6 Mart 2013 Çarşamba

MASONLARIN YÖNETİMİNDEKİ ADD, KEMALİSTLERİ TASFİYE EDİYOR!



Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nin Isparta Şube Başkanı Mahmut Özyürek, ADD Genel Merkezi’nin kararıyla görevden alındı, üyeliği iptal edildi.
Peki, Mahmut Özyürek nasıl bir suç işlemişti de bu ağır cezaya çarptırılmıştı?
Mahmut Özyürek, günümüzün Hilafetçileri, Padişahçıları ve Şeriatçılarına karşı uzun bir süredir amansız bir savaşım veriyordu. Şeriatı ve şeriatçıları savunan valilerle mahkemelik oluyor, yılmıyordu.
Mahmut Özyürek; ABD vesayetçilerine, AB mandacılarına, özelleştirmecilere ve NATO’culara karşı ulusalcılığın bayrağını açmış, yiğitçe üzerlerine yürüyordu.
Kısacası, ADD Isparta Şube Başkanı Mahmut Özyürek, gerçek bir Kemalist idi.

ADD Genel Merkezi, elbette Mahmut Özyürek’i Kemalist olduğu için cezalandırmazdı, bir bahane bulmak, Mahmut Özyürek’e bir kulp takmak zorundaydı.
O kulpu buldular, Mahmut Özyürek’e bir iftira attılar, Isparta’da bir kadına tacizde bulunduğu yalanını uydurdular.
İftira ve yalan diyorum, çünkü Mahmut Özyürek hakkında herhangi bir kadın tarafından açılmış bir dava yok!
Dava yok, mahkeme yok, yasal karar yok!
Buna halkımız, “yargısız infaz” diyor.
Peki, Mahmut Özyürek’e yargısız infaz uygulayanların başında kim var?
Mahmut Özyürek’e yargısız infaz uygulayanların başı, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı Tansel Çölaşan’dır.
Tansel Çölaşan, Danıştay Eski Başsavcısıdır! Yani o bir hukukçu!
Eski başsavcı, hukukçu Tansel Çölaşan, ADD Isparta Şube Başkanı Mahmut Özyürek’e yargısız infaz uyguluyor!
Sizler, hukuk tanımazlık yalnız Silivri’de mi var sanıyordunuz?
Tansel Çölaşan’ın bir başka yönü daha var.
Tansel Çölaşan, bankada en az 15 milyon doları bulunduğu söylenen[1] gazeteci Mason Emin Çölaşan’ın eşidir.
Masonluk babadan evlatlara geçer, mason erkeklerin eşleri de çoğunlukla masondur.
Masonlar ulusalcı değildir.
Mason locaları Atatürk tarafından 1935 yılında kapattırılmıştır.
Hem mason hem Atatürkçü olunamaz!
Hem mason, hem Ulusalcı olunamaz!
Hem eşi hem de kendisi mason olan ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan, Atatürkçü ve Ulusalcı Mahmut Özyürek’i tasfiye ederek kendisinden beklenen görevi yerine getirmiştir.

Mason Tansel Çölaşan, Mahmut Özyürek’i ADD’den atmakla yetinmemiş, Mahmut Özyürek’in izinden giden ADD Isparta Şubesi Yönetim Kurulu üyelerinin tümünü de görevden almıştır.

ADD Genel Merkez Yönetimini ele geçiren Masonlar, Liyonslar, Rotaryanlar, ABD vesayetçileri, AB Mandacıları, NATO’cular, öyle anlaşılmaktadır ki yalnız Mahmut Özyürek’in tasfiyesiyle yetinmeyeceklerdir.
Artık hedefte, tüm Kemalist şube başkanları ve yönetim kurulu üyeleri bulunmaktadır! Bunların tümü, ADD’den atılacaklardır!
Nitekim ADD İzmit Şube Başkanı Hasan Kotan da uyduruk bir nedenle, iki gün önce görevden alınmıştır!

Şimdi soruyorum:
ADD’nin Kemalist şube başkanları sessiz kalıp, birer birer kovulmayı mı bekleyeceklerdir?
Önerim şudur:
ADD’nin Kemalist şube başkanları ve yönetim kurulu üyeleri hemen bir araya gelip ayaklanmalı ve başta mason Tansel Çölaşan olmak üzere, emperyalistlerin işbirlikçilerini ADD’nin başından alaşağı etmelidir!
Kemalist çözüm budur!

Yılmaz Dikbaş
5 Mart 2013

26 Şubat 2013 Salı

ADD Isparta Basın Açıklaması “AKP’nin kendi ile birlikte Türkiye’yi de bataklığa sürüklemektedir.”



Sayı:2013/
Kod: 32–116488
Konu: “AKP’nin kendi ile birlikte Türkiye’yi de bataklığa sürüklemektedir                                                                                             26.02.2013
                                                                                                          
BASIN AÇIKLAMASI
“AKP’nin kendi ile birlikte Türkiye’yi de bataklığa sürüklemektedir.”

Cumhuriyetimizin kuruluşundan doksan yıl sonra, senaryosu Pentagonun karanlık dehlizlerinde yazılan,  İkinci Mondros Mütarekesi” İmralı adasında sahneleniyor.
Bir farkla ki Mütarekenin yapıldığı adanın ve heyetlerin adları değişik. Mondros Mütarekesi; Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda Osmanlı Devleti temsilcisi Bahriye Nazırı Rauf Bey'in (Orbay) başkanlığını yaptığı Osmanlı Heyeti ile İngiliz Amiral Calthorp'un Başkanı olduğu İtilaf Devletleri Heyeti arasında yapılmıştı.  25 Maddeden oluşan Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti'nin devlet olma özelliğini ortadan kaldıran; Ordu bağımsızlığını yok eden; İtilaf Devletleri'ne Osmanlı topraklarım işgal hakkı sağlayan özelliklere sahipti.
İmralı Mütarekesinde, Rauf Bey'in yerini MİT Başkanı ve BDP Milletvekilleri, İtilaf Devletlerini adına Amiral Calthorp'un yerini ise, Emperyalist yağmacıların Türkiyeli uşağı, katil Öcalan almıştır.
Mondros Mütarekesi sonrasında, Başbakan İzzet Paşa, Türk heyetinin iyi karşılanması sebebiyle Amiral Caltrop'a teşekkür mektubu göndermişti.  Benzerliğe Bakın ki, Türkiyeli BOP Eşbaşkanı ve Öcalan karşılıklı olarak birbirlerine teşekkür mesajları iletiyorlar.
İmralı Mütarekesi görüşmelerinden dönen, işgal güçlerinin Türkiyeli temsilcileri, Öcalan'ın önceden hazırladığı ve ellerine tutuşturduğu açıklamayı okuyor. (Kandil’e ve hükümete ’de varmış)
“Bu görüşme, tarihi bir adımdır, tarihi bir süreç yaşıyoruz. Bütün taraflar, bu süreçte çok dikkatli ve duyarlı olmalıdır. Devletin elinde tutsaklar var. PKK'nin elinde de tutsaklar var. PKK, elindeki tutsaklara iyi davranmalı. Umarım en kısa zamanda ailelerine kavuşurlar”
Buradan anlıyoruz’ ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile, Devleti yıkmak, parçalamak için küresel çete tarafından kurdurulan ve finanse edilen PKK terör örgütü eşit ve eşdeğer konumda. İkisinin de elindetutsak var. PKKtutsak” elde edecek konuma yükselmiş.
Emperyalist yağmacıların Türkiyeli uşağı, katil Öcalan iki tarafa da “tutsaklara iyi davranın” talimatı veriyor.
Savaş Tutsağı, savaş hukukunda; “ devletlerarasındaki, savaş sırasında karşı tarafça yakalanan ya da hapsedilen kişi veya kişiler” olarak tanımlanıyor Demek ki ABD’nin lejyoneri Apo, lejyoner ordusu PKK aracılığı ile “Kürdistan” devletini kurdurmuş.
Uluslararası savaş hukukuna göre ise ; Taraflardan birinin devlet, diğerinin bir terör örgütü olduğu silahlı çatışmalar, uluslararası mahiyette olmayan silahlı çatışmalardır. Terör örgütü mensupları ve silahlı çatışmalara doğrudan / aktif olarak katılan destekçileri meşru askeri hedef olurlar. Buna karşılık bunlar, silahlı çatışma hukuku kurallarına göre ne muharip, ne de savaşçı olma koşullarını taşımadıklarından, teslim olduklarında veya sağ olarak başka bir suretle ele geçirildiklerinde savaş esiri olmazlar ve silahlı çatışmanın fiilen sona ermesine kadar gözaltında tutulabilirler. Terör örgütü mensupları, üçüncü ülkelerce muharip sayılamazlar. Yakalandıklarında veya ele geçirildiklerinde savaş esiri olmazlar, ulusal ceza hukukuna göre yargılanırlar” (Silahlı Çatışma Hukuku, Askeri Adalet Dergisi, Yıl 31, Sayı 116, Ocak 2003, s.45)
Bu durumda “Devletin elinde tutsaklar var. PKK'nin elinde de tutsaklar var” diyerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile PKK'yı eşdeğer ve eşit gördüklerini açıklayan şerefsizlere karşı AKP, CHP ve MHP den neden dişe dokunur bir teki gelmez?   
Türk halkını uyarıyoruz. Türk milliyetçiliğini ayakları altına aldıklarını” açıklayan başbakan;  600 yıldır haçlı ordularıyla yıkılamayan bu devleti, deliğe süpürülmemek adına, Kömür ve makarna ile aldatıp kandırdığı halka “Hazmettire hazmettire” yıkmakta kararlı. 
Teslim alınıp uçakla Türkiye'ye getirilirken, titreyerek "Ben Türk Devletine hizmet etmeye hazırım" diyen ABDullah Öcalan, bugün AKP eliyle Türkiye'yi yönetme noktasına getirilmiştir. Bu yalnızca AKP'nin Gaflet ve dalaleti değil, aynı zamanda, Anayasa Uzlaşma Komisyonunda kalarak “Bölünme anayasasını meşrulaştırma“ görevini yerine getirenlerin,  ''AKP'ye yeni kredi açarak, süreçten umut beklediklerini” söyleyenlerin, AKP’ye  %50 oy verenlerin ve halen desteğini sürdürenlerinde “gaflet ve dalaleti”dir.
AKP yıkıcılığın ışığını yakmış, nerde Türkiye düşmanı varsa bu ışığın etrafında toplamaktadır.
AKP, 4. Yargı paketiyle PKK'yla takas yapmanın zeminini hazırlıyor. Anayasadan Türk milletinin çıkarılması, “Kürt kimliğinin anayasal güvenceye alınması” için düğmeyeçoktan basıldı. Bu süreçte, yeni anayasa konusunda dört parti tam bir mutabakata varamasa da, Kılıçdaroğlu'nun İngiltere’de “yeni anayasa için büyük ölçüde uzlaşıldığını” söylemesi vahametin buutlarının ciddi ve tehlikeli olduğunu gösteriyor.
Kürtçe savunma yapma hakkı da elde edildi, Kürtçe yayın yapan devlet televizyonundan sonra, Kürtçe seçmeli ders olarak Milli Eğitim müfredatına girdi. “Kalkınma Ajanları, Kent Konseyleri ve Bütünşehir yasası” ile “Kürt özerk bölgesinin” temelleri atıldı. Son olarak Kürtçenin resmi dairelerde kullanılması valilerin halk tarafından seçilmesi yasalaşırsa, son tuğlalar da konulmuş olacak.  Bu konularda, AKP, CHP ve BDP epeyce uzlaşmış durumda.
Yol haritasının sonu Bağımsız bir “KÜRDİSTAN” Devletine çıkmaktadır. Hazırlıklar bu yöndedir. Ancak gerek uluslararası güç odakları, gerekse yerli taşeronlar, şimdilik bunu erken olduğunu düşünüyorlar.
Çünkü, Türklerle birlikte yaşayarak bağımsız bir Kürt devletine doğru yürüme konusundaki tüm eksiklikleri Türkiye Cumhuriyeti’ne gidertmek istiyorlar. Güneydoğu’nun ekonomik kalkınmasını Türkiye Cumhuriyeti gerçekleştirecek, dillerinin “protez” den millî dil haline gelmesi sağlanacak. Özerk Kürdistan, Türkiye Cumhuriyeti’nin her türlü birikiminden yararlanacak ve gelişip serpilecek. Bu gelişmeler süreç içinde tamamlandıktan sonra ”BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN DEVLETİ” ilan ve kabul edilecek. 
Kürt kökenli yurttaşlarımız  BDP’nin gaflet ve ihaneti sonucu Cumhuriyetimize sahip çıkmazlarsa, bunun bedelini ABD’nin uşağı olarak öde­yecekler. Çünkü emperyalizm, ülkesine ihanet edenleri uşak olarak kullanır ve görevleri bitince de tarihin çöplüğüne süpürür.  Tarih bunun acı örnekleri ile doludur.      Son Söz;  “AKP’nin kendi ile birlikte Türkiye’yi de bataklığa sürüklemektedir.”  

YÖNETİM KURULU ADINA
O. Mümtaz ÇAPÇI
ADD ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

1979'DA İRAN DA "EVET" DEMİŞTİ!





2002'den beri Türkiye'de olup bitenler, 1970'den sonra İran'da olup bitenlere şaşırtıcı derecede benziyor:

Şöyle ki:

İran'da 1970'lerin başında Humeyni yanlıları, geniş kapsamlı bir propaganda çalışmasına başladılar, bu süreçte yanlarına bazı solcuları da aldılar.

İran solu, Şah'ın devrilmesini ve yerine demokrasinin gelmesini bekliyor ve Mollalarla birlikte bunu başarabileceğini düşünüyordu.

İran Şah'ı 16 Ocak 1979'da İran'ı terk etti.1 Şubat 1979'da Humeyni Tahran'a döndü!

Demokrasi çığlıkları atan Humeyni yanlıları, halkın desteğini alıp kendi diktatörlüklerini kurmanın hesaplarını yapıyordu.

Humeyni yanlıları halkın desteğini alabilmek için 1 Nisan 1979'da referanduma gittiler. Halk, "İslam cumhuriyetine evet mi hayır mı?" sorusuna cevap verecekti.

Yapılan propagandalarda Humeyni'nin, Şah'ın diktatörlüğüne son vererek demokratik bir sistem kuracağı anlatıldı. Bu propagandaya en çok da bazı solcular kandı!

Nihayet referandum yapıldı ve halk Şah'ın gitmesine “evet” dedi.

Evet'i alan Humeyni, halktan bu sefer de "Tüm yargının atamalarını yapmayı" istedi.

Halk bunu da kabul etti!

(Bizim Anayasa değişikliğinde de Anayasa Mahkemesi'nin ve HSYK'nın hükümetin kontrolüne girecek olmasına dikkat!)

Daha sonra ise halka "İslam Kültür Devrimi Paketini" oylattı.

İşte bu paketin kabulünden sonra İran solu uyandı!

Günaydın!

Ama artık çok geçti!

Humeyni'nin ülkeyi Şeriata ve dikta rejimine götürdüğünü anlayanlar harekete geçti:

Üniversitelerde gösteriler yapıldı.

Bu gösterilerin halkı etkileyeceğini düşünen Humeyni, iki yıllığına üniversiteleri kapattı.

Humeyni diktatörlüğünü son olarak 1982'de perçinledi. Bu süreçte yaklaşık 2 milyona yakın muhalif solcu katledildi.

Dünyanın en köklü kültürlerinden birini yaratan, tarihin en eski uygarlıklarından biri olan İran, 1970-1982 arasında göz açıp kapayıncaya kadar, "alıştıra alıştıra" değiştirilmiştir.

1979'da İslam devrimiyle kabuğuna çekilen İran'da en büyük darbeyi de kadınlar yemiştir. Demokrasi bekleyerek referandumlarda Humeyni'yi destekleyen İran kadını, taşlanarak recm edilmeye başlayınca gerçekle yüz yüze gelmiştir!

Ama artık çok geçtir!

O İran, 1930'larda tıpkı Afganistan gibi Atatürk Türkiye'sini örnek alarak çağdaşlaşmış bir ülkedir. Tıpkı Afgan Karalı Emanuallah Han gibi, İran Şahı Rıza Pehlevi de Atatürk'ün çok yakın dostudur...

Ancak, Atatürk Türkiyesi’ni örnek alarak bağımsız ve çağdaş olmaya çalışan İslam dünyası, emperyalist Batıyı fena halde rahatsız etmiştir.

Öteden beri Müslümanların akıl ve bilimden uzak durmalarını, hurafelerin bataklığında debelenmelerini isteyen Batı, İslam dünyasını yeniden hurafelerin bataklığına çekmek için çok uğraşmış ve bunda da başarılı olmuştur....

Bugün bütün İslam dünyası dinin bağnazca yorumlandığı diktatörlerin yönetimindedir. Bu konuda Batıyı en çok uğraştıran Türkiye'dir. Afganistan'da, Irak'ta, İran'da, Arabistan'da yaptığını emperyalizm bugün de Türkiye de yapmak istemektedir...

Çünkü, aklını kullanan demokratik bir toplumdansa, dinin bağnazca yorumlandığı bir ümmeti ve o ümmetin kayıtsız şartsız bağlandığı bir diktatörü kontrol etmek çok daha kolaydır....

Özetle bir zamanlar, İran'da, Afganistan'da oynanan oyun bugün Türkiye'de oynanmaktadır.



Sinan Meydan

Odatv.com

25 Şubat 2013 Pazartesi

Mürtecilerin Bir Yalanı Daha Çürütüldü -Atatürk'ün Bursa Nutku'nun Gerçekliği Kanıtlandı

AÇIK ARTIRMADA ORTAYA ÇIKTI

AÇIK ARTIRMADA ORTAYA ÇIKTIBazı kesimlerin işine gelmediği için yok sayılan Atatürk'ün Bursa Nutku'nu ispatlayan kitap 1967'de basılmış.
Bazı kesimlerin ısrarla Cumhuriyet'i kendi kontrollerinde tutmak için yok saydıkları, hatta Lenin'e bile ait dedikleri Başbuğ Atatürk'ün Bursa Nutku'nu onlarca yıl önce araştıran Yazar Reşit Ülker, bu nutkun gerçek olduğunu 1967'de ortaya çıkarmış.(İLGİLİ HABER) BURSA NUTKU'NU OKUYUN
Daha sonra da baskıları yapılan kitabı 1967'de hazırlarken 1933'de Bursa Nutku'nu dinleyen tanıkların da ifadelerine yer veren Ülker, bu yazıları döneme ait belgelerle desteklemiş.
Bu kitabın en eski basımı halen internetin en ünlü açık artırma sitelerinden birinde satışa sunulmuş durumdu.

TTK DA, "GERÇEK" DEMİŞ

Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu da 24 Ekim 1966 tarihli toplantısında Bornova Asliye Hukuk Hakimliği'nin 27/9/1966 tarih ve 1966/338 sayılı yazısı ve bu yazıya ekli Atatürk'ün Bursa Nutku ile ilgili sözlerin üzerine gerekli incelemeyi yapmış, bu incelemeler sonunda bu sözlerin Atatürk'ün 1933 Şubat'ında Bursa'da yaptığı konuşmadan mealen alınmak suretiyle çeşitli tarihlerde basılmış olduğu kanaatine oybirliğiyle varmıştı.
ASKERHABER / HABER MERKEZİ
http://askerhaber.com/haber/2771/acik-artirmada-ortaya-cikti.html

Atatürk'ün Bursa Nutku
“Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.
Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.
Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.
Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.’ demeyecektir.
Elle, taşla, sopa ve silahla;nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır.
Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir.’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır.
Mahkeme onu yargılayacaktır.
Yine düşünecek, ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.’ diyecek.
Onu hapse atacaklar.
Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.
Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım.
Araya girişimde ve eylemimde haklıyım.
Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’
İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!”
*Mustafa Kemal Atatürk'ün, 5 Şubat 1933 günü Bursa'da yaptığı nutuktur


Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâhıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!


Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927
Açıklama: http://www.ataturkungencligehitabesi.com/ata_imza.gif