4 Eylül 2014 Perşembe

Siyasal İslâm, niçin antiemperyalist olamaz? / Ahmet Çınar




Solda hep söylenegelen ve tekrarlanagelen bir genel doğru, “emperyalizmin, dinselliği ve dinsel düşünceyi sonuna kadar kullandığı, dinden yararlanarak hegemonyasını sürdürdüğü” düşüncesidir.
Eksik bir doğrudur bu.
Çünkü emperyalizmin dinle olan ilişkisi basit, sıradan bir kullanma-kullanılma ilişkisi değildir.
Şunu hiç unutmamak gerekir:
Dinsellik, emperyalizme içkindir. Yani emperyalizm, özsel olarak dinseldir.
Emperyalist düzen, varoluşu itibariyle dinseldir.
***
Açmaya çalışalım: Din ve dinsellik, insani planda güçsüzlüğü ve zayıflığı ifade eder. Özellikle de insanlık baskı ve çaresizlik dönemlerinden geçerken, dinsel inanç ve batıl inanışların daha çok etkisi altına girer.
Çünkü din, güçsüzlüktür. Marx, “Hukuk Felsefesinin Eleştirisi”nde bunu şöyle açıklar: “Dini insan yapar, insanı din yapmaz. Din, kendini henüz bulamamış ya da artık yitirmiş olan insanın kendi bilinci, kendi öz saygısıdır.”
Evet, din, kendini bulamamış insanın “bilincidir.” Din, insani özelliklerini kaybetmiş insanın “bilincidir.” Din, yaratma gücünü, var etme potansiyelini, değiştirme iradesini yitirmiş insanın “bilincidir.”
Yani, insan olmayanın, non-insanın “bilinci” yerine geçen bir olgudur. Güçsüz insanın “bilinci” yerine geçen bir olgudur din.
İnsan, güçlendikçe, evrendeki tek “yaratıcı / var edici” gücün kendisi olduğunu hissettikçe, kendini gerçekleştirme potansiyelini keşfettikçe, edilgenlikten etkinliğe adım attıkça, din düşüncesi de toplumsal ve siyasal ağırlığını yavaş yavaş kaybedecektir.
İşte, emperyalizm ile din arasındaki bağı, bu şekilde kurmak olanaklıdır.
***
Biraz daha açalım:
Emperyalizm, insanı, dolayısıyla insanın insanlığını yok etme düzenidir. İnsanın düşünme, sorgulama, merak etme, araştırma, itiraz etme, yaratma, değiştirme iradelerini yok etme düzenidir. Edilgen, otlaşmış, bitkiselleşmiş, yalnızca biyolojik gereksinimlerini gidermeye ayarlanmış insanı sever emperyalizm.
Bunu gerçekleştirmenin en kolay, en pratik yolu ise akla düşman, bilime düşman, aklın özgürleşmesine düşman inanışların, insanın bilincine zerk edilmesidir. Gökten indiğine inanılan, peygamberin söylediği iddia edilen bir dizi öğretiyi, insanların zihinlerine yerleştirilmesidir.
Dindar bir yaşantıya sahip olmayan ama bilinçaltları “mistisize edilmiş / mistifikasyona tabi tutulmuş” orta sınıf insanlarına dikkatle bakınız. Çoğunluğu, emperyalizmin en önemli insan kaynaklarıdır.
Bugün, gazetelerin, televizyonların, internetin, sosyal medyanın, kitapların, dergilerin fal, muska, büyü, cinler, dualar, parapsikoloji, ruhçuluk, medyumluk, telekinezi gibi safsataların mecrası haline getirilmesi, toplumun dinselleştirilmesine dahildir. Dinselleşme dediğimiz ille de toplumsal yaşamın namaz ve iftar saatlerine göre ayarlanması, hac ve umre ziyaretlerinin devlet protokolüne girmesi, her ağzını açanın dinsel referanslarla lafa başlaması değildir. Toplumsal bir çıldırı halinde tasavvufi kitaplara sarılmak, herkesin her fırsatta dinsel referanslarla yaşamaya başlaması, “solcu” gazetelerde bile ilahiyatçı akademisyenlerin köşe yazarı olması, edebiyat yapıtlarına bile dinsel öğelerin serpiştirilmeye başlanması… Bunların hepsi toplu bir dinselleşme / dinselleştirme operasyonudur.
Bu bir karanlık dönemdir.
Ve bu karanlık dönemi, emperyalizmden ayırmak olası ve olanaklı değildir.
Karanlık dönemde, insan aklının aydınlığı söndürülmek istenir. Yapan, eyleyen, düşünen, değiştiren insan yok edilmek istenir. Mistifiye edilmiş, itaat eden, boyun eğen, sorgulamayan, itiraz etmeyen, şükreden insan modeli üretilir ve yüceltilir.
İşte bu nedenle…
Emperyalizm ile dinsellik iç içedir.
Dinsellik, emperyalizmin kolaylıkla yöneteceği insanı yaratır; emperyalizm de yeniden ve yeniden dinselliği yaratır. Bu sarmal döngü, böylece süregider.
Birbirini besler.
Emperyalizm, insanı sürekli güçsüzleştirmek zorunda olduğu için dinseldir.
Emperyalizm, insanı sürekli edilgenleştirmek istediği için dinseldir.
Emperyalizm, insanın yaratıcı ve eyleyici potansiyelini yok etmek istediği için dinseldir.
Çünkü emperyalizm, dinselliği, genişletilmiş ve derinleştirilmiş bir biçimde sürekli ve yeniden üretmektedir
İşte “Emperyalizm özsel olarak dinseldir” derken, kastettiğimiz budur.
***
Emperyalizm insanı güçsüzleştirmek zorundadır. İnsanın güçsüzleşmesi, edilgenleşmesi, itaatkârlaşması ise her türlü dinsel inanışın, en gelişmişinden en ilkeline kadar yaygınlaşması, kitleselleşmesidir.
O halde dinselliğin kitleselleşmesi demek, insansızlığın kitleselleşmesi demektir. Emperyalizm, insansızlığın kitleselleştiği bir düzendir.
***
İnsani güçsüzlüğün bir başka boyutu da, sorumluluk duygusunun yokluğudur. Güçsüz insan, sorumluluktan korkan ve kaçan insandır. Sorumluluk, insanın zor işlere yönelmesini gerektirir. Zorluk ise insani yaratıcılığa gereksinim duyar. Kendi yaratıcılığına olan güvenini kaybetmiş bir varlığın, sorumluluktan kaçması ve sorumluğu kendisi dışındaki (ilahi / mistik) güçlere yüklemesi kaçınılmazdır.
Hasip Akgül, Görme Kılavuzu (Duvar Yayınları, Temmuz 2008) adlı ufuk açıcı kitabında bu konuya dair şunları yazar: “Din üzerine Freud, Marx’la hemfikir görünmektedir. Freud’a göre çocuğun dünya ile karşı karşıya kaldığı zaman duyduğu ilkel korku güçsüzlük korkusundan çıkar. Bu hissi duyan çocuk kendine yardım ve destek arar. Büyüdükten sonra bu yardımlardan vazgeçmesi ve dünya ile karşılaşma sorumluluğunu kendi omuzlarına aktarması gerekir. Fakat bu sorumluluk yüklenme ‘ego’ya kolay kolay kabul ettirilebilecek bir şey değildir. Bütün kararların başkaları tarafından verilmesi çok daha rahat bir durumdur. Böylece bazı kimselerde zaman zaman çocuksal davranışlara dönmek, tümcü bir otorite kaynağı aramak bir eğilim olarak belirir: Din, kişinin kaybettiği biyolojik baba yerine kendini sorumluluktan arıtan soyut bir baba yaratır. Sorgulanmadan yerine getirilmesi istenen emirler veren bir kaynak. Eksikliği hissedilen baba gibi. Freud’a göre din, gücünü yaratan psikolojik kaynakları gizlediği oranda ideolojiktir, gerçekleri örten bir maskedir.”
Emperyalizmde de, insan o denli güçsüzleştirilmiş, o denli özgüven yitimine uğramıştır ki, en basit konularda bile karar vermekte ve verdiği kararın sorumluluğunu taşımakta zorlanmaktadır. Çünkü korkmaktadır. Çünkü edilgendir. İşte böyle bir varlığın, dinselliğe eğilimli olması kaçınılmazdır. O nedenle bu tipolojideki insanların kitleselleştiği yerlerde, dinsellik de tüm karanlığıyla yerleşmiş demektir.
2012 Türkiye’sinde olduğu gibi…
Dolayısıyla… Özgüvenin, sorumluluğun, eylemselliğin, iradenin, özgür aklın olmadığı bir düzen, kaçınılmaz olarak dinseldir.
***
Bu konuda Lenin’e de söz vermek lâzım. Şöyle yazıyor Lenin: “Emperyalizm ilhak etme dürtüsüdür. Kautsky’nin tanımının politik kısmı buna çıkar. Bu tanım, doğru ama eksik bir tanımdır. Çünkü emperyalizm politik olarak genel olarak şiddet ve gericilik eğilimidir.”
Lenin’in bu saptamasını unutmamak gerekiyor. Emperyalizmi belirleyen eğilim, şiddet ve gericiliktir. Gericiliğin en aslî, en karanlık, en bozucu, en tehlikeli biçimi ise dinsel gericiliktir. İşte bu noktada Lenin, yazının başında vurgulamaya çalıştığımız “Emperyalizm, özsel olarak dinseldir” saptamamızı daha genel bir biçimde dile getirmiş oluyor.
***
Son olarak Montesquieu. Şunları yazar: “Bu gibi devletlerde (despotik devletlerde) dinin, başka herhangi bir devlette olduğundan çok daha fazla etkisi vardır; korkuya eklenen başka bir korkudur o.”
Evet, emperyalist düzen korkuya / korkutmaya dayanır. Korkudan korku üreterek, insanı insanlığından çıkarır. Bu nedenledir ki, korkudan beslenen ve korkuyu besleyen bir “korku jeneratörüdür” din.
Ve korku üreten din, emperyalizme dahildir. Emperyalizmin içindedir. Emperyalizme içkindir.
Siyasal ya da teolojik, ekonomik ya da kültürel, ılımlı ya da köktenci; hangi şekliyle olursa olsun genel anlamda dinsellik, emperyalizmle mücadele etme / edebilme potansiyelinden yoksundur. Bırakınız yoksun olmasını, dinselliğin emperyalizmle mücadele edebilmesi, eşyanın doğasına aykırıdır.
Çünkü emperyalizmin özünde, kökünde, nüvesinde boylu boyunca dinsellik vardır.

3 Eylül 2014 Çarşamba

YEŞİL-TURUNCU OYNAK (YTO-CHP) KILIÇDAROĞLU PARTİSİ - Mustafa Yıldırım



Gelecekte açılacak “CHP darbecileri” davasına belge olsun diye bir kez daha yayınlıyorum:
Askeri cunta ve Özal hükümetlerinin baskıcı döneminden bunalan pek çok kişi, özgürlük ortamının genişlemesiyle somut çalışmalar için derneklere-vakıflara katıldılar; “STK” denilerek örtülen kuruluşların “project democracy” operasyonunun bir parçası olduğunu görünce de ayrılmak istediler.

Saim Sanlı da iyi niyetle TESEV kurucusu olmuştu; ancak daha sonra ayrılmak için bir dilekçe gönderdi:

“TESEV’in giderek artan bir biçimde, ulusal birlik ve bütünlüğümüzü ayrıştırıcı, başta Cumhuriyetimiz olmak üzere birçok ortak değerimizi aşındırıcı mahiyetteki rapor ve çalışmaların adeta odağı haline geldiğini –bilerek veya bilmeyerek- ülkemizin ihtiyaç ve çıkarlarıyla giderek ters düştüğünü ve amacından uzaklaştığını üzülerek müşahede ettim.

Bu nedenlerle, kuruluşundan bu yana üyesi olduğum TESEV’den istifa ederek ayrılmaya karar vermiş bulunuyorum.
İstifamın gereğinin yapılmasını rica ederim.”

Saim Sanlı’nın ayrılma isteği kabul edilmedi. TESEV’den ayrılma dilekçesi gazetelerde manşete çıktı. Devlet Eski Bakanı Ufuk Söylemez, köşe yazısında bu dilekçeye yer verdi; “deşifre olan kimi niyetler ve ilişkilerin onların ‘tarafsız-masum-bilimsel-çağdaş bir sivil toplum örgütü’ gibi görülmesine mani olduğunu” belirttiği TESEV’in “ciddi bir özeleştiri” yapmasını ya da çalışmalarını durdurmasını istedi.

2006’daki bu olaydan altı yıl sonra, TESEV kurucusu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, örgütten ayrılmama nedeni sorulduğunda, TESEV’de “iyi aydınlar da var” demekle yetindi. (Sivil Örümceğin Ağında, 26. Basım, s. 320)

Kılıçdaroğlu ve darbeci ekibinin CHP yönetimine parti dışından CHP programıyla, tarihiyle ilgisiz adam alınmasını eleştirenler! Konu o kişilerin siyasal inançları değildir!
Kılıçdaroğlu ve turuncu darbeci adamları CHP yönetiminde federasyonlaşan Türkiye’ye uygun etnik temsilciler alıyorlar! CHP yönetimi de ülkenin parçalanmasına uyduruluyor!

Örneğin Bekaroğlu, siyasal gücü nedeniyle mi alınıyor? Adamın Rize’deki oyları %1’i bulmuyor. Canı sıkılanlar Bekaroğlu’nun Laz milliyetçiliği girişimlerini anımsamalıdırlar.
Faruk Loğoğlu, Türkiye’nin federasyonlaşmasını (Etnik devletlere bölünmesini) isterken siyasal akıl mı yürütüyordu, yoksa Adigeleri mi temsil ediyor?
Tanrı’nın Kulu Sezgin, CHP’de Kürtleri, Hüseyin Aygün, Dersim özerk milliyetçilerini mi temsil etmiyorlar mı?
A. Davutoğlu’nun tez hocası, TESEV’in has elemanı Toprak Binnaz, yıllarca federasyonlaşmanın İslamcı alt yapısının kurulmasına yardım etmedi mi?
CHP’de İslamcı cemaatlerin (Yalnız Nurcular değil, şeyh-şıh örgütlerinin tümünün) temsilcileri yönetime alınmıyor mu?

Cin adam, oradan oraya uçan, kurnaz Kılıçdaroğlu, “İslamla uzlaştık, Kürtlerle de uzlaşıyoruz” derken kulağınızı tıkadıysanız
Siz, ulusal birlikçilik-Atatürkçülük- İslam devletçiliğine karşılık- halkçılık- çağdaşlık üstünde söz yarıştıra durun; atı alan, kılıcı kuşanan 2. Tayyip, Yeşil-Turuncu-Oynak CHP’yi kurdu bile!

CHP’de milletvekili olup da bu gelişmelere sessiz kalan, ya da mezhepçilik şımarıklığıyla partili arkadaşlarına hakaret eden milletin sözde vekilleri, suspus oturan kadınlı-erkekli sözde Kuvayı Milliyeci CHP vekilleri şurası kesindir ki, yalnızca iktidar sahipleri değil, sizler de Türkiye’nin parçalanmasından sorumlu tutulacaksınız!

Ya siz, emirle parmak kaldıran, tüm bu gelişmeleri alkışlamak için sıraya giren atanmış parti delegeleri, siz de ayrı tutulmayacaksınız! Delege listeleri tarihin dosyasına çoktan girdi.
Seçim sandığı şantajıyla bu gelişmelere sessiz kalan, boyun eğen CHP üyeleri! Siz kendinizi sorumsuz mu sanıyorsunuz?

Davada herkese yer var! Hiç kuşkunuz olmasın!
3 Eylül 2014     


Mustafa Yıldırım

Not: Çocukları zorla İmam Hatip okullarına sokularak Arapçaya-Arap kültürüne mahkûm edilen aileler çaresizce isyandalar! Kılıçdaroğlu sessiz, partisini, üyelerini harekete geçirip neden bu Cumhuriyet yıkıcılığını önlemeye çalışmıyor? Böyle sorunca “mezhep düşmanlığı” yapıyormuşuz! Haydi oradan utanmaz! CHP’nin mihenk taşı ne zamandır din ya da mezhep oldu?


2 Eylül 2014 Salı

Özel Görevli Figüran: Davutoğlu




Özel Görevli Figüran: Davutoğlu

Britanya Sömürgeci İmparatorluğu, askeri işgal altında tuttuğu sömürgelerinden çıkarken buraları yine de kendisine bağlı tutacak bir örgüt kurmuştu: "Commonwealth". Britanya Uluslar Topluluğu” olarak kurulan bu yapılanma bugün hâlâ varlığını sürdürür.

Ahmet Davutoğlu, 2010 yılında Washington Post gazetesine verdiği bir röportajda hedefini açıklarken bu sömürgeci mekanizmaya gönderme yapmıştı. "Neden eski Osmanlı ülkeleri de bir uluslar topluluğu kurmasın?" diyordu Davutoğlu.

 Basında son birkaç yıl içerisinde o kadar çok yazılıp çizilen, "yeni Osmanlı", "emperyal Türkiye" hezeyanlarının temelinde işte Davutoğlu'nun neresinden tutsak elimizde kalan bu fantezisi vardı.

Davutoğlu bu fantezisini kimlere dayanarak, kimlerden destek alarak gerçekleştirmeyi düşünüyor? 

Elbette Osmanlıyı yıkan batılı güçlere, yani AB ve ABD’ye

Osmanlıyı yıkan güçlere dayanan bir "yeni Osmanlı" projesi  olsa olsa bu güçlerin yeniden hâkimiyetiyle sonuçlanabilir.

Öyleyse BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından Türkiye Cumhuriyeti Başbakan vekilliğine atanan Davutoğlu;  Osmanlıyı yıkan batılı emperyal güçlerin Türkiye üzerindeki fiili egemenliğini/hakimiyetini kurma, Osmanlı coğrafyasının yeniden sömürgeleştirilme projesinin özel görevli elamanından/figüranından başka bir şey değildir. 02.09.2014

Mahmut ÖZYÜREK