17 Nisan 2014
Yıl 1926: Milli Eğitim
Bakanı Mustafa Necati. 4 Köy Muallim Okulu açılıyor.
Yıl 1936: Milli Eğitim
Bakanı Saffet Arıkan. Eğitmen
Kurslar’nın açılışı… Köy Muallim Okullarının ihyası
Yıl 1940: Milli Eğitim
Bakanı Hasan Ali Yücel. 17 Nisan Köy Enstitülerinin kuruluşu.
Yıl 1941: köylerde
çalışacak sağlık memuru ve ebelerin bu okullarda yetiştirilmelerine karar
verilmesi…
Yıl 1935: 16 milyon
nüfusumuzun 12 milyonu köylerde yaşıyor.
İlkel bir şekilde tarımla
uğraşıyor.
Köy ve toprak ağaların
emrinde, onlara bağımlı şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar.
40 bin köyün 35 000 inde
okul ve öğretmen yok.
1 700 000 çocuktan sadece
300 000 i okula gidebiliyordu. Bunlardan sadece binde biri bir üst kademedeki
okullara devam edebiliyor..
Yüzde olarak, erkeklerin %
76.7 si, kadınların % 91.8 zi okur yazar değildi.
Öğretmenlerin %78 zi
kentlerde. % 22 si de okulu olan 4-5 bin köyde. çalışmakta.
(%80 nüfusa öğretmenlerin
%22, %20’lik 4 milyon nüfusa, öğretmenlerin %80’i…)
Şehirlere alışkın olan öğretmenler,
uyum sağlayamama nedeniyle köylere gitmiyor.
Çünkü mevcut öğretmenlerin tamamı şehir kökenli. İlkel
de olsa, üretim araçları ağaların elinde.. Köye,
çiftliğe, mezraya doktor , hemşire, ebe gitmez...
Hastalar, üfürükçülerin,
nuskacıların, ermişler gözü ile bakılan kişilerin eline bırakılmış...
Ülkenin bu durumu, Atatürk ilke ve inkilaplarına,
Cumhuriyetin halkçılık felsefesine aykırıydı. Yurtseverler vardı o zaman
işbaşında…sorunlara, bireysel çıkarsız çare arayan… Zamanın MEB Saffet Arıkan ve
İsmail Tonguç’un uğraş ve 3 yıllık denemeleri sonunda Köy Enstitüleri
kuruldu
*** Ne var ki;
ta kuruluşunda belirgindi ilk kötü niyet.
Uzun ömürlü parlayamayacaktı bu aydınlanmanın ışığı..
Parlamentonın yapısı açıkça koyuyordu bunu ortaya.
426 milletvekili vardı parlamentoda. 178’i katılmadı o
günkü oturuma.
Kalan 278’le (katılanların oybirliği) geçti
kanun. Bayar ve Menderes de dahildi
oylamaya katılmayanlara…
Fazla uzun sürmedi zaten, oylamaya katılmayan
178’lerin istifaları ile DP’nin kuruluşu.
Kitaptı Köy Enstitüleri.. Işıktı. Bilinçti.
Özgürlüktü. Hakça bölüşümdü. Emekti. Özgüvendi.
Kalkınmanın özüydü… Hedefi çağdaç uygarlığa ulaşmaktı,
çalışmakla… üretmekle
Rehberi bilimdi…Fendi. Yaparak ve üreterek öğrenmekti…
öğretmekti.
Kitap, mermi gibidir demişti İsmet İnönü. Kitabın
gücünü ortaya koyan bir ifadesiydi bu…
İşte bu güçten korkan yarasalar yıktı Köy
Enstitülerini, ellerine geçirdikleri ilk fırsatta!..
“Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz;
Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz’”den
korktular…
“Milletin her kazancı, milletin kesesine”den
korktular.
“Yetişen gençler,
babalarına benzemiyordu. Ağalık ve aşiret düzenine karşı baş kaldırıyorlardı.
Şeyh ve şıhların eteklerini öpmüyorlar, ağaların önünde baş eğmiyorlardı.
Bilime önem veriyorlar, ağalık sistemini ve köylünün fakirliğini sorguluyorlardı.
Hak hukuk aramaya başlıyorlardı. Atatürk İlke ve devrimlerini, düşüncelerini en
üst seviyede tutmaya başlıyorlardı. Bu gençlerin çoğalması, Birçok insanın menfaatlarına
dokunacağı kaçınılmazdı.
*Büyük toprak ağası, Eskişehir Milletvekili Abidin
Fotuoğlu, bir konuşmasında, henüz mezun dahi vermeyen Köy Enstitüler için 1943
de, “Bunlar yetiştiklerinde bizim kafamızı keserler” demişti. Yetiştiler ama
kafa da kesmediler.*
Köy Enstitüleri;17 Nisan 1940’ta “iyi niyetlerle” kuruldu, 1950
seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti, tarafından 27 Ocak 1954 de (tamamen ve fiilen) “kötü niyetle” yıkıldı. Bu
darbe; Türk Milli Eğitiminin aldığı ilk büyük darbedir. İkinci büyük darbeyi de
4+4+4 ihanet yasası ile almıştır.
Köy Enstitülerinde toplam olarak
17342 öğretmen yetişmiştir. Bunların 1398 i bayan 15943 ü erkektir. Yine bu
okullarda 7300 sağlık memuru, 8756 eğitmen yetişmiştir. Bu gün aramızda ancak
kelaynak nüfusuyla kıyaslanabilecek kadar kalmış olan o aydınlanma neferlerinin
ellerinden öpüyoruz.
Ne mi olurdu Köy Enstitüleri
kapatılmasaydı!?...
Köyden kente göçler olmazdı…
Yoksulluk ve yolsuzluk olmazdı….Okumayan çocuk kalmazdı… Doğu batı ayrımı
kalmazdı Anadoluda… Ayrılıkçı aymazlar türemezdi…Çorak toprak kalmazdı… Kadın
cinayetleri olmazdı… Çocuk gelinler olmazdı… Saman ithal etme soytarılığını
yaşamazdı bu ülke… Ordusu üzerinde operasyon yapma cesaretini bulamazdı hiç
kimse… Askerinin başına çuval geçirilme rezaleti yaşanmazdı… Ayakkabı
kutularıyla “yeşiller geldi” haberleri ulaştırılmazdı arsızlara… Ne idüğü
belirsizler, hırsızlıklarına rağmen, kişilik haklarının zedelendiği iddiası ile
davalar açamazlardı… %50’şerlik iki dilim olmazdı bu ülke!.. Seçim şaibeleri
ile çalkalanmazdı ülke, her seçim sonrası…
Ağızlar bu denli kirlenmezdi… Arlanma, utanma olurdu
siyasetin özünde. Hesap verebilirlik erdem sayılıtdı siyasette!... Olmayan
demokrasi, “ileri” adıyla yutturulmaya kalkılmazdı… Hukuk olurdu hukuk!..
Hırsıza hakim seçme hakkı tanınıp da terazisi kabaktan, dirhemi b.ktan olmazdı
hukukun.
Ne peşkeş olurdu… ne de özelleştirme adı altında yaşanan
kepazelikler…”Milletin her kazancı, milletin kesesine” tam buydu işte!...
Heykeller ucube olmazdı, öfke hitabette sanat diye yutturulmazdı… Sokaklara
salmak için dolu dolu %50 “dindar-kindar” ehli erzak torbalarıyla beslenmezdi…
“Çalıyo-çalışıyo” zihniyetinin hakimiyeti, ülke üzerine
bir kabus gibi çökemezdi…Bir hediyeyi beyan etmediği için “gavur ellerinde”
istifa eden erk sahiplerini bizlerde ülkemizde görür olurduk; şayet Köy
Enstitüleri kapatılmasaydı!...
Kısaca, onur-şeref-dürüstlük
adına; her ne var etmekteyse demokrasinin gereklerini, eksiksiz tamam olurdu
erdem. Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış mutsuzlukları aşmış, sevgi ve saygının
hakimiyetinde gerçek demokrasinin özlemini çekmeyen, kula kulluğu yenmiş bir
ülke olurduk!..
Adam olurduk!...
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder