29 Aralık 2013 Pazar

Giderken Bitenler ve 2014'te Olacaklar / Tevfik BİR




Sanmayın ki yanlış yapan, bunu gizli saklı yapar. Elbette Allah her şeyi görür, bilir. Varsayalım ki ahirette hesaptan korkmazlar, sanmasınlar ki bu dünyada hesap vermezler, çünkü günahlarını kimse bilmez sananlar yanılırlar, fani dünyada da fanilerin kayıtlarını tutan birileri vardır, kaçamazlar, saklanamazlar.
Devletin arşivlerinde hata yapan, suç işleyen herkesin dosyası bulunur. Hukuk devletlerinde bu dosyalar savcılıklar kanalıyla mahkemelere taşınır ve kusurun-suçun cezası en hızlı biçimde verilir. Ülkemizde hukuk devleti düzeni tam olarak oturtulamadığı için genellikle bu dosyalar gerekli makamlara taşınmamakta, “gerekirse” devreye sokulmak adına bekletilmektedir. İstenildiğinde, bu dosyalar ortaya atılıverir. Bu, yasadışı yollarla arşivlemesi yapılmış bilgi-belge ve görüntüler (kasetler) için de böyledir.
İstenildi, yalnızca birkaç dosya şöyle bir atıldı, ülke karıştı. “Şimdi gemi var gemicik var... Bulabilirseniz yapın.”a rahmet okutacak “kutu var, kutucuk var” skandalı açığa çıktı polisin “Ak Eller Operasyonu” ile.
Bakanların değil, hükümetin istifası ile sonuçlanması gereken bu kirli süreçte milletin oylarıyla milletvekili çıkarıp TBMM'de grup kurmuş muhalefet partileri CHP ve MHP, “temiz ülke istiyoruz” diyerek, seçmenlerinin demokratik haklarını kullanıp hükümeti protesto etmelerini sağlamak adına illerde 1-2 saatlik izinli mitingler yapabilirlerdi, tık yok! Millet, vatandaşlar kendi içinde konuşup söylenmek, dertlenmek, dertleşmek yerine sesini hükûmete karşı duyurabilirdi. Muhalefet bunun önünü bilinçli olarak açmıyor. Muhalefet etkin muhalefet yapsa, AKP iktidarı iktidarda kalamaz.
Ancak bizim milletvekillerimiz aralarında atışıp, laf yarıştırıp, yumruklaşıyorlar ve şimdi bütçe görüşmeleri bitti diye 2 hafta tatile çıkıyorlar. Kürsü ve Meclis dışında hiçbir somut muhalif etkinlik yapmayanlar (çene muhalefetleri) ya makamlarında milletvekilleriyle dahi görüşmezlik içinde oturuyorlar yada ABD gezilerine çıkıp, bununla da doymayıp ayaklarına giderek ABD Büyükelçileriyle görüşüyorlar. Aferin(!)
* * *
Polisin arşivlediği ve savcılığın talimatıyla harekete geçilen operasyonda İçişleri Bakanı'nın telefon görüşmeleri ve oğlunun durumu ortada, aynı içişleri bakanı hâlâ görevde duruyor ve soruşturmanın aslında tarafı olan kişi (İçişleri Bakanı) soruşturmayı yürüten polisleri görevden alıyor; görevini, gücünü kullanarak kendisi ve çevresine zırh oluşturuyor.
Yalnızca İçişleri Bakanı mı? O bakanın Başbakanı ve kabinesi de savunmaya geçip, başka görevden almalar ve Adalet Bakanlığı kanalıyla hakim-savcılar (yargı) üstünde “yürütme erki kontrolü” getiriyorlar. Tayyip Erdoğan doğru söylemiş, burası bir MUZ CUMHURİYETİ değilmiş(!)
Ve aniden bir genelge yayınlandı bu hafta. Hâkimler ve savcılarla ilgili inceleme ve soruşturma işlemlerini artık Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) değil Adalet Bakanlığı yürütecek (18 Eylül 2013 tarih 624 sayılı kararla yayınlanan 16 numaralı genelgenin 18. bendinde yer alan “kurul” ibaresi “Adalet Bakanlığı” olarak değiştirildi).
Neredeyse 1 hafta oldu. Bakanlar ve hükûmet istifa etmedi. Tayyip Erdoğan “istifa” ve “görevden alma” laflarını telaffuz etmeyecek, ettirmeyecek, “revizyon” diyecek, sihirli sözcük bu. “Zaten” bir revizyon olacaktı, bu da “o revizyon” olacak. Bebek katili terörist başı Apo'ya “İmralı” diyorlar ya. Aynı yöntem. Zihin-algı üstüne operasyonlar.
Tayyip Erdoğan, Halk Bankası ve Ziraat Bankası'nın göreve geldiklerinde zarar yazdığını, iktidarları döneminde ve bugün ise kâr ettiğini söylüyor. O zaman bir kuruma kâr ettiren bir memurun o kurumdan yada kurumdaki görevi üstünden haksız kazanç sağlama (belki onlar buna “kâr payı” diyor olabilirler) hakkı mı var? Halk Bankası genel müdürü bankaya çok kâr ettirdi diye evinde “kutu” içinde 10 milyon TL değerinde döviz bulunması mı lazım? Bu para kaynağı açıklanabilir bir paraysa, bunu kendi bankasına mevduat olarak yatırması gerekmez miydi? Aynı mantıkla, son 11 yılda Türkiye'nin çok kalkındığını ve zenginleştiğini söylüyor Tayyip Erdoğan, GSHM'nın misliyle arttığını söylüyor. E o zaman Halk Bankası ve ona çok kâr ettiren genel müdürü mantığıyla...
2014'TE NELER OLACAK?
“Bunları Yazamazlar – Şeytan, Firavun ve İşgal – 7” adlı yazımın içine kripto bir ifade yerleştirmiştim. Severim böyle şeyleri. Kriptoları deşifre etmeyi de severim. Dikkatli olanlar o yazımdaki o ifademi görmüştür. Hadi şimdi onu söyleyeyim: “Eğer 2014 sonuna kadar Türkiye yeniden bağımsızlığını ilan edemezse...”.
Normal şartlarda genel seçimler 2015 yılında olacak. Ancak ben AKP iktidarının iktidardan gitmesi için olası/olması gereken tarih olarak 2014 yılını vermiştim! Dikkatli okuyan bir kişi, “2015'te genel seçimler var ama 2014 yılı sonuna dendiğine göre demek ki yazarın 2014 ile ilgili öngörüleri var”, yorumunda bulunabilmiştir. “Gezi Parkı olayları vardı, hükûmetin gideceği yavaş yavaş belli oluyordu, ondan yazmıştır” demeyin. Yazımın yayınlanma tarihi 19 Mayıs 2013'tür.
İyi gören gözler için bazı şeyler olmaya başlamış hatta adeta netleşmişti. Yazın, dış kaynaklı başlayan, geneli itibariyle Mustafa Kemalci ve Türkçü vatandaşların alanlara Türk Bayraklarıyla inmeleriyle millileşen ve ardından PKK'lıların alanlara inmesiyle dağılan “Gezi Parkı” olayları oldu.
Hiddetli ve sinirli ve sürekli tehdit eden bir Başbakan'ın ülkesinde eğer ki ülkenin en zenginlerindenseniz, sanayiciyseniz, devletten ihaleler alıyorsanız, otelinizin kapısını hükümet karşıtlarına açmazsınız. Eğer açıyorsanız, bir daha bu hükümetten iş-ihale alamayacağınız açıktır. Ülkenin en zenginlerinden birisi, işi ve konumu icabı paraya önem veren birisi bunu yapar mı? Yaptı. O zaman para kaybetmeyi göze alamayacağına göre, AKP hükümetinin gideceğini görmüş yada duymuş demektir. Bu sonucu çıkarabiliriz.
SİSTEM'in (Küresel Sistem) seçkinlerine plan/projelerini tebliğ ettiği, piramidin tepe buluşma noktalarından Bilderberg toplantılarının daimi katılımcılarından patron Koç'un aldığı tavır bu.
Bir diğer katılımcı Ali Babacan ise, bu genç yaşında (tam 1 yıl önce Aralık.2012'de) bir sonraki dönem için “siyaseti bırakacağını” açıkladı. Her şeyin tesadüf olduğu bir ülkede, büyük olasılıkla bu da müteselsil tesadüflerdendir. Bu tesadüfün yanına vikileaks belgelerinde (ABD elçilik-hükümet gizli yazışmaları) büyük yolsuzluklar yaptığı bilgisi-istihbaratı geçilmiş ve İsrail-ABD sevgilisi olan Mustafa Sarıgül'ün adının öne fırlaması da bu tesadüfler zincirinin bir halkası olsa gerek.
Benim öngörüme göre, Gülenci/cemaatçi milletvekilleri yerel seçimler öncesi istifa etmeyecekler, çünkü içlerinde AKP ile yerelde aday olacak isimler var. Öncelikle koltuklar alınacak AKP kullanılarak. 2014'te ve büyük olasılıkla yerel seçimlerden sonra AKP – F.Gülen kavgası savaşa dönüşecek, belki yine kasetler havalarda uçuşacak, daha neler neler olacaktır. Yerel seçimler sonrası, cumhurbaşkanlığı seçimleri (Ağustos.2014) öncesi ama mutlaka (erken seçim olmazsa) genel seçimler (Haziran.2015) öncesi cemaatçi milletvekilleri AKP'den güruh halinde istifa edeceklerdir. Yeni bir siyasi parti kurulup, AKP deliğe süpürülebilir. Her şey 2014 yılı içinde netleşecek.
Yakın bir dostuna söylediklerini o yakın dosttan öğrenen Hürriyet Gazetesi yazarı Tolga Tanış köşe yazısında paylaştı, Kemal Kılıçdaroğlu 2014'te cumhurbaşkanı adayı olacakmış. Kazanırsa zaten cumhurbaşkanı, kaybederse de siyaseti bırakacakmış. Yerine kim gelecek? Büyük olasılıkla Mustafa Sarıgül.
Yani alan temizliği yapılmaya başlanır. AKP ve Tayyip Erdoğan deliğe süpürülür. Fethullah Gülen'e sevgi besleyen ve yakınlık duyan (bunu açık açık ifade eden) Mustafa Sarıgül'ün yönetiminde bir USA-CHP (F-CHP), ve deliğe süpürülmüş kapkara bir AKP, ve dürüst/temiz/dindar propagandasıyla cemaatçi AKP'lilerin kuracağı kuracağı yeni XXX partisi, değişmez genel müdürüyle MHP, ve bu yerel seçimler sonrasında belediyeleri özerklik ilan edecek BDP, erken seçim olmazsa 2015 genel seçimlerine girer. Seçimlerden de büyük olasılıkla Mustafa Sarıgül'lü CHP çıkar. Denklem böyle oluşursa 2015 sonrası için ABD ve İsrail'in olası İran operasyonundan artık söz etmeye başlayabiliriz.
Ama Numan Kurtulmuş ve Abdullah Gül, denklemde başrolde olmak isteyecek kişiler. Bu denklemin Türkiye'den oluşturulmadığı da kesin. Başbakan ve milletvekili olmadan önce yalnızca AKP Genel Başkanı iken ABD'ye giden Tayyip Erdoğan'dı (sonrasında Fadıl Akgündüz'ün milletvekilliği düşürüldü, Siirt ilinde yeniden milletvekilliği seçimi yapıldı ve Tayyip Erdoğan milletvekili seçildi), daha bu ay ABD'ye giden ve ülkedeki yolsuzluk kaosu içinde ABD Büyükelçiliğine APO'nun eski avukatı Sezgin Tanrıkulu ve ekibiyle koşan da Kemal Kılıçdaroğlu.
Gündömünde yazacaklarım bunlar. Gündönümü dediysem, 21.Aralık'ı kastettim, başka bir şey anlaşılmasın!
Tevfik BİR
22 Aralık 2013
http://www.milliirade.org/index.php/template/2011-08-04-23-45-19/tevfik-bir/mib/giderken-bitenler-ve-2014-te-olacaklar-tevfik-bir.html

Sistemin Yumuşak Karnı Yasin El Kadı



AKP'yi bitirmeyi hedefleyen yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun engellenen ikinci dalgasına ilişkin haberler gösterdi ki, dosyanın ana teması Başbakan Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan üzerine kurulu. Ekonomik büyüklüğü 100 milyar doları aşan yolsuzluk zinciri iddialarının içerisinde, bu kez 'yumuşak karın' olarak ortaya çıkan isim ise Yasin El Kadı.
Yasin El Kadı, 2001 yılından bu yana Türkiye gündemini ara ara işgal eden, AKP'nin ilk iktidar yılında "El Kaide'nin Türkiye finansörü" sıfatıyla gazete manşetlerine konu olmuş bir isim. ABD, Birleşmiş Millet ve Avrupa Birliği'nin terörist listesinde yer alan Yasin El Kadı'nın 2001 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla malvarlığı donduruldu, Türkiye'ye girişi yasaklandı.
Operasyonun engellenen ikinci dalgasına ilişkin dosyada Yasin El Kadı için şu iddialar yer alıyor:
"Türkiye’de Albaraka TÜRK ve BİM mağazalarının gizli ortağı olduğu tespit edilmiştir. Yasin El Kadı’nın, arandığı dönemde Başbakanlık inisiyatifiyle Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası yaptırımlara aykırı olarak, Türkiye’ye defalarca geldiği belirlenmiştir. Başbakan Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan ile gizli ticari ortaklık içerisinde şirketler kurarak faaliyet gösterdiği ve Başbakanla yapılan gizli görüşmeler gerçekleştirdiği tespit edilmiştir.
 Yasın El Kadı’nın oğlu Muaz El Kadı İle Bilal Erdoğan’ın gizli ortakları arasında bulunduğu Bosphorus 360 şirketinin, inşaat sektöründe imar sorunu yaşayan işadamlarına rüşvet karşılığı yardımcı olduğu belirlenmiştir. Rüşvet bizzat Başbakanın talimatı ve bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir. İşadamları aldıkları kamu ihalelerine karşılık, rüşvet olarak Bilal Erdoğan’ın yöneticileri arasında bulunduğu, Erdoğanların Aile Vakfı olan TÜRGEV’e bağış adı altında yardım yapmışlardır."

GAYRİMENKULE Mİ GİRDİ?
Yasin El Kadı'nın Türkiye'ye girişiyle ilgili iddiaya dayanak oluşturan ilk belgeler 2004 yılına ait. Bu, operasyon dosyasından edindiğimiz bir bilgi değil. Ticaret Sicil Gazetesi kayıtlarına göre Kadı, 2004'te Türkiye'de bulunan şirketleri ile ilgili bir dizi değişiklik ve satın alma gerçekleştirdi. Bunlara ilişkin imzaları bizzat kendisi attı; herhangi bir vekil aracılığı kullanmadı. Yani, resmi kayıtlara göre, noter tasdiki de gereken bir dizi işlem için bizzat Türkiye'ye geldi.
Yasin El Kadı'yla ilgili son iddia ise bu yıl şubat ayında yine Türkiye'ye geldiği, Başbakan Erdoğan'ın koruması İbrahim Yıldız'la beraber bindiği aracın kaza yaptığı, kazanın ve Kadı'nın isminin saklandığı yönündeydi. Bu arada, yine Ticaret Sicil Gazetesi'nin kayıtlarına göre, 'Yassen Abdullah A. Kadı' isimli bir şahıs Mart 2013'te -kaza iddiasından hemen sonra- vekili aracılığıyla Gulf Group Gayrimenkul adlı bir şirket kurdu. Abdullah oğlu Yasin El Kadı ile büyük bir isim benzerliği içermiyorsa, Kadı'nın Türkiye'de gayrimenkul işine girmeye hazırlandığı söylenebilir diye düşünüyorum.

ÜLKER ORTAKLIĞI
Türkiye medyasında Yasin El Kadı'nın bilinen ortakları arasında Cüneyd Zapsu'nun ismi ön plana çıkartıldı. Erdoğan da o dönemde Kadı'yı Cüneyd Zapsu'nun ortağı olarak tanıdığını dile getirdi ve 'kendisine kefil olabileceğini' ifade etti. Oysa Yasin El Kadı'nın daha önemli ortağı, Başbakan Erdoğan'ın uzunca bir dönem bayilik işlerini yaptığı, bugün artık ulusötesi bir firmaya dönüşen Ülker Grubu'ydu. Yasin El Kadı, 2003 yılına kadar Ak Gıda ortakları arasındaydı, bizzat Sabri Ülker ile ortaklık ilişkisi bulunuyordu. Ne ilginçtir ki Kadı'nın gazete manşetlerinde yer aldığı 2003 yılında da, izleyen yıllarda da kendisinin Ülker ile ortaklığı haberlere yansımadı.

CİNER'E KADAR UZANIYOR
Yasin El Kadı, bugün hala Caravan Dış ticaret ve Ella Film Prodüksiyon'un ortağı görünüyor. Her iki şirketin de eski ortağı Mehmet Fatih Saraç. Saraç, Ciner medyanın ortakları arasında yer alıyor. İkili daha önce BİM'de de ortaktı. Kamuoyunda çokça konuşulduğu üzere BİM'in eski/yeni ortaklar zinciri ise Ekrem Pakdemirli'den başlayıp Mustafa Latif Topbaş'a ve Zapsu ailesine kadar uzanıyor. Yasin El Kadı'nın Ak Gıda'daki eski ortakları arasında da Sabri Ülker'in yanı sıra Mehmet Fatih Saraç, Geylani Zapsu, Ahmet Afif Topbaş bulunuyor.

FARKINDA MISINIZ?
Farkında mısınız? Yasin El Kadı bağlantılı isimler alt alta dizildiğinde, operasyonun engellenen ikinci dalgasının korku saldığı halkanın, -Erdoğan kadar olmasa da- yüksek nüfuzlu kişilere uzandığı görülüyor. Bu büyüklükte bir iddianamenin, sermaye yapısından medyasına ve siyasete 'yeni Türkiye' yapısını sarsacak boyutlara ulaşması mümkün.
Lakin biz esasen bunca yıldır Yasin El Kadı'nın gerçekten El Kaide bağlantısı olup olmadığını dahi bilmiyoruz. Çünkü, 11 yıllık AKP-Cemaat koalisyonu boyunca Kadı'nın bağlantıları yeterince araştırılmadı. Ticaret Sicil Kayıtları'nda bulunan bilgilerin dahi üzerine gidilmedi, bilgiler kamuoyundan gizlendi, davalara konu edilmedi. Tıpkı, muhalefet partileri ile basının bulup ortaya koyduğu tüm diğer yolsuzluk iddialarında olduğu gibi...


BİR ÇEKİNCE
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda, gerek bakan çocuklarının tutuklandığı ilk halka gerekse de gerçekleştirilemeyen ikinci halkada, iddiaların ne derece doğru olduğu tartışmalı. Siyasi hesaplaşma aracına dönüşen davalar nedeniyle uzun süredir yargıya güvenin sıfırlandığı bir ortamda, yine açık bir siyasi operasyon olan yolsuzluk dosyalarına güven içinde bakılması imkansız. Ancak bunca yolsuzluk iddiasının dikkate alınmaması da imkansız. Özgür Mumcu'nun Twitter'da dediği gibi; "Cemaat var diye yolsuzluğu, yolsuzluk var diye Cemaat'i görmeyecek değiliz."
Gülşah Karadağ
gulsah.karadag@gmail.com

28 Aralık 2013 Cumartesi

İşte Müstakbel Başbakan!..





AKP’de çözülmeler sürüyor. Gidişat, 28 Şubat sürecinde DYP’nin başına gelenleri ve Refahyol’un çöküşünü hatırlatıyor…. Son kilit isimler Abdülkadir Aksu ve Kadir Topbaş olacak. Bakalım onlar ne zaman, hangi cenahı seçecek?.. Ali Babacan ve Mehmet Şimşek hepsinden önemli tabii!..
Bugün itibarıyla “hasar tespit raporu”  şöyle:
Başbakan Erdoğan’ın önünde iki seçenek kalmış gibi; İstifa ve yeniden hükümeti kurma görevini alıp, Meclis’ten güvenoyu isteme ya da erken seçime gitme…
İstifasını verdiği gün, şimdilik “Çin işkencesi”  şeklinde sürdürülen AKP’deki çözülme öyle hızlanır ki, Meclis çoğunluğunu kaybedebilir. Bu durumda da Cumhurbaşkanı Gül, Erdoğan’a değil, bir başka isme hükümeti kurma görevini verir. Yani Erdoğan, Hocası merhum Erbakan gibi “havada-karada ikmal”  falan yapamaz, Köşk’e çıkamadan çakılır, kalır!..
Direnir ve Cemaatle savaşı sürdürürse; AKP’yi Meclis çoğunluğunu kaybedecek şekilde yine parçalarlar. Gül, AKP’den kopmuş bir isme hükümeti kurma görevini verir. Yeni AKP ve CHP ortaklığı, yetmezse yanlarına BDP’yi de katıp ülkeyi yerel seçime, ardından erken genel seçime götürürler.
Her iki durumda da Meclis’te çoğunluğu yitiren Erdoğan’ın dokunulmazlığı kaldırılır, askeri darbe değil, ama “Cemaat  darbesiyle”   “Mursi’nin akıbeti”  yaşatılır!..
Olası bu geçiş döneminin müstakbel Başbakan adayına gelince; Hemen hemen belli gibi. Kim mi?
Önce Başbakan Erdoğan’ın hasta olduğunun ortaya çıkması üzerine 4 Aralık 2011’de Silivri’den yazdığım “İngiltere-ABD-Almanya Şeytan Üçgeni”  başlıklı yazımdan bazı bölümleri aktarayım:
“Bugünlerde bir anket yaptırıp Erdoğan sonrası AKP’nin akıbeti ve başına kimin gelmesinin iyi olacağının sorulduğu ortaya çıktı!.. Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç favoriymiş.
ABD’de bir düşünce kuruluşunun bir süre önce Ali Babacan’lı senaryo geliştirdiğini yazmıştım… Ne tesadüf?!..
ABD’nin 2 numarası Biden çok önemli bir çuvalla Türkiye’ye geldi. Gül’le görüşmesi 1 saat plânlanmışken 2 saat sürmüş ve Biden’in izlenimi: ‘Gül bilge biri, sorunlara yaklaşımına takdir duyuyoruz’ olmuştu… 
Biden’e Ali Babacan refakat etti. O da epey takdir ve beğeni topladı… Ya, böylesi bir ziyaretçi ve gündem varken Dışişleri Bakanı Davutoğlu neredeydi? Neonazilerin öldürdüğü Türklerin hak ve hukukunu savunmak için Almanya’da. Hem de 5 günlüğüne, hem de yanına öyle bir gazeteci ordusu almadan… 
Davutoğlu’nun zamanlaması ve içeriği açısından dikkat çeken bu uzun ziyareti için, Erdoğan sonrasının lider arayışlarında Avrupa’nın patronu haline gelen (İngiltere’yi hiç Avrupa’da saymadım; o ABD’nin yanında-arkasında) Almanya’nın nabzını tutma desem… Burada durayım, o kadara aklım ermez!..
Almanya’ya gelince; şöyle bir daha durup düşünmemiz gerekiyor, söylenecek ve sorulacak çok şey var zira. 2002’de DSP-MHP-ANAP hükümetinin, Almanya’da yazılan bir ‘senaryo’  yüzünden erken seçime gittiği ve AKP’nin hepsini silip-süpürdüğü…” 
-O Senaryo-
Silivri’deki bu yazımda bahsettiğim Ali Babacan’lı senaryo New York Üniversitesi’ndeki Küresel İlişkiler Merkezi (CGA)’nce hazırlandı, adı da “Türkiye 2020”  idi.
CGA’nın özelliği, daha önce Irak, İran, Çin ve Rusya üzerinde çalışmış olması. “Türkiye 2020”de yer alan üç senaryo ana hatlarıyla şöyleydi:
Bağnaz  İslâmcılık : AKP 2020′de, laik muhalefetin zayıflığından yararlanıp, muhafazakâr kentli alt-orta sınıfların taleplerini karşılayarak, İslâmcı Saadet Partisi (SP)’yla ittifak oluşturur. Sünni İslâm iç ve dış politikada başat güç olur, azınlık görüşleri dışlanır.
Bağnaz Laiklik : Gelecek yıllarda AKP sosyo-ekonomik sorunlarla, İslamcı eğilimlerine yönelik artan direnişle ve kötüleşen bir güvenlik durumuyla yüz yüze kalır. Bu da CHP için, ordunun ve MHP’nin desteğiyle iktidara gelme fırsatı yaratır. Yeni koalisyon güçlü, güvenli ve laik bir Türkiye’yi hedefler. Ancak bu hedef doğrultusunda otoriterliğe meyleder.
Siyasi Çoğulculuk : AKP’nin gücü bu yıl zirveye çıktı, ama gelecek yıl ve sonrasında kısmen seçmenlerin beklentilerini karşılamadaki başarısızlıklar, kısmen de anayasal sınırları zorlaması ve muhalefetteki canlanma nedeniyle hegemonik pozisyonuna yönelik meydan okumalar artar. Erdoğan’ın başkanlık sistemini getirme çabaları, medyaya yönelik süregiden kısıtlamalar ve apaçık ‘İslami’  bir dış politika, birçok ılımlı seçmenin ve siyasetçinin iktidar partisinden uzaklaşmasına yol açar. 2015′teki seçimlerden AKP’nin hâlâ en büyük parti olduğu, fakat net çoğunluğa sahip olmadığı dengeli bir meclis çıkar. Bunun sonucunda yaşanacak siyasi tıkanıklık da 2017′de AKP’nin bölünmesi ve erken seçimlerle aşılır… Ali Babacan ön plana çıkıp, Erdoğan’la arasına mesafe koyar ve onu Kıbrıs sorununu görmezden gelerek AB üyeliği projesini çıkmaza sokmakla suçlar.
Son senaryoda CHP için de şu ilginç ifade kullanılıyordu:
“Yeni bir CHP liderleri kuşağı, partinin Kemalizm’in kutuplaştırıcı ideolojik yönleri yerine, demokratik yanlarını vurgulayan sosyal demokrat bir parti olarak yeni imajını sağlamlaştıracak.” 
-Kılıçdaroğlu’na Göre “Temiz AKP’li”-
Şimdi yolsuzluk operasyonu başladıktan sonra dış ve iç çevrelerden gelen bazı açıklamaları alt alta koyalım:
AKP’nin kurulması ve iktidar olmasında önemli rol oynayan, özellikle “Kürdistan açılımlarının”  mimarı CIA uzmanı Henry Barkey, “Taraflar arasında bir kırılma yaşanıyor, ancak bu kırılma geçici olacak ve partinin başına başka bir isim geçtiği takdirde sona erecek, çünkü partinin tabanı ile Gülen Hareketi’nin tabanları aynı ideolojiye sahip… Yolsuzluk soruşturması sadece bakanlara değil, belki de Başbakan Erdoğan’a yakın başka isimlere de sıçrayarak daha da büyüyebilir. Bu nedenle adı yolsuzluğa karışmayan milletvekillerinin partiyi kurtarmak için dönebilecekleri tek isim Abdullah Gül’dür”  dedi.
Cemaatin Washinton Temsilcisi Ali H. Aslan, Pazartesi günü şöyle yazdı:
“Washington, Türk siyaset sahnesine daha makul ve şaibesiz aktörlerin girmesini ümit ediyor.”
Geçmişte CHP ile kavga eden ve “AKP’den vazgeçmeyeceklerini”  açıklayan Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda, bakanların istifa ettiği gün Twitter’dan, “İstifaların ardından Erdoğan’ın başı dertte. Belki de Türkiye’nin yeni bir başbakana ihtiyacı vardır; Daha az otokratik ve diyaloğa daha hazır”  şeklinde mesaj attı.
Partinin başına yeni isim… Adı yolsuzluğa karışmayan milletvekilleri… Makul ve şaibesiz aktörler… Yeni bir başbakan…
Türkiye’ye Başbakan aradıkları ve birilerini tarif ettikleri ortada!..
Bu mesajlar arasında hafta sonu bir isim daha ilginç bir açıklama yaptı. Bu kişi, son dönemde Washington ve ABD Büyükelçisi ile mesaisini yoğunlaştıran CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. Antalya programı sırasında bir grup gazeteciye şunu söyledi:
“Bunların ar damarı çatlamış. Bir iki bakan hariç hepsi kirli. Temiz adamlardan biri, kabinenin en genç bakanı Ali Babacan. Kendi işini yapan, tutarlı birisi…”
Kılıçdaroğlu’nun “Babacan”  vurgusu, tesadüf mü, yoksa yoğun dış mesailerde paylaşılan bir “bilginin”  ağızdan kaçırılması mıydı bilinmez, ama tüm yolların Babacan’a çıktığı kesin.
Bazı çevrelerin de İngiliz vatandaşı Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i “çok temiz”  diye ön plana çıkarmaya başladığını hatırlatıp, şunu söylüyorum:
Çok geç olmadan Türk Milleti’ne ait “milli senaryoyu”  yazmak zorundayız…
Değilse, yağmurdan kaçarken, çok feci bir doluya tutulacağız!..
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler
Müyesser YILDIZ
27 Aralık 2013