Yaklaşık birbuçuk yıl içinde yapılacak üç önemli seçimden,
yerel yönetimlerle ilgili olanı 30 Mart'da yapıldı. Halkın önemli bir bölümü,
son dönemde siyasi ve insani ahlakla bağdaşmayan olayların yaşanması nedeniyle,
yönetim erkini elinde bulunduranların güç yitireceğini bekliyordu. Bu beklenti
gerçekleşmedi. CHP ve MHP ancak AKP kadar oy alabildi. Acaba daha iyi bir sonuç
elde edebilirler miydi? Bu soruya yanıt vermek gerekir. Bunun için bu iki
partinin, özellikle de CHP'nin; bugünkü yapısını, halkla ilişkilerini ve
tarihsel köklerini incelemek gerekir. Cumhuriyeti kuran, devrimleri
gerçekleştiren ve Türkiye'yi çağa taşıyan bir parti nasıl oluyor da karşı
devrimci bir parti karşısında bir varlık gösteremiyor? CHP'nin kuruluşu ve
günümüze dek geçirdiği süreç incelendiğinde bu soruya bir yanıt bulunabileceği
kanısındayız. Dört bölüm halinde hazırladığımız yazıları bu amaçla
yayınlıyoruz.
HALK BU DEĞİŞİMİ YUTTU
MU ?
YIL 1950 ÜYE SAYISI :1 898 394
YIL 2013 ÜYE SAYISI: 973 bin 363 dür
Atatürk’ü Kullanma
Cumhuriyet Halk Partisi, 1950 seçimlerine Atatürk’ün
adını kullanarak; “Vatandaş, oyunu Atatürk’ün kurduğu, İnönü’nün başında
bulunduğu CHP adaylarına ver” çarpıcısözüyle (sloganıyla) girdi.
Bu davranış, Atatürk’ü siyasi amaçla kullanma
girişiminden başka bir şey değildi. Atatürk’ün
yaşamı boyunca gerçekleştirdiği ilkelerin tümü uygulamadan kaldırılıyor, onun
kurduğu bir parti olduğu söylenerek halktan oy isteniyordu.
Üstelik seçim bildirgelerinde, mitinglerde ve
hükümet kararlarında hala, Demokrat Parti’yi bile şaşırtan ödünler veriliyor,
sözler söyleniyordu:
“Devlet yalnızca özel sektörün kârlı bulmadığı
alanlara yatırım yapacak, kâr amacıyla girişimde bulunmayacaktır.
Denizyolu ve eşya taşımacılığı özel girişime
bırakılacaktır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun 17.maddesi tümüyle
kaldırılacaktır.
Devlet, şirket ortağı kişilere yeni olanaklar
sağlayacaktır.
İmam hatip kursları açılacak, hacca gitmek
isteyenlere devlet döviz verecektir. İlkokullara din dersi konacak, 1925’ten
beri kapalı olan türbeler yeniden açılacaktır.”11 Halka, Atatürk’ün adı
kullanılarak bunlar söyleniyordu.
Şemsettin Günaltay’ın 14 Ocak 1949’da başbakan
yapılmasıyla din bağlantılı siyasi ödünler yoğunlaşacaktır.
Günaltay, medrese eğitimli ilk başbakandır ve
Cumhuriyet gelenekleriyle çelişen uygulamaları gecikmeyecektir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 4 Şubat 1949’da
Arapça ezan okunacak; 4 Mayıs’ta Vatana İhanet Yasası, 1 Mart 1950’de Tekke ve
Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Yasa, yürürlükten kaldırılacaktır.
Seçimlerden iki ay önce, 23 Mart 1950’de İsmet
İnönü, “Anayasa’nın değiştirilerek ‘altıok’un Anayasa’dan çıkarılacağına”
yönelik halka söz verecektir.12
Parti yönetimi, bu tür sözler verip açıktan
yürütülen bir karşı-devrim hareketine girişirken; CHP, büyük çoğunluğu
Müdafaa-i Hukuk geleneğine bağlı yaygın bir örgüt ağına sahipti.
63 il, 490 ilçe, 1084 bucak şubesi, 19 667 köy
ocağı, 2056 mahalle ocağı, 1584 semt ocağı ve 1 898 394 üyesi vardı.13 Üye
sayısı, 1950’de 20,9 milyon olan Türkiye nüfusunun yüzde 9’una denk geliyordu,
bu oran günümüz nüfusu için 6 milyondan çok üye demekti.
ŞİMDİ İSE
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının siyasi
partilere ilişkin verilerine göre, 10 Ekim 2013 tarihi itibariyle CHP'nin üye
sayısı 973 bin 363 dür.
Metin Aydogan
Kemalizmi Yadsıma ve Yokoluş
10-11 Mayıs
1946’daki 2. Olağanüstü ve 17 Kasım-3 Aralık 1947’deki 7.Olağan Kurultaylar,
ülke dışındaki gelişmelere uyum için yapılan ve yapılmakta olan değişikliklere
hukuki zemin hazırlamak için toplandı. Sonradan yasalaştırılan tüzük ve program
değişiklikleri, belirgin biçimde dışardan gelen istekleri karşılamaya;
yabancılara, özellikle de Amerikalılara hoş görünmeye dayanıyordu.
Parti
programının seçim biçimini belirleyen 4.maddesi kaldırılmış, 1876’dan beri,
yetmiş yıldır yürürlükte olan iki dereceli seçim biçimi, hiçbir ön çalışma
yapılmadan birden bire değiştirilmişti. Sınıf esasına göre dernek kurmayı
yasaklayan 22.madde kaldırılmış, kağıt üzerinde kalan göstermelik bir
serbestlik getirilmişti. “Değişmez genel başkanlık”, yine kağıt
üzerinde, değişebilire dönüştürülmüş, parti içindeki “bağımsız küme”
kaldırılmıştı.1
Sıradışı
ivedilikle bir yıl içinde yapılan değişiklikler, en büyük zararı devletçilik
ilkesine vermişti. Devlet yatırımları sınırlanmış, devletçilik anlayışı
bırakılmıştı. Toprak reformu amacıyla çıkarılan, Çiftçiyi Topraklandırma
Yasası uygulanmadan bir kenara itilmiş, köy enstitüleri önce amacından
saptırılmış ve ortadan kaldırılacak duruma sokulmuştur. İmam hatip okulları,
Kuran kursları açılmış, ilkokullara din dersi konulmuştu.2
Yedinci Kurultay: Mc Carthycilik Türkiye’de
7.Kurultay’da,
o dönemde Amerika’da çok yaygın olan anti-komünist yükselişe uygun, öyle
uygulamalar yapıldı ki bunlar, ABD’de aydın düşmanı olarak ünlenen tutucu senatör
Mc Carthy’nin görüşlerinin hemen aynısıydı. CHP Kurultay’ında yapılan
önerilerde, komünistlerin bütün kamu ve özel kuruluşlardan, özellikle de devlet
kuruluşlarından atılması isteniyordu.3
Parti Kurultayında
yeni baskı kararları alınırken, CHP milletvekilleri Meclis’te ABD’ye övgülerle
dolu akıl dışı söylevler veriyordu. Başbakan Şükrü Saraçoğlu, o
günlerde, Amerika’ya 4.5 milyon dolarlık borcun ödenmesi üzerine yaptığı
konuşmada şunları söylemişti: “Hepimiz inanıyoruz ki, biz bu parayı vermekle
borcumuzun yalnız maddi kısmını ödüyoruz. Amerika’ya, bir de manevi borcumuz
vardır ki; onu da, hürriyet, adalet, istiklâl ve insanlık davalarında
Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye çalışacağız.” 4
CHP İstanbul
Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver ve CHP Bursa Milletvekili Muhittin
Baha Pars ise Meclis’te şunları söylüyorlardı: H.Suphi Tanrıöver; “Dünyaya
ışık nereden geliyor? Bu ışığın bir kaynağı var. Işık Amerika’dan geliyor. Ümit
nereden geliyor, Amerikadan geliyor.” 5 M.Baha Pars: “Bugün
bu büyük milletin, Amerika’nın insanlığa yaptığı yardımı hatırlayıp
teşekkür ederken, peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosvelt’i ve onun halefi
olan, kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle selamlarım.” 6
Eğitimde Geri Dönüş
Köy
enstitülerinin kurulmasını istekle desteklemiş olan İsmet İnönü’nün, bu
okulların ortadan kaldırılmasına neden göz yumduğu ve imam-hatip okul ve
kurslarının açılmasına bu denli kolay nasıl izin verdiği, şimdiye dek çok
tartışılmış bir konudur. Politika değişikliğinin nedeni kuşkusuz ABD ile
girilen ilişkiler ve yapılan ikili anlaşmalardır.
Bunun kanıtı İsmet
İnönü’nün sözleridir. İnönü, günlük notlarından oluşan Defterler
adlı kitapta, yabancıların imam hatip açtırmada çok ısrarcı olduklarını ve
okulları bitirenlerin harp okullarına alınmasını istediklerini açıklar.
İlişkilerin ve isteklerin niteliği konusunda aydınlatıcı olan bu açıklamada İnönü
aynısıyla şunları yazar: “Yabancılar (Amerikalılar diye okumalısınız
y.n.), imam hatip mezunlarını Harbiye’ye almamızı söylediler. Bunu Sultan
Abdülhamit ordusuna dönüş sayarım... Oldubitti yaptırmayacağız.” 7
İsmet İnönü, imam hatip çıkışlıları Harpokullarına aldırmadı ancak Cumhurbaşkanlığı
döneminde birçok imam hatip okulu ve kursu açtırdı. Ondan
sonraki CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, yabancıların bu isteğini yerine
getirdi ve imam hatip mezunlarının Harpokullarına alınmasını Meclis’ten
geçirdi ancak dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün vetosu
nedeniyle bu girişim yasalaşmadı.
Ödün Verme Yarışı
Cumhuriyet Halk
Partisi, 1945-1950 arasında yaptığı 2.Olağanüstü ve 7.Olağan
Büyük Kurultay’la, kurulmasına izin vermek zorunda kaldığı Demokrat Parti’yle,
Devrimler’den ödün verme yarışına giren bir parti durumuna geldi.
Verdiği ödünler birçok konuda, karşıtı DP’nin isteklerini bile aşıyordu.
Dayandığı kitlesel tabanda sınıfsal ayrım bulunmayan bu iki parti, ideolojik ve
örgütsel olarak birbirine çok yakındı.8
Şevket Süreyya
Aydemir “Menderes’in Dramı” adlı yapıtında CHP programı ile DP programı arasındaki benzeşmeyi şu
sözlerle açıklar: “Demokrat Parti programındaki görüş, Halk Partisi’nin
devletçilik görüşüyle karşılaştırılınca, Demokrat Parti’nin daha devletçi
sayılması pekala mümkündür. Altıok’un diğer beş ilkesini de aynı biçimde
karşılaştırabiliriz. Ve görürüz ki, Demokrat Parti, Halk Partisi’nden yalnız
kadrosunu değil, programını da aktarmıştır.” 9
14 Mayıs 1950; Yönetimi Yitiriş
CHP, 14 Mayıs
1950’de yapılan genel seçimleri yitirdi ve bir daha tek başına yönetime
gelemedi. 1950-1980 arasındaki otuz yıllık süreç, halktan koparak topluma
yabancılaşmanın, Atatürk’ün adını kullanarak Devrim İlkeleri’nden geri
dönüşün ve dışarıya bağlanmanın tarihi gibidir.
12 Eylül
1980’de eylemsel olarak kapatıldığında, Kurtuluş Savaşı’nı veren Müdafaa-i
Hukuk hareketinin devrimci mirası üzerine kurulmuş olan Halk Fırkası
anlayışı, duygu ve düşünce olarak zaten yok olmuştu. Atatürk’ün
ölümünden 1980’e dek 19 Olağan, 8 Olağanüstü Kurultay yapıldı, tüzükler
programlar değiştirildi ve birçok yeni karar alındı. Ancak, bunların tümü
söylendiği gibi değişim, gelişim ve ilerleme değil, gerileme ve Atatürkçülüğün
karşıtına dönüşme sürecini oluşturdu.
Atatürk’ü Kullanma
Cumhuriyet Halk
Partisi, 1950 seçimlerine Atatürk’ün adını kullanarak;
“Vatandaş, oyunu Atatürk’ün kurduğu, İnönü’nün başında bulunduğu CHP
adaylarına ver” 10 çarpıcısözüyle (sloganıyla) girdi. Bu
davranış, Atatürk’ü siyasi amaçla kullanma girişiminden başka bir şey
değildi. Atatürk’ün yaşamı boyunca gerçekleştirdiği ilkelerin tümü
uygulamadan kaldırılıyor, onun kurduğu bir parti olduğu söylenerek halktan oy
isteniyordu.
Üstelik seçim
bildirgelerinde, mitinglerde ve hükümet kararlarında hala, Demokrat Parti’yi
bile şaşırtan ödünler veriliyor, sözler söyleniyordu: “Devlet yalnızca özel
sektörün kârlı bulmadığı alanlara yatırım yapacak, kâr amacıyla girişimde
bulunmayacaktır. Denizyolu ve eşya taşımacılığı özel girişime bırakılacaktır.
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun 17.maddesi tümüyle kaldırılacaktır. Devlet,
şirket ortağı kişilere yeni olanaklar sağlayacaktır. İmam hatip kursları
açılacak, hacca gitmek isteyenlere devlet döviz verecektir. İlkokullara din
dersi konacak, 1925’ten beri kapalı olan türbeler yeniden açılacaktır.”11
Halka, Atatürk’ün adı kullanılarak bunlar söyleniyordu.
Geçmişinden Kopmak
Şemsettin
Günaltay’ın 14 Ocak 1949’da başbakan yapılmasıyla din
bağlantılı siyasi ödünler yoğunlaşacaktır. Günaltay, medrese eğitimli
ilk başbakandır ve Cumhuriyet gelenekleriyle çelişen uygulamaları
gecikmeyecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 4 Şubat 1949’da Arapça ezan
okunacak; 4 Mayıs’ta Vatana İhanet Yasası, 1 Mart 1950’de Tekke ve
Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Yasa, yürürlükten kaldırılacaktır.
Seçimlerden iki ay önce, 23 Mart 1950’de İsmet İnönü, “Anayasa’nın
değiştirilerek ‘altıok’un Anayasa’dan çıkarılacağına” yönelik halka söz
verecektir.12
Parti yönetimi,
bu tür sözler verip açıktan yürütülen bir karşı-devrim hareketine girişirken;
CHP, büyük çoğunluğu Müdafaa-i Hukuk geleneğine bağlı yaygın bir örgüt
ağına sahipti. 63 il, 490 ilçe, 1084 bucak şubesi, 19 667 köy ocağı, 2056
mahalle ocağı, 1584 semt ocağı ve 1 898 394 üyesi vardı.13 Üye
sayısı, 1950’de 20,9 milyon olan Türkiye nüfusunun yüzde 9’una denk geliyordu,
bu oran günümüz nüfusu için 6 milyondan çok üye demekti.
1950-60 Dönemi
22-27 Haziran
1953’de yapılan 10.Olağan Kurultay’da Kemalizm programdan çıkarıldı,
yerine Atatürk yolu diye ne anlama geldiği belli olmayan bir kavram
getirildi.14 21-24 Mayıs 1956’da yapılan 12.Kurultayda, biçimini on
yıl önce kendilerinin belirlediği “demokrasi işleyişi”nden yakınılmaya
başlandı. “Demokrasinin gerekli yasal güvenceden yoksun” olduğu, “rejimin
selametini sağlamak için” yasal güvencelerin arttırılması gerektiği söyleniyor,
bir an önce “nisbi seçim sisteminin uygulanması” isteniyordu.15
Dış isteğe bağlı olarak telaşlı bir acelecilikle “demokrasi” getirenler,
getirdikleri “demokrasi”yi beğenmez duruma gelmişlerdi.
16.Kurultay
(14-16 Aralık 1962)’da, Avrupa Birliği’ne (o zamanki adı Avrupa Ekonomik
Topluluğu) üyelik başvurusu nedeniyle olacak, Batıya yöneltilen övgü sözlerinde
belirgin bir artış vardı.
Kurultay
bildirisinde; Avrupa’yla bütünleşme, NATO’ya bağlılık ve demokrasinin tüm
dünyada korunmasından söz ediliyordu. Türkiye’nin, “Demokrasiyi karşılaştığı
tehlikelerden dünya çapında korumak için kurulmuş olan Batı ittifak sistemine
ve onun temel direği olan Atlantik Paktı'na (NATO y.n.) sarsılmaz
bir sadakatle bağlı” olduğu söyleniyor, bu bağlılığın aynı zamanda “Türkiye’nin
yerine getirmesi gereken kaçınılmaz bir ödev” sayıldığı dile getiriliyordu.16
Ecevit ve Ortanın Solu
18-21 Ekim
1966’da yapılan 18.Kurultay’da nereden ve neden çıktığı tam olarak
anlaşılamayan ortanın solu diye bir kavram yoğun olarak tartışıldı. Sol,
sosyal demokrasi, demokratik sol gibi tanımlar, Türk Devrimi’nin
söylemlerinde yer almayan kavramlardı. Sosyalist Enternasyonel’in üyelik
önerisi, 1927 Kongresi’nde kabul edilmemişti. CHP o güne dek bu tür tanımlardan
uzak durmuştu. 18.Kurultay’da Genel Sekreter olan Bülent Ecevit, ortanın
solu kavramına ısrarla sahip çıktı. Bu kavramı, 1974’de Demokratik Sol
haline getirdi; 1976’da CHP’yi Sosyalist Enternasyonale üye yaptı ve
sert söylemlerle düzen karşıtı eleştirilere başladı.
Ecevit, Atatürk devrimlerini “halka ulaşmadığı” ve yeterince “radikal
(köklü y.n.) olmadığı” için eleştiriyordu. Bireylerin inançlarını açıkça
uygulamaya sokabilmesi gerektiğini söylüyor, “laiklik uygulamalarına”
katı oldukları için karşı çıkıyordu.17 Parti içindeki karşıtlarına
çok sert davranıyor, bunların, daha önce “yeterince radikal” bulmadığı
Kurtuluş Savaşı yöntemleriyle “ezileceğini” söylüyordu: “Biz halkı
ezilmekten ve sömürülmekten kurtarmaya çalışıyoruz. Milli mücadelede de
(Kurtuluş Savaşı y.n.), içerden kurtuluşu engellemek isteyenler olmuştur.
Onlar nasıl yenildiyse, bugün sosyal ve ekonomik kurtuluş hareketine gösterilen
engellemeler de öyle ezilecektir.” 18
Söylemler
28-29 Nisan
1967’de yapılan 4.Olağanüstü Kurultay’da “Sosyalizmi aşama olarak kabul eden
komünistlerle hiçbir ilgimiz yoktur... Partimize yönelik olarak yapılan
Marksist suçlamalarını nefretle karşılıyoruz... CHP sosyalist değildir ve
olmayacaktır” biçiminde açıklamalar yapıldı.19
Ancak, Bülent
Ecevit’in Türkiye’nin her yanına yaydığı söylemler, Ceza Yasası’nın
141. ve 142.maddeleri nedeniyle, soysalistlerin bile söylemekten çekineceği
kadar sertti: “Toprak işleyenin su kullananın”, “Ne ezilen ne ezen,
insanca hakça bir düzen”, “Bu düzeni değiştireceğiz”, “Toprak ve
su ağalığına son”, “Köylünün olmayan toprakta, demokrasi olmaz”, “Toprak
işgalleri devrimci eylemlerdir” gibi sözler söylüyordu.20
Söylenenler
içinde devlete karşı özenle seçilmiş söz ve eleştiriler de vardı. “Sağda servet,
aşırı solda devlet, ortanın solunda halk egemendir”, “Halk devletin
değil, devlet halkın hizmetinde”, “Devlet ve servet köleliğine karşıyız”,
“Yerel yönetimler gerçek demokrasinin gereği olan yetkilerle donatılacaktır”21
biçiminde sloganlaştırılmış sözler sıkça yineleniyordu.
Söz Var Eylem Yok
Bülent Ecevit uzun siyasal yaşamı boyunca; toprak, devrim, su kullanımı;
tefeciden, ağadan ya da işbirlikçiden alıp, işçiye,
köylüye vermek gibi konularda, söyledikleri yönde hemen hiçbir girişimde
bulunmadı. 1970-1980 yılları arasında milyonlarca insanı peşinden sürüklemeyi
başardı, iki seçim kazandı, iki kez hükümet kurdu ancak miting meydanlarında
halka söz verdiği konularda, bir şey yapmadı. Gösterişli bir yükselişle elde
ettiği siyasi gücünü sessizce yitirdi. 1999’da yeniden Başbakan olduğunda Türk
halkı bambaşka bir Ecevit’le karşılaştı. “Toprak işgali”, “su
kullanımı” ve “devrim”in yerini artık, “küreselleşme”, “global
liberalizm” ya da “özelleştirme” söylemleri almıştı.
Ecevit’in Özgörevi (Misyonu)
Bülent Ecevit, verdiği sözleri yerine getirmedi ama önemli bir siyasi işlevi yerine
getirdi. Altmışlı yılların sonuyla yetmişli yıllarda yayılan ve giderek
toplumsal karşıtçılığa (muhalefete) dönüşen ulusçu ve bağımsızlıkçı halk
deviniminin, denetim altına alınması ve giderek sönümlenmesine büyük katkısı
oldu.
O dönemde işçi
eylemleri gelişip örgütleniyor, köylüler toprak işgalleri yapıyor, üniversite
gençliği anti-emperyalist nitelikli eylemlere girişiyordu. Süleyman Demirel
başkanlığındaki Adalet Partisi hükümetleri bu eylemlere baskı
uygularken, Ecevit devrimci söylemlerle ortaya çıkıyor ve
toplumsal karşıtçılık, baskı yöntemlerinden çok daha etkili bir biçimde yön
değiştiriyordu.
Ecevit-İnönü Çekişmesi
6 Mayıs 1972’de
yapılan 5.Olağanüstü Kurultay, siyasi ahlak açısından doyumsuzluğun,
vefasızlığın ve geçmişe saygısızlığın kaba örneklerinin yaşandığı bir kurultay
oldu. Çok uzun bir süre CHP’nin hemen her şeyi olan İsmet İnönü, kalp
kasılması (spazm) geçirmiş ve kurultay bu nedenle ertelenerek 6 Mayıs’a
alınmıştı. İnönü, Bülent Ecevit’le çalışmak istemiyor ve “Parti
meclisi değişmezse CHP yok olur. CHP’nin geleceği tehlike içindedir.
Anlaşmazlık, benim ve Bülent’in birlikte görev almasıyla giderilemez. Karşı
karşıya olmamız dostluğumuzu bozmaz. Ecevit’le çalışmam, ya ben ya da Ecevit
seçilmelidir” diyordu.22
Ecevit’in bu çağrıya verdiği yanıt, o dönemdeki açıklamaların tümünde olduğu gibi
son derece sertti. İnönü’ye, “Demokratik bir partinin yasalara
saygılı üyeleri mi olacağız, kapı kulları mı olacağız. CHP’de hukuk mu
yürüyecek, buyruk mu?” diyerek yanıt verecektir.23 Ecevitçi olarak
tanınan Ahmet Üstün, “İnönü, İnönü, İnönü; keramet mi yani”
diyecektir.24
Delegeler
arasında İnönü’ye karşı saygısız bir muhalefet örgütlenmiştir. Yapılan
oylamada 709 delege Ecevit’ten, 507 delege İnönü’den yana oy
verir. İsmet İnönü, 8 Mayıs 1972’de 88 yaşındayken, önce genel
başkanlıktan, daha sonra CHP üyeliğinden ayrılır. Oysa İnönü, 1947’de
yapılan ve “değişmez genel başkanlığı” kaldıran Kurultayda, “yurdun
siyasal yapısında yapıcı ve yaratıcı işlevine kesin olarak inandığım CHP’nin
daima üyesi olarak kalacağım” demişti.25
12 Eylül ve CHP
Cumhuriyet Halk
Partisi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra herhangi bir mahkeme
kararına dayanmadan, 16 Ekim 1981’de kapatıldı. Gerçekleştirilen eylem, sıradan
bir parti kapatma olayı değil, olumlu-olumsuz etkileriyle altmış yıldır Türk
siyasi tarihine yön veren temel bir kurumun ortadan kaldırılmasıydı.
Cumhuriyet Halk
Partisi, Atatürk’ün kurduğu parti olarak, onun
ilkelerinden ne denli uzaklaşmış olursa olsun, Türk siyasetinin ana unsuru,
Cumhuriyet’in siyasi alandaki dokunulmazlarından biriydi. Yeni devlet ve
yeni toplumun kuruluşuna öncülük etmiş, halk içinde kök salmış, Türk parti
düzenine biçim vermişti. Tek parti ya da iki partili dönemlerde,
siyasi dengenin temel unsurlarından biriydi. O denli etkiliydi ki, ondan
ayrılan kişi ya da kümelerin siyasi yaşamı sona erer, Demokrat ya da Adalet
Parti’sinden başka herhangi bir parti, ona rakip olabilecek denli
güçlenemezdi.
1980’den Bu Güne
Cumhuriyet Halk
Partisi’nin 1981 yılında kapatılmasından sonra ortaya çıkan; Halkçı
Parti (HP), Sosyal Demokrat Parti (SODEP), onların birleşmeleriyle
oluşan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ve yeni Cumhuriyet Halk
Partisi girişimleri, bugün bambaşka bir CHP yaratmıştır.
Atatürk, 1935 yılında, “sonuna dek benim olarak kalacağını nereden bileyim”
demekte haklı çıkmıştır. Günümüzdeki CHP’nin Atatürk’ün Cumhuriyet
Halk Partisi’yle bir ilişkisi yoktur; bambaşka bir örgüttür. Bu ayırımı, en
özlü biçimde, Deniz Baykal’ın sözlerinde buluyoruz. Baykal,
22 Ağustos 2002’de, Atatürk’ten kopuşun ilanı anlamına gelen şu sözleri
söylemiştir: “Türkiye’de kutsal devlet anlayışından, insan odaklı devlete
geçilecek. İçine kapalı Türkiye, küresel Türkiye haline getirilecek. Karma
ekonomi yerine çağdaş piyasa ekonomisi yerleştirilecek.” 26
CHP’nin bu
günkü yönetimi 11 Kasım 1938’de başlayan geri dönüş sürecinin doğal sonucudur.
CHP artık CHP değildir. Köklerini yadsıyan, siyasi bozulmanın merkezinde yer
alan ve dünya egemenlerinin dümen suyunda varlığını sürdüren bir başka
partidir. 1950’lerde Demokrat Parti ile ödün verme yarışına giren CHP bugün AKP
ile yarışmaya çalışmaktadır. Bu partinin Cumhuriyet değerleri ve Kemalist
ilkeler açısından artık bir değeri yoktur. Ülkenin sorunlarına yanıt veremediği
için küçülüp yok olması kaçınılmazdır.
Metin Aydoğan
DİPNOTLAR
1 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Y., 2.Bas., sf.575
2 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
3 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay.,
1999, sf.51
4 “CHP 1919–1999” Hikmet Bila, Doğan Kitapçılık
sf.118
5 a.g.e. sf.118
6 a.g.e. sf.118
7 “ABD Ziyareti ve İnönü” Prof. Türkkaya
Ataöv, Cumhuriyet, 30.12.2003
8 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
9 “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit.,
İst. 1969, sf.165
10 “CHP 1919 – 1999” Hikmet Bila, Doğan Kit.
A.Ş. 2.Bas.1999, sf.116
11 a.g.e. sf.127 ve 128
12 a.g.e. sf.133
13 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.T.,
Arba Y., 2.B., sf.577–578
14 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
15 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay.,
1999, sf.83-84
16 a.g.e sf.126
17 “CHP, Örgüt ve İdeoloji” Doç.Dr. Ayşe
Güneş Ayata, Gündoğan Yay. – 1992, sf.84
18 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Y.,
1999, sf.176-177
19 a.g.e. sf.177 ve 181
20 a.g.e. sf.204, 206 ve 208
21 a.g.e. sf.189, 201, 206 ve 256
22 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay.,
1999, sf.222
23 a.g.e. sf.223 ve 52
24 “CHP 1919 – 1999” Hikmet Bila, Doğan Kit.
A.Ş. 2.Bas. 1999, sf.221
25 “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Y.,
1999, sf.223 ve 52
26 “Baykal – Derviş Sentezi” Hürriyet,
22.08.2002