1 Mart 2014 Cumartesi

TÜRKİYE’DE MASONLUK TARİHİ / Bojidar Çipof



TÜRKİYE’DE MASONLUK TARİHİ 1
Dışarıdan, toplama bilgilerle, birtakım kitaplardan alıntılarla masonluk hakkında yazı yazanların bu konuda eksik olduğu görülür. Masonik yapılanmanın tam olarak bilinmemesi nedeniyle yapılan bazı yorumlar da bu nedenle spekülasyon olmanın ötesine geçemez. Bu güne değin masonluk hakkında, mason olmayan kişilerce yazılan kitap ve makale türü çalışmalar bu nedenle gerçek senteze varamamışlardır.  Masonluk yaşantısına devam eden bir mason ise bu yönde bir kitap ve benzeri çalışmayı dışarıda basılmak/dağıtılmak maksadıyla ortaya koyamaz! Çünkü masonluğun genel prensibi olan içlek (ezoterik) çalışmanın doğal tezahürü olarak masonluğun sırlarını (gizlerini) açıklayamaz.

Uzun yıllar mason derneği üyeliğimiz oldu. Belki bir merak ile başlayan ve geçen yıllar içinde biraz daha bir şeyler öğrenme arzumuz; 2004 yılında dini inançlarımızla çatıştı. Masonlukta, “Allah” mevhumunun karşısına çıkarılan “Evrenin Ulu Mimarı” kavramıyla olan bu çatışmaya ve o platformda artık bulunmak istemememizin de ağır basmasıyla gelişen süreç; 27. Dereceye geçmeyi hak kazandığımız bir esnada bizi istifaya götürdü.

Bu yazı dizimiz, masonları tatmin etmeyecektir zira yazımızda masonları övmeyeceğiz. Bu yazı dizimiz mason karşıtlarını da tatmin etmeyecektir zira masonları bilinçsiz bir şekilde yermeyeceğiz ya da küfür etmeyeceğiz…
Masonlukla ilgili olarak bir giren bir daha ayrılamaz gibi çok absürt bir kanı vardır! Masonluk, tüm Dünya’da olduğu gibi bizde de tüzel kişiliği olan bir dernek vasıtasıyla işlemektedir ve “Dernekler Kanunu”nun ilgili maddeleri gereğinde de her üye özgür iradesiyle dernekten ayrılabilir. Evet, ayrılmaması için manevi baskı yapılması olasıdır ve bize de yapılmıştır. Ancak Kanun’un ilgili maddesini de içeren ihtarî bir faks’ımızın ardından, ciddiyetimizi yasal mecraya da taşıyacağımız hususundaki kararlılığımız, henüz 1 saat geçmeden kaydımızın silindiği ile ilgili belgenin tarafımıza ulaşmasını sağlamıştır.

Tarih bilimi; belge ve bilgilerin, kaynak gösterilmek suretiyle ve tarafsızlıkla ortaya konulmasıyla geçmişin bilinmesi ve anlaşılması işlevini yerine getirir. Bu yazı dizimizdeki verilerin tümünün çok uzun bir emek ve bilgi birikimi ile ortaya çıkmış olduğunu belirtmek isteriz.  Bu yazı dizisindeki bilgiler, dernek üyesi iken “en fazla konferans” verenler arasında olan eski bir masonun tecrübeleri ve bilgi donanımı ile kaleme alınmıştır.

Yazının “Tarihsel Süreci” anlatan kısmı, şu anda masonlarca da “kaynak” olarak kabul edilen “Defne Yüksek Yetkinleşme Atölyesi 2000-2001 Yılı Konferansları”nı ihtiva eden bir kitabın 177-200 sayfalarındaki makalemizdir. “Suprem Konsey’in 140 Yıllık Tarihi (1860-2001)”  adlı bu makale; üst derecelerdeki bir konferans için hazırlanmıştı ve üst derecelerin tarihi ile daha fazla ilgiliydi. Bu yazı dizisinde, “Türkiye’deki Masonluk Tarihi” tüm dereceleri (1. Dereceden 33. Dereceye kadar) kapsayacak bir şekilde irdelemektedir. Yazı içindeki masonik terimlerin iyi anlaşılabilmesi için de ayrıca parantez içinde kısa açıklamalar yapılmıştır.

MASONİK YAPILANMA
Türk Masonluğu ile ilgili tarihsel sürece başlamadan evvel, masonik yapılanmayı da tarif etmek ve bu yazı içeriğindeki bazı kavramlar hakkında bilgi vermek, masonluğun çalışma şematiğinin daha iyi anlaşılması açısından çok önemlidir.

Türkiye’de faaliyet gösteren iki erkek ve bir bayan mason derneği vardır:

“Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”
“Özgür Masonlar Büyük Locası”
“Kadın Mason Büyük Locası”
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası; “İngiliz Masonluğu” paralelinde çalışır ve kısaca “Muhafazakârlar” olarak tanımlanır.

Özgür Masonlar Büyük Locası ise “Fransız Masonluğu” ile daha yakındır ve kısaca “Liberaller” olarak tanımlanır.

Kadın masonların yapılanmasına Özgür Masonlar Büyük Locası yardımcı olmuş, 1991’de kadın masonluğu oluşumunu evvela kendi bünyelerinde ama farklı bir dernek olarak başlatıp, bu oluşum belli bir dereceye vardığında da eğitimine ve organizasyonuna destek olmuştur.

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası ise İngiliz Masonluğu’nun ana prensipleri dâhilinde “kadın” masonları kabul etmez ve kesinlikle yadsır. Zaten diğer mason grubu olan Özgür Masonlar Büyük Locası üyelerini de mason olarak kabul etmezler ve bu grupta olan masonlara (masonik açıdan) “düzensiz” tanımlaması yaparlar.

Dünya’da masonluğun “muhafazakâr” ve “liberal” olarak ikiye ayrılması, bunun nedenleri ve aralarındaki görüş farklılıkları, bu yazımızın ana konusu değildir ve bir başka yazıda “Dünya Masonluk Tarihi” başlığıyla ele alınabilecek başlı başına bir konudur.

Türkiye’deki masonlar; Dünya’da en yaygın ve 33 dereceli bir sistem olan; “Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti” ile çalışırlar. (Ritüel= Bir törenin yapılış şekli. Bu bağlamda; kiliselerdeki ayinler de belli bir ritüele göre icra edilirler. Masonik bir toplantının da uygulama şekline ritüel denmektedir.)

Masonluğun ilk üç derecesini “Büyük Loca” adı altında yasal olarak kurulmuş bir dernek,  4. Dereceden, 33. Dereceye kadar olan kısmını ise “Yüksek Şüra” ya da “Suprem Konsey”  adı altında yine yasal olarak kurulmuş bir başka dernek yönetir.

Halk arasında daha fazla bilinen “Büyük Loca” kavramı buzdağının sadece görünen kısmıdır. Bunun ardında; 4. Dereceden başlayarak, 33. Dereceye kadar giden bir süreç daha vardır ve masonluğun esas gizleri kısaca “üst dereceler” olarak tanımlanan bu derecelerdedir.

İlk üç derece; çırak, kalfa ve üstad dereceleridir. Bunlar; “Mavi Dereceler” ya da “Remzi Dereceler” denir ve bir “Büyük Loca” tarafından yönetilir. Büyük Loca; “Demokratik” bir yapılanmadır ve tüzükte belirlenen kıdem (süre) ve diğer koşullara uymak şartıyla, bu derneğe üye olan herkes kendi locasının yönetimine ve isterse “Büyük Loca” yönetimine de aday olabilir.

Dördüncü ile otuz üçüncü derece arasındaki dereceler ise bir başka mason derneği tarafından yönetilir ki bu ikinci derneğin yapısı pek bilinmez. Gizli olan bu üst derecekleri yöneten 2. dernektir.

Bu 2. dernekte “Demokrasi” yoktur. Çünkü burada yöneticiler sadece 33. Derecede olan masonlardır. Bu durumda 33. Dereceyi almamış bir mason doğal olarak, dernek yönetimi ile ilgili söz sahibi de olamaz.

2. dernek “Otokratik” yöntemle (buyurgan) yönetilir. Yapılan (yasal) dernek seçimleri, gelen Devlet görevlilerine karşı göstermeliktir.  Çünkü 4. Derecede olan bir mason da yasal olarak o derneğin bir üyesidir, ama yönetime girmeye, aday olmaya (Masonik Yasalar) açısında hakkı bulunmaz.

İlk üç dereceyi yöneten “Büyük Loca” ile 4-33. Dereceleri yöneten “Yüksek Şüra” ya da “Suprem Konsey” arasında bir “Konkordato”  vardır. Bu konkordatoya göre 4. ile 33. arasında bir derecede olan bir mason,  Büyük Loca’da da “Düzenli” olmak zorundadır. Başka bir anlatımla; devam ve ödenti yükümlülükleri açısından “Düzensiz” olmamalıdır. Bir mason üyesi olduğu Büyük Loca’ya “Ben artık üst derecelere geçtim. Bundan sonra ilk ya da alt derecelere gitmeyeceğim” diyemez.  Çünkü alt derecelere devam etmezse “mason” sanı ortadan kalkar.

(Büyük locanın örgütlenmesine ve yetki alanı içinde bulunan locaların toplamına “obediyans” denir ki bu tanım yazımız içinde sıkça geçecektir.)

Büyük Loca tarafından yönetilen 1.-3. Dereceler şunlardır:
1.Derece= “Çırak”
2.Derece= “Kalfa”
3.Derece= “Üstad”
Suprem Konsey tarafından yönetilen 4.-33. Dereceler ise şöyle ayrılırlar:

4-14. Dereceler arasında çalışan birimin adı “Atölye”
15.-18. Dereceler arasında çalışan birimin adı “Şapitr”
22.-30. Dereceler arasında çalışan birimin adı “Aeropaj”dır.

Masonluğun ana felsefesi 30. Derecede biter. 31. ve 32. Dereceler; Yüksek Yargılama ve Disiplin kurullarıdır. 33. Derece ise yukarıda belirtildiği gibi “Yüksek Şüra” ya da “Suprem Konsey” adını taşır. Suprem Konsey; 33.ler meclisidir ve kendilerini “Ritin Egemen Otoritesi” olarak sayarlar.

BU YAZI DİZİMİZ; 5 BÖLÜM VE GÜN AŞIRI OLARAK YAYINLANACAKTIR. LÜTFEN DİĞER BÖLÜMLERİ DE TAKİP EDİNİZ
TÜRKİYE’DE MASONLUK TARİHİ 2

BU YAZI DİZİMİZ; 5 BÖLÜM VE GÜN AŞIRI OLARAK YAYINLANACAKTIR. LÜTFEN DİĞER BÖLÜMLERİ DE TAKİP EDİNİZ. YAZARIN MASONLUK HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMESİ “SONUÇ” KISMINDA YAPILACAKTIR.

1. DÖNEM
Osmanlı topraklarında ilk masonik faaliyetler Sultan 3. Ahmet (1703-1730) devrinde başladı. Burada bulunan yabancı masonların kendi obediyanslarına bağlı localarda masonik çalışmalar yapmaya başladıkları bilinmektedir. Zamanla Osmanlı vatandaşı gayrimüslimler ile görev icabı yurtdışına giden devlet memurları da mason olmaya başladılar. Örneğin, 1720 yılında, Fransa’ya “Fevkalade Büyükelçi” olarak atanan “Yirmisekiz Mehmet Çelebi” ile oğlu “Sait Çelebi” ilk Türk masonları arasındadır. Osmanlı topraklarında kurulan mason localarının 1738 yılından itibaren; İstanbul, İzmir, Halep ve daha birçok şehirde faaliyet göstermek oldukları, çeşitli masonik kaynaklarda yer alır. 
Masonluğun Osmanlı hudutlarında yayılması “Kırım Harbi”  (1853-1856) ve sonrasında artar. Bu dönem aynı zamanda, Osmanlı Devleti’nin Batı’lı güçlere çok fazla taviz verdiği bir dönemdir. Kırım Harbi sonrasında ülkeye gelen, İngiliz, Fransız ve Kuzey Doğu İtalyan Devleti askerleri, ülkede bulunan yabancı tacirler ve görev icabı bulunan yabancı diplomatlar vasıtasıyla Osmanlı’da masonik faaliyetler artmış ve yabancı obediyanslara bağlı olarak çalışan localar kurulmaya başlanmıştır.
24 Haziran 1861’de Prens Halim Paşa “Kadim ve Makbul İskoç Riti’nin Şuraî Alî-î Osmanî’si” adı altında ilk Türk “Suprem Konseyi”ni (ya da sadece Yüksek Şüra olarak tanımlanır) kurdu. (Halim Paşa; Sait Halim Paşa’nın babası, Mısır Hidiv’i İsmail Paşa’nın yeğenidir.)

Osmanlı topraklarında çalışan localar, ilk zamanlarda yabancı bir büyük locaya (obediyansa) bağlı olarak çalışmaktaydılar. 1861’de kurulan Suprem Konsey; çalışma yapacak yeterli sayıda mason bulamadığı için uzun ömürlü olamadı ve bir müddet sonra masonik tabir ile uykuya yattı. Uykuya yatış tarihi tam olarak bilinmemektedir. Sadece, 1861’de kuruluşu ile ilgili ve 1869’da Dünya masonları tarafından kabul edildiğine (tanındığına)  ait belgeler vardır ve bundan ötürü de uykuya yatış tarihinin 1869’dan daha sonraki bir yılda olması gerekir. 1869’dan sonra ve birazdan açıklanacak olan yeniden yapılanmanın (reorganizasyon) yapıldığı 1909 tarihleri arasında ortaya nasıl bir varlık koyduğu hakkında ise çok az bilgi/belge vardır.
Masonlar; bir sebeple gittikleri ülkelerde, kendi ülkelerine bağlı bir masonluk yapılanması orada yoksa kendi obediyanslarına bağlı olarak masonik çalışmalar, toplantılar, hatta üye alımları dahi yaparlar/yapmışlardır. Osmanlı topraklarında görevle bulunan masonlar -başta diplomatlar ve yabancı tacirler- da bu şekilde masonik çalışmalar yaptılar. Masonluk için genel bir tanımlama ile en başarılı olarak Batı’nın eski müstemleke ülkelerinde faaliyet sergilemiştir. 
Osmanlı belki bir İngiliz, Fransız ya da İtalyan müstemlekesi (şeklen) hiç olmamıştır, fakat kapitülasyonlar ve büyük maddi borçları nedeniyle zaten gırtlağı bir müstemlekeden daha fazla sıkılmış ve çok zor durumda olduğu da hatırlanmalıdır.
23 Haziran 1863’de İngiltere Büyük Locası’na bağlı olarak “L’union d’Orient” Locası İstanbul’da kuruldu ve Türkiye’deki tüm masonları bir araya getirmeyi amaçladığı ilân etti. Saraya çok yakın bir hukukçu olan “Louis Amiable”, bu locanın üstadı muhteremi olduğunda ilk iş olarak Fransızca olan ritüelleri Türkçeye çevirtti. 
Bu locaya zaman içinde Osmanlı Devleti içindeki kilit mevkilere bulunan (başta asker) masonlar katılmaya başladılar. Örneğin: 1869 matrikülünde; (kısaca üye kütüğü denebilir) Sadrazam İsmail Ethem Paşa, Birinci Yaver Rauf Bey gibi yüksek mevkilerde bulunan toplam 15 kişi bu locada üye görünmektedir. Bu locanın, (kendilerince) çok başarılı çalışmalar yapması üzerine 4-18 dereceler arasında çalışmalar yapması için bu locanın uzantısı olarak bir de şapitr kuruldu.
Burada dikkat edilmesi gereken şu husus vardır: 4 ve üzeri derecelerde çalışma yapmak üzere 1861’de Prens Halim Paşa tarafından kurulan “Kadim ve Makbul İskoç Riti’nin Şuraî Alî-î Osmanî’si” adı altındaki Türk Suprem Konseyi’nin, çalışmalarını sürdüremediğinden dolayı uykuya yattığını belirtmiştik. Zira bu oluşuma katılacak mason bulunamamıştı, ancak enteresan olan da yabancı kökenli bir mason oluşumu kendine pekâlâ üye bulabiliyor ve örgütlenebiliyordu. 
Bu dönemde ayrıca İngiliz Masonluğu’na bağlı localarda, o locaya bağlı “Royal Arch” şapitrleri de kurulmaya başlandı. Bunu da çok kısaca açmak gerekirse İngiliz Masonluğu; 4 ve üzeri dereceleri yadsıyan ama içinde de barındıran bir sistemdir. Bu bir tezat olarak algılanabilir ki öyledir…
İngiltere Büyük Locası; geçmişten bu güne değin, kendini masonluğun anası sayma itiyadındadır. Üst dereceli çalışmaları yukarıda belirttiğimiz gibi bu söylemle tezat da teşkil etse engellemez (üst derecelerin ayrı bir dernek olduğunu önceki bölümde belirtmiştik) ama yadsır. 
Ve bu bağlamda, İngiliz Masonluğu çerçevesinde; 3. Dereceden devamla ortaya çıkan “Royal Arch” oluşumunu da destekler. Royal Arch sistemi; bu kadar basit ve bu kadar kısa tanımlanamayacak ve çok karmaşık bir konudur. 
(Bu husus; ancak Dünya Masonluk Tarihi başlığında bir çalışma içinde irdelenebilir.  Burada sadece çok kısa bir vurgu yaptık)
Bunlara bir örnek olarak; 20 Eylül 1865 tarihinde 107 berat numarası ile kurulan, “Thistle Of The East Royal Arch Şapitri”ni ve 16 Haziran 1869’da kurulan, “Homer Royal Arch Şapitrini gösterebiliriz. İrlanda Büyük Locası’na bağlı olarak, 22 Kasım 1864’de Büyükdere’de kurulan, Leinster Locası’nın, Royal Arch Şapitr’i de 5 Ekim 1867’de kuruldu. 25 Temmuz 1871’de ise Büyükdere’den Hasköy’e taşındı. Göründüğü gibi İngiliz masonlar Osmanlı topraklarında fevkalade aktiftiler… 
O tarihte konsolosluk ve elçiliklerin Büyükdere ve Sarıyer’de bulunduğunu da vurgulamak gerekir. Nedenini tam olarak tespit edemediğimiz bir başka yerleşim alanı ise Hasköy’dür. Şu an itibariyle (bilinen) en eski masonik haberi ihtiva eden bir belge, arşivimizde bulunan “Levant Times” adlı bir gazetedir. 
Bu gazetenin 1 Kasım 1871 tarihli sayısında; “Hasköy Mekanik Enstitüsü”nün üst katında kurulan “Kalkedonya” adlı bir loca hakkında bir haber bulunmaktadır. Haberde; locanın muhteşem mobilyalara sahip olduğu ve bu locaya bağlı masonların, açılış gününde Okmeydanı üzerinden Hasköy’e kadar üzerlerinde masonluk kuşamlarıyla yaptıkları bir yürüyüş anlatılmaktadır. Beyoğlu’nda basılan ve İngilizce ile Fransızca olarak basılan bu gazetenin başlığı şu şekildedir: 
Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk mason mabedini kurmak şerefi Hasköy’de yaşayan İngiliz Kolonisi’ne nasip oldu.
Prodos (Terrakki) Locası, 15 Ekim 1575’de Fransa Büyük Locası’na hitaben yazdığı bir mektupla Tarlabaşı Kalyoncu Kulluk’ta yeni bir binada çalışmaya başlayacağını belirtmektedir. Etoile de Bosphore, Ser Muhterem Şapitri ve İtalya Risorta Locası’na bağlı bir locanın da aynı mason mabedini kullanacağı bu mektupta belirtilmiştir. 
Sultan 5. Murad” da bu locada tekris (masonluğa alınma töreni) olmuştur. Sultan 5. Murad’ın masonluk kuşamı (regalye) Yıldız Sarayı envanterinde bulunmaktadır.

2. DÖNEM
Türkiye’de masonluk tarihini esas ilgilendiren gelişmeler 2. Dönem’den itibaren başlar. 
1908’de 2. Meşrutiyet ilan edildi. Türk masonları da oluşan bu özgür atmosferi değerlendirerek, kendi derneklerini kurmak üzere harekete geçtiler, “Şuraî Alî-î Osmanî”yi” tekrar örgütlemek ve uyandırmak için çalışmalar başladı. İtalya ve Fransa Suprem konseyleri, bu organizasyonu gerçekleştirmek için talip oldular. Fakat bu görev Belçika’ya verildi. Belçika Suprem Konseyi’nin önderliğinde, Belçika, Fransa, İtalya, İsviçre ve Macaristan Suprem konseylerinin ortak bir bildirisi ile de çalışmalar başlatıldı.
Bu süreç içinde, 1907’de kurulan Mısır Suprem Konseyi’nin, Türkiye ile olan tarihsel ve ırksal soy bağı göz önüne alınarak organizasyonu yönetmesi benimsendi. Mısır Suprem Konseyi’nin bir mensubu ve 33. Dereceyi Mısır’da almış olan, “Prens Aziz Hasan Paşa” bu iş için görevlendirildi. Vatan Locası mensubu olan Hasan Paşa; Prens Halim Paşa’nın yeğeni ve o tarihte Selimiye Kışlası Tümen Komutanı’ydı. Hasan Paşa’dan başka o dönem Avrupa’da çok tanınmış bir mason olan “Joseph Sakakini” de bu organizasyonun gözlemcisi olarak tayin edildi.
Bir suprem konseyin varlığını ortaya koyması ve sürdürmesi için 33.ler konseyinde en az dokuz 33 dereceli mason olması gerekmektedir. Hatta dokuz sayısına pek itibar edilmez. Çünkü bir vefat durumunda dernek “kadük”  (düşme) duruma girer. 3 Mart 1909’da şu masonlar 33. Dereceye yükseltildiler:
Mehmet Talat Sai (Talat Paşa), Mithat Şükrü Bleda, Nesim Mazelyah, Asım Bey, Fuat Hulusi Demirelli, Mehmet Cavit, Rıza Teyfik Bölükbaşı, Michel Noradunkyan, Osman Adil Bey ve Mehmet Arif.
Böylece Türk Masonluğu’nun teşkilatlanma süreci başladı. Bu masonlar,  aynı gün, “Kadim ve Makbul İskoç Riti’nin Şuraî Alî-î Osmanî’sinin Yeniden Uyandırılışı (Reorganizasyon) Zaptı”nı imzaladılar ve masonik yasalara uygun olarak yeni bir “Suprem Konsey” oluşturmak üzere faaliyete geçtiler.
29 Haziran 1909’da yapılan oturumda Büyük Loca Yönetim Kurulu oluşturuldu ve şu masonlar göreve seçildiler:
Prens Aziz Hasan Paşa Büyük Hâkim Amir (Grand Komandör), 
Mehmet Cavit Büyük Hâkim Amir Kaymakamı (Yardımcı), 
Talat Paşa Umumi Büyük Müfettiş, 
Mithat Şükrü Bleda Büyük Hatip ve 
David Kohen Büyük Sekreter.
Gözlemci Joseph Sakakini de yapılan seçimin “1786 Masonik Yasaları”nda suprem konseylere tanınan imtiyazları içeren maddesine uygun olduğunu belirti ve seçimi onayladı. Başta İngiltere olmak üzere Anglosakson ülkelerin suprem konseyleri bu oluşuma hemen karşı çıktılar. Fransızca olarak yazılan bu tutanakta, kısaca Türk Masonluğu’nun bir tarihçesi de yer almaktadır.
Üst derecelerin oluşumunu tamamlayan Türk masonlar 4-33 derecelerin reorganizasyonunu (Suprem Konsey) tamamlayınca bu kez de bu kez de 1-3 derecelerin çalışması için bir “Büyük Loca” kurulması için faaliyete geçtiler. 9 Temmuz tarihli şu davetiye ile masonlar birleşmeye davet edildiler:
İskoçya Atik ve makbul İti’ne göre 1861’de muntazam bir surette teşekkül etmiş ve 1869’da Cenubi Amerika’nın Charleston Şehri’nde kâîn Müttehit Şuraî Alîler Validesi olan Şuraî Alî tarafından da tanınmış olan bütün Osmanlı İmparatorluğu Şuraî Alîsi; imparatorluk dâhilîlinde mesleğin nazım kuvveti olmak salâhiyetiyle umum masonları ayın on üçüncü günü saat 10’da David J. Kohen’in Galata’da Noradunkyan Hanı’ndaki yazıhanesine davet ediyor.”
13 Temmuz’da yapılan toplantıda en kısa zamanda bir “Büyük Maşrık” (Büyük Loca) kurulması kararlaştırıldı. 1 Ağustos Pazar günü Beyoğlu’nda Hocapulos Pasajı’nda bulunan yabancı masonlarca kullanılan bir locada 29 kişi olarak toplanıldı ve “Büyük Maşrık” resmen kuruldu. İlk büyük üstad olarak da Talat Paşa seçildi. 
Burada ilginç bir ayrıntı da var! O esnada henüz “Cemiyetler Kanunu” (Dernekler Yasası) daha ilân edilmemişti. 2. Meşrutiyet’in getirdiği serbestîlerden biri olan “Cemiyetler Kanunu 15 gün sonra, 16 Ağustos 1909’da yürürlüğe girmiştir.
Bir büyük locanın mason yasalarına göre kurulması ve bir obediyans olarak da tanımlanması için en az yedi locaya gereksinim vardır. Bu yasaya uyuldu ve Büyük Maşrık’ın oluşumunda şu yedi loca yer aldı:
Vatan, Muhibbanı Hürriyet, Vefa, Şafak, Resne, Terakki ve İttikah Hakiki Muhibleri ve Uhuvveti Osmaniye. 
1 Kasım 1909’da Büyük Maşrık ile Suprem Konsey arasında bir konkordato imzalandı ve yazının ilk bölümünde anlatılan teşkilatlanmanın gereği olarak 2 dernek halinde ve 1. Dereceden 33. Dereceye kadar olan masonik sistem tamamlandı. 
1909’dan, sonraki bölümlerde görüleceği gibi 1935’te Türkiye’de masonluğun uykuya yatmasına kadar, bugün Türkiye hudutları içinde olmayan birkaç şehir de dâhil olmak üzere toplam 65 loca kuruldu.

DEVAM EDECEK… LÜTFEN SONRAKİ BÖLÜMLERİ DE TAKİP EDİNİZ…
TÜRKİYE’DE MASONLUK TARİHİ 3

  1925 yılında itibaren masonluğa karşı Türkiye’de tepkilerin başladığı gözlenir. Mason olma üzere müracaat eden fakat masonluğa uygun görülmeyen eski Adliye Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, o dönemde kapatılmaya uğraşılan tekke ve zaviyelerle birlikte masonluğu da kapattırmak için çaba harcıyordu. Dönemin güçlü siyasetçilerinden Şükrü Saraçoğlu ve Fevzi Çakmak da masonluk hakkında olumsuz düşüncelere sahiptiler ve Meclis’te sık sık masonluğa karşı konuşmalar yapmaktaydılar. Buna karşı masonlar da mecliste fevkalade güçlüydüler. Zira CHP’nin ağır toplarından mason olan çok milletvekili vardı. 
1927’de Atatürk’!ün de hazır bulunduğu bir meclis oturumunda Mahmut Esat Bozkurt söz alarak mason localarının kapatılması talebini çok ağır ifadelerle ortaya koydu. Bunun üzerine Atatürk’ün Mahmut Esat Bozkurt’a, bu ifadelerin bazı vekil arkadaşları rencide edip etmediğini sorduğu (masonlarca) rivayet edilir. Bu konu hakkında, (kaynak olarak masonlara dayandırılarak) Tarih Dünyası Dergisi’nde de (1964) bir yazı çıkmıştır. 
1930 ila 35 arasında Türk Masonluğu içinde kavgalar ve garip olaylar oldu. Masonlar kendi içlerinde farklı nedenlerle çatışmaya girdiler. Bu dönemde gelişen “Azim Locası Hadisesi” dahi tek başına ele alınması gereken ve CHP’li siyasetçilerin direk rol aldığı bir olaydır. Masonluktaki 1930 ve 1935 olayları tek başına irdelenmesi gereken tarih kesitleridir. Zira bu olaylar sadece masonluk açısından değil mason olan milletvekillerinin de rol aldığı ve Türkiye’nin yakın siyasi tarihi ile ilgili hususlardır. Bu makale dizimizde 1930 ila 1935 arasındaki gelişmeleri ancak kısaca ve sathi olarak irdeleyebildik…
Eylül 1932’de İstanbul’da uluslararası bir konvan (masonik genel toplantı) toplandı. Bu toplantı gazetelerde çok fazla yer aldı hatta masonlar için övgü ile bahsedildi. Bu toplantı esnasında bir şehir hatları vapuru kiralandı ve iki yanına insan boyunda mason amblemi kondu ve bu şekilde masonlar bir Boğaz turu yaptılar. Bu Boğaz turu gazetelerde ön sayfalarda yer aldı ve Dünya’nın farklı ülkelerinden gelen mümtaz şahsiyetlerin Türkiye’de toplandığına vurgu yapıldı. Medyanın, masonları fazlasıyla sempatik ve de çok önemli, mümtaz bir topluluk olarak gösterdiğini vurgulamak gerekir. Bu konvan açılışı ile ilgili Atatürk’e konvana katılanlar tarafından gönderilen bir telgrafa Atatürk kısa bir yanıt vermiştir. 
1935’te tekke ve zaviyelerle birlikte masonluk da kapandı/kapatıldı…
Çeşitli kaynaklarda masonluk için, “1935 yılında masonluk uykuya yattı ya da Atatürk masonluğu kapattı şeklinde farklı görüşler bulunur. Mason karşıtları, masonluğun kapatılmasının, Atatürk’ün masonluğa olan olumsuz yaklaşımı olarak yorumlarlar. Öte yandan masonlar ise Atatürk’ün masonlara çok iyi gözle baktığını hatta bir zamanlar mason olduğunu ortaya koyarlar. Atatürk’ün mason olduğu şeklinde tabi ki bir bulgu ve belge yoktur ama masonlar da Atatürk’ün yakın çevresinde çok sayıda mason bulunmasından yola çıkarak bu söylemlerini (hâlâ) ispata çalışırlar.
Şuna da bir vurgu yapmak gerekiyor: İttihat ve Terakki’nin içinde çok sayıda mason vardı ve 1909 reorganizasyonunda da bu masonlar rol oynadılar. Osmanlı’nın son dönemleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında Türk siyasi hayatında ve bürokraside en üst mevkilerde masonlar da vardı…
Ve tabi bunlar doğal olarak Atatürk’ün de yakın çevresinde bulunan kişilerdi. Örneğin özel doktoru ve aynı zamanda 33 Dereceli bir mason olan “Mim Kemal Öke”nin kaleme aldığı “Hür Masonluk Tarihi” adlı kitapta şu ifade yer almaktadır:
Tatil hadisesi sırasında, Başvekil ve Cumhurreisi’nin, mason teşekkülüne karşı tutumları pasif bir mahiyette idi. Hatta akdemce İstanbul’da toplanan ve memleketlerinde ehemmiyetli mevki sahibi birçok ecnebi şahsiyetin, misafireten bulundukları sırada onlara karşı da iyi nazarlarını belirtmişlerdi. Tatil darbesinde de bu zevat ister istemez pasif durumda kalmışlardı. Darbenin hazırlayıcıları başka ve malum şahsiyetlerdir.”

Paragrafın özünde, bir yandan Atatürk ve çevresinin masonlara karşı pasif ya da negatif duruşuna vurgu yapılmakta ama öte yandan da 1932 Konvanı’nda masonlardan gelen telgrafa verdiği yanıta da vurgu yapılarak pozitif bir olgu yaratılmak istenmektedir.  1932’deki telgrafa verdiği tek cümlelik teşekkür yanıtı, masonlarca çok önemli sayılmakta birçok yayında, masonik kaynakta vurgu yapılmaktadır. Ancak paragraf sonunda “Darbenin hazırlayıcıları başka ve malum şahsiyetlerdir.” Söyleminin ise yaratılmak istenen bir komplo teorisi ile bağdaştırılmak istendiği anlaşılıyor! Fakat ne bahsi geçen kitapta, ne bu paragraf öncesinde ve sonraki kısımlarında “başka ve malum şahsiyetlerdir sözleri ile Mim Kemal Öke’nin ne kast ettiği anlaşılamamaktadır.
Yukarıda, “1935’te tekke ve zaviyelerle birlikte masonluk da kapandı/kapatıldı…” dedik. Bu yazı dizimizin başında açıkladığımız gibi masonluk sonuçta yasal kurulmuş bir dernektir ve yasal bir derneğin de yasal bir süreç ile kapatılması gerekir. Fakat 1935’te çok muğlâk işler yapıldı ve yasal bir süreç işletilmeden mason derneği kapatıldı. 
(Çok sonraları bu yasal olmayan şekilde kapatılmak masonların işlerine fevkalade yarayacak ve eski gayrimenkullerine tekrar kavuşma fırsatına dönüşecektir… Buna sonraki bölümlerde yer vereceğiz…)
Uykuya yatış esnasında mason siyasetçilerden olan “İçişleri Bakanı Şükrü Kaya”nın çağrısı üzerine, aşağıda isimlerini verdiğimiz masonlar; Süprem Konsey Başkanı (Grand Komandör) “İsmail Hurşit”, Büyük Üstad “Muhittin Omay”, “Fuat Süreyya Paşa”, “Mustafa Hakkı Nalçacı” ve “Muhip Nihat Kuran” Ankara’ya geldiler. Ankara’da bulunan masonlardan da “Danıştay Başkanı Reşat Mimaroğlu”, “CHP Milletvekili Rasim Ferit” ve “Ankara Valisi Nevzat Tandoğan”ın da katılımıyla bir toplantı yaptılar ve Mason Derneği’nin kapanma ya da uykuya yatırılması kararını o esnada Türkiye’nin sayılı siyasetçileri ve bürokratları olan bu kişiler kendi aralarında aldılar!
Şükrü Kaya’nın masonlara bu süreç ile ilgili olarak şu ifadeyi kullandığı masonik yayınlarda/kaynaklarda yer almaktadır:
Bir müddetten beri masonluğa atfedilen çalışmaları Halk Evleri yapmaktadır. Zaten CHP’nin de bu doğrultuda alınmış kararı vardır ve hükümet bunu uygulamaya kararlıdır.”
9 Ekim 1935’te yukarıda isimleri verilen,  sadece dokuz kişilik bir heyetin, geniş üye kitlesi olan bir derneği, genel kurul kararı olmadan nasıl kapattığı ya da kapatabildiği bu gün de hâlâ bir sırdır. 
Kapatma ile ilgili, şu ifadenin yer aldığı, 12 Ekim tarihli, tek cümlelik bir genelge tüm localara gönderilmiştir:
İlgili orundan aldığımız buyruk üzerine cemiyetimizin toplantıları yeni bir buyruğa kadar tatil edilmiştir.
Bursa’daki locaya çekilen şu telgraf ise daha da kısaydı: 
Orada çalışmalara son veriniz. Tafsilat postadadır.” 
10 Ekim 1935 tarihli Anadolu Ajansı’nda masonluğun kapatılması şöyle yer aldı:
Türk Mason Cemiyeti, memleketimizde sosyal tekâmülü ve günden güne artan muazzam terakkilerini nazarı itibara alarak ve Türkiye Cumhuriyeti’nde hâkim olan demokratik ve cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek –bu hususta hiçbir baskı olmaksızın- çalışmalara nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketin sosyal ve kültürel kalkınmasında çalışan Halkevlerine teberruya muvafık görmüştür.”
Yukarıda da belirttik, 1935 yılı olayları için çok sorular var! Uykuya yatışın gerçek sebebi nedir? Bunların tam bir cevabı yok… Atatürk’ün çevresinde masonların çok olduğu biliniyor. Ama o dönemde zaten siyasilerin büyük kısmı masondu. Hatta bu bir özenti de olabilir. Nitekim 1930 ve (uykuya yatma hadisesi hariç) 1935 olaylarının incelenmesi; masonik teamüllerden uzak davranışların başta siyasetçi masonlarca çokça yapıldığını gözler önüne sermektedir. 
O döneme CHP’li masonlar damgasını vurmuştur dersek yanlış bir tespit yapmış olmayız. O dönemde, masonluğa girmeyi “rozet masonluğu” olarak telakki edenlerin ya da “özenti” olarak mason olanların çokluğu da apaçıktır. Yukarıda masonluğu siyasi emelleri için kullanmaya meyilli olanlar ile münferit hadiseler de çoktur demiştik. Tabi ki bunların ayrıntılarını bir makale dizisinde derinlemesine yazmak mümkün değil. Belki ileride bu çalışmamızı ve birikimimizi bir kitap haline getirmek suretiyle kamuoyunda masonluk konusunda bilinmeyenleri ortaya koyabiliriz.
Masonluğun faaliyette olmadığı, 19 Mart 1939’da Amerika Ana Surem Konseyi’nin Grand Komandörü Crowless, İsmet İnönü’ye şu mektubu yolladı:
Şu anda; Amerikan Kongresi’nde bulunan 435 üyeden 218’i masondur. Amerikan Anayasası’nı imzalayan 39 kişiden 31’i de masondu. … Masonluk hiçbir yerde savaş başlatmamış, kimseye baskı ve zulüm yapmamış, müsamahasızlığa ve fanatizme arka çıkmamış, bir damla insan kanı dökmemiştir ve mevcut olma imkânını bulduğu yerlerde, o ülkenin iyiliği için çalışmıştır. (…) Türkiye’deki kardeşlerimiz, masonik faaliyetlerine tekrar başlamak istemektedirler. Ben de onlara yardımcı olmak üzere size müracaat etmekteyim…
Nereden kaynaklandığı ya da kimlerin talebi üzerine yazıldığı bilinmeyen bu mektup, aynı yıl 2. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine bir anlam ifade etmedi ve dikkate alınmadı.
Devlet masonluğu kapattı ya da masonlar kendileri uykuya yattı, adına ne denirse densin bu doğru değildir. 
Çünkü masonluk aslında 1935’te resmen kapatılmamıştır…
1. Dernek (1-3) kapatılmıştır…
2. Dernek (4-33) kapatılmamıştır…
(1-3 ve 4-33’ün ne anlam ifade ettiği hususu için yazı dizimizin 1. Bölümünü okuyunuz.)
Masonluğun 3-33 derecelerinin iki farklı dernek tarafında yürütüldüğünü yazı dizimizin 1. Bölümünde belirtmiştik. Bu bağlamda hep önde olan, gözler önünde ve bilinen oluşumun 1,2 ve 3. derecelerin yönetildiği Büyük Loca idi. 
Uykuya yatma hadisesinde de kapatılan sadece Büyük Loca oldu…
Buzdağının büyük kısmı uykuya yatmadı…
Suprem Konsey’in resmi dernek adında mason ibaresi yoktu ve bu dernek 1935’te kapatılmadı… 
Unutuldu ya da unutturuldu…
İlk bölümde; “Bu yazı dizimiz, masonları tatmin etmeyecektir zira yazımızda masonları övmeyeceğiz. Bu yazı dizimiz mason karşıtlarını da tatmin etmeyecektir zira masonları bilinçsiz bir şekilde yermeyeceğiz ya da küfür etmeyeceğiz…“ demiştik.
Buraya kadar ve dizimizin devamında, mümkün olduğunca anlaşılabilir bir şekilde az bilinen masonluk konusunu gözler önüne sermeye çalıştık.

Masonluk hakkındaki şahsi kanaatlerimize ve kendimizce bir analize ise 5. Bölümün sonunda yayınlayacağımız “SONUÇ” kısmında yer vereceğiz.

TÜRKİYE’DE MASONLUK TARİHİ 4

Masonluğun 3-33 derecelerinin iki farklı dernek tarafında yürütüldüğünü yazı dizimizin 1. Bölümünde belirtmiştik. Bu bağlamda 4. Bölümde de şöyle dedik: “Hep önde olan, gözler önünde ve bilinen oluşum; 1,2 ve 3. derecelerin yönetildiği Büyük Loca idi ve 1935’teki masonluğun kapatılması esnasında buzdağının büyük kısmı kapatılmadı ya da masonik deyişle uykuya yatmadı… Unutuldu ya da unutturuldu…
Uyku döneminde, bir müddet sonra Grand Komandör “İsmail Hurşit” vefat etti. Görevi Grand Komandör Kaymakamı (Vekili) “Ramih Yener” yönetti. Suprem Konsey’in çalışabilmesi için en az 33. Dereceden 9 mason gerektiğini diğer bölümlerde belirtmiştik. O esnada çok sayıda 33. Derece mason vardı ancak bunlar ya CHP’nin önde gelen isimleriydi ya da üst düzey bürokratlardı ve mevcut konjektürden dolayı yönetimde rol almak istemediler geride durdular.
1938’de, Suprem Konsey’in kadük duruma düşmemesi için yani gerekli sayının dokuzdan daha z olmaması için, “İsmail Memduh Altar”, “Ali Galip Taş” ve “Cevdet Hamdi Balın” 33. Dereceye yükseltildiler.
Tekrar on kişiye çıkan Suprem Konsey çalışmalarına başladı. Tabii bu çalışmalar, bir locada ve masonik usullere göre değildi. Masonlar toprak altına inmişlerdi. Genellikle Sirkeci’de bir eczanenin üst katında toplanarak sadece idari yönden çalışılıyordu. Şubat 1938’de Ramih Ener’in görev süresi doldu ve “Mim Kemal Öke” “Grand Komandör”  yani 33.ler meclisinin başkanı oldu.


Bir ülkede eğer 1.-3. Dereceleri yönetecek bir Büyük Loca yoksa masonik eski yasalara göre; 4.-33. Dereceleri yöneten Suprem Konsey, kendi bünyesinde ilk üç derecelerde çalışan localar kurabilirdi ve kuruldu…
Ama gerçekten gerekmedikçe ya da çok zorda kalınmadıkça tercih edilmeyen bu tür bir yapılanma 1965’e gelindiğinde Türk masonları arasındaki en büyük sorun halini alacak ve masonlar arasında bölünme yaşanacaktı...
Bu suretle kurulan; “İdeal”, “Kültür” ve “Ülkü” locaları, 2. Dünya Savaşı’nın da başlaması nedeniyle önemli bir varlık gösteremediler. Sadece “İdeal Locası”nın sık sık toplandığı hakkında kayıtlar mevcuttur.
İsmet İnönü’nün masonik çalışmalarla ilgili bilgi sahibi olduğu ve hatta cüzi de olsa para yardımı yaptığı hakkında masonik kaynaklarda ifadeler bulunmaktadır. İnönü’nün masonlara yardım ettiği hususu ise kanımızca masonlarca yapılan bir spekülasyondan öte değildir. Çünkü Atatürk’ün özel doktoru olan Mim Kemal Öke, o tarihte İnönü’nün de doktoru durumundaydı ve Grand Komandör olmuştu.
Mim Kemal Öke’nin çabalarıyla ve gizli olarak çalışmalarını sürdüren Türk Masonluğu, 1948’de tekrar resmen dernekleşti. Bu dönem Türk Masonluğu’nda 4. Dönemdir ve bu döneme geçmeden önce 1935 uykuya yatma hadisesi ile ilgili, çok fazla yanlış bilginin ortada olduğu, hatta masonlarca da bu konunun pek bilinmediği de göz önüne alınarak şu noktalarda bir analiz yapma gereği vardır.
1- Şükrü Kaya’nın beyanının aksine genel kurulda alınmış bir fesih kararı yoktur.
2- Şifahen alınan kapanma ya da uykuya yatma kararı sadece ilk üç derece ile ilgili birimi bağlamıştır ve bu süreçte Suprem Konsey’in varlığı kesintiye uğramamış ve dolayısı ile Masonluk 1935’te resmen kapatılmamıştır.
3- Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu 9 Mart 1951 tarih ve 176 sayılı kararı ve Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin üç ayrı kararı ile masonlar “Halk Evleri”ne intikal eden gayrimenkullerini geri almışlardır.
4. DÖNEM
1786 İskoç Riti Yasaları’na göre bir ülkede ilk üç derecede çalışan, Büyük Loca’ya bağlı localar olmaması durumunda; bu locaları Suprem Konsey de kurabilir ve tek dernek altında 1. Den 33. E kadar olan dereceleri yönetebilirdi. Mim Kemal Öke de bu yöntemi kullanarak derneği 1948’de tekrar faaliyete soktu, eski masonlardan hayatta kalanlarla irtibata geçildi ve yeni katılımlar sağlandı.
1951’e gelindiğinde alt derecelerin Suprem Konsey’e bağlı olarak yapılan faaliyetler masonları fikirde ayrıştırmaya sevk etti ve daha evvelki bilgilerde de belirtildiği gibi 1965’te büyük bir ayrılığa sebep olacak olan süreç işlemeye başladı.
Çünkü 28 Ocak 1951’de, yine Suprem Konsey’e bağlı olarak “Türkiye Büyük Mahfili kurulmuş ve “Türkiye Yüksek Şurası’na Tabi Büyük Mahfil Nizamnamesi” bastırılmıştı. O dönemde kullanılan ritüellerin üzerinde de bu bağlılığa vurgu yapılıyordu. Örneğin ritüellerde de “Türkiye Yüksek Şurası’na Tabi 1. Derece Ritüelişeklinde ibare bulunuyordu.
1909’dan itibaren muhafazakâr İngiliz Masonluğu’nun Türkiye’deki masonluğu tanımadığını yazmıştık ve bu durumdan rahatsız olan masonlar seslerini yükseltmeye başladılar. O kadar ki Türk Masonluğu’nu bir hilkat garibesine benzeten söylemler başladı.

Ankara’da yaşayan bir mason olan “Zühtü Velibeşe” bu söylemi en sert olarak ortaya koyanlardandı. Zühtü Velibeşe’nin 1955’te yazdığı “Masonluğumuz Hakkında” adlı bir kitapçık içeriğinde, masonların gelenekleriyle de bağdaşmayan cümleler yer aldı ve bu kitapçık büyük olay oldu. Zühtü Velibeşe; 1956’da “Türkiye’de Fran Masonluk adlı bir kitapçık daha yazdı. İngiliz Masonluğu’na övgüler içeren bu kitapçıkta; Türk Masonluğu ile ilgili şu ifade yer aldı:

Türkiye’de Masonluk denen hüviyetin lâyıkıyla çalışmadığına herkes müttefiktir. (…) Görülüyor ki Türkiye’de masonluk diye tuhaf bir vaziyetle karşı karşıyayız.”

Bu süreç, 1956’de,  “Türkiye Büyük Locası” adı altında Suprem Konsey’in vesayeti altında olmadan alt derecelerle ilgili dernek kurulmasına kadar sürdü. Anlaşmazlıklar duruldu ancak muhafazakâr ve artık İngiltere tarafından tanınma arzusunda olanların baskısı başlamıştı.

30 Nisan 1957’de Suprem Konsey Büyük Loca ile bir konkordato yenilemesi yaptı. “Türkiye Büyük Locası”  olan derneğin adı hâlâ kullanılan “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası” olarak aynı yıl içinde değiştirilmiştir.

1959’da İngiltere Büyük Locası Büyük Üstadı, Türkiye’ye geldi ve İstanbul ile Ankara’da masonlarla görüşmeler yaptı. Türk Masonluğu’nu “gayrimuntazam” sayanlar İngiltere ile bireysel yazışmalara başladılar. Bu gelişmelerin süregeldiği 1964 yılında, “Süleyman Demirel” hadisesi - ki bu hususu son bölümde ayrıca irdeleyeceğiz - patlak verdi.

Ankara Bilgi Locası’nda kayıtlı bir mason olan Süleyman Demirel; siyasi bir partiye genel başkan olma sürecindeydi. “Masondur” diyecek rakiplerine karşı kullanmak üzere mason olmadığına dair bir belgeyi dernekten istedi. Bu alışılmadık istek o zaman Büyük Üstad Kaymakamı olan “Necdet Egeran” tarafından sağlandı. Ama zaten çok karışık bir durumda olan masonlar arasında böyle bir belgenin verilmesi büyük bir infiale neden oldu.


28 Aralık 1964’de Büyük Loca; Süleyman Demirel’le ilgili olarak zaten karışık olan durumu daha da karmaşık hale getiren bir levha (localarda okunan bildiri) yayınladı. Belgede Süleyman Demirel’in mason olduğunu inkâr eden ve verilen belgeyi de savunan ifadeler yer almaktaydı.

Bu durum zaten kaynayan TürkMasonluğu’nu daha da karıştırdı. Bu gelişmeler sürerken Demirel’in mason olduğu hakkında gazetelerde de belgeler dolaşmaya başladı. Hatta üye kayıt defterinin fotoğraflı sayfası da bu haberlerde yer aldı. “Yön “Dergisi” ise masonik bir kaynaktan alındığı çok net belli olan bilgilerle bir tefrika yayınladı. Görünen oydu ki durumdan rahatsız olan masonlar medyaya konuşmuşlardı. Demirel hadisesi elbette ki Türk Masonluğu’nun ayrılmasındaki hususlardan biridir. Ama ayrılığı tamamen buna bağlamak ise doğru değildir.  Ancak Türk Masonluğu’nu “düzensiz” sayan ve İngiltere ile tanınma yolunda çaba sarf edenlerce de Demirel hadisesinin çok iyi kullanıldığı da bir gerçektir.

Süleyman Demirel belgesi ile ilgili kavganın da içinde olduğu tanınma ve sonrasında gerçekleşen seçim süreci yani 1965 Nisan sonu ile Mayıs başındaki gelişmeler Türk Masonluğu ile ilgili en önemli zaman dilimidir. Ve bu zaman dilimi için kısaca “65 Olayları” denir…

O dönemde İngiltere ve İskoçya büyük localarıyla yazışmalar yapıldığını belirtmiş ve İngiltere tarafından “tanınma” için yapılan çabaları vurgulamıştık. Türk masonlar o esnada yakalarını İngilizlere kaptırdılar…
Örneğin İngiltere ve İrlanda büyük localarına yazılan mektuplara verilen karşılıklarda; Türkiye’den gönderilen mektuplarda kendilerine “kardeşim” ifadesinin yer almaması istendi. Çünkü halen kendilerine göre Türklerin “düzenli mason” olmadıkları belirtildi. (Bu yazışmaların suretleri arşivimizdedir.)
ingilizler,  buradaki masonluğu tanımak için şu iki farklı yöntemi önerdiler:
1- Türklerin İngiltere’ye giderek yeniden mason olma öreni yapılması.
2- Ya da Türkiye’ye İngilizlerin gelerek tüm mason derneği üyeleri için yeniden mason olma töreni yapılması
Bu iki yöntem Türk masonlarca onur kırıcı olarak telakki edildi. Zira o ana kadar olan masonlukları “yok” sayılıyor ve yeniden mason olmuş gibi bir işlem yapılıyordu.

Türkiye’deki masonların bu reddi üzerine bir başka yöntem bulundu!
İngilizler Türkiye’ye gelecek ve masonları değil Büyük Loca’yı esas alan bir  “Tanzim Töreni” yapacak!
Buna da şöyle bir formül buldular: 1909’daki Büyük Loca oluşumunda yer alan “Resne Locası”nın, Mısır’dan ve İngiliz Masonluğu’nca kabul gören bir locadan “patent” aldığı biliniyordu. Bir anlamda; İngilizlerce “Sizin mayanız Resne Locası ile tutuyor” gibi bir yaklaşım oldu…  “Tanzim Töreni” diye tanımlanan bir törenden sonra Türk Masonluğu, İngiliz Masonluğu ve onun paralelinde olan muhafazakâr büyük localar tarafından “düzenli” sayıldı.
Bir ayrıntı: Türk masonları o süreçte fevkalâde baskı altına alan ve istediklerinin çoğunu elde eden İngilizler yapılacak “Tanzim Töreni” için kendileri gelmediler ve bu işlem için İskoçya Büyük Locası’nı görevlendirdiler…
Yapılan törene hararetle alkış tutanlar olduğu kadar bunu Türk Masonluğu’na büyük bir “ihanet” sayanlar ve hatta çok onur kırıcı bulanlar da oldu.
Aslında yapılan bir kelime oyunundan ibaretti. Zira “Tanzim Töreni” diye bir tanımlama yoktu. Tanzim kelimesi Türk masonlara verilen efsundu… Bu törenin İngilizce adı “consecration”du ve İngilizce yazışmaların tümünde de zaten bu şekilde yer aldı. “Consecration”un kelime anlamı “takdis”  ya da “kutsama”dır. Ancak İngiliz Masonluğu “Consecration”u kutsama ya da takdis olarak değil de “vaftiz” olarak tanımlamaktadır ve zaten 29 Nisan 1965’te bu işlemi yapmak adına görevli olarak gelen İskoçya Büyük Locası Büyük Üstadı ve görevlileri, üzerlerinde papaz elbiselerini andırır giysilerle vaftiz töreni yaptılar. İskoçlar bu törende, ellerinde buhurdanlıklarla adeta bir kilise ayini icra etmişler, daha çok dinsel ve mistik bir görüntü arz eden bu törenden sonra çok büyük tepkiler olmuştur.

(Yazarın Notu: Masonluk yıllarımda; Vedat Locası’nda “Türk Masonluk Tarihi” adlı bir konferans verdim. Konferans sonrası katkılarda söz alan “Eski Büyük Üstad Vedat Yeğinsu” şu sözleri söyledi:

Bize o gün yaptıkları resmen Hıristiyan vaftiz töreni gibi bir şeydi. Ben o gün çok utandım. Derneğin kapısından çıktığımda eldivenlerimi sokağa attım ve artık mason değilim dedim.”
Tabii Vedat Yeğinsu’nun masonik hayatı orada bitmedi. Sonraki yeni kurulan Büyük Loca’da, “Orhan Hançerlioğlu”nun yönetim kurulunda görev aldı ve zamanla büyük üstatlığa kadar çıktı...)

1965 olayları; Türkiye’de masonluğun kırılma noktasıdır. “Tanzim Töreni”nin hemen ardından, gündemde bir de genel kurul ve seçim süreci vardı. 2 Mayıs’ta masonik teamüllere uymayan şekilde bir seçim yapıldı. Aslında bu bir anlamda da yönetimi ele geçirme operasyonuydu...
3-33 dizgesi içinde bulunan ve aralarında konkordato olan iki farklı dernek aynı zamanda, masonik teamülleri de gözetir. Bir aya yakın bir süre camia içinde çalkantılı bir dönem oldu ve bunun sonucu olarak 28 Mayıs 1965’te Suprem Konsey, seçimle yönetimi yenilenen Büyük Loca’ya bir mektup göndererek, seçimin masonik geleneklere göre yapılmadığından henüz kendilerini tebrik etme durumunda olmadıklarını vurguladı ve 13 Haziran’a kadar bu durumun düzeltilmesini talep etti.


O arada Yüksek Yargılama Kurulu; (O zamanki adı: Yüksek Şüra Haysiyet Divanı) olaylara karışan 33 dereceli Ekrem Tok için bir yıl men ve 29 dereceli Necdet Egeran için ise masonluktan ihraç kararı aldı. Yapılanı, Suprem Konsey’in, Büyük Loca’nın içişlerine müdahale etmesi olarak değerlendiren Büyük Loca Yönetimi, 7 Haziran tarihli bir bildiriyi Suprem Konsey’e ve tüm localara okunmak üzere gönderdi. Kullanılan ağır ifadeler localarda tepkiye neden oldu. İstanbul’dan 11 ve İzmir’den 5 locanın saygıdeğer üstadı (locanın başkanı) ortak bir dilekçe imzaladılar ve Büyük Üstadın derhal istifa etmesi gerektiğini belirttiler.
Büyük Loca, 27 Temmuz’da Suprem Konsey’e bir başka mektup yazarak; içişlerine karışmamasını, aksi takdirde aralarındaki konkordatonun fes edileceğini bildirdi. Ortalık çok karışmıştı ve konu hakkında eksik bilgisi olan masonlar Suprem Konsey’e başvurarak konu hakkında açıklayıcı ve ayrıntılı bilginin verilmesini talep ettiler. Suprem Konsey; bunun üzerine 31 Temmuz tarihli bir başka bildiri yayınladı. Bu bildiride iki dernek arasındaki konkordatonun kuralları ve masonik gelenekler vurgulandı Seçimin yasalara uygun olmaması sebebiyle, Suprem Konsey’in gayrimuntazam bir Büyük Loca Yönetim Kurulu’na karşı kararlarında serbest olduğuna vurgu yapıldı. Bu bildiri bir üst yazı ile 3 Ağustos’ta Büyük Loca’ya da iletildi.
Bu gelişmeler esnasında Büyük üstad Necdet Egeran 14 Kasım’da istifa etti. 5 Ocak 1966’da olağan üstü genel kurul yapıldı. Ancak kurula gelenler Büyük Üstad koltuğunda Egeran’ı yine karşılarında buldular. Egeran kurulda kendisini şöyle savundu: “Kendi locam benim istifamı kabul etmediğinden görevdeyim.”
Tabii baskılar karşısında istifası geçerli sayıldı ve yapılan seçimde “Hayrullah Örs” Büyük Üstad olarak seçildi. Masonlar daha da karıştı…
Yüksek Yargılama Kurulu’nun kararlarına rağmen Ekrem Tok ve Necdet Egeran localara katılmaya devam ettiler. 3. Derecede süresi dolanlara zorluk çıkartılarak terfi işleri yapılmadı ve bu masonların 2. Derneğe geçişleri engellendi. Ve sonunda Suprem Konsey 18 Nisan 1966 tarihli iki sayfalık bir bildiri yayınlayarak hadiselerin bir özetini yaptı ve iki mason derneği arasındaki konkordatonun fesih edildiğini açıkladı. Yoğun bir istifa trafiği başladı…

5. DÖNEM

İstifa edenler; 4 Haziran 1966’da 7 yeni loca oluşturdular ve Türkiye Büyük Mason Mahfili’ni kurdular. (Bu adı sonraki süreçte, hâlâ kullanılan “Özgür Masonlar Büyük Locası” olarak değiştirdiler.) İlk Büyük Üstad olarak Orhan Hançerlioğlu seçildi. Suprem Konsey yeni kurulan Büyük Loca’ya 21 Haziran tarihli ve 157 sayılı bir mektup yollayarak kutladı. Aynı tarih ve 158 sayılı bir mektupla ise Suprem Konsey’e ait olan Tepebaşı 111 numaradaki binayı kullanma izni de verdi. Aynı tarihli ve 159 sayılı bir başka mektupla ise Ali Galip Taş, Burhaneddin Develioğlu ve Selami Işındağ’ın Büyük Loca ile konkordato yapmaya görevlendirildiklerini duyurdu.


Bu gelişmelerle; “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası” cephesinde yüksek dereceler ve dolayısı ile Suprem Konsey eksikliği oldu. Onlar da kendi görüşleri çerçevesinde, 1967 yılında ikinci bir Suprem Konsey kurdular.
Bugün, Türkiye’de “Büyük Loca” bazında çalışan “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası” ile Özgür Masonlar Büyük Locasının tarihsel süreci dizimizin bu kısmında bitti…
---------------
Bu yazı dizimizde birkaç kez tekrarladık! Yazdıklarımız masonları tatmin etmemiştir zira yazımızda masonları övmedik. Bu yazı dizimiz mason karşıtlarını da tatmin etmeyecektir dedik zira masonları bilinçsiz bir şekilde yermedik ya da küfür etmedik…


Mümkün olduğunca anlaşılabilir bir şekilde az bilinen masonluk konusunu gözler önüne sermeye çalıştık. Sorulan ve sorulması muhtemel çok hususa ve masonluk hakkındaki şahsi kanaatlerimiz ile kendimizce bir analize ise 5. Bölümde yani bu dizimizin “SONUÇ” kısmında yer vereceğiz.
TÜRKİYE’DE MASONLUK TARİHİ 5 (SON)

SONUÇ:
  Ezoterik, içlek bir dernek olan masonluk hakkındaki yazılar, daima ilgi çeker. Mason olmayanların toplama bilgi ile masonları anlatması ne kadar zor ise mason olanların da “içlek” ya da “kapalı” olan bu sisteme olan “söz”leri ya da “suskunluk yemin”leri gereği bu eksikliği doldurmaları mümkün görünmüyor.

Ağustos 2010’da çıkan “Patrikhane ile Mücadelem” adlı kitabımızda; Türkiye’deki ve Bulgaristan’daki masonların nasıl Rum Patrikhanesi menfaatleri doğrultusunda kullanıldığı ile ilgili bir bölüm de yazdık. Kitabın bahsi geçen bölümünde; bu makalemizde açıklanan masonik yapılanma da kısa olarak yer almaktadır. Bu makale içeriğinde belirttiğimiz gibi inançlarımızla bağdaşmadığı nedeniyle 2004’de masonluktan istifa etmiştik. İstifamızın nedenleri arasında, masonların Rum Patrikhanesi menfaatleri doğrultusunda, masonluk sanlarını kullanarak çalışmaları da vardı.

Sıkça sorulan sorulardan biri olan masonluktan ayrılmak hususu için şunları söyleyebiliriz: Günümüzde masonluk, bizde ve Dünya’da gizli bir oluşum değil, kapalı bir oluşumdur ve resmen kurulmuş bir dernek tarafından yönetilir. Girildiği gibi ayrılmak da yasal olarak mümkündür.

Yine sıkça sorulan bir husus da kökünün nerede olduğudur. Masonluk, “Lions” ve “Rotary” kulüpleri gibi yönetimsel olarak kökü dışarıda olan ve Lions örneğindeki gibi merkezi Amerika’da olan bir dernek değildir. Masonluk; her ülkede ulusaldır ve kendi içinde özerktir. Dünya’daki diğer ülkelerin masonlukları ile arasındaki ilgi ise karşılıklı “tanınma”dır. Genel felsefede, masonik davranış biçimlerinde tabi ki ortak paydalar çoktur ama idari açıdan farklı ülkelerin mason oluşumları birbirlerine bağlı değildirler.

Masonluk; Türkiye tarihinde iki kez ülke menfaatlerinin aksine önemli ölçüde zarar vermiştir. Bunlardan ilki 1814 yılında masonik yapılanma ile kurulan “Etniki Eterya” gizli Yunan teşkilâtıdır. Bu gizli teşkilât, 3 Yunanlı mason tarafından Rus Çarı’nın Odessa’daki (Şu anda Ukrayna’nın bir kentidir) yazlık sarayında kurulmuştur. 1821’e gelindiğinde;  Yunan mili ülküsü olan “Megali İdea”nın da başlangıcı sayılan bir süreç başladı. İstanbul’u ele geçirmek ve Konstantinopolis yapmak için Patrikhaneyi merkez yapıp teşkilâtlandılar. Padişah’ın durumu anlaması üzerine Rum Patrikhane’si basıldı ve sahte Yeniçeri giysileri ile çok sayıda silahı ele geçirildi ve ardından Rum Patriği, bu gün hâlâ “Kin Kapısı” olarak nitelenen Patrikhane’nin ana kapısında asıldı.

Masonluğun Türkiye’ye verdiği bir başka önemli zarar da bugün hâlâ bir fenomen olan “İttihat ve Terakki”  dönemindedir. İttihat ve Terakki mensuplarının önemli kısmının aynı anda mason da olduğunu önceki bölümlerde vurguladık.

Selanik’teki mason localarının bir kısmında Yunanlı masonlar da yuvalanmışlardı ve İstanbul ile Anadolu’nun bir parçasını Yunanistan’a katmak için çalışmaktaydılar. Bu gizli faaliyetlerini de mason locaları ile kamufle ediyorlardı. Osmanlı masonlarının ülkeyi satmak gibi bir “hıyanet” içinde olmadıklarını ama “kardeş” diye andıkları Yunanlı masonlara karşı “gaflet” içinde olduklarını söyleyebiliriz. İzmir’in Yunanlılarca işgalindeki başarıda ise Yunanlı masonlar ve onların dış ilişkileri de erkendir…

Masonların bir deyişi var! “Masonluk Hiçbir Yerde, Masonlar Her Yerde.”
Bu deyiş sanırız ki ana felsefeyi de yansıtmaktadır… Masonluk gerçekten üyelerine kötülük öğütlemez ve yaptırmaz ama ülkelerin önemli yerlerinde görevde olanlar masonlardır…
Başta İngiltere ve Fransa’nın Dünya üzerindeki müstemlekelerinin bulunduğu tarih diliminde o ülkelere ilk gidenler masonlardı. Masonluk adına değildi bu gidişler belki ama sözün dediği gibi “…Masonlar Her Yerde.”ydi.

Mesela, İtalya’da geçen yıllarda bir “P2 Locası”  (Propaganda Due) skandalı patlak vermişti. Masonların oluşturduğu bir grup, aralarına üst düzey bürokratları, askerleri ve tepe yöneticilerini alarak ve mason derneği ile ilgisi olmayan bir suç örgütü kurmuşlardı. İtalya’daki “Temiz Eller” operasyonu P2 Skandalı’nın ardından başlamıştır.

Türkiye’deki masonlar geçmiş masonik tarihin paylaşımında anlaşamazlar. 1909’da kurulan Büyük Loca’nın günümüzdeki devamı “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”dır. Liberal görüş olan “Özgür Masonlar Büyük Locası” ise 1966’da kurulmuştur.  Bu tarihsel süreci önceki bölümlerde yazdık.

Tarihsel süreç içinde ilk büyük locanın devamı; bugün muhafazakâr olarak tanımlanan “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”dır. Bu tabi ki aynı karından 1965’te çıkmış olan “Özgür Masonlar Büyük Locası’nın da bu tarihi sahiplenmesini önleyemez. Geçmiş bölümlerde yazdık ki bu gün “Suprem Konsey” adı ile çalışan liberal kanatın 33.ler Konseyi; yani 4-33. Dereceleri yöneten dernek; 1935’te yasal olarak kapatılmamıştır ve 1861’den süregelen bir tarihin devamıdır. Tabi ki bu da yukarıda yazdığımız iki büyük locanın da geçmiş tarihi sahiplenmesini önlemeyeceği gibi, 1967’de kurulmuş olan muhafazakâr derneğin üyelerinin kurduğu 33.ler Konseyi’nin de bu tarihi sahiplenmesini önleyemez.

Dünya’ca ünlü bir mason/yazar olan “Roger Boncard”ın 1979’da yazdığı “Manuel Maçonnique du Rite Ecossais et Accepte” adlı kitaptaki şu ifadeler, Türkiye’deki bu tarihin paylaşılması/sahiplenilmesi ikilemini gözler önüne sermeye yeter: 

Türkiye’de “Suprem Konsey” oluşturan üyelerin büyük çoğunluğu; Türkiye Büyük Locası bünyesinden ayrıldılar. Fakat Suprem Konsey tek ve tanınmış olarak devam etti ve tüm patent ve arşivlerini korudu. 1861’de yasal olarak kurulmuş olan Suprem Konsey; günümüzde de (1979) etkinliklerini aynen sürdürüyor. Ancak 1967’den itibaren Amerika Suprem Konseyi’nin baskılarıyla bazı suprem konseyler ve Amerika Suprem Konseyi tarafından 8 Aralık 1967’de kurdurulan “Türkiye İçin Suprem Konsey”i tanıdılar. Eski Türkiye Suprem Konseyi üyelerini 1909’da kurulmuş olan “Türkiye Büyük Locası”ndan aldı Ancak 1965’te isim değişikliği yapıldı.”

Dinsel açıdan ya da Allah’a inanma yönünden her iki tarafa bakıldığında tarafımızca şu tespitler yapılmaktadır:

Liberal tanımlamasında olan ve inançlı ya da inançsız herkese kapılarını açan “Özgür Masonlar Büyük Locası” ve o grubun “Suprem Konsey”i çok fazla 1965’ten sonraki ilk büyük üstadları olan “Orhan Hançerlioğlu” ve arkadaşlarının etkisinde kalmıştır. Bu topluluktaki bakış açısı irdelendiğinde “ateizm”e doğru bir mehil olduğu görünmektedir ve “Evrenin Ulu Mimarı” kavramı da söylemdeki ve eylemdeki farklılıktan ötürü havada kalmaktadır.

Liberal Masonlukta kullanılan ve derneğe girişte kişinin “vicdan”ı ile özdeşleştirildiği vurgulanan, “Ant Kürsüsü” üzerindeki ve içinde hiçbir yazı olmayan  “Beyaz Kitap” için zaman geçtikçe ve üyenin dereceleri arttıkça başka bir anlam yüklendiği gözlenir. Zira girişte üyeyi düşüncede tamamen “özgür”  bırakan ve kendi vicdanı ile baş başa kalacağını zanneden üyenin kafası süreç içinde başka düşüncelerle doldurulur ve yönlendirilir. Orhan Hançerlioğlu olmak üzere 1966 yapılanmasında ya da daha sonraki süreçte rol alan, öne çıkan birkaç “inançsız” masonun yerleştirdiği fikirler bu camiada egemendir. 4. Dereceden ilerleyerek üste çıktıkça ise “Bilimsellik Doğmasi” ile karşılaşılır ve bu düşünce “Tanrıtanımazlık” ile bütünleşir.

Muhafazakâr tanımlamasında olan ve “ehli kitap” olmayanları, “ruhun ölümsüzlüğüne” inanmayanları üyeliğe kabul etmediğini beyan eden  “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”nda ise “Ant Kürsüsü” üzerinde Kuranı Kerim, İncil ve Tevrat yani üç kitap bulunur. Ant içen inandığı kitaba elini koyarak yemin eder. Burada da 4. Dereceden ilerleyerek üste çıktıkça, Allah’la özdeşleştirilmeye çalışılan “Evrenin Ulu Mimarı” kavramı öne çıkmaktadır.

Aslında her iki dernekte de “Evrenin Ulu Mimarı”nın tam olarak neyi tanımladığı hususu havadadır ve “söylem ile eylem” farklılığı vardır. Kimilerine göre “Allah” kimilerine göre ise “Kosmos”dan başlayarak bir yerlere vardırılan bir inançsızlık ve doğal olarak ortaya çıkan “ikilem” her iki toplulukta süregelmektedir…

Bu bağlamda; her iki dernekteki üyelerin ortak bir tepkisi, dereceleri almanın “huşusu” ile doğru orantılıdır. Ve her iki dernekte; “inanç” ve “Allah” kavramı üzerinde farlı şekillerde “suskunluk” hatta “takiyye” de denebilecek davranışlar görünmektedir. Dünya’nın her yerinde görülen bir başka dışavurum ise “Ben masonum.” demenin yani “rozet masonluğu”nun çok kişiye iyi geldiği ve bunu bir prestij olarak kullandıklarıdır.

Geçmiş bölümlerde, masonluğun felsefesinin 30. Derecede bittiğini ve 31,32 ve 33 derecelerin idari derecekler olduğunu yazdık. Her iki mason derneğinin 30. Derece uygulamasını biraz irdeleyerek, var olan Allah inancı ile masonluktaki inanç sistemini karşılaştırmak istiyoruz.

30. dereceye yükselme töreninde, üzerinde bir haç bulunan bir bayrak törenin devamında yere atılarak yükselecek adaydan bunu çiğneyerek yürümesi ve yedi basamaklı bir merdivene çıkması beklenir. Liberal düşüncede olan mason derneğinde bunu bilimsellikle çıkılan 7 basamaktan sonra “Bilimsellik” dışında hiç bir gerçek bulunmayışını benimsemek için yaparlar.

Muhafazakâr düşüncede olan diğer mason derneğinde ise 30. derece açıklamalarını kaleme alan “Sahir Erman” bu derecede çıkılan ve inilen yedişer basamak için yazdığı kitapçıkta kısaca şunları vurgulamış:

Evvelâ yedi fazilet ile çıkılarak varılan üst noktada “Allah” sevgisi ile bütünleşmek ve Allah sevgisi ile dolu olarak yedi ilmi alarak aşağıya inmek…”

Bu mason derneğindeki görüşü irdelediğimizde şu görüşü ortaya koyarlar: Çiğnenen bayraktaki haç; “Hıristiyan Haçı” değildir. Bu haç; Töton Şövalyeleri'nin simgesidir ve hiç bir surette bir inancı ve bir inancın çiğnenmesini simgelemez. Bu konunun “Neden sadece Hıristiyan simgesi çiğneniyor?” şeklinde çok tartışılan bir husus olduğunu vurgulamak gereklidir.

Masonluğun 1721’de İngiltere’deki yapılanmasından sonra anayasasının ve tüzüklerinin oluşturulduğunu ve o tarihlerde sadece Hıristiyan masonların var olduğunu göz önüne alırsak çok alışkanlıkların ve tören şekillerinin Hıristiyani olduğu görülür. Geçen yüzyıla kadar masonluğa zaten Yahudi ve beyaz olmayan da alınmazdı. Bu durumda 30. Derecede çiğnenen bayrağın Hıristiyan haçı simgesinde çiğnenen inançtır…

Türkiye’deki masonlukta “Süleyman Demirel“ hadisesi de çok merak edilir. Süleyman Demirel, Ankara Bilgi Locası’nda mason olmuştur.  Siyasi bir partiye genel başkan olma sürecindeyken de siyasi rakiplerinin kendisine “Masondur” dememeleri için, mason derneğinden, mason olmadığına dair bir belge istemiş ve o zaman Büyük Üstad yardımcısı olan “Necdet Egeran” tarafından bu belge kendisine sağlanmıştır. 1965 yılındaki masonların bölünmesini Süleyman Demirel’e bağlayanlar çoktur. Ancak yazımızın içinde esas sorunun İngiltere tarafından da tanınma arzusunda olan ve Türk Masonluğu’nu “düzensiz” sayanlar yaratmıştır ve bu kişilerin Demirel hadisesini çok iyi kullanıldığı da bir gerçektir.

Çok sorulan, merak edilen bir başka husus da “Atatürk”ün mason olup olmadığıdır. Atatürk mason değildir…

Masonlar bunu doğrulamak adına senaryolar dahi oluşturmuşlar, Ulu Önder’i mason olarak tanıtmak için çaba sarf etmişlerdir. Toplumdaki aşırı Atatürk karşıtları ise Atatürk’e mason diyerek onu karalamak istemişlerdir.

Atatürk’ün mason olmadığını verilerle açıklamak için sadece bu konuda ve uzunca bir makale, hatta kitap yazmak gerekir.  Atatürk’ün etrafında çok mason olmuştur, bu doğrudur ama o dönem zaten siyasilerin ve bürokratların bir bölümü masondur. Atatürk’ün mason olmadığı ile ilgili en büyük delil ya da karine arşivimizde, bulunan Atatürk’ün özel kalem ve arşiv müdürü olarak yanında uzun zaman görev yapmış, 33 dereceli bir mason “Necmettin Sahir Silan”ın, iki masonla birlikte yaptığı ve kasete alınmış bir sohbetteki ifadelerdir.

Merak edilen bir konu olan “Masonluk” hakkında bu makale dizisini yazdık. Sonuç bölümündeki anlaşılmayan hususları anlamak için yazı dizimizi baştan itibaren okumak gerekir.

Bu yazı dizimizin, masonları tatmin etmeyeceğini zira yazımızda masonları övmediğimizi belirttik… Bu yazı dizimizin mason karşıtlarını da tatmin etmeyeceğini zira masonlara küfür etmediğimizi de belirttik… Hoşnut olmayan bir taraf olursa ve bu taraf hangisi ise şunu söylemek isteriz: Tarih gerçekleri çarpıtmadan ortaya koyan bilim dalıdır. Şahsi yorumlarımızı sadece son bölüm olan “Sonuç” kısmında ortaya koyduk.

Daha çok soru sorulabilir…  Belki bir kitapta, çok daha fazla ve açıklayıcı sayfalarda bunları sizlere sunma olanağını buluruz… 

SON
 

26 Şubat 2014 Çarşamba

: “Türk halkını kimse “ölümü gösterip sıtmaya razı edemeyecektir”



 Sayı: 2014/10
Konu: Türk halkını kimse “ölümü gösterip sıtmaya razı edemeyecektir”                                                                             26.02.2014                                                                                          
Kod: 32.011.159
BASIN AÇIKLAMASI
Kuvayı-ı Milliye'yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hâkim kılmak temel esastır.”

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve Bakanları, kısaca AKP iktidarı ile ilgili yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama olayları hem nitelik, hem nicelik bakımından ulusal boyutları aşmış uluslararası boyutlara ulaşmıştır.
Başbakan Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan arasında olduğu iddia edilen telefon kayıtlarının ortaya çıkması, adaletsizlik ve yolsuzluğun ulaştığı boyutların tarihin bugüne değin kaydetmediği bir korkunçluk ölçüsünde olduğunu gözler önüne sermiştir.
Dünya Tarihinde kurulan Faşist rejimlerin hiç biri,  ölçüsüz, pervasız bir hırsızlığın ve yağmanın üzerini örtmek, kanıtlarını yok etmek amacı ile kurulmamıştır. Ülkemizde AKP İktidarı üzerinden ve AKP eliyle inşa edilen faşizm ise hırsızlığın, yolsuzluğun üzerini örtmek ve kurduğu soygun, talan çarklarını çevirmek, meşruiyetini korumak amacıyla her türlü Siyasi sahtekârlığı, değişik kılıflarla sahneye sürmektedir.
AKP İktidarı, bu süreçte kendine engel olma olasılığı bulunan, ayağına dolanan, ilgili tüm kurumlardaki yetkili-yetkisiz her düzeydeki kamu görevlilerinin, görev yerlerini ve görev alanlarını değiştirmektedir.   Bu kıyımla eş zamanlı olarak her türlü yasal düzenleme yapılarak, anayasaya aykırılığı bilindiği halde hırsızlığın, yolsuzluğun üzerini örtecek yeni yasalar çıkartılarak, yaptıklarına kılıf oluşturmayı da sürdürmektedir. Suçunu örtme telâşı içinde, ortalığa saçılan pislikleri toparlayabilmek için yaptıkları düzenleme, eylem ve sözleri ise, yeni ve başka suçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. 
Tüm bunlar olurken TBMM deki Muhalefet özellikle ana muhalefet ne yapıyor? Yalnızca eleştiriyor, şikâyet ediyor, olan biteni seyrediyor. “Hele bekleyelim, savcılıklardan “fezlekeler” meclise gelsin” aldatma ve yalanına sığınarak, AKP iktidarının kendini aklamasına, aklanmasına yadsınamaz değerde katkı sunmaktadırlar.
Şu gerçeğin altını özellikle çizelim. Başbakan ve bakanların işledikleri görevleri ile ilgili suçların soruşturulabileceği ilk yer, makam TBMM'dir. Kim ki bunun aksini iddia ederse, boyutları, niteliği ile siyasal olan bu soruşturmayı CUMHURİYET SAVCILARINA havale ediyorsa, suçluların aklanmasını istemektedir! C. Savcılarının hazırlayacağı “FEZLEKE” bir durum tespitidir. Bu tespitin işlerliği ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM)kararı ile mümkündür.
Bilindiği üzere,  Yolsuzluk, rüşvet, görevi kötüye kullanma suçunu işleyen bazı bakanlarla ilgili savcılık tarafından düzenlenen fezlekeler Adalet Bakanlığı’na gönderilmişti. Hukuken ve de usulen bakanlığın bu fezlekeleri Başkanlığına göndermesi gerekirken, bunları göndermemiş, üstüne üstlük kendisi hakkındaki fezlekeyi de savcılığa aynen iade ederek hem davacı hem de kadı olmuştu.  Demek ki “fezleke” beklemek, balığın kavağa çıkmasını beklemektir!
T.C. Anayasasının 100. Maddesi yolsuzluk, rüşvet, görevi kötüye kullanma suçunu işlediği iddia edilen Başbakan ve Bakanlar hakkında yapılacak soruşturmanın nasıl yapılacağını çok açık ve net olarak belirtmektedir.
Meclis Soruşturması- Madde 100: “Başbakan veya Bakanlar hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda birinin vereceği önerge ile soruşturma açılması istenebilir. Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde görüşür ve gizli oyla karara bağlar”. Yani açık bir anlatımla, “olay gerçekleştiği sırada başbakan ve bakan olan kişilerle ilgili yolsuzluk, rüşvet, görevi kötüye kullanma iddialarının TBMM’de soruşturulabilmesi için en az 55 milletvekilinin, atılı iddiaları açık seçik ortaya koyan bir önerge vermesi yeterli”
“TBMM’ye fezleke gelmesi gerekiyor” diyenler açıkça kendilerine oy veren ve umut bekleyen halka yalan söyleyerek aldatıp, avutmaktadırlar.
Eğer 55 namus erbabı muhalefet milletvekili imza verirse, Anayasa gereği konu bir ay içinde TBMM de görüşülmek zorunda. Henüz geç kalınmış sayılmaz.  Bu gün(26 Şubat)önerge verilmez,  şikâyet, seyir ve gereksiz laf yarıştırma ile zaman yitirilirse iktidar kendi kendini aklamak için yeterli zamanı ve zemini kazanacak, kaybettiği meşruiyetini elde edebilmek için gereken her düzenbazlığa başvurmasına olanak sağlanacaktır.
Muhalefet, özellikle ana muhalefet halka yalan söyleyerek aldatmaktan, avutmaktan,  kandırmaktan vazgeçmeli halkımıza kurulmuş ve kurulacak tuzakları engelleme görevini ivedilikle yerine getirmelidir. Bu eleştirimizi acımasız bulanlara birkaç örnek vermek isteriz.
 Yargıyı doğrudan başbakana bağlayan, iktidar partisi dışındaki bütün parti ve milletvekillerinin de varoluş nedenlerini ortadan kaldıran HSYK yasası TBMM de kabul edildi. TBMM de siyasal Partilerin sandalye dağılımı şöyle. *AKP- 319, * CHP- 134, * MHP 52, * BDP- 26,* HDP- 4, * Bağımsız- 13
HSYK düzenlemesindeki oy dağılımı ise şöyle: Kullanılan oy sayısı: 238. Kabul: 210. Ret: 28
Özel hayatın gizliliğinin ihlali durumlarında internete erişimin Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından önlenmesinin de öngörüldüğü125 maddelik kanun tasarısı TBMM de kabul edildi. Oy kullanılan oy: 229, 208 kabul, 21 ret.
TBMM Genel Kurulu'nda, özel yetkili mahkemelerin (ÖYM) tümüyle kaldırılmasını da içeren Yeni Demokratikleşme Paketi, 20 ret oyuna karşı 200 oyla kabul edildi.
AKP'nin 319 Milletvekiline karşılık, Muhalefet Milletvekili toplamı ise CHP 134, MHP 52, BDP 26, HDP 4 ve Bağımsız 13 = 229 dur.
Bu tablo acı, acı olduğu kadar iç kanatıcıdır. Halkın hak ve çıkarlarını korumak, Cumhuriyeti, Cumhuriyetin temel değerlerini, Türk devrimini, karşı devrimin yıkıcılığına karşı savunmak üzere seçtiğimiz,  bir asgari ücretlinin 30 katı tutarında maaş ödediğimiz milletvekilleri, rejimi kökten değiştirebilecek girişimler karşısında ilgisiz, lakayt, gayri ciddi bir duruş sergiliyorlar.
Bu tablo, muhalefetin; iktidarın gitmesini istemediğini, yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık iddiaları ile köşeye sıkışmış olan AKP iktidarına can simidi ile destek vermekte olduğunu göstermektedir.
Hiç kimse, özellikle İktidar ve muhalefet asla unutmamalı. Türk halkı ne meşruiyetini yitirmiş bu iktidara, ne de iktidara can simidi görevi yapan muhalefete teslim olmuş değildir. Demokrasi ve hukuk içinde değişik seçenekler mutlaka ortaya çıkarılacaktır
Yine unutulmamalı ki, Türk halkını kimse “ölümü gösterip sıtmaya razı edemeyecektir”. Yani kimse meşruiyetini yitirmiş hükümetin yerine zararsızlaştırılmış, uysallaştırılmış, cemaat ve bölücülerle hemhal, sözde halkçı seçeneklerle halkımıza yeni tuzaklar kuramayacaktır.
Çünkü Amasya da, Sivas’ta haykırdığımız gibi, bu gün bir kez daha haykırıyoruz. “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”  Kuvayı Milliye'yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hâkim kılmak temel esastır.”   “Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekûn kendisini savunacak ve direnecektir.”
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                                                Mahmut ÖZYÜREK
                                 ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI