19 Ekim 2013 Cumartesi

Türkiye’deki CIA Kurgusu/Doç. Dr. Sait Yılmaz



ABD’nin Türkiye’de kurduğu birbirinin içine geçmiş zincirin halkalarını sırası ile CIA-ABD Dışişleri Bakanlığı-ABD Diplomatik Temsilcileri-Sivil Toplum Örgütleri olarak sıralayabiliriz. Bu yapının yoğunlaştığı faaliyet alanı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimiz, bunların sinir merkezi ise adeta bir ajan yuvası olan ABD’nin Adana Başkonsolosluğu’dur. Ankara’daki büyükelçilik ise ABD Dışişleri Bakanlığı adına ülkemize yönelik demokratik (!) çözümlerin ikna merkezi olarak, büyükelçinin başrolde olduğu yaklaşık 1500 kişilik bir ekiple çalışmaktadır. Bu elçilerin faaliyetlerini gelecek yazıda anlatacağız.
CIA elemanları daha çok ABD Büyükelçiliği bünyesinde legal olarak, diplomat sıfatı ile çalışır ve Türk hükümeti ile doğrudan muhatap olmak yerine Büyükelçilik kanalı ile resmi kanaldan ilişkide bulunur. CIA, kadrolarının bir kısmını diplomatik görünüm altında büyükelçilikte, konsolosluklarda istihdam ederken (bunlara konsolosluklara yerleştirilen kültür, ticaret vb. ataşelerini de dâhil etmek gerekir) ülkeye işadamı, teknisyen, hatta öğrenci olarak gelenler de CIA’nın kadrolarını oluşturmaktadırlar.
ABD Büyükelçisinin Ankara’da neredeyse resmi bir arabulucu konumuna yükselmesi; ABD Büyükelçiliğinin Ankara’nın siyasi trafiğini idare edebilmek için Washington’dan fazladan stajyer CIA ajanı getirecek konuma gelmesi; Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde oynanan gölge oyunlarının ne kadar geniş bir ağa sahip olduğunun acı bir göstergesidir.
Türkiye’de birçok askeri darbenin arkasındaki güç olan Amerikan gizli servisleri, Türkiye’nin dış politikasının bütün çizgilerini belirlemeye çalıştıkları gibi, iç politikaya yönelik müdahalelerde de bulunmaktan çekinmemişlerdir. Amerika çıkarlarını korumak üzere ilgili ülkelerde Amerikan ideallerini benimsemiş, uygun kadroların yetişmesine büyük önem vermektedir. Bu nedenle seçilen ülkenin güvenlik aygıtını oluşturan kadrolar, başta ABD olmak üzere Batılı merkezlerde eğitilmekte ve doktrine edilmektedirler.
CIA’nın devlet kurumlarımız içinde etkin bir yapılanması ya da doğru bir ifade ile sızması söz konusudur. Her bakanlıkta en azından bir müsteşar düzeyine ulaşan bu yapılanma dışında, bilinçli ve bilinçsiz olarak pek çok kişi de bu ağın içinde yer almıştır. Geçmişte CIA’nın Türkiye’deki derinliği ile ilgili İhsan Sabri Çağlayangil şöyle demekte idi; “CIA’nın adamı olursunuz, onun adına çalışırsınız ama bundan sizin haberiniz olmaz.”
1970’lerde İsviçre’de eski CIA görevlilerince çıkarılmakta olan “CIA Insider” dergisi siyasi baskılar sonucu kapatılmadan önce çok önemli ifşaatlarda bulunmuş ve çeşitli ülkelerde CIA için çalışanların isimlerini açıklamıştı. Temmuz 1978’de bir Türk gazetesinin aktardığına göre CIA arşivlerinden sağlanan belgelerde; Türkiye’den Ahmet Kabaklı (Tercüman Gazetesi), İlhan Çevik (Turkish Daily News), Metin Toker (Milliyet Gazetesi), Şaban Karataş (TRT eski Genel Müdürü), Tekin Erel (Son Havadis Gazetesi) gibi isimler bu listede yer almakta idi.
2013 yılı Nisan ayında TBMM içinde CIA’dan maaş alan 32 milletvekilinin listesi ABD kaynaklı bir internet sayfasına kaza ile kondu ama kısa süre içinde çekildi.
Batılı ajanların sızdığı sivil toplum örgütleri; istihbarat işlevlerinden daha çok Türkiye’de kitle örgütlerini, meslek odalarını, sendikaları giderek eritip-bitirdiler, Türkiye’yi teslim almanın vasıtası haline getirdiler. Bunlar olmadan Türkiye’de iç dinamikleri kontrol etmek ve kendi amaçları doğrultusunda dönüştürmek mümkün değildi. Bu yapılar vasıtası ile Türkiye bugün tarihinde hiç olmadığı kadar yaygın ve etkili bir istihbarat ağı ile sarılıp, sarmalanmıştır.
Bu ağ Türkiye’yi bölmek ve dönüştürmek isteyen ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) emrindedir. Bunlar vasıtası ile toplum ve değerleri yozlaştırılıp, çürütülmekte, ulusal değerler yıkılmaktadır. Açıkça ulus-devlet, milli egemenlik ve bağımsızlık düşmanlığı yapılmakta, Amerikancılık, AB’cilik ve vatansızlık meziyet haline getirilmektedir.
Demokrasi geliştirme görüntüsü altında ABD’nin çeşitli ülkelere sızma kutusu olan parti örgütü NED ve NDI’nın Türkiye’de çalıştığı kurumlar arasında; TESEV, TÜSES, TÜSİAD, KADER, Türk Parlamentolar Birliği, TESAV, Türk Demokrasi Vakfı, Meclis Anayasa Komisyonu gibi pek çok yapı bulunmaktadır. Bu yapılar içinde öne çıkan isimler saymakla bitmez. Brüksel ve Washington’da temsilcilikler açan Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD); Amerikan yönetimi, Kongre, iş çevreleri, düşünce kuruluşları ve çeşitli Türk-Amerikan dernekleri ile işbirliği içindedir.
Ayrıca Brookings Institution, German Marshall Fund, CFR gibi önde gelen görünüşte düşünce merkezi olan istihbarat teşkilleri ile Türkiye programları oluşturmaktadır. Gülen cemaatinin Türk İşadamları ve Sanayicileri Konfederasyonu (TUSKON) ise Pekin, Brüksel ve Moskova’dan sonra 2008’de Washington’da temsilcilik açtı ve kendi gündemine uygun Amerikan yatırımcıları, düşünce çevreleri ve idari kurumlar ile işbirliği yapmaktadır.
Gene cemaat bağlantılı Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) da ABD başkentinde açtığı temsilcilik vasıtası ile Amerika’daki düşünce kuruluşları ile Türkiye programları yürütmekte ve buralarda Türk kökenli Amerikalı uzmanlar (Ömer Taşpınar, Soner Çağaptay) çalışmaktadır. CIA”nın kontrolünde hizmet veren Richard Brookings Enstitüsü, Sabancı Üniversitesi’yle ABD’de ortaklaşa toplantı düzenledi.
Güler Sabancı’nın da katıldığı toplantıda konuşan Yahudi lobisinin önemli ismi Richard Holbrooke, “Türkiye’nin, İran ile ilişkilerinde dikkatli olacağını umarım” demişti. Wolfowitz, Sabancı Üniversitesi ve Brookings Enstitüsü adlı düşünce kuruluşunun Washington”da düzenlediği 2. Sakıp Sabancı konferansında “Doğu ve Batı’yı Kucaklayan Türkiye” başlıklı bir sunum yaptı. CIA’nın kendisi de Türkiye hakkında bilgiler yayınlamaktadır.
CIA’ya göre; Türkiye’de nüfusun yüzde 70-75’ini Türk, yüzde 18’ini Kürt ve yüzde 7-12 kadarını “diğer azınlıklar” oluşturmaktadır. Buradan hareket edilerek, yine CIA verilerine göre Türkiye’deki Kürt nüfusun 14 milyon 525 bin olduğu sonucuna varılabilir.
CIA’nın başka ülkelerdeki ilişkilerinin fark edilmemesi için ABD’deki sendika, dernek, vakıf, özel kuruluşlar aracılığıyla seçilen ülkedeki benzerine para aktarılır. Böylece hem arkasındaki CIA kaynağı gizlenir hem de bu kuruluşların “Amerikan kuklası” olarak anılmasının önüne geçilir. Eski CIA Başkanı Stansfield, 1967 yılında Amerika’nın başka ülkelerdeki yararlı ve dost unsurlarına harcadığı paranın yılda 10 milyon dolara vardığını açıklamıştı.
Ancak yapılmakta olan öylesine büyük bir operasyondu ki, Ford, Rockfeller ve Carnegie Vakfı dışında yabancılara burs veren kurumların 1963-1967 arasında harcadığı paranın üçte biri CIA’dan gitmişti. Bugün bunlara George Soros gibi yeni oyuncular eklendi. Soros’un şebekesi Türkiye’de bölücülüğün, etnik ve mezhepsel ayrımcılığın körüklenmesi ve TSK.nın nüfuzunun kırılması işinde özellikle Taraf gazetesi aracılığı ile ABD’ye ciddi katkılar sağladı.
Soros Vakfı’nın dört yönetim kurulu üyesi TESEV’in Yönetim Kurulu’ndadır. Kıbrıs’ta Annan Planı’nın desteklenmesinde işbirliği yaptılar. TESEV’in dağıttığı Kıbrıs Kitapçığı Oslo’daki Uluslararası Barış Enstitüsü tarafından hazırlandı. Türk-Yunan Forumu üyelerinin bir kısmı da TESEV yöneticisidir. İşin bir de Avrupa Birliği cephesi var ki, AB’nin sağladığı kurgu, ABD’nin ki ile uyum içinde ve tamamlayıcıdır. AB Sivil Toplumu Geliştirme Programı tarafından organize edilen Türk Yunan Sivil Diyaloğu çalışmaları Bilgi Üniversitesi tarafından organize edilmektedir.
CIA Yöntemleri
Amerikan Teknik Yardım Programı çerçevesinde görev alacak öğretim görevlileri kısmen doğrudan doğruya Amerikan yardım teşkilatına bağlı Amerikalı uzmanlarca, kısmen de Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayıyla bizzat Yardım Teşkilatı’nın yaptığı sınavlar sonucu seçiliyordu. Burs alan kişilerin öğretim dalları da yine uzmanlarca saptanmaktaydı. Bursiyerler Amerika’ya gittikten sonra önce bir süre Washington’da kalıyor ve orada “Amerikalılaştırma Enstitüsü (Institute of Americanization)” tarafından Amerikan toplumuna karşı sempati ve o toplumun değerlerini benimseme eğitiminden geçiriliyorlardı.
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yönetilen bu eğitim, bursiyerin oradaki okulunda da devam eder, yurda döndükten sonra bu kişi Amerikan Yardım Teşkilatı tarafından takibe devam edilirdi. Bu kişilerin daha sonra Milli eğitim örgütünden önemli yerlere tayin edilmesi ve böylece arzulanan eğitim politikasının yerleşmesine çaba gösterildi. Amerikalılar, eğitim müfredatını teknik alanlara yayarak üniversite öğrencilerinin politize olmasını önlemek istemiş ama 1960 Devrimi olunca yanıldıklarını anlamışlardı.
DP iktidarının ilk yıllarında İmam Hatip Liselerinin açılmasını teşvik eden ABD, bunun yeterli olmadığını görünce başka arayışlara girdi.
ABD Savunma Bakanlığı’ndan ayrı olarak CIA, kendi amaçları için bütün dost ve müttefik Üçüncü Dünya ülkelerindeki sivil ve askeri teşkilatlarının eğitilmesini ve donatılmasını üstlenir. Buralarda çalışan yüzlerce kişi Amerika’ya götürülüp kurs görürler. Son yıllarda ortaya çıkan Vikileaks belgelerinden de CIA’nın Türkiye’deki ağı hakkında bilgi sahibi oluyoruz.
Örneğin Freeland adlı şirket; özel şirketler adına ABD’nin Türkiye’den ihtiyaç duyduğu gençlerden bir kadro kurup, enformasyon toplamaktadır. Gene Vikileaks’te yer alan üç belgede; Fulbright’ın Türkiye’den 2008, 2009 ve 2010 yıllarında geleceğin liderleri olarak yetiştirilmek üzere seçtiği 100’den fazla isim yer almaktadır. Bu isimlere internetten çok rahat ulaşabilirsiniz. Fulbright’ın her sene Türkiye’den Amerika’ya taşıdığı 250 öğrenciden en azından 50’sinin CIA tarafından devşirildiği sır değildir.
Keza ABD’deki York Trade, eğitim danışmanlığı görüntüsü altında adam toplamaktadır. Türkiye’deki birçok ünlü üniversitenin ABD ile olan ve eğitim amacı dışına taşan bağları sır değildir. Hatta bu üniversitelerin öğretim kadrosu ve yönetimin belirlenmesinde bu dış bağlar etkili olmaktadır.
Pek çok akademisyen sözde bölgesel analiz yapıyorum diye bu üniversitelerin ABD’deki efendileri olan üniversite ve araştırma merkezlerine raporlar göndermekte, karşılığında ise yaz aylarında akademik görüntü altında ABD’ye bedava seyahat imkânı ve atölye çalışmaları ile değerli (!) görüşlerini paylaşma ve ABD’nin tekelinde olan uluslararası dergilerde yayın yapma fırsatı bulmaktadırlar.
Türk öğrencilerin başına sarılan pek çok bölümde eğitimin İngilizce olması ve akademisyenlere SCI yayın yapma zorunluluğu Amerika’nın dayattığı bir sistemdir. Böylece Türk öğrenciler Amerikan doktrinine uygun hale gelmekte, akademisyenler ise Batılılar tarafından kontrol edilen SCI yayınlarına bilgi transfer etmek zorunda kalmaktadırlar.
CIA’nın bugüne kadar Türkiye içinde uyguladığı strateji; ideolojik ayrıştırma, etnik farklılıkların körüklenmesi, laik-dinci çekişmesi yolu ile halkın birbirine düşürülmesi, sürekli bir gerilim ve çatışma havası ile toplumsal muhalefetin beslenerek, rejimin gerektiğinde restorasyonu için ülkenin yeni tip hükümetlere hazırlanmasıdır. Her açıdan güvenlik ve istihbarat için buna uygun sosyal sistem gerekli idi.
Ülke yönetimi kendi başına yönetilmemeli, en azından kendilerini bu kadar özgür (there will no free ride) hissetmemeliydiler. Ülke üzerinde korku mekanizması yaratılması ve manipülasyon için gene ülke medyası kullanılmaktadır. Yapılan işin özeti; kamuoyu algılama süzgeci yaratmak (public perception manufacturing), bunun içinde içerik katma (autentification) ve başka kaynaklardan doğrulama (verification) yapmaktır.
Uyutulacak toplum, öncelikle CIA uzmanlarınca siyasi, sosyal ve psikolojik incelemelere tabi tutulur, daha sonra elde edilen veriler doğrultusunda o topluma uygun bir “uyutma paketi” hazırlanır ve bu uyutma paketi söz konusu toplumu istenilen yönde biçimlendirmek için yavaş yavaş uygulamaya konulur.
Uyutma paketi uygulamaya konulurken, söz konusu toplumdaki en güzide kişiler ve kurumlar seçilerek devreye sokulur. Zaman zaman bu kişi ve kurumlar bile “neye ve kime” hizmet ettiklerinden habersiz ABD ve CIA’nın gönüllü neferleri olarak toplumun uyutulması projesinde yer alırlar. Uyutma Paketi daha çok medya iletişim araçlarıyla uygulanmaktadır. CIA’nın, Tavistock Enstitüsü aracılığıyla “uyutma paketi” uyguladığı ülkelerden biri de 1946′dan beri ABD’nin stratejik ortağı olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Eski CIA Ajanı Edward Snowden’in ortaya çıkardığı dinleme skandalı ABD Ulusal Güvenlik Ajansı NSA’nın yaptırdığı gizli telefon dinlemesinin sadece Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler ofislerini değil Türkiye, Yunanistan, Fransa ve İtalya’yı da kapsadığını ortaya çıkardı. Snowden’in Alman Der Spiegel dergisine sızdırdığı ‘Çok gizli’ belgeyle ortaya çıkan dinleme skandalında adı geçen kurum ve ülke temsilciliklerine mikrofonlar yerleştirip dinleme yapıldığı gibi bilgisayarlara da girilerek elektronik posta ve yazışmaların takip edildiği açıklandı.
NSA, her ay Almanya’da en az 500 milyon telefon konuşması, e-posta yazışmaları veya SMS mesajlarını takip etti. Son yıllarda Ergenekon operasyonlarına yansıyan ses kayıtları ve belgelerin kaynağını tahmin etmek zor değildir. Amerika’nın Türkiye’ye ilgisi yalnızca gelişmeleri izlemekle kalmıyor, Amerikan yardımları ve bunların organizasyonu ahtapotun avını sarmasına benzer şekilde gelişiyordu.
Amerika, Türkiye ile ilişkilerinde eğitime büyük önem vermişti. Hedef alınan kişilerin Amerikan yaşam tarzını benimsemelerine dikkat edilen ediliyor ve bu kişiler ajanlaştırılıyordu. ABD’nin Türkiye’ye sızma yöntemlerinden birisi ABD’den gelen akademisyen, emekli asker vb. rollerdeki Amerikalıların Türk kadınları evlenerek, hem Türkçelerini geliştirmeleri hem de sabit bir konum edinmeleri olmuştur. Bu yöntemin uzun vadeli ve istenen ajan miktarının çokluğu ABD’yi mahallinde eleman teminine ve özellikle ABD’de sağlanan eğitim imkanlarını kullanarak, daha kolay yaklaşma yoluna itmiştir.
ABD’nin terörle mücadele kapsamında verdiği istihbarat, tavşana kaç-tazıya tut demek işlevi görmektedir. Ankara’daki ABD Karargâhı olarak bilinen ve Irak’ın kuzeyindeki insansız hava araçlarından alınan görüntülerin aktarıldığı Savunma İşbirliği Ofisi (ODC) Başkanlığı, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği nezdinde faaliyet göstermektedir. 1947 yılından beri Türkiye’de kurulu olan ofisin, TSK.nın yanı sıra Amerikan istihbarat örgütleriyle de organik bağı bulunmaktadır.
ABD Büyükelçiliğine bağlı ODC, bünyesinde faaliyete sokulan “gerçek zamanlı istihbarat merkezi”, Türk tarafına hedefleri göstermekte, harekete geçip geçmemeye ise Türk tarafı karar vermektedir. Bu istihbarat uydu istihbaratı yanında insansız hava araçlarından gelen bilgilerle oluşturulmaktadır. ABD’nin Ankara ile anlık istihbarat paylaşımı için İncirlik’e konuşlandırdığı 4 adet İHA’nın görev yaptığı ‘Göçebe Gölge Operasyonu’; ABD Hava Kuvvetleri’nin yanı sıra Battlespace Flight Services adlı özel güvenlik şirketinden gelen personelle kurulan 30-40 kişilik kadro ile yönetilmektedir.
Uludere gibi bir trajediye karşın eski bir ABD yetkilisi, Göçebe Gölge’nin  genel anlamda başarılı olduğunu, Türklerin sınır ötesi harekâtını engellemekte son derece etkili olduğunu söyledi. Amerikalı analistler, kaydedilen videoyu Ankara’da bulunan ABD-Türk ortak istihbarat merkezine (füzyon hücre) göndermeden önce izleyip değerlendiriyor.
Böylece istihbarat anlık değil, genelde en az 15-20 dakikalık bir gecikme ile geliyor.

Yarın, Türkiye’deki ABD Diplomatlarının Faaliyetleri.

Doc.Dr.Sait Yılmaz
@DocDrSaitYilmaz

ulusalkanal.com.tr

17 Ekim 2013 Perşembe

ANDIMIZ ve REŞİT GALİP / Fethi Karaduman



Türküm doğruyum çalışkanım
İlkem; küçüklerimi korumak büyüklerimi saymak,
 Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek ileri gitmektir.

Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda gösterdiğin hedefe
durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!


                 
Atatürk döneminde 1932 yılında Milli Eğitim Bakanı olan ve yalnızca 11 ay görev yapan Reşit Galip okullarda öğrencilere okutulan ant’ın yaratıcısıdır.
Tıp eğitiminin yanında hukuk ve edebiyat doktoru da olan ve “ATATÜRK’ÜN FİKİR FEDAİSİ” OLARAK ANILAN Reşit Galip, Tıp Fakültesi ikinci sınıftayken, iki cepheye gitmek için gönüllü yazıldı. Balkan Savaşı’nda düşmanla çarpışırken yaralandı. Kafkas cephesine katıldı, verem mikrobu kaptı. Ordudan onbaşı rütbesiyle ayrıldı ve tıp öğrenimine geri döndü.
Reşit Galip, bu “seferberlik” döneminde, yeteri kadar ilaç ve doktor bulunmadığından, salgın hastalıklarla da çarpışan ordunun serum gereksinimi karşılamak için hocası ve iki arkadaşıyla birlikte laboratuvarda çalışmalara katıldı. O günün koşullarında yoksunluklar içinde Fransız hardal şişeleri laboratuvar tüpü olarak kullanılarak, gaz lambası ışığında 37 derecede tutarak bulaşıcı hastalıklara karşı bakteri, aşı, serum ürettiler.
Ancak, Orduya yaşamsal ölçüde gerekli olan aşıyı, serumu denemek için zaman yoktu. Bu nedenle REŞİT GALİP KENDİSİNİ KOBAY OLARAK KULLANARAK ÜRETİLEN SERUMU ÖNCELİKLE ÜZERİNDE DENEDİ. Böylelikle cephede savaşan Mehmetçiğe serumun yetiştirilmesi sağlandı.
Reşit Galip, Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’nda Tavşanlı cephesini örgütledi. Savaş kaçaklarını yargılayan İstiklal Mahkemesi üyeliği yaptı. Cumhuriyet’in kurulduktan sonra 1925’te milletvekili seçildi. 1932 yılında da Milli Eğitim Bakanı oldu.
Reşit Galip 11 aylık kısa bakanlık döneminde, Atatürk’ün de istekleri doğrultusunda, Türk Tarih Kurumu’nun temellerini attı. Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni Türk Dil Kurumu’na dönüştürdü.
Halkevleri’nin kurulmasına öncülük etti. Üniversite reformunu gerçekleştirdi. Köy Enstitülerine giden yolları döşedi. Bakanlığının hedefine “içinde 1 milyon kitap olan kütüphane” hedefini O koydu.
ÖMRÜNÜ VATANIN KURTULUŞUNA VE ÇAĞDAŞ CUMHURİYET’İN KURULUŞUNA ADAYAN REŞİT GALİP, 1934 YILINDA 41 YAŞINDAYKEN YÜREĞİNE YENİK DÜŞEREK YAŞAMINI YİTİRDİ.

BÜYÜK DEVRİMCİ REŞİT GALİP’İ BİR KEZ DAHA SAYGIYLA ANIYORUZ…
ANDIMIZI SONSUZA DEK OKUYACAĞIZ…



ÇATI KEKLİKLERİ



Bektaşi, Kuşlar Çarşısında gezerken gözü kekliklere ilişir. Bir grup kekliğin üzerindeki varakta, "Tane işi satış fiyatı 1 altın" yazıyor. Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki, fiyatı; 300 altın. Bektaşi’nin gözü 300 altınlık kekliğe takılır. Bektaşi dayanamaz sorar. “Bu kekliğin özelliği ve hüneri nedir ki, diğerlerinden çok pahalı?”  Satıcı, saymaya başlar…”Bu keklik özel eğitimli.  Bu kekliği alırsın, bir kaynak suyun başına koyarsın, keklik kafesin içinde şaklaya şaklaya öter, bunun sesini duyan öteki keklikler su başına gelir, sen de pusuda tüfeğini doğrultursun ve onları vurursun…” der.
Bektaşi, 1 Altın ederindeki keklikler dururken, 300 Altınlık kekliği alır. Çevredekiler şaşırırlar. Bektaşi, kafesin içinden kekliği çıkarır ve boynunu koparıp, dereye atar.  Sormuşlar; “Neden bu kadar para verip aldığın kekliğin boynunu koparıp attın?” Bektaşi’nin yanıtı, satıcıyı ve çevredekileri iyice şaşırtır: “Kendi sınıfını kandıran, yurduna ve halkına ihanet edenin sonu budur…”
İşte bu özel eğitimli keklikler Anadolu’nun bir çok yöresinde  “çatı kekliği” olarak bilinir.
Ülkemizde özellikle son yıllarda sureti Hak’tan görünen, Çatı keklikleri çoğaldı. Hatta bunlar Mustafa Kemal Atatürk’ün Partisinin yönetim kademesini bile ellerine geçirdiler.  Kemalizm’in özünü boşaltarak, onu “Küresel avcılara”,  yardım ve yataklıkta kullanır oldular. 
“Çatı keklikleri”, AB ve ABD’den yana öterek, Türk halkının Küresel Çetenin tuzağına düşmesinin, rahatlıkla avlanılmasının yolunu açıyorlar.  90 yıllık Kemalist Cumhuriyetin mirasını, “Atatürkçüyüz!” diyerek, Atatürk adına kemiriyorlar, kemirtiyorlar.
Anadolu’nun Haçlı zihniyetine teslim edilmesine katkı koyarak, Anadolu Coğrafyasının sinsice işgal ve istilasına, masum ve mazlum komşu ulusların katliama uğramasına yardım ve yataklık yapıyorlar. Arada sırada ise, sureti Hak’tanmış gibi yaparak “Atatürkçü!” kesilip rollerinin gereğince ya timsah gözyaşları döküyorlar, ya da Çatı kekliği gibi öterek, vatanın ve namusun elden gitmesinin, ulusal birliğin parçalanmasının, cumhuriyet yıkıcılarının iktidar olmalarının üzerini örterek, halkın bu olup-biteni görmeme ve bilmemelerini sağlıyorlar.  
Sondan başlayalım.
1.      AB İlerleme Raporu 15 Ekim 2013 günü açıklandı. CHP adına, Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak, "Rapor temelde AKP’nin Türkiye’nin AB projesini taşıyamadığını ortaya koymaktadır" dedi. Bu açıklamaya Genç bir arkadaşımızın yaptığı yorum üzerine hiçbir ekleme yapmayacağım. “CHP olarak biz AB Mandacılığını, Natoculuğu, emperyalizm uşaklığını, daha iyi yaparız; bize iktidar şansı verin bakın AKP'den nasıl daha ileri uşaklık yapacağız.”
2.      “Türkiye'nin Füze Savunma Sistemini Çin'den alma kararından ABD, NATO ile birlikte CHP de rahatsız oldu.”  CHP Milletvekili Faruk Loğoğlu, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle Meclis Başkanlığı'na soru önergesi verdi?” (Gazeteler)
Allah aşkına, Ülkemizin ve halkımızın onlarca yakıcı sorunu ortada dururken, ABD’nin,  NATO’nun derdi CHP’yi neden gerdi? Diye sormadan edemeyeceğiz. ABD'nin, Pentagon’un avukatlığına soyunmak da neyin nesi?
3.      CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, "Mensubu olduğum aile, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in soyundan geliyor, ‘Seyyid’ soyuyuz yani, ancak biz bunu siyasette kullanmıyoruz” diyor. Sanki soyunu-sopunu soran oldu? Bu söylem milleti aptal yerine koymaktır. Bal gibi kendine “seyyidim” diyerek oy devşirmeye çalışmaktır!
     “30 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” la seyyit, şerif gibi unvanları kullanması yasaklandı mı? Yasaklandı.
     Din ve inançların siyasette kullanılması Anayasal suç mu? Suç.
     Peki, bu yasalar Mustafa Kemal Atatürk’ün Genel Başkanı olduğu CHP tarafından çıkartılmadı mı? Çıkartıldı.
     Peki, Bay Çatı Kekliği, CHP'nin genel başkanı nasıl olurda böyle bir “soy-sop, din-iman” simsarlığına soyunur? 
            Altıok un defteri dürüldü. Devrimler için, bağımsızlık için, cumhuriyet için, halk için, laiklik için değil, Din için, etnik kimlik için, soy-sop için mücadele dönemi başladı CHP de. Kim peygambere daha yakın? Kim daha çok Müslüman? Kim daha Kürtçü, Kimin Soyu Kürt, Ermeni …, Kim dönme, Kim devşirme? Şimdi Y-CHP'nin çatı keklikleri, küresel avcılara, BOP projesine böyle hizmet sunuyorlar..
4.      CHP lideri Kemal KılıçdaroğluSelahattin Demirtaş’ı kendi partisinin yapısı içinde ve kendi görüşlerini seslendiren demokrat, zaman zaman hoşgörülü bir lider olarak görüyorum. Toplumsal barış konusunda iyi niyetli katkı vermek istiyor siyasete”. “Devlet Bey sokakta şiddeti azaltan, önüne geçen, ilkeleri olan saygın bir siyaset adamıdır.”
      AKP’nin, BDP ile Türkiye'nin bir bölgesini Kürdistan'a döndürmek MHP ile Amerikan imalatı  "Ilımlı İslamcı faşist diktatörlüğe " doğru sürüklediğini görmemek için kör olmak da yetmez. Hem kör, hem sağır, hem de gaflet, dalalet, ihanet içinde olmak gerek..
5.      CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Tunceli'nin adının Dersim olarak değiştirilmesi ile ilgili "Keşke referandum yapılsa, Ben o referanduma katılsam, Dersim olmasını isterim" dedi
     El insaf!,  biraz araştırırsa,  Dersim adının yörede yerleşik olan Desimlu Aşiretinin adından geldiğini, bu aşiretin, Dersim İsyanının köklerini hatta nedenini oluşturan Koçgiri İsyanında rol aldığını, Her iki isyanın da emperyalistlerce bağımsızlık savaşı ve devrimleri sonuçsuz bırakmak için kullanıldığını görecektir. Gerek Koçgiri, gerekse Dersim İsyanı Sevr Antlaşması'na uygun olarak “Bağımsız Kürdistan” devleti parolasıyla başlatılmıştır. Bu gün, BDP ve onun Genel Başkanı Demirtaş'ın  “Bağımsız Kürdistan”  özleminin ve Tunceli’nin adının Dersim olmasını istemesinin altında, Dersim isyanının elebaşı ve Koçkiri isyanının kışkırtıcısı Seyyid Rıza yatmaktadır.
Yani Tunceli adı;  Lozan’dır, Cumhuriyettir, Devrimlerdir, Bağımsızlık, ulusal birlik, ülke bütünlüğüdür, yurttaş olma bilincidir. Dersim; Sevr’dir, karşı devrimciliktir, Kürtçülüğün, bölücülüğün, vatasızlaştırmanın, emperyalizme uşaklığın, toprak ağalığının, köleliğin adıdır. BDP-AKP tarafından yürütülen, Dersim üzerinden Atatürk’ü, devrimleri, Kemalist Cumhuriyeti vurma operasyonuna katkı koymak, destek vermek ne anlama gelmektedir?
Geçmişte yapılıp söyleneler(Türban sorununu biz çözeriz !, diye başlayıp, bu gün “türbanı devletin her kurumuna sokulmasının önünü açmak vb.)  bir yana, yalnızca son birkaç ayda yapılıp söylenenler göstermektedir ki;
a)      CHP; gerçekten çatı kekliği devşirmeler tarafından ele geçirilmiş ve karşı devrim cephesine yama yapılma noktasına sürüklenmekte,  bu nedenle de kendi kaynağı, kuruluş felsefesi ve kurucuları, özetle kendi genleriyle kavga eden bir partiye dönüştürülmektedir.
b)      CHP; Cumhuriyetin kuruluş felsefesi bir yana bu felsefeyi reddeden, karşı devrimcilerin parti içinde itibar sahibi olduğu, gerçek Kemalistlerin itibarsızlaştırılarak tasfiye edildiği bir parti olma yolunda hızla ilerlemektedir.
c)      İşin daha da acı yanı; CHP'deki bu olumsuz gelişmeler,  yalnızca CHP’nin değil, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurup yücelttiği, bağımsız, halkçı, devrimci, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin de ele geçirilip dönüştürülmekte olduğunun da göstergeleridir... 
     Tüm bu olumsuzluklara karşın, kan ve irfanla örülen, kurtuluş ve kuruluşumuzun mimarı olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden, Kuva-i Milliye ruhundan doğan CHP'nin, eninde sonunda kendi genleri ve ruhunun “ya istiklal, ya ölüm” parolası ile ayağa kalkacağına olan inanç ve umudumuzu kuruyacağız.. 17.10.2013 Isparta

Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı