26 Mart 2015 Perşembe

ZORUNLU DİN DERSİ VE “SÜNNİ”LER (*)




Ali TARTANOĞLU
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’den bir Alevi yurttaş’ın talebi üzerine, 12 Eylül kalıntısı zorunlu din dersi uygulamasının, insan hakları ve özgürlüklere aykırı bularak kaldırılmasına karar vermişti.
Son derece sahtekar bir demokratlıkla ” 12 Eylül’ü yargılayıp, zorunlu din dersinin, bir 12 Eylül faşistliği olduğunu görmezden gelen iktidar yetkilileri, “Matematik, fizik zorunlu oluyor da din dersi niye zorunlu olmasın…” gibi kendilerine yakışır akılcılıkta(!) cevaplar yetiştirdiler. Sonra da AİHM’e “isterlerse Alevilere de Alevilik öğretiriz” mealinde pek akilane(!) tezlerle itiraz ettiler. Ama reddedildiler.
Aynı iktidarın 2006’da yayınladığı Nüfus Hizmetlerinin Uygulanmasına Dair Yönetmelikte (m. 82) “Aile kütüklerindeki din bilgisine ilişkin talepler, kişinin yazılı beyanına uygun olarak tescil edilir, değiştirilir, boş bırakılır veya silinir” hükmü var. Pek çok yurttaş bu hakkı kullandı. Kaytarmadan araştırılsa, nüfus müdürlüklerine başvurarak kimliklerindeki “dini” bölümünü sildiren, boş bırakan, değiştiren vatandaşların sayısı hakkında, “yüzde doksan dokuzu Müslüman, yüzde 70’i muhafazakar” sakızını çürütecek şaşırtıcı bir sonuç ortaya çıkabilir. Böyle bir ülkede böyle bir uygulamaya cesaret edebilen şeriatçı bir iktidarın, din dersinin tercihe bağlı olmasına bu kadar karşı olması tuhaf.
Ama zorunlu din dersine veya zorunlu din dersinde ısrara karşı çıkanların da konuyu sadece Sünni-Müslüman olmayanlar ve genellikle Aleviler üzerinden tartışması daha da tuhaf.
Bu ülkede kanunların mülkiliği ilkesi geçerli: Usulüne uygun olarak parlamentodan çıkıp yürürlüğe giren bütün yasaların ülke sınırları içindeki herkese eşit olarak uygulanması gerek. Ama “din dersleri Sünniler için olabilir; Aleviler veya Müslüman olmayanlar için mecburi olmasın” gibi bir hava var.
İktidar dahil şeriatçıların zorunlu din dersi inadını izah etmek mümkün. Ama zorunlu din dersine karşı olanların hassasiyetinin sadece Alevilerle, Hıristiyanlarla, Musevilerle vb. ilgili olması o kadar kolay izah edilemiyor ve anlaşılmıyor.
Bir Sünni Müslüman da “ben din dersi okumak istemiyorum” diyemez mi? Özgürlük, demokrasi, Sünnilere lazım değil mi? Sen hakkı eşit olarak ver, istemeyen kullanmasın.
Devleti yönettiklerini sananların sadece Alevileri, hele Müslüman olmayanları değil, Sünniler dahil hiç kimseyi, cennetlik Sünni Müslüman yapmak gibi bir görevi, yetkisi yok.
Din dersi hiç kimse için zorunlu olmamalıdır. Nasıl imam hatip okumanın bir hak ve özgürlük olduğu söyleniyorsa, Sünni Müslüman’ın dahi hiç din dersi okumamasının, hatta dinsiz olmasının da aynı saygıya layık bir hak ve özgürlük olduğu kabul edilmelidir. Mahalle baskısı zaten var; kanun metninde bari bu hak olmalıdır.
İnsanlık için iyi, güzel olduğu kafalara dan dan vurulan demokrasinin, özgürlüklerin, sadece mağdur oldukları “Allah’ın emri” sayılan gruplara layık görülme saplantısından artık vazgeçilmelidir. Bu da çok yaralayıcı, ilkel, hatta “vahşi” bir ayrımcılıktır. Demokrasi, özgürlük, ne Amerika’nın Ortadoğu’da yapmak istediği gibi döve döve, insanları birbirine kırdıra kırdıra getirilir; ne de böyle ayrımcılık mantığıyla tartışılır.   
AİHM kesin bir kural koyuyor: Din dersi hiç kimse için zorunlu olamaz!..
Uygarlığa, demokrasiye, özgürlüğe “sadece şunlar layıktır, gerisi önemli değil” diyecekseniz, “Medeniyetler Çatışması” ukalası, kendini beğenmiş Huntington’tan farkınız yok demektir.



* Cumhuriyet, 25 Mart 2015 Çarşamba, s. 18.

“Yeni Türkiye”(!)…




Taşların bağlı, itlerin serbest olduğu yeni Türkiye;
Hakaret etmek için sözcük bulamadığım, necasetin bile kabullenmediği bir varlığın Atatürkçülereİt sürüsü” dediği;
Dolmabahçe Sarayı’nda iktidar ve PKK’nın TBMM’deki siyasi uzantılarının ağız birliği edip; bebek katili, elli bine yakın insanımızın ölüm fermanını veren, vatan hainliğinden hüküm giymiş Öcalan’ın “10 Maddelik Şartnamesi”ni açıkladığı;
On altı Türk adasının Yunanlılar tarafından işgal edildiği ve iktidarın ses çıkarmayıp razı geldiği;
Türk bayrağının bazı askeri tesislerde dahi gönderden indirildiği ve askerin bu utanç verici olayı seyretmeye mecbur bırakıldığı Yeni Türkiye!
Süleyman Şah Saygı Karakolu’nda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Cumhuriyet tarihinde ilk defa toprak kaybettiği;
PKK’nın meşrulaştırıldığı, Öcalan’ın “baş danışman ve adam” kabul edildiği;
Ne idüğü belirsiz  HDP’li,  varlıkların ve tabii ki Öcalan’ın devleti tehdit ettiği;
PKK’nın vali, kaymakam atadığı, askerlik şubesi açtığı, kolluk kuvvetleri kurduğu, vergi topladığı;
PKK’nın silahlandığı, askerin kışlaya hapsedildiği;
Jandarmanın İç işleri Bakanlığı’na devredilip, valilerin (!) emrine verildiği Yeni Türkiye;
PKK’nın meşrulaştırıldığının Genel Kurmay tarafından dahi itiraf edildiği;
Misak-ı Milli sınırları içinde yabancı askerlerin konuşlandığı, CIA, MOSSAD, MI6, BND vs. ajanların Türk vatanını, yol geçen hanına çevirdiği;
CFR’nin göbek bağını kestiği partinin küresel çetelerin talimatları çerçevesinde bölünmüş, eyalet sistemini öne çıkardığı Yeni Türkiye!
PKK’nın üniversitelerde hükümran olduğu, üç renkli paçavralarla, Öcalan’ın posterleriyle gösteri yaptığı, rektörlerin “Eyvallah” dediği;
Etnik kökenlere göre siyasi partilerin kurulduğu;
Ana düşmanın ve onun işbirlikçi uşaklarının unutulduğu ve siyasi parti sempatizanlarının diğer partileri hedef olarak gösterdiği;
Üzerinde Atatürk fotoğrafları olan kahve fincanlarını paylaşmanın Atatürkçülük sanıldığı;
 Çağdaş olmanın Batı’yı “maymun gibi” taklit etmeyle eş tutulduğu;
HDP’yi desteklemenin “Yetmez ama EVET”çiler tarafından solculuk sanıldığı, ana düşman ve işbirlikçilerinin desteklendiği Yeni Türkiye!
Ve mütarekeci, yandaş yazılı ve görsel basında Ahmet Davutoğlu imzalı “Yeni Türkiye” ilanları yayımlanmaktadır.
Bu ilanda kardeşlikten, milli birlik ve beraberlikten, milliyetçilikten bahsedilmektedir.
İşin tuhaf tarafı Atatürk’ü hiç anlamayanların bu ilanda Mustafa Kemal’in adını da kullanmalarıdır.
Kemalizm Türkiye’nin sorunlarının çözümü değil, sebebidir. Türkleri ve Kürtleri bir arada tutan inanç birli­ğinden uzaklaştırıp, etnik düşmanlığa getiren Kemalizm, Türkiye’yi kendi halkları ile sonu gelmeyen çatışmalara getirdi, komşu ülkelerle çözümü olmayan gerginliklere sebep oldu. Bu etnik parçalanmanın önüne geçmenin tek yolu Kemalizm’in düsturu olan “etnik milliyetçilik”ten vaz geçip tam tersini uygulamaktır.” Ahmet Davutoğlu
“Yeni Türkiye” ilanlarında Mustafa Kemal’in adını kullanmak gibi bir yanlışın içine düşen Davutoğlu; küreselleşmeye yaptığı,   hizmetlerden ötürü “Küresel Düşün Adamları” listesinin yedinci sırasında yer almaktadır.
Ve Davutoğlu Mustafa Kemal’i ve Kemalizm’i Türkiye’deki sorunların sebebi olarak görmektedir.
Mustafa Kemal’i anlamaktan yoksun, sapkın hayallerin peşinde koşanların Mustafa Kemal’in adını ağızlarına almaya hakkı yoktur. “Yeni Osmanlı Projesi”nin baş borazancısının; yalnız Türk milletinin değil, tüm ezilen ulusların önderi Atatürk’ün adını kullanmalarına sessiz kalmak, kabullenmek mümkün değildir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, emperyalist güçlerin kafasına vurulan yumrukla kurulmuş tam bağımsız bir devlettir.
Ve Cumhuriyet’in önsözü elbette Çanakkale Deniz ve Kara Zaferlerinde yazılmıştır. Yazılan önsözün altında 34 yaşında genç bir yarbayın; Yarbay Mustafa Kemal’in ve Türk milletinin imzası vardır.
Ve bu imza sabit kalemle atılmıştır, silinmesi mümkün değildir. Çanakkale hurafelerin değil, müthiş bir askeri dehanın ve Türk askeriniz zaferidir.

Bağımsızlık Savaşı; bir baş kaldırış, bir ihtilaldir. Ve Cumhuriyet’in temeli bu ihtilalle atılmış, Lozan’la ise yeni kurulan devletin Anayasa’sı yazılmıştır.
1924 ANAYASASI:
BİRİNCİ BÖLÜM

Esas Hükümler
Madde 1- Türkiye Devleti Bir Cumhuriyettir.
Madde 2- Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi Laik ve Devrimcidir. Devlet dili Türkçedir. Başkent Ankara’dır. (**)
Madde 3- Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir.
Madde 4- Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır.
 88. maddesinde, "Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese 'Türk' denir" yazılıdır.
Görüldüğü gibi 1924 Anayasa’sı milli ve devrimci bir anayasadır.  Milletin egemenliği esas ve şarttır.
Osmanlı artıklarının propagandasını yaptığı ve Öcalan’la mutabakata vardığı anayasa ise “Milliyetler Anayasası”dır. Yalnız Öcalan değil, “Dünya Hükümeti” de iktidar koltuğuna oturttuğu partiden bunu istemektedir.
Bir ulusun kaderini değiştiren,, emperyalistlerin planlarını ters yüz eden ve bu nedenle “En Büyük Düşman”  ilan edilen  tam bağımsızlıkçı, millici ve devrimci Mustafa Kemal’in adını sapkın hayallerine ortak etmeleri asla af edilemez.
Mustafa Kemal anti-emperyalistir ve Türk milliyetçisidir.
Milleti millet yapan düşünce gücünün temelini milliyetçilik teşkil etmektedir. Milliyetçilik, millî benlik, millî birlik, millî ahlâk, millî ekonomi, uygarlık ahlâkı, millî duygu ve insanî duygunun birleşmesinden meydana gelmiştir.”  Reisicumhur Mustafa Kemal -1924
Etnik kökenleri kaşıyarak, Türk milletini bir etnisiteye indirenler, “milleti millet yapan düşünce gücünün temelinin milliyetçilik”  anlamaktan elbette çok uzaktırlar.
Ben Türk milliyetçiliğini ayaklarımın altına aldım.”  söyleminin devamı ve Kemalist Milli Devrim’i anlamaya gücü yetmeyenler bölünmüş Türkiye hayallerine Mustafa Kemal’i alet edemezler.
Mustafa Kemal devrimcidir, tam istiklalcidir. Milletin egemenliğine saygı göstermiştir.
Mustafa Kemal’in devrimci ve anti-emperyalist duruşu, küresel çetelerin planlarını işlevsiz kılmıştır.
Yeni Türkiye sapkınlığı ise Osmanlı artıklarının uyguladığı “Büyük Abi”nin planıdır.
Demokrasi adına bir virüs beyinlerine enjekte edilmiştir. Değiştirmeyi umdukları Anayasa’da hedef ilk üç madde ve Anayasa’dan çıkarılması küresel çeteler ve Öcalan tarafından şart koşulan Türk vatandaşlığıdır.
Bunların hiç biri Atatürk’ün kitabında yazılmamıştır. Atatürk bölücü değil birleştiricidir. Bu nedenle; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına TÜRK MİLLETİ denir.” demiştir.

Cemaatle, küresel çetelerle bir olup Türk ordusuna kumpas kuranların ebedi ve onursal Başkomutan Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ü reklam malzemesi yapması kabul edilemez.  Bu isyan edilmesi gereken bir durumdur.

Her fırsatta Atatürk’e ve Cumhuriyet’in kurucu önderine hakaret etmeyi  görev bilenlerin ve hatta O’na “AYYAŞ” diyenlerin mensup olduğu partinin, büyük önderin adını kullanması bir gaflet örneğidir.
Cumhuriyet’i dönüştürme hevesinde olanların bayrak, milliyetçilik ve Mustafa Kemal’in adını kullanmaları sadece bir aldatmacadır.
Üstelik bayrak, Türk milliyetçiliği ve Mustafa Kemal, Türk milletinin milli değerleridir ve kutsalıdır. Asla   reklam malzemesi yapılamaz. Sapkınlıktır, aymazlıktır.

Tek bir Türk Devleti vardır. O devlet Mustafa Kemal’in önderliğinde kanla, canla, irfanla ve devrimle kurulmuş ve kuruluşu 29/Ekim/1923’de saat 20.30’da 101 pare top atışıyla tüm dünyaya ilan edilmiştir.

O devletin adı da sonsuza dek varlığını sürdürecek olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.

“Ülkenin ve milletin istiklali tehlikededir. Ülkenin ve milletin istiklalini, gene  milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Amasya Bildirgesi-22/Haziran/1919

Karar yüce Türk milletindir.


Figen ÖZEN
25/03/2015









24 Mart 2015 Salı

TETİKÇİ PROFESÖR




Dünyanın en iyi 1.000 üniversitesi sıralamasında adı geçmeyen Sabancı Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Cemil Koçak’ı size tanıtmak istiyorum.
Cemil Koçak’la ilgili bilinen somut bilgileri sıralıyorum:
• 1956 yılında İzmir’de doğdu.
• Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. Daha sonra aynı okulda yüksek lisans ve doktora yaptı.
• Avrupa Birliği yanlısı. Yani, AB mandacısı.
• Tarih Vakfı’nın kurucu üyesi. Tarih Vakfı, Rockefeller’den parasal destek aldı. Rockefeller, ‘Küresel Çete’ CFR’nin kurucusu ve onursal başkanı.
• Tarih Vakfı, AB’den yüz binlerce Avro hibe aldı.
• Tarih Vakfı, CIA ajanı Siyonist Soros’tan da para aldı.
Cemil Koçak, gazetelerde ve çeşitli TV kanallarında yaptığı söyleşilerde, Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Türk Ordusu hakkında şu görüşlerini ortaya sürdü:
• Atatürk’ün Topal Osman’dan kaçmak için kadın kılığına girerek Çankaya Köşkü’nü terk ettiği görüşü, doğrudur.
• ‘Mevzubahis olan vatansa, gerisi teferruattır’ sözü, Atatürk’e ait değildir.
• Kemalizm tutarlı bir ideoloji değildir.
• Kemalistler Nutuk’u sansürledi.
• Atatürk, zaman ve zemine göre konuşurdu.
• Resmi tarihte bilginin kendisinde problemi var. Bilgi temiz değil, kirletilmiş.
• Atatürk, ‘ordu politikaya karışmasın’ diye bir şey hiç söylemedi. Bu tamamen uydurmadır. Atatürk bunu söyleyemez, çünkü bunu diyebilmesi için kendisinin de üniformasını çıkarması gerekiyor. O dönemde ise üniformayı kimse çıkaramazdı.
• Atatürk askerdi ama bir komutanlık görevi yoktu. Yani bir karargâha sahip değildi. İsmet Paşa da öyle. Ama Kâzım Karabekir’in, Ali Fuat Cebesoy’un komuta yetkileri vardı.
• İzmir Suikastı davası muğlâktır. Atatürk’e suikast yapılacağı kesindir ama bu olayın tetikçilerinin arkasında kimler var, ispat edilememiştir.
• Atatürk orduya güvenmiyordu. Ordunun ne kadar hızlı taraf değiştirebileceğini biliyordu.
Cemil Koçak, bir gazetecinin sorduğu soruları şöyle cevapladı:
Soru- İttihatçı gelenek tam olarak nedir?
Cevap- ‘Bu ülkeyi ancak biz kurtarabiliriz, koruyabiliriz ve yönetebiliriz. Bizim dışımızda hiç kimse bunu beceremez. Bize karşı çıkan herkes vatan hainidir’ paradigmasıdır bu. Orduda bu denklem bugün de hâlâ devam ediyor.
Soru- Milli Mücadele’yi yapacak olan İttihatçı grupta kimler vardı?
Cevap- Bunlara, ‘İttihatçıların yedek kadrosu’ diyelim… İttihatçıların A grubu, Enver, Talat, Cemal Paşalar yurt dışına çıkmışlardı. Onların İstanbul’da kalan Kara Kemal, Kara Vasıf gibi uzantıları, bunlardan aldıkları talimatla işgale karşı silahlı direnişi düzenleyeceklerdi. Bu ekip, Anadolu hareketinin gerçek liderleri olarak kendilerini görüyorlardı ama… Milli Mücadele’yi Anadolu’da fiilen örgütleyecek olanlar Kâzım Karabekir, Refet Bele Rauf Orbay, Mustafa Kemal ve İnönü gibi isimlerden oluşan İttihatçıların B takımıydı. Bunlar, A takımıyla göbek bağlarını kemeye çalışıyordu.
Soru- Ama son dönemde Türkiye’de Kuvayi Milliye adıyla hareketler ve dernekler kuruldu, yayınlar çıkarıldı. Hem Atatürkçü hem de Kuvayi Milliyeci olunabilir mi?
Cevap- Son yıllarda Kuvayi Milliye adını tekrar dolaşıma soktuklarını görünce ben çok şaşırdım. Çünkü 1921’de Çerkez Ethem’in kuvvetlerinin dağıtılmasıyla birlikte Kuvayi Milliye de yasaklandı. Eğer 1921’den sonra birisi çıkıp ‘Ben Kuvayı Milliyeciyim’ diye ortalıkta dolaşsaydı, başı fena halde belaya girerdi. Bu tamamen Milli Mücadele’ye aykırı bir cereyan haline gelmişti. Kuvayi Milliye ruhu denilen de zaten merkezi denetim dışında bir çete savaşıdır. Bu, hakiki bir ordu değildir.
Soru- Cumhuriyet döneminde ordunun durumu halka anlatıldı mı diye sormuştum…
Cevap- Bize iktidar kavgası, Ankara’da Meclis’te, siyasi arenada yaşanmış gibi anlatılıyor ama asıl iktidar kavgası ordu içinde oluyor. Milli Mücadele’yi yapan komutanlar arasında, Milli Mücadele bittikten sonra büyük bir iktidar mücadelesi başlıyor. Ordu bir daha bölünüyor.
Soru- Ordu nasıl bölünüyor?
Cevap- Ordu, 1922–24 arasında Mustafa Kemal Paşa’dan yana olanlar ve olmayanlar arasında bir kez bölünüyor. Milli Mücadele’nin ağırlıklı kadrosundan Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi isimler, Mustafa Kemal’in ülkede iktidarın tamamına hâkim olacağı endişesiyle karşı ekibe geçiyorlar. Bu isimlerin hepsi aynı zamanda orduda da komutan oldukları için, bu iktidar kavgası, orduyu da siyasi ve ideolojik olarak ikiye bölüyor. Mustafa Kemal’in yanında Fevzi Çakmak, İsmet Paşa ve birkaç isim yer alıyor.
Soru- Birbirlerinden nerede ayrılıyorlar bu isimler?
Cevap- Bunların hepsi de İttihatçı. Hepsi de Halk Fırkası içinde. Hepsi de muvazzaf asker ama… Bunlar, modernizasyon projesi uygulama yönteminde anlaşamıyorlar. Mustafa Kemal Paşa grubu, ‘Meşrutiyet’te gördük. Bu işler anayasayla, parlamenter sistemle olmaz. Biz bunu otokrat bir yöntemle yapacağız, İttihatçıların kurmuş olduğu eski sistemi devam ettireceğiz biz’ diyorlar.
Soru- Yani askerî diktayı devam ettirecekler, öyle mi?
Cevap- Evet. Buna karşılık Kâzım Karabekir ve diğer grup ise, ‘Biz bu sistemi tecrübe ettik. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarını da bu yüzden yaşadık. Bu yöntemden tamamen vazgeçelim. Gerçek bir temsili sistem, parlamenter rejim kuralım. Siz modernizasyonu zorla yapacaksınız. Böyle bir modernizasyon kalıcı olmuyor… Bu yüzden modernleşmeyi zamana yaymak ve bu konuda halkı ikna etmek, halkın onayını almak lazım. Halkın üsütüne fazla gitmemek ve tepki toplamamak lazım.
Soru- Bunlar tam olarak neye karşılar? Mustafa Kemal’in diktatör olmasına mı karşılar?
Cevap- Buna karşılar. Ordu bu bakımdan bölünüyor. ‘Yoksa biz de sizin söylediklerinizin yapılmasını istiyoruz ve bunları biz de yapacağız. Biz de kadınlarımızı çarşaftan kurtaracağız. Zaten bizim her birimizin eşleri çarşaftan kurtulmuş vaziyetteler. Bizim, sizin yapmayı istediklerinizle bir problemimiz yok. Ama biz bütün bunları yaparken bu ülkede parlamenter sistem olsun’ diyorlar.
Soru- Atatürk kendisine siyasi rakip olarak en fazla kimden çekiniyordu?
Cevap- Rauf Orbay’dan çekiniyordu. O da herhalde Atatürk kadar yetenekliydi. Balkan Harbi’nde zırhlısıyla epey kahramanlık yaptı, ‘donanma kahramanı’ olarak tanındı. Sonra emekli oldu ve kendisini İttihatçı politikaya verdi.
Atatürk’ün yanındaki ekip, Milli Mücadeleye geç katılan, katılmakta tereddüt eden ekipti.
Atatürk’ün karşısındaki grup ise Milli Mücadele’ye en önce katılan ekipti. Nitekim Karabekir, Halide Edip, Refet Bele, Rauf Orbay gibi isimler, Atatürk’ü, ‘Mücadeleye bizimle başladın ve sadece iktidar meselesi yüzünden şimdi bizi ekarte ediyorsun. Çok sonra mücadeleye katılmış olan kişilerle birlikte bizi iktidar için feda ediyorsun, onlarla iş yapıyorsun’ diye suçluyorlar.
CFR’den, AB’den ve Siyonist Soros’tan hibe alan vakfın kurucu üyesi Prof. Dr. Cemil Koçak’ın; Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Türk Ordusu hakkında bugüne kadar bilmediklerimizi nasıl anlattığını gördünüz!
Şimdi ben de size, Cemil Koçak’ın bilinmeyen geçmişini anlatacağım.
Yoksul bir ailenin çocuğu olan Cemil Koçak, ilkokuldan başlayıp Ankara’da Basın ve Yayın Yüksek Okulu’nu bitirene kadar hep parasal sıkıntı çekti ve belki biraz da bu yüzden sağlıklı bir sosyal hayat yaşayamadı, çok istemesine rağmen kızlarla arkadaşlık kuramadı, kadınlara yanaşamadı.
Ankara’da ABD Büyükelçiliği’ne yaptığı sık ziyaretler sonucunda, 1978 yılında, Woodrow Wilson Center’in verdiği bursla ABD’ye gitti ve Boston Üniversitesi’nde doktora yapmaya başladı.
Cemil Koçak, özlemini çektiği hayatı Boston’da yaşamaya başlar. Üniversitede kendisine yakın ilgi gösteren uzun sarı saçlı, yeşil gözlü bir kızla arkadaşlık kurar. Adı, Betsy Steiner olan bu güzel kız ona hayatında ilk kez cinselliği yaşatır.
Betsy’nin babası David Steiner, AIPAC (Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi)’nin başkanıdır. Cemil Koçak, AIPAC’ın ne olduğunu Betsy’ye sorduğunda, Amerika-İsrail ilişkilerini geliştirmeye çalışan bir sivil toplum örgütüdür, cevabını alır. Betsy, AIPAC’ın kuruluş sırasında aldığı özgün adının ‘Kamu İşleri Amerikan Siyonist Komitesi’ olduğunu söylemez, saklar.
Cemil Koçak, AIPAC’ın ABD Kongresi’nde çok sayıda yandaşı bulunan çok güçlü bir Siyonist lobi olduğunu çok sonraları öğrenir.
Cemil Koçak, doktorasını bitirdikten hemen sonra Türkiye’ye dönmeyi düşünmez. Bir süre ABD’de kalıp deneyim kazanmak ister. Bu görüşünü David Steiner’e açar, kendisine bir iş bulunmasında yardımcı olmasını ister.
David Steiner bunu zevkle yapacağını söyler ve onu, Uncle Frank’a gönderir.
Uncle Frank, Ulusal Güvenlik Örgütü (NSA)’nın en tepesindeki yetkilidir. Ve bu kurum, ABD’nin en geniş casusluk örgütüdür.
NSA’da yapılan ve saatlerce süren sözlü sınavı Cemil Koçak kazanır. Sevinçle David Steiner’e teşekküre gider.
David Steiner, Cemil Koçak’ın NSA’daki sınavından başarıyla çıkmasından çok hoşnuttur ancak kafasında Cemil Koçak için başka bir plan vardır.
David Steiner, eğer NSA’da çalışırsa Cemil Koçak’ın ABD’nin resmi bir kuruluşunda maaşlı bir eleman olacağını hatırlatır ve bu durumun ileride Cemil Koçak’a Türkiye’de sorunlar çıkarabileceğini vurgular.
David Steiner, NSA yerine, özel bir danışmanlık şirketi olan MAIN’de çalışmasını önerir ve Cemil Koçak’ın bu kuruluşun başkanı Jake Dauber’le görüşmesini sağlar. Cemil Koçak görüşmeye gitmeden önce, David Steiner şunları söyler: ‘MAİN, özel bir danışmanlık şirketi olmanın çok ötesinde önemli bir kuruluştur, bu fırsatı iyi değerlendir!’
Jake Dauber, hemen konuya girer ve Cemil Koçak’a şunları anlatır.
ABD, küresel imparatorluğunu kurmak için başlıca üç tür araç kullanmaktadır:
• Tetikçiler
• Çakallar
• ABD Ordusu
Tetikçiler
Bu tetikçileri, mafya örgütlerinin eli silahlı ayak takımı ile karıştırmayınız.
Bizim tetikçilerimiz, en üst düzeyde eğitim almış akademisyenler, mühendisler, ekonomistler, finans analistleri ve hukukçulardan oluşur. Bizim bu tetikçilerimiz, görevlendirildikleri ülkelerde uydurma istihbarat raporları hazırlarlar, yalana dayalı kitaplar yazarlar. ABD yandaşı sivil toplum örgütleri kurup yönetirler. Uydurma kamuoyu araştırmaları yaparak halkı yönlendirirler. IMF ve Dünya Bankası kredileri olmadan yürütülmesi imkânsız büyük yatırım projeleri yapıp uygulanması için hükümetlere dayatırlar…
İşte bizim danışmanlık şirketimiz MAIN, bu alanda çalışmaktadır. Eğer sen de bizimle çalışmayı kabul edersen, bizim bir “Akademik Hit Man” imiz olacaksın.
Senden, akademik bir tetikçimiz olarak beklentilerimiz şunlar olacaktır.
Türk tarihini, özellikle de Türk Kurtuluş Savaşı tarihini tersyüz edeceksin! Yayınlayacağın kitaplarla, yapacağın söyleşilerle Mustafa Kemal’i sıradanlaştıracaksın! Gerçi biz 60 yıldır Türk çocuklarının kendi tarihlerini okullarda öğrenmesini engelledik ama son yıllarda Türk halkına gerçek tarihlerini anlatan bazı yazarlar türedi…
İşte sen, bunların yazdıklarını etkisizleştirecek kitaplar yazacak, konuşmalar yapacaksın! Mustafa Kemal’i ve Türk Ordusunu halkın gözünden düşürecek, sözde bilimsel makaleler, kitaplar yazacaksın. Kısacası, Türklerin gerçek geçmişlerini belleklerinden itina ile temizleyeceksin!
Beklediğimiz hizmetleri verebilmen için, seni Sabancı Üniversitesi’ne öğretim üyesi olarak sokacağız. Orası bizim ‘karagâhımız’dır… Orada hem iyi para alacak hem de destekleneceksin. Bir akademik tetikçi olarak orada çok sayıda yandaş bulacaksın… Bize bağlı televizyon kanalları ve gazeteler seni sık sık konuşma yapmaya çağıracaklar, sen bu fırsatları çok iyi değerlendireceksin. Rahat ol, biz Türkiye’de üniversitelerin tümüne ve medyanın da neredeyse tamamına çok sayıda tetikçilerimizi yerleştirdiğimiz için senin anlattıklarına karşı çıkacak akademisyen ya da yazar pek olmayacaktır…
Çakallar
Eğer bir ülkede görevlendirilen tetikçiler başarılı olamazlarsa, ‘Çakallar’ devreye girer. İki tür ‘Çakal’ vardır:
Öncü Çakallar
CIA, FBI, MI6, MOSSAD… Bunlar Öncü Çakallardır.
Öncü Çakallar; tehdit ederek, şantaj yaparak, rüşvet vererek, türlü yerlere bombalar yerleştirerek, asılsız ihbar mektupları üreterek, telefonları dinleyerek, sahte resmi belgeler düzenleyerek ve asılsız ihbar mektupları göndererek görev yaparlar.
Bugün T.C. Devleti’nin tüm bakanlıklarında, tüm kamu kuruluşlarında, Türk Ordusunun içinde, üniversitelerin tamamında, medyanın tamamına yakınında, işçi sendikalarında ve sivil toplum örgütlerinin tümünde bizim Öncü Çakallarımız görev yapmaktadır…
Parçalayıcı Çakallar
IMF, Dünya Bankası, CFR, Trilateral, Bilderberg ve Siyonist Lobiler. İşte bunlar da Parçalayıcı Çakallardır.
Çoğunlukla işi, Öncü Çakallar çözer, Parçalayıcı Çakallara pek sık iş düşmez. Bugüne kadar dünyada, Öncü Çakallarımızdan CIA, 160 ülkede hükümet devirdi…
ABD Ordusu
Çakallar da başarısız olursa ki buna çok az rastlanır, işte o zaman paralı askerlerden oluşan ordu harekete geçer ve işi bitirir…
Jake Dauber, şirketine yeni katılan ‘Akademik Tetikçi’ Cemil Koçak’a son uyarılarda bulunur:
Sakın unutma: Bu görevinden eşin dâhil hiç kimseye söz etmeyeceksin!
Sakın unutma: Bizim örgütümüze giren bir daha çıkamaz!
Haydi, şimdi sana Türkiye’de başarılar diliyorum.
Prof. Dr. Cemil Koçak ile ilgili yukarıda anlattıklarımı hayretler içinde okuduğunuzu biliyorum.
Yazdıklarımın gerçekten doğru olup olmadığını soracağınızı da biliyorum!
Cevabım şudur.
Cemil Koçak; Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Türk Ordusu hakkında anlattıklarını belgeleriyle kanıtlasın, ben de onun hakkında yazdıklarımı belgeleriyle kanıtlayayım!
Hodri meydan!
Yılmaz Dikbaş
“İĞFAL”, Asya Şafak Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, ocak 2011
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52