Az sonra imam,
“Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye soracak. Peşinen vereyim yanıtımı: İyi
bilirdim vallahi. Dededen kalma bahçeli bir konakta otururdu, bizi bakkalın
önünde gördüğünde Bakkal Nejat Abi’ye, “Çocuklara birer gazoz, birer de bisküvi
ikram et, hesabı da bana yaz” derdi. Yazın bile çıkarmadığı ceketi ve her zaman
özenle ön cebine tıkıştırdığı ışıltılı ipek mendilleri vardı. Velhasıl çok
tanımasam da mahalledeki ilginç ve zararsız insanlardan biriydi benim için
Rahmetli Ekrem Amca.
Ama cenaze
töreninde herkes benim gibi düşünmüyordu. Oğulları üzüntü değil tam tersine
öfke içindeydiler. Önce anlayamadım bu tavrın nedenini, sonra eski arkadaşlarım
anlattılar.
Meğer bu Ekrem
Amca dünyanın en müptezel insanıymış. Atadan kalma konağı on yıl kadar evvel
bir müteahhitte satmış. Böyle bir satıştan normalde yirmi daire alması
gerekirken, bu, “Sen bana on daire parası ver, yaşadığım müddetçe de bir daha
kapımı çalma, ölünce tüm arsa senin” demiş. Ölüm haberini alınca müteahhit de
elinde evraklarla cenaze evinin kapısını çalmış.
Bu kadarla da
kalmamış, on dairenin parasını eski borçlarını kapatmaya harcayan Ekrem Amca,
bir yandan da yepyeni borçlar yapmış. Öyle böyle borç değil, torunları bile bu
borcu ödeyemezler.
Uzun lafın
kısası, yıllardır imrendiğimiz o ipek mendilli, gazoz ısmarlayıcı Ekrem Amca
büyüklerinin seksen yıllık birikimini tükettiği yetmezmiş gibi çocuklarına ve
torunlarına seksen yıl ödeyemeyecekleri bir borç bırakmış miras olarak. Cenaze
töreninde artık iyice yaşlanmış bakkal Nejat Abi’yi gördüm, “Dünyanın borcunu
bıraktı da gitti, deyyus” dedi. İçtiğimiz o beleş gazozları anımsayıp garip bir
suçluluk duygusuyla gözlerimi kaçırdım.
Rahmetli Ekrem
Amca gibi insanlar her mahallede, hatta her ailede en az bir tane vardır. Bu
insanlar kendi üç günlük konforları için gelmişlerini, geçmişlerini satmaktan
çekinmezler.
Ekrem Amca’nın
hayatı, 1980’li yıllardan sonra neoliberalizm olarak dünya çapında nam salmış
bir fikre dayanıyor: “Geçmişini sat, geleceğini borçlandır, bugün ye iç, yarına
Allah kerim.”
Bu düşünce halk
dilinde, “Koy ..tüne”, “S.. anasını”, “Kefenin cebi yok”, “Battı balık yan
gider” gibi sözlerle karşılık bulur. Herkes “bugün”ü yaşama telaşına girer,
devletler borçlanır, milletler borçlanır, maması taksitle alınan kediler bile
borçlanır ama o an için gazozlar beleş dağıtıldığından kimse durumu sorgulamaz.
Neoliberalizm
kendine en uygun ortamı Reagan ve Thatcher dönemlerinde buldu. Aynı dönemde
Türkiye’de de Turgut Özal iktidara geldi, “memleket bolluk gördü.” Özal’ın
ardından DYP ve ANAP birbirlerini yok edene kadar bir on yıl oyalandılar. Ve
ardından tek başına iktidar olarak AKP sahne aldı. O gün doğan bebeler bugün on
beş yaşında gençler, AKP bir ömür kadar uzun süredir tek başına ve en neo şekilde
liberal takılıyor.
Tıpkı Ekrem
Amca gibi AKP de pek şık. Görüntüsü yerinde, mendili cebinde. Yediği nesillerin
ihtişamlı servetinden arta kalan kırıntılarla çoluk çocuğa gazoz da ısmarlıyor,
o ölene dek alacaklıların da kapıyı çalacağı yok. Öldükten sonra kalanlara
Allah kuvvet versin.
Liberal
hükümetler tüm dünyada ne yaptıysa, Türkiye’de onu yaptılar. Okurlara kolaylık
olsun diye “enter”ı bol biçimde aktarayım:
1 – Önce
ülkenin tüm fabrikalarını, iletişim kuruluşlarını, limanlarını satarsın. Bu fabrikalar
(genellikle çimento, çelik, şeker gibi temel üretim kollarıdır) senden önce
nesiller boyunca yapılan tasarruflarla yokluk yıllarında açılmıştır. Ama bir
gece alınan bir kararla ve komisyonu ihmal etmeyen eş dost müteahhitlere
satılıverirler. Nenen deden, anan baban aç gezmiş bu fabrikalar yapılmış ama
sen bir gecede sattın hepsini. Fetih törenlerinde havai fişek gösterisi var,
hiçbir masraftan kaçınılmamış, sponsoru da şu büyük holdingmiş diyorlar,
gidelim mi kız?
2 – Her ülkede
her kamu kuruluşu ve çalışan birliğinin sigorta fonları vardır. Bu fonlarda
işçi ve emekçinin alın terinden zorla alınan paylarla büyük paralar birikir.
İşte liberal hükümetler bu birikimleri de birkaç yıl içinde tüketirler. Mesela
şu pek sevilen Obama, iktidara gelir gelmez bankaların trilyon dolarlık
borçlarını böyle fonlarla kapatmıştı. Milyonlarca Amerikan işçisinin yetmiş
yıllık birikimi yine bir gecede Amerikan bankalarına pompalanmıştı. Türkiye’de
ise biliyorsunuz, deprem fonları bile harcandı. Bu fonların harcanacağı tek
yer, fon sahiplerinin, yani halkın eğitimi, sağlığı, refahı olacakken, halkın
bu hırsızlıklardan haberi bile olmadı.
3 –Enerji ve
maden işletmeleri hemen özelleştirilir. Enerji için ekolojik uyum değil
verimlilik esasıyla en pervasız hamleler yapılır. Bu kez birkaç neslin değil,
insanlığın ve tabiatın binlerce hatta milyonlarca yıllık birikimi beş on yıllık
servet yağması için bir kalemde yok edilir. Siz tabiat ananın Artvin’i kaç
yılda bu hale getirdiğini sanıyorsunuz? Ama bakın Ali Cengiz sadece milletin
değil, tabiatın da anasını bellemeye hazırlanıyor.
Madenlere
gelince, hani yirmi yaşlarında yoksul çocuklarımız bu vatan için şehit oluyor
ya, vatan dediğin yerin altındaki madeni de kapsıyor. O madenler o yoksul
çocukları daha da yoksul kılacak bir sistem için bir avuç bezirgâna peşkeş
çekilince, bir düşünün bakalım şehitler niye şehit oluyor?
Limanı, madeni,
gelmişi geçmişi sattık. Sattıklarımızla Mercedes’ler aldık, nüfus artışına
oranla zerre fazla yol yapmadık ama yol yaptığımızın reklamını yaptık; önce
gazetecileri, sonra gazeteleri satın aldık, dilini çıkaranın gırtlağını kestik,
televizyona da bastık yarışma programını keyfimiz gıcır, öyle mi? Öyle ama
hazıra mal dayanmaz kardeşim. Ekrem Amca’ya atalarının mirası yetti mi?
Yetmedi. O halde liberale de sadece geçmişi yemek yetmeyecek. Şimdi bir başka
şeyi yemeye geldi sıra: Geleceği.
4 – Her liberal
iktidar döneminde vatan ve millet elele verir ve bir borçlanma yarışı başlar.
Dünyada bir tek dürüst iktidar yoktur ki, halkını genelevde çalışan seks
işçilerine yapıldığı gibi borçlandırsın. Ancak pezevenk iktidarlar halka bu
kötülüğü yaparlar, çünkü bu pezevenkler halkın borçlanmasından iki yönlü kazanç
elde ederler:
Birincisi
doğrudan kazanç: Uluslararası fonlardan %2 faizle 1 milyar dolar alır, sonra
asgari ücretli garibana 10.000 TL limitli kredi kartını dağıtırsın. Yani
uluslararası tefecilerden düşük faizle aldığın krediyi, halka yüksek faizle
dağıtır ve tefeciliğin en iğrencini yaparsın. Gariban zaten yanıyordur, bu
sarmalın içine hemen girer ve %20 faizle borçlanır, ödeyemediği yerde malını
mülkünü, çocuğunun rızkını, bebeğinin süt parasını, hiç olmadı canını alırsın,
milyonlarca insanın böyle kanını emersin, paraya para demez, saraylara
taşınırsın; yetimin feryatlarını geçirmez altın kaplamalı duvarlar yaptırırsın.
İkincisi
dolaylı kazanç: Boğazına kadar borçlu işçi, memur, köylü, esnafın tek korkusu
vardır, istikrarın bozulması ve borçlarının katlanması. Bunun için hepsi sana
sessizce itaat ederler. Zamanla hiçbir şeye itiraz etmeyen kölelere dönüşürler.
Bir taşla iki kuş vurmuş olursun: Halkın hem boynunu sıkar, hem boynunu
bükersin. İnsanlık onurunu paspas gibi ezersin ve senden iyisi olmaz. Bir
düşünsenize, halkı borçlandırmak kadar kazançlı bir iş var mı bu dünyada?
Ama sadece
millet değil, devlet de borçlanır. Bir örnek vereyim: Türkiye’de altı yüz bin
araç varken birinci köprü ve E5 otoyolu yapıldı. Bu yol ve köprü neredeyse
tamamı peşin parayla yapıldı, kalan bakiye de kısa sürede kapatıldı. Ki o
yıllarda bu ülke hala Osmanlı’nın Dolmabahçe Sarayına yaptırdığı avizenin
borcunu ödüyor ve İstanbul’da sadece üç buçuk milyon kişi yaşıyordu. Aradan
kırk üç yıl geçti, motorlu araç sayısı otuz beş kat artıp yirmi bir milyon
oldu, İstanbul nüfusu Suriyeliler hariç on yedi milyona ulaştı ve neoliberal
hükümetimiz üçüncü köprü yaptı, hem de kredisine kefil olduğu müteahhit
arkadaşa on yıl ileriye doğru borçlanarak.
“Benden önce
hiçbir şey yoktu” edebiyatıyla iki köprüyü, iki otoban hattını yok saydı ve biz
geçsek de geçmesek de sekiz yıl daha o köprünün borcunu ödeyeceğiz. Alkış
lütfen, alkış yetmez davul ve zurna getirin… Bu arada yıllar önce bitmesi
gereken İstanbul İzmir otobanı hala bitmedi, dünyada bu kadar büyük nüfus ve
ekonomi merkezinin birbiriyle otobanla bağlı olmadığı tek ülke Türkiye. Ama
hesapta yol yaptılar, Ekrem Amca da gazoz ısmarlardı, ne işimize yaradıysa?
Geçmişin
birikimlerini bir çırpıda vakumlanırken, aynı hızla geleceğe borçlanmak
neoliberal iktidarların ortak özelliği. Fakat bir aptalsan ve sadece şu ana
bakarsan sanki bir şeyler değişmiş ve ilerlemiş gibi görünebilir, yollar aynı
da olsa Mercedes’ler, BMW’ler hayli çoğaldı değil mi? Nasıl da parıldıyor
namussuz otomobiller, Tıpkı Ekrem Amca’nın ipek mendillerinin göz alıcı
parıltıları gibi.
Ekrem Amca
ailesinde kendinden önce yaşayan iki, hatta üç neslin birikimini kısacık bir
sürede tüketti; kendinden sonra iki hatta üç nesil ödenemeyecek bir borcu da
geride kalanlara miras bıraktı. Andropoz döneminde azıp kuduran bu amca kim
bilir hangi anlamsız lüksler için yüz elli yılın birikimini on beş yılda yok
etti.
Şimdi ne
yapacağız? Bu on beş yılda iki gazoz içtik diye, Ekrem Amca’ya teşekkür mü
edeceğiz? Yoksa öfkeli oğullarının kucaklarındaki küçük torunlarına bakıp iç
çekerek, tevekkül mü edeceğiz?
İmam geldi,
mahalleli saf tutuyor… Hadi cemaati Müslümin, safları sıklaştıralım. Buyurun
cenaze namazına.
A.
İlyas
Bassoy