılacaktır. Sanıklar açısından
önemli olan Askeri Cezaevinde iken ihraç edilmek, kendisine sahip çıkmayan Türk
Silahlı Kuvvetlerinin mensubiyetini ve askerlik anılarını Hasdal zindanlarında
bırakarak, onur ve şerefle sürdürülecek Silivri nöbetine halkın gönlündeki
ordusunun sivil neferleri olarak katılmaktır.
Bu haklı talep tahmin edileceği üzere sanıkların
arkasında olduğunu sürekli beyan eden, liğme liğme dökülen hukuka inanma azmini
hiç yitirmeyen Genelkurmay Başkanlığı tarafından uygun görülmemiş; İstanbul C.
Başsavcılığının talimatının yerine getirileceği tarafımıza bildirilmiş; yaşam
destek ünitesine bağlı hastaya “Eninde sonunda öleceksin, git mezarlıkta bekle”
denilmiştir.
Uzun sözün kısası; biz Balyoz sanıkları
Binbaşı, Yarbay, Albay, General/Amiral rütbelerimiz ve devletin bize halen
vermeye devam ettiği kesintili maaşlarımızı almaya devam ederek, hukuk
devletinin yeni bir garabetinin sonucu olarak yaklaşık on gün içerisinde
Silivri Cezaevine naklediliyoruz. Nakil öncesi tek beklentimiz yargıda çete
var diyen Sayın Başbakan ve okyanus ötelerine elçi göndermekle meşgul Sayın
Cumhurbaşkanı’nın bu on günlük süre içerisinde, maruz kaldığımız kumpası son
onay makamı olarak tescil ederek bizleri onurlandırmaları, ihraç
kararnamelerimizin bizlere tebliğ edilmesi ve gönül rahatlığıyla Silivri
Cezaevine gönderilmekten ibarettir.
MENSUBİYETİNİ KAYBETMEKLE MUTLU OLACAĞIM TSK…
Bu duygu ve düşüncelerle; Hasdal Cezaevinde
bulunduğum süre içerisinde mektup yazarak ve ziyaret ederek beni ve diğer
sanıkları yalnız bırakmayan yurtseverlere, cesur silah arkadaşlarım ve emekli
komutanlarıma en içten sevgi ve saygılarımı iletiyorum. Hasdal Askeri
Cezaevi’ne 5-10 dk. mesafede bulunan askeri birliklerde görevli Kara Harp
Okulu’ndan devre arkadaşlarım ve en son görev yaptığım İstanbul İl Jandarma
Komutanlığı’nda görevli komutan ve silah arkadaşı olarak tanıma yanılgısına
düştüğüm Post-TSK mensupları dahi geçmiş olsun ziyaretinde bulunabilme
cesaretini gösteremezken dünyanın dört bir yanından destek mektubu yollayan
yurttaşlara ve özellikle Washington D.C., Virginia ve Pensilvanya’da (Sayın
Hocaefendi lütfen üzerinize alınmayın, mektup arkadaşlarım olan diğer Türk
vatandaşlarını kastediyorum) ikamet eden; Beyaz Saray önünde “Sessiz
Çığlıklarını” dünyaya duyuran; tutsaklık döneminde kız kardeş ve akraba
olduğumuz yurttaşlara sonsuz şükran, saygı ve sevgiler.
Bağdat Caddesi ve Adnan Kahveci Platformları;
esaretimiz bittiğinde özgür günlerde görüşmek dileğiyle hoşça kalın. Silivri
Nöbet Çadırı’na bekleriz.
Kısa süre içerisinde mensubiyetini kaybetmekle
hayatımın en mutlu gününü yaşayacağım Türk Silahlı Kuvvetlerine de elveda.
Yolunuz ve bahtınız açık; komplocu personelinizle başarılarınız daim olsun.
Sevgili Müyesser YILDIZ; sana da binlerce defa
selâm olsun. Fırsat olursa Silivri Esir Toplama Kampına bekleriz.
Özgür Ecevit TAŞCI
Esir Jandarma Binbaşı
Hasdal/11 Ocak 2014”
Müyesser Yıldız
Odatv.com
CHP’nin ihtiyacı nedir?
Son yıllarda ısrarla bir tehlike konusunda herkesi uyarıyorum.
Bu tehlikenin; ideolojik, siyasal ve ahlaki değerlerimizle münasebeti var.
Bu tehlikeli şeytan, sinsice sızdığı devlet gücüyle; her şeyi dizayn etmek istiyor.
Örneğin: Seçim mi var, seks kasetleri ortaya çıkarıyor!
Örneğin: Hükümet istediğini yapmıyor mu, yolsuzluk dosyası ortaya çıkarıyor
Bu tehlikenin; ideolojik, siyasal ve ahlaki değerlerimizle münasebeti var.
Bu tehlikeli şeytan, sinsice sızdığı devlet gücüyle; her şeyi dizayn etmek istiyor.
Örneğin: Seçim mi var, seks kasetleri ortaya çıkarıyor!
Örneğin: Hükümet istediğini yapmıyor mu, yolsuzluk dosyası ortaya çıkarıyor
Ve komplolarla/yalanlarla
insanların/kurumların/yayın organlarının hayatını yok ediyor.
Kontrol edilemeyen/denetlenemeyen illegal bir siyasal güç ile karşı karşıyayız.
Bu güç legal siyasetin gölgesi…
Yara derinde.
Bunu ciddi anlamda tartışmalıyız; günlük siyasete mahkum edemeyiz. Yoksa herkes bunun altında kalır.
Sağduyuya ihtiyacımız var.
Bunu Türkiye’de yapacak tek güç; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi CHP’dir.
Ne yazık ki CHP, salt kuru siyasete boğuldu/boğduruldu. Baksanıza…
Parti sözcüsü yaklaşık bir aydır her gün basın toplantısı yapıyor ve sadece ayakkabı kutusundan bahsediyor.
Bir diğeri televizyonda, evde bulunan para sayma makinesinden söz ediyor.
Görmüyorlar.
Ya da bir türlü anlatamıyoruz:
Bitti kardeşim bitti; AKP bitti. Artık Türkiye’yi yönetemez. Seçimi kazansa bile yönetemez.
Ecevit’i nasıl yazar kasa götürdü ise Erdoğan’ı da ayakkabı kutusu düşürdü.
Devrimleri inceleyen araştırmacıların ortaya koydukları bir kavram var; “ahlaki iktisat” (moral economy); ahlaksız olan gider! AKP buradadır. Anlaşılmıştır.
Peki: Varolanın sürgit devam etmeyeceğini CHP gerçekten anlamıyor mu?
Ayakkabı kutusu siyasetine takılıp kalmalarının sebebi ne? Cemaate bir şey diyememek mi?
Sahiden görmüyorlar mı; ülkenin çivisi çıktı. Halk kendini güvensiz hissediyor. Güveneceği bir ışık arıyor.
Acı ama yazmalıyım; tek yol var:
Türkiye’yi ya CHP yönetecek ya da Türkiye bölünecek!
Sorun büyük; CHP ne yapacak?
Ayakkabı kutusuyla siyaset yapmak; Yalçın Küçük’ün tabiriyle beş taş oynamaktır!
Sonsuzluğun avukatı tarih, anı/günü düşünen siyasetçilerden hesap sorar; siler.Yakın tarihte çok örneği var.
Kontrol edilemeyen/denetlenemeyen illegal bir siyasal güç ile karşı karşıyayız.
Bu güç legal siyasetin gölgesi…
Yara derinde.
Bunu ciddi anlamda tartışmalıyız; günlük siyasete mahkum edemeyiz. Yoksa herkes bunun altında kalır.
Sağduyuya ihtiyacımız var.
Bunu Türkiye’de yapacak tek güç; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi CHP’dir.
Ne yazık ki CHP, salt kuru siyasete boğuldu/boğduruldu. Baksanıza…
Parti sözcüsü yaklaşık bir aydır her gün basın toplantısı yapıyor ve sadece ayakkabı kutusundan bahsediyor.
Bir diğeri televizyonda, evde bulunan para sayma makinesinden söz ediyor.
Görmüyorlar.
Ya da bir türlü anlatamıyoruz:
Bitti kardeşim bitti; AKP bitti. Artık Türkiye’yi yönetemez. Seçimi kazansa bile yönetemez.
Ecevit’i nasıl yazar kasa götürdü ise Erdoğan’ı da ayakkabı kutusu düşürdü.
Devrimleri inceleyen araştırmacıların ortaya koydukları bir kavram var; “ahlaki iktisat” (moral economy); ahlaksız olan gider! AKP buradadır. Anlaşılmıştır.
Peki: Varolanın sürgit devam etmeyeceğini CHP gerçekten anlamıyor mu?
Ayakkabı kutusu siyasetine takılıp kalmalarının sebebi ne? Cemaate bir şey diyememek mi?
Sahiden görmüyorlar mı; ülkenin çivisi çıktı. Halk kendini güvensiz hissediyor. Güveneceği bir ışık arıyor.
Acı ama yazmalıyım; tek yol var:
Türkiye’yi ya CHP yönetecek ya da Türkiye bölünecek!
Sorun büyük; CHP ne yapacak?
Ayakkabı kutusuyla siyaset yapmak; Yalçın Küçük’ün tabiriyle beş taş oynamaktır!
Sonsuzluğun avukatı tarih, anı/günü düşünen siyasetçilerden hesap sorar; siler.Yakın tarihte çok örneği var.
Devlet inşasında polisin rolü
En basit soruyu sorayım:
Bir dinci Cemaat emniyette neden örgütlenir?
Biliniyor ki, bıçak için keskin uç neyse Cemaat için de polis odur!
Bilgisiz insanı herkes aldatabilir.
Bilmek gerekiyor:
Bugünkü anlamda polis hangi ihtiyaçtan, hangi koşullarda, neden doğdu?
Bu soru ihmal edilmiştir. Bu nedenle Cemaatin poliste neden örgütlendiği kavranamıyor. Günlük basit siyaset tartışmaları içinde asıl meseleyi atlıyoruz.
Kısaca yazayım:
Polis, modern devlet inşa projesi olan Tanzimat’ın ürünü.
Kuruluş hedefi “suç dalgasıyla” mücadele değil; merkezileşen ve dolasıyla bürokratikleşen (yeni vergi sistemini dayatan vs) kamu yönetimini korumak.
Padişah ve Ordu’nun hakimiyetini kırmak isteyen yeni palazlanmış bürokrasinin, “dolaylı yönetimindeki” gücü.
Bu nedenle Ordu’dan ayrıştırılıp özerkleştirildi. Ancak tarihsel süreç sorunlu oldu. Osmanlı Ordusu’nun kaybettiği savaşlar polisle asker arasındaki güç dengesini değiştirdi; polis galip çıktı!
II. Abdülhamit’in despotik yönetimi polisin gücünü artırdı ve sayıca yaygınlaştırdı. Kamu düzeninin bekçisi polis, halkın değil otoriter rejimin çıkarına hizmet etmeye devam etti.
Türkiye’nin ilk siyasal rejimi olan İttihatçılar döneminde, ordu gibi modernleştirilen polisin niteliği, siyasal rejiminin niteliği oldu; militaristleşti. Artık kadir-i mutlak bir güçtü; yasal sisteme/hukuka karşı sorumluluğu yok denecek kadar azdı.
Cumhuriyet döneminde hükümetler; siyasetlerine uygun polisin gücünü zaman zaman artırdı; muhalefet ise sivilleşme adına bunu sınırlamaya çalıştı.
Ne demek istiyorum:
Dün polis bürokrasinin gücüydü.
Bugün bürokrasi ve yargıya hakim olan Cemaat’in gücüdür.
Dün polis Tanzimat’ta olduğu gibi yeni devlet inşasının temeliydi.
Bugün de polis Cemaati’in yeni devlet inşasının temelidir.
Bu nasıl görülmez?
Büyük oyunu görmek için; Türkiye’deki son TSK tasfiyesini ve polisin artan gücünü anımsatmama gerek var mı?
Jandarma niye polise bağlanmak isteniyor?
Kurgulanmış siyasal davalardan amaç yeni bir devlet inşası önündeki tüm engelleri kaldırmak değil mi?
Cumhuriyet kazanımlarını kökten yıkacak Cemaat ideolojisinin; uluslar arası güçlere boyun eğen, despotik ve çağdışı bir devlet kuracağı ortada değil mi?
Bunları CHP görmüyor mu?
Bu suskunluk niye?
Bir dinci Cemaat emniyette neden örgütlenir?
Biliniyor ki, bıçak için keskin uç neyse Cemaat için de polis odur!
Bilgisiz insanı herkes aldatabilir.
Bilmek gerekiyor:
Bugünkü anlamda polis hangi ihtiyaçtan, hangi koşullarda, neden doğdu?
Bu soru ihmal edilmiştir. Bu nedenle Cemaatin poliste neden örgütlendiği kavranamıyor. Günlük basit siyaset tartışmaları içinde asıl meseleyi atlıyoruz.
Kısaca yazayım:
Polis, modern devlet inşa projesi olan Tanzimat’ın ürünü.
Kuruluş hedefi “suç dalgasıyla” mücadele değil; merkezileşen ve dolasıyla bürokratikleşen (yeni vergi sistemini dayatan vs) kamu yönetimini korumak.
Padişah ve Ordu’nun hakimiyetini kırmak isteyen yeni palazlanmış bürokrasinin, “dolaylı yönetimindeki” gücü.
Bu nedenle Ordu’dan ayrıştırılıp özerkleştirildi. Ancak tarihsel süreç sorunlu oldu. Osmanlı Ordusu’nun kaybettiği savaşlar polisle asker arasındaki güç dengesini değiştirdi; polis galip çıktı!
II. Abdülhamit’in despotik yönetimi polisin gücünü artırdı ve sayıca yaygınlaştırdı. Kamu düzeninin bekçisi polis, halkın değil otoriter rejimin çıkarına hizmet etmeye devam etti.
Türkiye’nin ilk siyasal rejimi olan İttihatçılar döneminde, ordu gibi modernleştirilen polisin niteliği, siyasal rejiminin niteliği oldu; militaristleşti. Artık kadir-i mutlak bir güçtü; yasal sisteme/hukuka karşı sorumluluğu yok denecek kadar azdı.
Cumhuriyet döneminde hükümetler; siyasetlerine uygun polisin gücünü zaman zaman artırdı; muhalefet ise sivilleşme adına bunu sınırlamaya çalıştı.
Ne demek istiyorum:
Dün polis bürokrasinin gücüydü.
Bugün bürokrasi ve yargıya hakim olan Cemaat’in gücüdür.
Dün polis Tanzimat’ta olduğu gibi yeni devlet inşasının temeliydi.
Bugün de polis Cemaati’in yeni devlet inşasının temelidir.
Bu nasıl görülmez?
Büyük oyunu görmek için; Türkiye’deki son TSK tasfiyesini ve polisin artan gücünü anımsatmama gerek var mı?
Jandarma niye polise bağlanmak isteniyor?
Kurgulanmış siyasal davalardan amaç yeni bir devlet inşası önündeki tüm engelleri kaldırmak değil mi?
Cumhuriyet kazanımlarını kökten yıkacak Cemaat ideolojisinin; uluslar arası güçlere boyun eğen, despotik ve çağdışı bir devlet kuracağı ortada değil mi?
Bunları CHP görmüyor mu?
Bu suskunluk niye?
CHP ne yapmalıdır?
AKP hükümeti şaşkındır. Tek dertleri
oğullarını hapisten kurtarmaktır.
CHP, ülke dümenini eline almalıdır.
AKP hükümeti 11 yıl boyunca iktidarı eleştirip muhalefet parti konumunda nasıl ülkeyi yönetti ise, CHP de şimdi ana muhalefet partisi olarak iktidarı yönetebilir.
Öncelik; acilen yepyeni bir yargı ve polis reformudur.
Demokratikleşmeyi sağlamanın koşullarından biri; sivil yurttaşlardan denetim kurulları oluşturarak ve bunları yetkinleştirerek emniyet kurumunu şeffaflaştırmaktır.
Demokratik bir polise ihtiyaç var. Ve adalete…
Fırsattır.
AKP, CHP’ye muhtaçtır.
Erdoğan zorbalığı bitmiştir; CHP daha ne üzerinde tepeleniyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi, olup biteni sadece “Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsin” düz mantığıyla ele alabilir mi?
12 Eylül’ün derinliği olmayan yüzeysel siyaset anlayışının sonucudur/ ürünüdür bu. Kavramlarla düşünemeyip kişiler üzerinden siyaset yapmaktır.
Aslında siyaset üretememektir.
CHP’ye politik kurnazlık ve uysallık yakışmaz.
Tarihsel sorumluluğunu hatırlatmama gerek var mı?
İhtiyacı olan Mustafa Kemal cesaretidir…
CHP, ülke dümenini eline almalıdır.
AKP hükümeti 11 yıl boyunca iktidarı eleştirip muhalefet parti konumunda nasıl ülkeyi yönetti ise, CHP de şimdi ana muhalefet partisi olarak iktidarı yönetebilir.
Öncelik; acilen yepyeni bir yargı ve polis reformudur.
Demokratikleşmeyi sağlamanın koşullarından biri; sivil yurttaşlardan denetim kurulları oluşturarak ve bunları yetkinleştirerek emniyet kurumunu şeffaflaştırmaktır.
Demokratik bir polise ihtiyaç var. Ve adalete…
Fırsattır.
AKP, CHP’ye muhtaçtır.
Erdoğan zorbalığı bitmiştir; CHP daha ne üzerinde tepeleniyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi, olup biteni sadece “Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsin” düz mantığıyla ele alabilir mi?
12 Eylül’ün derinliği olmayan yüzeysel siyaset anlayışının sonucudur/ ürünüdür bu. Kavramlarla düşünemeyip kişiler üzerinden siyaset yapmaktır.
Aslında siyaset üretememektir.
CHP’ye politik kurnazlık ve uysallık yakışmaz.
Tarihsel sorumluluğunu hatırlatmama gerek var mı?
İhtiyacı olan Mustafa Kemal cesaretidir…
Soner Yalçın
Tekme/Kemal Okuyan
AKP rejimi öngörülenden hızlı ve çok büyük bir gürültüyle çöküyor. Adalet Komisyonu’ndan gelen höykürme sesleri de bu gürültünün parçası.
Tekme
Adalet Komisyonu’nda HSYK yasasını görüşecekler. Adalet dağıtım mekanizmasını
ayarlayacaklar dilediklerince. Buna karşı çıkanları iki gündür tehdit ediyor,
itekliyor, yumrukluyorlar.
Komisyon çalışmaları sürerken bir kamu görevlisi, bir yargıç, temsil ettiği
meslek örgütünün görüşünü sunmak için verdiği konuşma dilekçesinin akıbetini
sormak istiyor. “Provokatör” diye bağırıyor bir AKP’li. Arkasından küfürler, su
bardakları, tablet bilgisayarlar uçuşuyor. Derken, Erdoğan’ı Meclis’te en iyi
şekilde temsil eden, liderine çok yakışan bir vekil uçuşa geçiyor. Ömer Faruk
Eminağaoğlu’nun, aynı zamanda soL gazetesi yazarı olan yargıcın suratına
tekmeyi yapıştırıyor. Gözü dönmüş güruhun arasından, kalleşçe…
Bu manzara karşısında birçok kişinin nasıl tepki verdiğini biliyorum.
Küfürbaz ve tekmeci zatı dövmek için millet dün resmen aşeriyordu. Kimse
“hukuk”tan, “mahkeme”den, “Meclis iradesi”nden söz etmiyordu. Bunlara hiç
inanmayan ama şimdilik başka bir şeye de inanmayan bir toplum var ortada.
Benzeri
olmayan bir siyasi kriz ile karşı karşıyayız.
AKP rejimi öngörülenden
hızlı ve çok büyük bir gürültüyle çöküyor. Adalet Komisyonu’ndan gelen höykürme
sesleri de bu gürültünün parçası.
Sürdürülemez.
Öte yandan “sonlandırıcı” irade ne siyasal ne toplumsal düzlemde
belirginleşmiş değil.
Buradan çıkacak sonuç, “sürebilir” olamaz. Çünkü sürmemeli, çünkü süremez.
Zamana karşı yarış. Gerici koalisyonun kendini
yenilemesine, kendi içinden seçenek üretmesine, şu ya da bu parçasının kendini
aklamasına ya da güçlenmesine izin vermeyecek ve doğacak boşluğu emekçi halk
adına dolduracak bir mücadele kendini dayatıyor.
Bu mücadele, mevcut iktidarın meşruiyetinin bittiği gerçeği hesaba
katılarak verilebilir ancak.
Siyasette bunun anlamı, “kepenk kapatma” değildir. İktidarın meşruiyetinin
bitmesi, eğer toplumda devrimci bir yükseliş yoksa, farklı siyaset kanallarını
sürekli açık tutmayı, iktidarı yalnızlaştırmayı ve onun toplumsal tabanını
daraltmayı gerektirir.
Sistemi kuralsızca işletmeye kalkıyorsa bir gayrımeşru iktidar,
mekanizmaları önemsizleştirmek, hatta işlevsizleştirmek halkın meşru hakkıdır.
Halkın temsilcileri orada örgütlü bir biçimde temsil edilseydi örneğin, iktidarın terör estirdiği Meclis çalışmaları boykot edilirdi. Doğrusu bu olurdu.
Şimdi olansa şudur: Meşruiyeti kalmayan bir iktidar, Meclis’te tekmeyi yapıştırmış ve dünya başına yıkılmamıştır.
Halkın temsilcileri orada örgütlü bir biçimde temsil edilseydi örneğin, iktidarın terör estirdiği Meclis çalışmaları boykot edilirdi. Doğrusu bu olurdu.
Şimdi olansa şudur: Meşruiyeti kalmayan bir iktidar, Meclis’te tekmeyi yapıştırmış ve dünya başına yıkılmamıştır.
İktidarın kendisi meşru değildir ama tekme
meşrulaşmıştır!
Saçmalığa
bakın…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)