25 Nisan 2016 Pazartesi

Yeni dönemin “militan” Meclis başkanı



Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yeni başkanı 361 AKP’linin oyuyla seçildi: İsmail Kahraman.
AKP’nin %49’la iktidar olduğu yeni yasama döneminin Meclis Başkanı önümüzdeki dönemin niteliği açısından ipuçları veriyor. Yeni başkanın üç temel özelliği var: 1) Milli Görüş gömleğini hiçbir zaman çıkarmamış bir dinci, 2) Kanlı Pazar Olayları sırasında MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) başkanlığı yapmış eski paramiliter güç lideri, 3) Tayyip Erdoğan’ın her konuda destekçisi ve hemşehrisi.
1940 Rize doğumlu İsmail Kahraman evli ve 4 çocuk babası. Refah-Yol hükümeti sırasında Kültür Bakanlığı yapan Kahraman, aynı zamanda Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Geliştirme Vakfı Kurucular Kurulu Üyesi ve Mütevelli Heyeti Başkanı. Birlik Vakfı ve Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı gibi sağcı-dinci oluşumların kuruculuğunu ve başkanlığını yaptı.
Hukuk Fakültesi mezunu olan Kahraman’ın yeni Anayasa tartışmaları sırasında söyledikleri kendisini daha yakından tanımamızı sağlıyor:
“Kulağına ezan okunarak İslam hukukuna göre doğuyorsun, büyüyorsun; İsviçre Medeni Kanunu’na göre muamele görüyorsun, suç işliyorsun; İtalyan kanunlarına göre ceza alıyorsun; ticareti Alman ticaret kanununa göre yapıyorsun; Fransız idare sistemine göre idare ediliyorsun ve ölüyorsun; yine İslam hukukuna göre musalla taşına konup, defnediliyorsun. Sadece doğum ve ölüm esnasında kendimize ait bir hukuk var. Adil bir Türkiye için hukuk sisteminin baştan dizayn ederek, kendimize ait, genlerimize uygun bir anayasanın yapılması gerekiyor.”
Yıllardır Cumhuriyet düşmanı şeriatçıların söyledikleri tekerlemenin tekrarı. Sanki şu anda Türkiye’de Hıristiyan hukuku var! Hukuk sistemimizdeki aksaklıklar İslam hukukunu uygularsak düzelecek beyefendiye göre. Bu zihniyet Atatürk’ün laik Cumhuriyet’inin düşmanıdır ve “kendimizi ait” diyerek aslında Türk kültürü ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir hukuk sistemini savunmaktadır.
İsmail Kahraman, Tayyip Erdoğan’ın tek adamlık dönemine uygun militanlıkta bir isimdir. Hem fikir, hem eylem adamı olarak… Kahraman’ın siyasi geçmişi Kanlı Pazar Olayı’na kadar gitmektedir.
Kanlı Pazar Olayı’nı hatırlayalım..
16 Şubat 1969’da İstanbul Taksim Meydanı’nda tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen bir olay yaşanmıştır. Olay kısaca şöyledir:
Amerikan 6. Filo’sunun İstanbul’a gelmesini protesto eden devrimci gençler Beyazıt Meydanı’ndan Taksim’e doğru yürüyüşe geçerler. Yaklaşık 30 bin kişi “Kahrolsun Amerika, Tam Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla yürümektedir. Yürüyüş esnasında MTTB ve Komünizmle Mücadele Derneği tarafından organize edilen bir grup meydanda ellerinde sopalar ve bıçaklarla beklemektedir. Çoğunluğu üniversiteli olan yaklaşık 30 bin kişilik grup meydana girişte polis tarafından durdurulur. Alana ilk giren 400 kişilik gruba meydanda bekleyen ve polislerin yalnızca izlediği faşistler saldırır. Bu saldırıda Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan isimli iki genç bıçaklanarak hayatını kaybetmiştir.
1968 yılı Türk gençliğinin Amerikan emperyalizmine karşı öfkesinin meydanlara taştığı yıldır. Devrimci gençler, 6. Filo askerlerini Dolmabahçe’de atarak tepkilerini göstermişlerdi. “Tam bağımsız Türkiye” sloganları atan gençlerin ellerinde elbette Türk bayrağı vardı. Ancak Amerikancı faşistler gençlere “komünist” yaftası yapıştırıyordu. MTTB’nin başkanı, şimdiki TBMM başkanı İsmail Kahraman 3 Ağustos 1968’te Beyazıt Meydanı’nda düzenlenen mitingde Kanlı Pazar’ın işaretini veriyordu: “Komünizme zemin hazırlayanlara yeter ve dur deme zamanı gelip geçmektedir.”
Kanlı Pazar Olayı, kamuoyunda büyük tepkiyle karşılandı. Kollarında birbirlerini tanımaları izin mavi kurdela bağlı paramiliter faşist bu grubu polis sadece izlemişti. Bu saldırıdan önce MTTB, üniversiteli gençlerin “Beyazıt Kulesi’ne kızıl bayrak astığı” iftirasını atmıştı. Kızıl bayrak asılmasının yalan olduğu ortaya çıkmasına rağmen MTTB başkanı İsmail Kahraman, Kanlı Pazar Olayı’ndan şöyle konuşmuştur:
“Beyazıt Kulesi’ne kızıl bayrak çekenler 6. Filoya mensup askerleri denize atanlar, Taksim’de tahriklerini, millete karşı olan saygısızlıklarının son haddeye vardırmışlardır. Taksim olayı çok açık göstermiştir ki sola ve satılmışa karşı milli şuur daima galip gelecektir.”
Dinci ve faşistlerin anladığı milli şuur Amerikan askerini savunmak ve onları denize atan gençlere saldırmaktır!
İsmail Kahraman, siyasi hayatının hiçbir döneminde MTTB başkanlığı yaptığı dönemden pişman olmamış, geçmişiyle gurur duymuştur. 2012 yılında Çorlu’da MTTB Tekirdağ Şubesinin etkinliğine katılan İsmail Kahraman şöyle diyordu:
“Şu an Türkiye’yi yöneten kadro Milli MTTB Akademisi’nden yetişti. Bizim dönemimizden iki dönem sonra Tayyip Erdoğan, MTTB kültür müdürüydü. Abdullah Gül MTTB İcra Konseyi Genel Sekreteriydi. Sami Güçlü, Beşir Atalay, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin. Bugün ülkeyi yönetirken gördüğünüz şu kadro Milli Türk Talebe Birliği Akademisi’nden mezun olmuştur.”
Kahraman, en sıkı Tayyipçilerdendir
Bu isimler içinden Tayyip Erdoğan 30 yıl sonra en öne çıkmış ve diğerlerini peşine takmıştır. Boynuz kulağı geçmiş ve kendisinden 15 yaş büyük İsmail Kahraman da, Tayyip Erdoğan’ın güdümüne girmiştir. Kahraman’ın Tayyip’in işaretiyle Meclis başkanı seçildiği herkesin malûmu.
Tayyip’in bu seçimi yapması boşuna değil. Çünkü İsmail Kahraman yakın dönemdeki söylem ve eylemleriyle bu görevi hak ettiğini gösterdi(!) Hatırlayanlar vardır, Kahraman, Türk Talebe Birliği ve Birlik Vakfı’nın düzenlediği kompozisyon yarışması ödül töreninde o dönem başbakan olan Erdoğan’a üzerinde resmi bulunan 22 ayar altın sikke hediye etmişti. Sikkeyi “Devlet başkanımıza takdim ediyorum. Lütfen kabul buyursunlar” diye sunan Kahraman, “Dilinin sürçmediğini” belirterek, Erdoğan’a “İnşallah 10 Ağustos’tan itibaren de Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet başkanı olacaksınız” demişti.
“3. Köprüye karşı çıkanlar salak, hatta süper salak” diyerek Tayyip Erdoğan’ın hassas olduğu(!) bu konu üzerinde kendisinin de hassas olduğunu anladığımız İsmail Kahraman, bir televizyon programında “İsrail Türkiye’nin önünde diz çöktü” diyecek kadar Tayyip hayranıdır.
Sadece bu iki açıklaması bile Meclis Başkanı olması için yeterli değil mi?
Milli İrade’nin değil, Tayyip’in Meclisi!
AKP’nin milletvekili adaylarını Tayyip Erdoğan belirledi.
Bakanlar kurulunu Tayyip Erdoğan belirledi.
Ve Meclis Başkanı’nı da doğal olarak Tayyip Erdoğan belirledi.
Bu Meclis, Milli İrade’nin değil, Tayyip’in Meclisi’dir. Ne AKP’nin, ne Davutoğlu’nun, ne Bakanlar Kurulu’nun hükmü vardır.
Böyle bir Meclis’e başkanlık yapacak ismin de sonuna kadar Tayyip Erdoğan’a biat edecek bir isim olması gerekir. İşte İsmail Kahraman bu iş için biçilmiş kaftandır.
1968’te Amerika’nın güdümünde demokrat ve solcu gençlere saldıran MTTB’nin başındaki İsmail Kahraman’ın, bugün Tayyip Erdoğan’ın güdümünde nasıl militan bir Meclis başkanlığı yapacağını hep beraber göreceğiz!

Yazar: Özgür Billur

23 Nisan 2016 Cumartesi

Kahredici Bir İstibdada Karşı İhtilalle Cevap Vermek


                                                           
        
BASIN AÇIKLAMASI
“Kahredici Bir İstibdada Karşı İhtilalle Cevap Vermek”
Emperyalizme ve gericiliğe karşı kazanılan ulusal iradenin/Milli Egemenliğin 96. Yılındayız. Türkiye’de Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın oluşturduğu, TBMM şahsında temsil edilen ulusal egemenlik iktidarı, Osmanlı saltanatını devirmekle beraber, en büyük ve kalıcı zaferini emperyalizmi yenerek kazanabilmiştir. Geçtiğimiz yüzyılın başında başlayan 23 Nisan 1920 Türkiye ulusal kurtuluş devrimini, tarihin saygın, onurlu ulusal devrimler katına yücelten olgu emperyalizmin, ulusal düzlemde yengisi sonucu gerçekleşmiş bir devrim olmasıdır.
Batılı emperyalistlere karşı verilen ulusal bağımsızlık mücadelesi, Kurtuluş Savaşı’mızın temel niteliğidir. Cumhuriyet Devrimi ise Batı’dan, emperyalist küreselleşmeden kopmanın/uzaklaşmanın temel taşlarıdır.  Ancak Batı’dan kopuş yalnızca siyasi bir kopuş değildir. Model olarak da emperyalist ülkelere bağlanmak anlamına gelen Kapitalist Batı modelinin sosyal, siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri, bütün etkilerinden uzaklaşılması ve reddidir.
Türk Ulusal kurtuluş devrimi,  yalnızca emperyalizme karşı askeri alanda kazanılmış başarı değildir. Askeri başarı, ulusal egemenlik programının bütünlüğü içinde taktik bir başarıdır. Ulusal egemenlik programı, Ulusumuzun kazanımlarını koruma ve pekiştirme eksenli, siyasi, ekonomik, kültürel ve ittifaklar düzleminde, kapsamlı bir program olarak ortaya çıkmıştı. Türk devrimi, bütün bu özellikleriyle, ulusal olduğu kadar uluslararası bir özelliğe sahiptir.
Bunun en güzel kanıtı günümüzde sömürüden baskıdan kurtulmak isteyen, her ulusun, ulusal egemenlik kavgasına yöneliyor olmasıdır. Latin Amerika, Afrika ve Asya’nın ezilen uluslarının sığındıkları mevzi ulusal devletin egemenliği mevzisidir. İşte bu nedenlerle, emperyalist merkezlerde geliştirilen emperyalist yağmacılığın yaygınlaştırılması için üretilen saldırganlık projelerinin özünün, dünyamızdan, devrim ve ulusal egemenlik düşüncesini yok etmeye yönelik olması bir rastlantı değildir.
Emperyalist merkezlerin, ulusal egemenlik düşüncesinin yok edilmesi amaçlı saldırılarının bir diğer nedeni, Ulusal egemenliğin, emperyalizmin yenilgisi üzerinde gerçekleşen ve evrensellik kazanan bir olgu olmasıdır.
Bu gün;
Türk Devriminin komuta merkezi/karargâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisine,
Ulusal Egemenlik üzerinde kurumsallaşan Cumhuriyete,
1920’lerde emperyalizmi Türk topraklarında boğan Türk Silahlı Kuvvetlerine,
Emperyalizmi, emperyalist kuklası vatan haini gericiliği, manda ve himayeyi savunan işbirlikçiliği yenen devrimci Mustafa Kemal Atatürk’e karşı duyulan kin ve öfkenin altında bu gerçek yatmaktadır.
23 Nisanlar, 29 Ekimler, 30 Ağustoslar, 19 Mayıslar işbirlikçi iktidar tarafından bu nedenle yasaklanmaktadır.
Emperyalizme ve gericiliğe karşı kazanılan ulusal iradenin/Milli Egemenliğin 96. Yılında; Atatürk’ün kurduğu devrimci Cumhuriyet, yozlaşıp yerini emperyalizme bağımlı, gerici bir düzene bırakmıştır. Bu noktaya Cumhuriyet resmen yıkılmadan, ama tüm temel devrimci nitelikleri terkedilerek gelindi.
Bugün emperyalizme her yönden bağımlı olan ülkemiz; siyasal anlamda güdümlü, ekonomik anlamda çökmüş ve emperyalizme bağımlı, askeri alanda emperyalist örgütlenmelerin yörüngesine girmiş şeklen ulus devlet görünümündedir.
Türk devrimi, emperyalizmle girdiği en sert hesaplaşma dönemlerinde, her zaman karşısında gerici ayaklanmaları ve şeriatçı kalkışmaları bulmuştur. Laik devrimlerin en kökten uygulandığı dönemler, emperyalizmden kopulduğu ve gericiliğin ekonomik altyapısının zayıfladığı dönemlerdir. Emperyalizme bağımlılık ise Türkiye’de gericiliği hortlatmıştır.
Yeni-Osmanlı sevdasıyla yola çıkarak egemenliği ele geçiren AKP/Saray faşizmi gökten zembille inmedi. Emperyalizm ve Gericiliğe karşı ödünsüz, devrimci bir mücadelenin programı olan 6 ok, son 60 yıldır TBMM’de temsil edilen tüm siyasal partilerin programlarından çıkartılmış ve rafa kaldırılmıştır.  Batı’dan, (emperyalist küreselleşmeden) koparak/uzaklaşarak kurulan Kemalist cumhuriyetin kazanımlarının korunması terkedilmiş, emperyalizm ve gericilikle flört edilerek, elinden tutularak, ödünler verilerek iktidar olmanın yolları açılmıştır. Böylece önü açılan gericilik, Batılı yağmacılığın desteği ve yedeğinde siyasal ve toplumsal alanı yavaş yavaş ele geçirmiş, doğası gereği son 14 yılda kontrol edilemez boyutlara ulaşmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk 1922 yılında “Egemenlik, hiçbir mana, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve işarette ortaklık kabul etmez” derken, kendine Atatürkçüyüm diyen pek çok kesim, işbirlikçi mandacılarla birlikte Ulusal egemenliği, Avrupa Birliği ile NATO ile paylaşmakta hiçbir sakınca görmemişlerdir.
Mustafa Kemal Atatürk “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, hayat ve istikbalini kurtarmayı yegâne maksat ve gaye bildiği halkı, emperyalizm ve kapitalizm tahakkümünden ve zulmünden kurtararak, idare ve hâkimiyetin hakiki sahibi kılmakla, gayesine vasıl olacağı kanaatindedir” diyordu.
Ne yazık ki 96 yıl sonra, Türk Milletinin Egemenlik aygıtı, gericiliğe, emperyalizm ve kapitalizmin tahakkümüne karşı verilen kutsal savaşın karargâhı Türkiye Büyük Millet Meclisi; ABD’nin tezkere makinasına, Avrupa Birliğinin talimatlarını uygulayan siyasi büro konumuna sürüklenmiştir.
Bu gün Kemalistlerin önünde duran, omuzlarına yüklenen temel görev, gericiliğe ödün vermemek, ona karşı yalnızca Cumhuriyet’i, demokrasi ve laikliği savunmakla kalmamak, aynı zamanda gericiliği sürekli üreten köhnemiş düzenin kendisiyle ve egemenleriyle mücadele etmektir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün daha 1908’de yaptığı tarihsel çağrıyı yinelemenin zamanıdır. “Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilalle cevap vermek ve köhnemiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, hülasa vatanı kurtarmak için sizleri vazifeye davet ediyorum.  
23 Nisan 2016 Isparta
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                      Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI