Yabancılara toprak satışı Türkiye'nin
geleceğini nasıl etkileyecek?
Yabancılara toprak satışı
emperyalizmin Doğu’ya yönelttiği beş silahtan biridir. Bu silah 19. yüzyılda
Osmanlı’ya karşı da kullanılmıştır.
O zamanın büyük devletleri
maliyesi bozuk Osmanlı'dan, bazen para karşılığında, bazen tehdit ederek birçok
ödün almıştır. Bunlardan biri de yabancıya toprak satışıdır.
Bir ihanet olan bu uygulamaya
Atatürk döneminde son verilmiş, ne yazık ki AKP ile birlikte Avrupa Birliği
uyum yasaları çerçevesinde 2003 yılında yeniden başlatılmıştır. Böylece Lord
Curzon, Lozan’da cebine koyduklarından birini daha çıkarıp önümüze itmiştir.
Atatürk, Osmanlı Devleti’nin
başına gelen Batı kaynaklı felaketlerden ders aldığı için Türkiye
Cumhuriyeti’nde yabancıya toprak satışını son derecede zorlaştırmıştı. Ne var
ki toprak satışları bütün diğer belalar gibi AKP döneminde yeniden başladı ve
çok vahim sorunları peşi sıra sürükleyerek kısa sürede büyük bir ivme kazandı.
Cumhuriyet tarihinde hiçbir
hükümet bu performansı tutturamadı. Sekiz yıldır en değerli topraklarımız hızla
yabancıların, İngiliz’in, Alman’ın, Fransız’ın, Yunan’ın tapulu malı haline
geliyor. 2003-2010 yıllarında, yani AKP iktidarı boyunca yabancılara satılan
toprak miktarı rekor seviyeye çıktı. Kasım 2010 itibariyle yurt genelinde 110 bin
514 yabancı gerçek kişiye, toplam 69 milyon metrekare taşınmaz satılmış
bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 yılında satılan toprağın dört katı
sadece 8 yıl içinde yabancıların oldu: 52 milyon metrekare!...
“Türkiye Batı’nın gözdesi!...”
“Türkiye yabancı emlak alıcılarının yeni gözdesi!...”
Böyle yazıyor İngiliz dergileri.
Dikkat isterim, “gözdesi” demiyor, “yeni gözdesi” diyor. Demek ki Türkiye, AKP
sayesinde birilerinin eski gözdesini tahtından indirmiş. Başka bir deyişle
öncekinin işi bitmiş, sıra tazesinde… Aynı dergilere göre Türkiye “bir içim su”
imiş. Kış mevsimi ılıman, Nisan ayından ta Kasım ortasına kadar güneşli,
sahilleri nefes kesiciymiş. Özellikle kıyı bölgeleri cennetten bir köşe imiş…
Eminim, bu övgüleri okuyunca
etkilendiniz, birçoğunuzun göğüsleri kabardı... Çünkü bizi buna şartlandırmışlar.
Şunu işlemişler kafalarımıza: Batılı üstündür, o ne derse doğrudur, ne yaparsa
iyidir, onun övgülerine mazhar olmak güzel şeydir, bir ayrıcalıktır. Ama işin
çok acı başka bir tarafı vardır ki onu gizlerler bizden. İşte ben bu gerçeği aşikâr
eden bir paragrafı İngiliz gazetesi Times’in [12.2.1856] sayfalarından aşağıya
alıyorum. Yazı 1856 Islahat Fermanı’nda İngiltere’ye Osmanlı ülkesinde
yabancıya mülk edinme hakkının tanınacağı hükmünün yer alması üzerine kaleme
alınmıştır:
“Yabancıların toprak satın
almalarının önündeki tüm engellerin kaldırılması … kısa zamanda büyük sonuçlar
doğuran diplomatik çabaların bir sonucudur. Önümüzde zengin ve işlenmemiş bir
ülke var. Batı’nın sermayesi bu ülkeye girebilir ve ona sahip olabilir. Bu
sebeple, zamanın lehimize işlemesinden hoşnut olabiliriz.”
Pasaj bu!... Özellikle şu
ifadelere dikkat edelim: İşlenmemiş bir ülke (Yani Türkiye), o ülkeye sahip
olma (yani Türkiye’ye), zamanın lehlerine işlemesi!...
Bu satışların önümüzdeki 25 yıl,
50 yıl boyunca da devam edeceğini düşünün… Ne olacak Türkiye’nin hali? Tapusu
yabancı sermayenin elinde olan, bütün ekonomik varlıkları özellikle Yahudi,
Ermeni, ve Rum sermayesi tarafından teslim alınmış bir ülkeye dönüşecek
Türkiye…! Bu gidişle Silahlı Kuvvetlerimiz de zamanla “yabancı sermayenin
jandarmalığı”nı yapma konumuna düşecektir.
Toprak satışını haklı göstermek
için çoğunlukla karşılıklılık ilkesi ileri sürülür, bu ilke; yasayı
savunanların cankurtaranıdır; “biz de o ülkelerde mülk alıyoruz, canım”
deyince, akan sular durur, tartışma biter. Oysa gerçek farklıdır. Karşılıklılık
ilkesi tehlikeyi gidermez, tersine artırır, üstelik gerçeklerin görülmesini
engeller.
Karşılıklılık ilkesi mevcut
şekliyle Türkiye’nin aleyhinedir. Çünkü ülkelerin “yapısal farklılığı” hesaba
katılmıyor. Bir yanda dünya servetinin en büyük bölümüne sahip, ortalama kişi
başına yıllık geliri 30-40 bin dolar olan ülkelerin vatandaşları, öbür yanda
kişi başına geliri yılda 3 bin doları bulmayan, yoksul Türk köylüleri…
Eğer Türkiye’de Türkler her
bakımdan güçlü, örgütlü, bilinçli ve donanımlı olsalardı, yabancılara toprak
satışından gocunmamız için hiçbir sebep olmazdı. Diyebilirdik ki, biz Türkler
de gider, sözgelimi Batı Trakya’da, Bayır-Bucak’ta, Kuzey Irak’ta veya Türkler
için millî ve tarihî değeri olan bir başka yabancı ülkede bunun kat kat fazlası
toprak alırız. Türk Devleti de bu durumu millî siyaset ve millî hedefler
bakımından değerlendirir ve belki de -el altından destekleyip- yönlendirirdi.
Bugün ortada ne böyle bir devlet ve ne de bir millet var. Türkiye Türkleri,
bırakın yabancıların sömürüsünü -ki buna artık alışmış ve alıştırılmıştır-
dahası içimizdeki “yerli-yabancılar” tarafından da alabildiğine
sömürülmektedir.
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde
yabancıya toprak satışları serbest değildir, kurallara bağlanmıştır. Örneğin;
İspanya, Danimarka, Norveç ve İngiltere’de toprak millîdir. Bu konuda koruyucu
kanunlar vardır, birey ve toplum yeterli ölçüde bilinçlenmiştir. Yabancıya ev
satılmaktadır; ama toprak satılmamaktadır.
İngiltere’de “Toprak devletin
asli unsurudur” anlayışı geçerlidir, yani İngiltere toprakları Büyük Britanya
Kraliçesi’ne aittir ve 49-99 yıllığına kendi vatandaşlarına dahi kiraya
vermektedir. Satış yapılınca, arazinin tapusu verilmez.
Halk, sadece toprağın üzerine dikilen konut ve işyerlerinin kullanım hakkına
sahiptir.
İsrail’de de topraklar devletin
olup yüzde 5’i vatandaşın, yüzde 13’ü Yahudi Ulusal Fonu’nundur.
Türkiye'de
ise toprak millî değildir. Yani ülkemiz “mutlak mülkiyet tapusu” vermektedir.
Türkiye'de satışlar, yabancıları dahi şaşırtan bir kolaylıkla sürüp
gitmektedir. Peki ne için; ne amaçla?...
Olaya
geniş perspektiften bakınız: Yabancılara toprak satışları, yabancılara maden
satışları, Türk görünümlü yabancı şirketler, misyonerlik faaliyetleri, kiliselerin
açılması, yabancı vakıflar kanunu, dinler arası diyalog, ılımlı İslam, Büyük
Ortadoğu Projesi, Siyonizm, azınlıklarla ilgili yasalar, özelleştirmeler, vb.
vb.…
Çoğumuz ince gözlem yapmaya
üşendiğimiz, meseleyi bütün yönleriyle düşünemediğimiz için, yabancılara toprak
satışına kayıtsız kalıyoruz.
Para, refah, büyüme her şey
demek değildir; onur, haysiyet, bağımsızlık denilen değerler de vardır. Türkiye
gibi özel bir tarihi ve stratejik konumu olan ülkede, yabancıların arazi ve
emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez.
SONUÇ
1) Yabancılara toprak satışında
Binde 5 sınırının il boyutunda belirlenmesi yanlıştır. Bu oran “idari birim”
boyutunda belirlenmeliydi. Ya da uygulama buna göre yapılmalıdır. İlçelerde,
daha küçük birimlerde binde 5 ölçütü bu birimlerin kendi alanlarına
uygulanmalıdır. Aksi halde toplam satışlar il alanına vurulduğunda binde 5
sınırını aşar. Bir örnek: İl alanı 1000 birim olsun, binde 5 itibariyle satış
sınırı 5 birim olur. Bu ilin her birinin alanı 500 birim olan iki ilçesi olsun.
Satışlara yine binde 5 uygulanırsa sınır aşılmaz: (2,5 birim) artı (2,5 birim),
(5 birim) eder ki bu da il yüzölçümünün binde 5’i eder. İl yüzölçümünün binde
5’i olan 5 birim her ilçeye ayrı ayrı uygulanırsa sınır aşılır: (5) artı (5)
toplam olarak 10 birim olur. Bu da il alanının binde 10’u eder. Dahası ilçe
sayısı arttıkça, sınırı aşma derecesi üç, dört,… katına çıkacaktır.
Binde 5 oranının hesaplanmasında
paydaya, toplam alan değil iskâna, ekonomik faaliyete elverişli, verimli ve
değerli alanların yüzölçümü alınmalıdır. Yabancı, gidip dağın başında arazi
satın almıyor.
2) Yabancıya toprak satışları,
misyonerlik faaliyetleri ile birlikte düşünülmeli, satışlar bu açıdan ayrıca
analiz edilmelidir.
3) Yabancı şirketlerin, toprak alımlarında
Türk görünümlü aracı şirketler kullandıkları anlaşılıyor. Bu yola neden
gidiyorlar? Ciddî araştırmalar, başta “parafesör”lerimiz, üniversite öğretim
üyelerimizi bekliyor.
Özellikle İsrail ortaklı yerli
şirketler mercek altına alınmalıdır.
Yabancıya toprak satışında
“gizli satış” uygulaması vardır, araştırılmalıdır.
4) Toprak satışı sürecinde
görünürdeki iyi niyetler (üretim, teknoloji getirme,…) arka planda kötü
niyetleri gizlemek için kullanılabilmektedir.
5) Türkiye’deki her toprak
alımını bireysel girişim olarak görmek yanlıştır. Toprak satın alan İsrailli ve
diğer ülke vatandaşlarının arkasında güçlü lobiler olduğuna dair işaretlere
rastlıyoruz. Toprak alan yabancılar arasında daha önce Türkiye’den göçmüş
Ermeni ve Rumların torunları vardır. Bunların gizli bir plan çerçevesinde
hareket etmeleri olasılığı çok yüksektir.
6) Topraklar yalnızca toprak
olarak değil, altındaki maden kaynakları için de satın alınabilmektedir.
Dolayısiyle yabancıya toprak satışı derken, bu boyutu da göz önünde tutmak
gerekir.
7) Yabancıların gayrimenkul
edinmeleri sınırsız ve koşulsuz olamaz. Dileyen her yabancı, Türkiye'nin her
yerinde gözüne kestirdiği her arsayı, her tarlayı, her binayı parasını bastırıp
alamamalıdır.
8) Yabancıya mülk satışları
konusunda halk bilinçsizdir. Aydınlatılmalı, uyarılmalıdır.
9) Karşılıklılık ilkesi
liberalizmin hukuk alanına uygulanmasından başka bir şey değildir. Bu sebeple
ideolojiktir. Mütekabiliyet gerekçesi ancak eşit güçte olan ülkeler arasında
bir anlam ifade eder. Oysa Türkiye bu bakımdan ABD ve Avrupa ülkeleri
karşısında dezavantajlı bir durumdadır. Bu sebeple Diğer ülkelerdeki satışları
örnek olarak göstermek yanlış bir muhakemenin ürünüdür. Bu husus Türkiye’nin
jeopolitik durumu, potansiyeli bakımdan da doğrudur.
10) Hükümetin yabancılara toprak satışını serbest
bırakmasının temelinde yalnızca AB’nin talep ve baskısını görmek eksik bir
yaklaşımdır. Konu emperyalizm boyutunda değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır.
Nitekim 1856’da Osmanlı’ya da toprak satışı dayatılmıştı.
Ortadoğu ülkelerinde,
dolayısiyle Türkiye’de yabancılara toprak satışı, ABD’nin Büyük Ortadoğu
Projesi'nin araçlarından biri olabilir.
11) Çağımızda ülke savunması
öylesine karmaşıklaşmıştır ki, sadece silahlı savunmaya indirgenemez. Ordu yurt
savunmasını her alanda takip eder: Ekonomide, yabancı sermayede,
özelleştirmede, dış borçlanmada, azınlık konularında, tabii yabancıya toprak
satışında da… Ülkenin savunması bu noktalardan başlar. Eğer bu cepheler ihmal
edilirse, koşullar öyle bir duruma gelir ki silahlı savunma hiçbir işe yaramaz.
12) Azınlık faktörü Batı’nın
bizim gibi ülkeleri çökertmek için kullandığı 5 silahtan biridir. Toprak
satışları AKP iktidarına bu silahı güçlendirmek için dayatılmıştır. İşin bu
yönü çok önemlidir. Toprak satışlarına bu gözle bakmalıdır.
13) Yabancıya toprak satışının
uluslararası boyutları ile gelecekte doğuracağı sorunlar titizlikle
araştırılmalı ve ortaya konmalıdır. AKP hükümetinin bu çalışmayı yapmadığı
anlaşılıyor.
14) Bütün bu sebeplerden dolayı,
yabancılara toprak satışları Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır,
derhal durdurulmalıdır. 8 Aralık 2010 01:19
Yunus Yıldız / Mesajhaber.com
Kaynakça