IMF, son
raporlarında, “küreselleşme” teriminden kaçınmaktadır. Demek ki, artık
sevimsizleşen, itici hale gelen, tiksinilen bu terim, neoliberalizmin
sözlüğünden ayıklanmaktadır. Yeter ki, aynı şeyleri, “entegrasyon, bütünleşme ”
gibi renksiz sözcükler içinde uygulayalım…
Dünya Bankası
ile birlikte yapılan Ekim 2016 toplantısı vesilesiyle IMF, iki rapor yayımladı.
Birincisi, Dünya Ekonomik Görünümü, diğeri ise Küresel
Finansal İstikrar Raporu…
Ekonomik Rapor, 2016 için dünya ekonomisinin büyüme öngörüsünü altı ay öncesine
göre yüzde olarak 3,2’den 3,1’e indiriyor. Kötümser yorumlara yol açan bu
revizyona fazla önem vermemek gerekir. IMF, ekonomik öngörülerinde kronik
olarak yanılır. İyimser büyüme öngörüleri tutmaz; altı ay içinde aşağıya doğru
“düzeltilir.”
Buna karşılık,
son iki rapor, ekonomik göstergelerin ötesine giden bir kötümserlik içeriyor:
Küreselleşmeyi tehdit eden siyasi atmosferden duyulan tedirginlik…
Küreselleşme
neoliberal sözlükten çıkarılıyor
Raporlar,
başından itibaren bu tedirginliği dile getiriyor. Brexit, küreselleşme
muhalefetini siyasete yansıtan son örnektir. Tabandan yükselen dalgalar Batı’da
iktidarları etkilenmeye başlamıştır. Bu dalgaların ortak bir kaynağı vardır: “Gelir
artışlarını köstekleyen uzun dönemli değişimler siyasi hoşnutsuzluklara katkı
yapmaktadır.”
Bu ifadedeki “kösteklenen
gelir artışları” ile ne kastediliyor? 1980’li yıllarda Latin
Amerika’da, 1998-2002 arasında tüm “Güney” coğrafyasında, 2007 sonrasında
metropol ekonomilerinin tümünde patlak veren zincirleme kriz dalgaları
ile Batı kapitalizminin saplandığı ortaya çıkan uzun dönemli durgunluk değilse
ne olabilir? Raporlar değinmiyor; ama gelir dağılımlarındaki sürekli bozulma?
Peki, bu
kötülüklere yol açtığı ifade edilen “uzun dönemli değişimler”
nedir? Otuz beş yıl boyunca tüm dünyaya damgasını vuran neoliberal model veya
onu saygınlaştırmak için icat olunan küreselleşme dışında ne
olabilir?
Bu mimarînin
baş “eser sahibi” olan IMF, bugün ne gibi tehlikeli eğilimler görmektedir? “Bütünleşme-karşıtı
politika platformları itibar kazanmıştır… Sınırlar-ötesi ekonomik bütünleşmenin
yararlarına ilişkin fikir birliği zedelenmiştir… Risklerin başında siyasi
çatışmalar ve içe-dönük politikaların itibar görmesi gelmektedir… Gelir
dağılımında artan eşitsizliklere karşı duyarlılık, içe-dönük politikalara ve
siyasi anlaşmazlıklara yol açabilecektir.”
Terminolojiye
dikkat ediniz: Tepkilere değiniliyor; ama bunların ortak hedefi olan küreselleşme
sözcüğü kullanılmıyor.
“Küreselleşme”nin
resmî isim babası, Dünya Bankası ile birlikte IMF’dir. Emperyalizm kavramını
unutturmak için “küreselleşme” terimini icat ettiler. Israrla açıkladık ki,
analitik hiçbir değer taşımayan, uydurma bir sözcüktür. “Herkesin kazançlı
çıkacağı; azgelişmişliğin, yoksulluğun tarihe karışacağı” bir dünyayı yıllar
boyunca bu terimi kullanarak vadettiler.
Senaryonun
kofluğu on yıl içinde ortaya çıktı; ama muhalefet etkisiz kaldıkça
“küreselleşmeci söylem” ısrarla sürdürüldü. 2008 krizinden sonra, takke düştü;
kel göründü; küreselleşme, halk sınıfları için bir nefret nesnesi haline geldi.
Bu nedenle IMF,
son raporlarında, “küreselleşme” teriminden kaçınmaktadır. İki raporun ana
metinlerinde sözcük taraması yapınız. Dört bölüm içinde bu terim sadece iki
kere geçmektedir. “Küreselleşmenin ve ticaretin yararlarının sadece az
sayıda talihliye intikal edeceğini düşünen popüler bir söylem güçlenmektedir.” (Ekonomik
Rapor, Bölüm 2, s.25). “Küresel kurumların, küreselleşme
üzerinde açık bir diyalogu artırarak siyasî kaynaşmayı destekleyecek bir rolü
vardır.” (Finansal Rapor, Bölüm 1, s.40)
Demek ki, artık
sevimsizleşen, itici hale gelen, tiksinilen bu terim, neoliberalizmin
sözlüğünden ayıklanmaktadır. Kimse yokluğunu fark etmeyecektir. Yeter ki, aynı
şeyleri, “entegrasyon, bütünleşme ” gibi renksiz sözcükler içinde uygulayalım…
Peki, bu
tepkilere karşı ne yapmalı? Siyasî iktidarlara hitap ediliyor: “Gelirleri
yükseltmek için mal, emek ve sermaye piyasalarında bozuklukların azaltılması
[gerekir]… Siyasetçiler küresel ticarete karşı oluşan tepkiyi, ekonomik
bütünleşmenin uzun vadeli yararları üzerinde odaklanarak yanıtlamalı ve olumsuz
etkilenen çevrelere karşı iyi hedeflenmiş sosyal girişimleri hayata
geçirmelidir… Temelleri sağlam olan, ancak sınır-ötesi ve iktisat-dışı bulaşıcı
etkenlere maruz kalan ekonomileri korumak için küresel bir güvenlik ağı her
zamankinden daha büyük önem taşımaktadır… Finansal ve ekonomik bir durgunluğa
saplanmamak için güven duygusunu pekiştirecek malî ve yapısal reformları acilen
uygulamak gerekiyor.”” (Ekonomik Rapor, ss.xv-xvii, Finansal
Rapor, s.x).
Küreselleşme
muhalefetine karşı IMF’nin getirdiği önerilerde de eski “tuzaklar” devam
ediyor. Tekrarlayayım: “Temelleri sağlam ekonomiler ile sınırlı, iyi
hedeflenmiş sosyal girişimler…” “Güvenlik duygusunu pekiştirecek yapısal
reformlar…” “Emek piyasası bozukluklarının giderilmesi…”
Geleneksel
IMF/Dünya Bankası reçetelerini izleyenler hatırlayacaktır ki, bu klişeler,
neoliberal programların vazgeçilmez koşullarını oluşturur. Bugünkü tepkilere
yol açan krizlerin, durgunluğun, artan eşitsizliklerin kaynağında da bunlar
vardır.
Dünya
ekonomisinde cari dengeler
IMF’nin veri
bankasından ve son Ekonomik Rapordan yararlanılarak dünya ekonomisinin ana
bloklarından oluşan bir cari işlem dengesini türetmek, izlemek mümkündür. Bu
bilgi, ticaret, sermaye hareketlerinin kapsamlı bir bilançosunu ortaya koyar ve
ayrıntılarla desteklendiğinde uluslararası ekonomik gelişmelere ışık tutar.
Aşağıdaki
tabloda 2013 ve 2016 için bu yapılıyor. Bu yıla ait tahminlerin gerçekçi
olduğunu kabul edebiliriz. Tabloyu oluştururken Ekonomik Rapor’ da kullanılan
sınıflamayı biraz değiştirdim. Asya’nın “yeni sanayileşmiş ülkeleri” olarak
tanımlanan Taywan, Singapur Güney Kore ve Hong Kong’u “Çevre” grubu içine
taşıdım.
Bu tabloları
1997’den beri oluşturuyorum Bunların ortaya koyduğu genel bir saptama var:
21’nci yüzyılın başlarından bu yana ABD, emperyalist sistemin egemen gücü
konumunu yitirmektedir. Tablodaki iki yıl da bu özelliği doğrulamaktadır.
2013: Kriz
sonrası görüntüler
ABD’yi 2009’da,
Avro Bölgesi’ni 2011’de sarsan iki kriz dalgasının dip noktaları aşılmıştır.
Amerikan ekonomisi, emperyalist sistem içinde kriz öncesindeki konumunu (biraz
hafiflemiş olarak) korumaktadır: Dünya ekonomisinin en büyük (astronomik) dış
açık veren öğesi… Bu açık, 2006-2007 yıllarına göre yarı yarıya düşmüştür.
Almanya ve
IMF’nin ortak çabaları sonunda Avro Bölgesi’nin beş “zayıf halkası” (İrlanda,
İspanya, İtalya, Portekiz, Yunanistan) “hizaya getirilmiştir”: Bunlara çok sert
“kemer sıkma” reçeteleri uygulanmış; milli gelirleri aşağı çekilmiş; dış
açıkları yok edilmiştir: Bu “beşli”, toplam olarak, 2007’de 246 milyar, 2010’da
190 milyar dolar cari açık vermişti; 2013’te ise 45 milyar dolarlık bir fazlaya
ulaştı. Bu katkı, tablodaki “diğer Batı” grubunun dış fazla sağlamasını mümkün
kıldı. Bu durum, Avro Bölgesi’ndeki “uyum” operasyonunun dramatik (aslında
“gaddar”) boyutu hakkında fikir verir.
Dünya Cari
İşlem Dengeleri, Milyar dolar
Çin ve petrol
ihracatçıları dışındaki “Güney” coğrafyasını kapsayan “diğer çevre” ülkeleri
253 milyar dolarlık cari açık ile ABD’yi bir adım geriden izlemektedir. Bu
blok, büyük dış açık ve fazla veren ülkeleri birleştirir. 2009 sonuna kadar
topluca dış dengede olduklarını belirliyoruz. Sonra ne oldu? Kriz sonrasında
Batı merkez bankalarından taşan likidite, çevre ekonomilerine sıcak para biçiminde
aktı; ucuzlayan döviz ve balonlaşma, dış ticaret açıklarını pompaladı. Sonuçta,
Latin Amerika’nın altı büyük ülkesi o yıl 149 (Türkiye 65) milyar dolar cari
açık verdi. Hindistan’ı saymazsak, büyük Asya ekonomileri ise sürekli dış fazla
vermektedir.
ABD’nin ve
“diğer çevre” blokunun dış açıklarının finansmanı, iki metropol ülkesi
(Almanya, Japonya) ile Çin ve petrol ihracatçıları tarafından üstlenilmiştir.
2016: Petrol
fiyatı dengeleri bozuyor
ABD üç yılda
dış açıklarını 100 milyar dolar yükseltmiştir. En çarpıcı gelişme ise, ham
petrol fiyatlarındaki dramatik (%50 civarında) düşmedir. Petrol ihracatçıları,
ilk kez dış açık veren konuma sürüklenmiştir. Öteki bloklardaki belirgin sonuç,
“diğer çevre” ekonomilerindeki toplam dış açığın yok olmasıdır. Bu sonuç, iki
gelişmenin bileşkesidir: Latin Amerika ve Türkiye’deki cari açıklar (kabaca)
yarı yarıya daralmış ve Çin dışındaki büyük Doğu Asya ekonomilerinin dış
fazlaları (topluca)150 milyar dolar civarında artmıştır.
IMF, 2015
raporlarında, ham petroldeki ucuzlamanın dünya ekonomisini canlandıracağını
ummuştu. Petrol ihracatçılarından (zenginlerden), net ithalatçılara (daha
yoksullara) gelir aktarımı gerçekleşecek; dünya çapında toplam talep artacaktı.
Bu beklenti tutmadı. Tam aksine, petrol zenginleri, yatırım fonlarını daralttı;
metropol ve çevre ekonomilerinden çıktı; kendi ülkelerinde oluşan, yükselen
kamu açıklarının finansmanına yöneldi. Sonuçta ham petrol fiyatları düşerken
dünya ekonomisinin büyüme temposu da geriledi.
Anlaşılmıştır
ki, dünya sisteminin ihracat fazlası veren üç büyük üretim merkezi (Almanya,
Çin ve Japonya), “zayıf” ekonomilerin dış finansman gereksinimini karşılama
işlevini sürekli olarak üstlenmiştir. Çin’in cari işlem fazlasında %100’e
yaklaşan artış dikkat çekicidir. Bu ekonomiye ilişkin kriz beklentileri
tutmamıştır. Çin Halk Cumhuriyeti, artık, kapitalist dünya sisteminin hegemonik
aktörlerinden biridir. Ulusal parasına (renminbi’ye), geçen yıl IMF tarafından
(dolar, avro ve Yen’in yanı sıra) dördüncü uluslararası rezerv para statüsü
tanınmış; uygulama 1 Ekim 2016’da başlamıştır.
Dünya sistemi
içinde ABD ise, kemikleşen, son üç yılda artan cari açıkları açısından kronik
bir dış bağımlılık içindedir. Bu handikabı telafi eden teknolojik, askerî ve
diğer ekonomik özellikleri elbette süregelmektedir. IMF’nin verileri, yine de
sorgulatıyor: Ne zamana kadar? 14.10.2016
KORKUT BORATAV