Türkiye’de
bugün acil devrimci görev, etnik ve mezhep üzerinden çılgınlık derecesinde
sürdürülen kimlik politikalarından sıyrılıp kurtulmaktır;
çünkü
1919’ların “Balkanization”unu günümüzde emperyalizm, “Lebanonization”(Lübnanlaştırma) olarak
uygulamaya koymuştur.
Anafikir sayfalarında, Levent Yakış’ın “Türkiye Solunun Dramı”
başlıklı yazısında vurguladığı, “Toplumlar,
kimlik eksenli yarılmalara uğradıkça, sol bir siyasanın işlevsel ve güçlü
olacağı sınıfsal yarılmalar ikinci plana düşmüş, kimlikler arası çelişkiler
sınıflar arası çelişkilere galebe çalmış, bu da ezilen, sömürülen sınıfların
yaşam koşullarını çok daha ağılaştıran neo-liberal uygulamaların herhangi bir
sınıfsal dirençle karşılaşmadan kolayca hayata geçmesine olanak sağlamıştır.” saptamasının
üzerine devrimcilerin çalışmalarını yoğunlaştırmaları gerekmektedir.
Emperyalizmin sonu gelmez şeytani saldırılarına karşı mücadelede “yol”
katedebilmek için emperyalizmin stratejik hedeflerini, bu doğrultudaki çalışma
yöntemlerini ve taktiklerini günü gününe izleyip kamuoyuna bildirmek yaşamsal
önemdedir; bu, doğru bir mücadele yöntemi geliştirmenin de baş koşuludur.
Bu bilinçle başlarken, şunu belirtelim ki
Türkiye'de bugün devrimcilerin önündeki en önemli görev, etnik ve mezhep
üzerinden kimlik politikaları çılgınlığına bir son vermek ve bu politikaları
mahküm etmektir. -Anafikir sayfalarında özetlediğimiz- TMMOB Sanayi
Kongresi'nde Prof. Dr. Korkut Boratav'ın dikkat çektiği "İnsan hakları
emperyalizmi" kavramını, "bu oyunu, bu sahtekarlığı", emperyalizme
karşı mücadeleyi şiar edinmiş devrimci/demokrat güçler mutlaka
"kırmalı", açığa çıkarmalıdırlar. Amerikalıların ünlü sözlüğü
Merriam-Webster 1919'da "Balkanization" kavramını kullanmıştı ve
karşısında, "Küçük ve çoğunlukla da birbirine düşman unsurlara
ayırmak!" yazmaktaydı. 90'larda emperyalizm tahakkümünü bin yıl daha
sürdürmek için, -Jean-Marie Guehenno'nun sosyolojik/politik bir kavram olarak
kabul ettirdiği- "Lübnanlaştırma" kavramını geliştirdi.
İşte bu nedenle, aşağıda, ülkemizden somut örneklerle
açıklamaya çalışacağımız gibi günümüzde emperyalizm, işlerini 70’lerdeki gibi “ulusal milliyetçilik”ler
üzerinden değil “etnik
milliyetçilik” ve “kimlik
siyaseti” üzerinden kültürel politikalarla yürütmektedir.
Lenin, emekçi sınıfları egemen güçler karşısında
mecalsiz bırakacak bu sorunu büyük bir tehlike olarak, daha 14 Aralık 1913’te
saptamış ve Pravda’da şöyle yazmıştı. –Sayın Yurdakul Fincancı’nın çevirisine
güvenerek alıntılıyorum– “Başka
başka halklar tek bir devletin içinde yaşadıkları sürece milyonlarca,
milyarlarca iktisadi, sosyal, toplumsal bağla birbirine bağlıdırlar. Eğitim bu
bağlardan nasıl ayrı tutulabilir? Eğer tek bir devletin sınırları içinde
yaşayan değişik ulusal-topluluklar iktisadi bağlarla birbirine bağlıysalar o
ulusları ‘kültürel’ ve özellikle eğitsel alanda sürekli olarak bölüp ayırmak
saçma ve gerici bir şey olur! (…) Okulların hangi biçim altında olursa olsun,
ulusal topluluklara göre ayrılmasına, en sert biçimde karşı koymalıyız. Gün
gibi açık ki böyle bir planı savunmak, işin aslında burjuva ulusalcılığı ve
şovenizm düşüncelerini gütmek demektir. Her ne ise, ulusları eğitim işlerinde
bölmek bize düşmez. (…) ‘Ulusal kültür’ün şampiyonluğunu yapmamalıyız; dünya
emekçi sınıfı hareketinin enternasyonal kültürü adına, bu ulusal kültür
sloganının kırtasiyeci ve burjuva niteliğini ortaya koymalıyız.
Ama St. Petersburg’da, 48076 çocuk içinde
bir Gürcü çocuğun hakları sorulabilir. Bu soruya, ‘Gürcü ulusal kültürü’ temeli
üzerinde bir okul kurmanın olanaksız olduğu ve böyle bir planı savunmanın, halk
yığınları arasında zararlı (italikler Lenin’in!) tohumlar atmak demek olduğu yanıtını
vermeliyiz. Oysa gerçek bir demokraside okulları ulusal topluluklara göre bölmeksizin (italikler Lenin’in!) öğrencinin kendi dili, kendi tarihi
hakkında dersler düzenlenmesini güven altına almak olanaklıdır. (…)
Uygulanırlığı olmayan kültürde ulusal özerkliği savunmak saçmalıktır. Bu
düşünce şimdiden işçileri bölüyor!(…)” (…)” (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş
Savaşları, Sol Yayınları, ikinci baskı, Ekim 1993, s. 96-104-105)
SAM
AMCA HEP KENDİ ŞARKISINI FISILDIYOR
Mehmet Tanju Akad’ın “Eğitilmiş zihin yetmez, çok iyi
eğitilmiş zihinler gerekir” başlıklı yazısında işaret etmek
istediği gibi emperyalizm bugün, tümüyle insan zihinleri üzerinde(n) çalışıyor.
İnsanları, kendisine zarar
vermeyecek, tersine uzun dönemde emperyalizmin hegemonyasını güçlendirecek
sonuçlar doğuracak yanlış düşüncelere yöneltmek için muazzam bir çaba ve kaynak
aktarıyor. Duyma yeteneği olan her toplumsal kesime Sam Amca
hep kendi şarkısını fısıldıyor. Lenin, daha 1897’de “Rotatiflerin en az % 75’i bizim için çalışmadıkça devrim
bir hayaldir!” demişti. Devrimciler olarak unuttuğumuz bu temel
ilkeyi emperyalizm unutmadı; paramparça edip yutmak istediği “uluslaşma
çabasında”ki hedef ülkelerde bir “sivil
örümcek ağı” kurarak “paralel”
ikinci bir devlet kurdu. İdeolojik olarak “Ulus” kavramını suç unsuru haline
getirdi, böylece ulusun tüm ekonomik birikimlerine, başta tarihi olmak üzere
tüm ilerici değerlerine karşı saldırıyı kolaylaştırdı; üniversiteler,
politikacılar, vakıflar, yardım kuruluşları, yazarlar, gazeteler ve televizyonları,
satın alınmış adamlarıyla doldurarak yıllar içinde milyonlarca “zihin”i
“dumura” uğratmayı başardı ve ülkeleri
için parmaklarını bile kımıldatmayacak androidlerden oluşmuş yeni bir
vatandaşlar ordusu kurdu.
70’li yılların devrimcileri emperyalizmin
bu çalışmasını sezmiş, Türkiye’nin “gizli” bir “işgal” altında olduğu
saptamasını yapmış, en kestirme yoldan halka emperyalizmin bu “gizli işgal”ini
anlatabilmek ve yalanlarla ve göz boyamalarla kurulmuş “suni denge”yi kırmak
için yaşamlarını ortaya koymuşlardı.
Dünyanın en belalı, akla hayale gelmeyecek en
kapsamlı dolaplarının çevrildiği bir bölgesinde, bu bölgenin emperyalizmin
çıkarları açısından en kilit konumdaki ülkesinde yaşadığımızı bu ülke
yurttaşlarının bir an olsun bile unutmaması gerekiyor.
Şimdi belki de çok geç kaldık: Halkımız ve
emekçi sınıflarımız çoktan etnik kimliğe göre mevzilendirildi, düşmanlık
tohumları kanla sulanarak büyütüldü, ekonomisi çoktan çökertildi, komşularının
füzeleri dört bir yanından kendisine çevrilmiş bir ülke haline çoktan
getirildi; daha kötüsü bu gidişe dur diyecek ulusal kurumların yok edilmesi
dışında, bu gidişe dur diyecek olan emekçi halkın durumdan habersiz uyurgezer
olarak kalmasını sağlayacak atmosfer çoktan yaratıldı. (Emperyalizm altın
vuruşunu yapana dek bu olumlu atmosferin süreceğinden eminiz.)
“SİVİL
ÖRÜMCEĞİN AĞINDA!”
ABD, 1980’lerin başlarından sonra “12 Eylül
Darbesi” gibi darbelerle –örtülü operasyonlar– Dünyayı yönetme işini tartışmaya
açtı ve hedef ülkelerde “çok-kültürlülüğü
pekiştirecek” yayın
ve konferans ağını oluşturacak kurumlarla çalışma yöntemini
–açık operasyonlar– seçti. Örtülü operasyonlarda ülkelerin iç dünyalarını
denetleme ve yönlendirmede kalıcı olunamaması, bu işin en sonu açığa çıkması ve
onuruna düşkün halkların ABD aleyhine dönmesi, işin içine kitlelerin
katılmaması, hükümetlerin ABD çıkarlarına sadık kalmada değişkenlik göstermesi
gibi riskler korkutucu ve pahalıydı. Öyle bir sistem kurmalıydılar ki bu
ülkeleri hangi hükümetler yönetirse yönetsin ekonomik ve siyasi düzen değişmesin.
“Gelişmekte
olan”ülkelerin biricik egemenlik araçları olan bağımsız ekonomik ve sosyal
kurumlar ellerinden alınarak halk kitlelerini sahipsiz ve başıboş bırakmak en
önemli çözüm olarak görüldü. Emperyalistlerin
kendilerinin kurduğu vakıf, enstitü gibi örgütlerle NGO (hükümet dışı örgütler)
ulusal yönetimler kısa devre edilerek kitlelerle doğrudan ilişkiye geçmek, daha
ekonomik ve daha kalıcı yöntemler olarak saptandı. Hedef
ülkelerde devlet ile halkın arasına sivil(!)
dernekler, vakıflar, yayınevleri gibi güdümlü ağlar kurdular.
Böylece emperyalist güçler her ülkeyi uzaktan –Pakistan askeri üslerini
bombalayan insansız hava taşıtını Arizona’daki evden bir kumandayla
yönettikleri gibi!– rahatça yönetme olanağı bulacaklardı.
En iyi çözüm siyasal olarak iyice
zayıflatılmış devletler ve birbirlerine husumet besleyen çok etnikli toplumlar
yaratmaktı! Kendi içinde takati kalmayan ülkeler emperyalizmin baskı ve
dayatmalarına da direnmeye gücü kalmazdı!
Monthly Review yazarlarından İngiliz
Marksist James Petras “ Imperialism and NGO’s in Latin Amerika” adlı yazısında
(December, 1997): “Bu
örgütler neoliberal kaynaklara bağımlıdırlar ve sosyo politik hareketlerle
yerel önderleri ve eylemci çevreleri ele geçirmek üzere çalışmaktadırlar. Bu
örgütlerin sayıları binleri bulmakta, dünya ölçeğinde yılda 4 milyar dolara
yakın para almakta/harcamaktadırlar.” demektedir.
“Dönem” kan dökücü yönetimlerin simgesi olarak
anılan “Filipin
Demokrasisi” yerine Washington, Londra, Paris, Amsterdam,
Brüksel, Kopenhag, Stockholm merkezli “güdümlü
sivil demokrasi” anlayışını yaşama geçirmekti. Ulusal egemenliklerinden ödün vermeye
yanaşmayan bu tür devletlerin eleğe döndürülmesi işi, örtülü kirli işlerle
becerilemezdi. Bu iş, o ülke insanlarının onayı almadan başarılamazdı.
İnsanı insan yapan ve insanın en insanca
davranışı olan doğup büyüdüğü, suyunu içtiği, yaylasında, kumsalında gezip
–cezaevlerinde!– yaşadığı yurdunu sevmesinin ve onu yetiştiren halkın
değerlerini korumasının emperyalizme karşı bir mücadeleyi de içerdiğini
biliyoruz. İşte 80’li yıllardaki yeni “konsept” bu bilince ulaşmış “hedef ülke”
yurttaşlarının varlığına karşı “Tanrı bizi, yurdunu ve insanları çok
sevenlerden ve böyle politika yapanlardan korusun!” mantığında, –Marx’ın
deyimiyle “Kozmopolit!”– kafalar yetiştirmek üzere, operasyonun adı “Project Democracy!”olarak
bizzat “Başkan” Ronald
Reagan tarafından isimlendirildi. Böylece Türkiye de içinde
olmak üzere tam 92 ülkede WEB, yani “Örümcek ağı” örülmeye bu ülkelerde “paralel yönetimler”
oluşturulmaya başlandı.
Bir zamanlar diktatörleri iktidara taşımak için
her türlü kanlı ve örtülü operasyonu gerçekleştiren, her türlü örgütlenmeyi
komünist örgütü olarak nitelendiren, Gestapo yöntemi işkencelerle dünyayı kırıp
geçiren emperyalist odaklar, birdenbire işkence karşıtı, insan hakları
savunucusu, dinlerin ve inançların kutsal koruyucusu, anadil eğitiminin
güdümleyicisi, demokratik kitle örgütlerinin destekleyicisi kesildiler. Öyle ki
bu yolda milyarlarca dolar para saçmaya başladılar.
Yeni sömürü yöntemiyle
emperyalizm, şeytani bir refleksle, yavuz hırsız misali, bu konuda bedel
ödemişleri bile “sollayan!” bir yüzsüzlükle demokrasi havarisi kesildi!
Bu örgütlere para aktarma işini çözmek için 1983
sonlarında ABD Kongresi’nin onayıyla NED (National Endowment for Democracy)
Ulusal Demokrasi Fonu kurulmuştu. CIA emeklisi Ralph Mcgehee, bu gerçeği şöyle
itiraf ediyor:
“CIA’nın ülkelerin karıştırılması
operasyonlarında kullanılan birçok işlevinin NED’e transfer edilmesiyle Demokrasi İçin Ulusal Fon’un
kullanımına gidildi. CIA’nın örtülü eylemlerine ek olarak Uluslararası Kalkınma
Ajansı (AID) ve Birleşik Devletler İstihbarat Ajansı (USIA) da ‘demokrasi yayma’
operasyonlarında yer almaktadır. Avrupa’da yerleşik ve çoğu Birleşik Devletler
tarafından parayla beslenen hükümet dışı örgütler (NGO’lar) de doğrudan ya da
dolaylı olarak bu operasyonlarda yer alıyorlar. Bu tür örgütler ve ajanslar
aşağı yukarı açıktaysalar da CIA, hükümetleri destekleme ve yıkma gibi birincil
rolünü yine de elinde bulundurmaktadır.”
(Bu örgütleri gerçekten “sivil toplum örgütü!”
sananlara, “Soros’tan
yılda 2 milyon dolar aldımsa aldım; her şey Türkiye’nin demokrasisi için!” diyenlere
hala inanlara tekrar anımsatalım ki bu örgütlerin para kaynağı “doğrudan ABD
hazinesi”, yani USA’dır! George Soros ise bir görüntü, bir elemandır;
arkasındaki esas güçler, “Quantum Bankerleri”dir!)
(Bu bilgileri derlediğimiz, yüzlerce
belgeyi inceleyip onlarla boğuşarak yazan Mustafa Yıldırım’a teşekkürü borç
biliyorum. Bu konular hakkında ayrıntılı bilgi için yazarın Sivil Örümceğin Ağında,
Ortağın Çocukları, The General, Savaşmadan Yenilmek gibi kitaplarına
başvurmak gerekiyor.)
SATILMIŞ
GAZETE(Cİ)LER VE “COMO GÖLÜ!”
Emperyalizm, ülkemizde bu işi en basit yoldan,
halkın tek haber alma aracı olan basın yayın organlarını –(medya!)yı– ele
geçirerek yaptı. Özellikle basın dünyasında “görüş yayıcı” ve “görüş oluşturucu” –CIA
elemanlarınca “kanaat
önderleri” olarak anılıyorlar– işlevi bulunan “seçkin” köşe
yazarları seçildi. Satın alınmış gazeteler ve astronomik ücretlerle satın
alınmış gazeteciler tarafından, gazeteciliği idealist bir anlayışla geniş halk
kesimlerinin çıkarına yapan özgün gazetecilik kimliğindeki genç gazeteciler ya
devşirildi ya silindiler. Yabancı ülkelere yabancı vakıfların cömert
paralarıyla yapılan gezilere katılmış “kanaat önderi” isimler bir tür içeriden
yönlendirici birer kuruma dönüştüler ve ABD’de yaratılmış olan “manufacturing
public percepcion” işinin, yani “halkın zihnine bir ön algılama süzgeci
yerleştirme” çalışmasının birer elemanı oldular!
CIA eski başkanı Tuğ. Stansfield Turner ve CIA
İstanbul eski istasyon şefi Graham Edmund Fuller'in de katıldığı, İtalya'nın
ünlü Como Gölü kıyılarında Rockfeller Vakfı'nın sahibi olduğu Bellagio
Şatosu'nda, ARI Derneği öncülüğünde, Osman Kavala, Cüneyt Zapsu gibi isimlerin
yönetici olduğu Soros'un Açık Toplum Vakfı ve Amerikan yarı resmi Dış İlişkiler
Derneği'nin (FPA - Foreign Policy Association) düzenlediği, 5-8 Ağustos 1999
tarihleri arasında üç gün üç gece –bir kanlı düğün gibi!– süren ve Türkiye'den
ünlü 12 gazeteci –kanaat önderi köşe yazarı!–nın ağırlandığı "Türkiye: 21. Yüzyılın Eşiğinde
Sorunlar ve Fırsatlar" adlı toplantıdan sonra Türk
basınında yaşanan metamorfoz dikkat çekicidir. (Toplantıya katılan Nuri
Çolakoğlu’nun NTV’sinin TRT’nin çukura atılarak devlet televizyonu durumuna
yükseltilmesi, yabancıların basın alanındaki şirketlere ortak olabilmeleriyle
ilgili yasanın “5 günde 5 yasa” hesabı apar topar çıkması, TESEV kurucusu
Tarhan Erdem’in ülkenin en büyük yayın şirketlerine, Doğuş Yayıncılık, Doğan
Medya’nın tüm kurumlarına Genel Koordinatör yapılmasını anımsayalım.)
Toplantıya katılanlardan Leyla Tavşanoğlu,
toplantıda konuşulanları, 12.9.1999 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde, "21. Yüzyıla girerken etnik
grupların ön plana çıkmasını ülkelerin içlerine sindirememeleri durumunda çok
ciddi ve çok önemli sorunlarla karşı karşıya kalacakları vurgulanıyor..."
diye yazdı. Yine Fehmi Koru, Güneri Cıvaoğlu, Cem Duna, Nuri Çolakoğlu gibi
katılımcılardan olan İpek Cem İpekçi ise toplantıdan, 10 yıldır yaşadığımız ve
akıl sağlığımızı zorlayan uygulamaların müjdesini veriyordu: "(...) Bölgedeki
ağırlığımızı artırmak için öncelikle Kıbrıs ve Güneydoğu Anadolu sorunlarımızı
çözümsüz konumlarından çıkarmamız gerekiyor! (...)" (İpek Cem, "Bellagio
Notları 1-2" Sabah, 9.8.1999 –Aktaran, Mustafa Yıldırım)
*
Kapitalizm gibi sürekli kriz içerisinde yaşayan,
insanlığa kan ve gözyaşından başka bir şey vermeyen, dünyayı iğfal eden
(kandıran) ve gerektiğinde gözünü kırpmadan milyonlarca insanı öldüren bir
sistemin bu kadar etkili bir hakimiyet kurmasının nedenlerinden birisi hiç
kuşkusuz çok iyi eğitilmiş
zihinleri kullanması ve satın almasıdır.
Türkiye’de bugün yaşadığımız gerçek ne yazık ki
budur.
“KOMÜNİZMLE
MÜCADELE DERNEKLERİ”NDEN “SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ”NE EVRİM
Komünizmle Mücadele Dernekleri NATO karargahının
bulunduğu İzmir’de 1963 yılında faaliyete geçti. Derneğin ikinci şubesi,
Erzurum’da aynı yıl açıldı. Kurucusu
ise, küçük bir camide imamlık yapan Fethullah Gülen’di! (Bu
dernek kısa sürede 111 şube açtı.)
Yetmişli yıllarda bu derneklerin yerini başında “Ülkücü” olan birçok dernek
aldı!
2000’li yıllarda ise bu yapıların yerini
“STÖ” denen örümcekler aldı! STÖ’ler hem kurucuların isimleri, hem
anti-komünist olmaları ve hem de emperyalist politikaların ürünü olmalarıyla
yukarıdaki derneklerin günümüz şartlarına uyarlanmış bir devamından başka bir
şey değildir!
(İsimlerden yola çıkarak ilişkiler kurmak bize
yakışmaz, ama burada çok açıklayıcı olacak: TESEV’in kurucularından Etem Sancak’ın –TÜSİAD
yöneticisi– Erdoğanla yakınlığını, Tekfen Holding’in sahibi Feyyaz Berker’in 80’lerde
Turgut Özal’la yakınlığını, Cüneyt
Zapsu’nun Tayyip Erdoğan’la yakınlığını –Fethullah Gülen’in ise
Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kurucusu olmaktan günümüzdeki işlevine
uzanan tarihini– anımsayalım.)
Bir zamanlar 12 Eylül'ün destekçisi
işadamları bugün TESEV, Açık Toplum Enstitüsü kurucusu olarak “ezilen
halklar”ın kurtuluş mücadelesinde yer alıyorlar!
HERKESE
SORU!
Aşağıdaki muhtelif konu başlıklarında
kitap, toplantı, yayın faaliyetlerini hangi kurum ve kuruluşlar yapmıştır? (Yanıt sonda!)
(Önemli kopya: “Birgün,
Evrensel, Birikim, KESK, EĞİTİM-SEN, TTB gibi yayın ve
kuruluşlardır” diye yanıtlayanlar kesinlikle yanılıyorlar!)
-Türkiye Ermenilerini Duymak: Sorunlar, Talepler ve Çözüm
Önerileri
-Hayali Coğrafyalar: Cumhuriyet Döneminde Türkiye'de Değişen Yeradları
-Cezasızlık Zırhını Aşmak: Türkiye'de Güvenlik Güçleri ve Hak İhlalleri
-Dağdan İniş - PKK Nasıl Silah Bırakır?
-Kürt Sorunu'nun Şiddetten Arındırılması
-Türkiye'de Zorunlu Göç: Hükümet Politikaları
-Kürt Sorunu'nun Çözümüne Doğru: Anayasal ve Yasal Öneriler
-Türkiye-Ermenistan: Algılar
-Gayrimüslim Vakıflar
-Türkiyeli Ermeniler
-"Değişen Türkiye'de Siyaset, Kurumlar ve Vatandaşlık: Birlikte Yaşamak Mümkün mü?"
-"Milletin Bölünmez Bütünlüğü": Demokratikleşme Sürecinde Parçalayan Milliyetçilik(ler)
-Anadolu Vicdanı ve Kürt Meselesi!
-Tarih Öğretiminde Avrupa Değerleri ve Avrupa Birliği Perspektifi
-Anadolu'da Eğitimde Fırsat Eşitliği için Burs
-Diyarbakır'da Yıldırım Türker ile "Yazı ile Oyun" Atölyesi
-Ruh Sağlığında da İnsan Hakları
-10 Yıldan, 10 Nefret suçu
-Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl, 10 Örnek
-Seçkinler, Kimleri, Neden, Nasıl Ötekileştiriyor?
-Farklılıklar KA-MER çatısı altında buluşuyor!
-Münazara Yoluyla Diyalog: Liselerde Münazara Eğitimleri Projesi Anadolu Yolculuğuna Çıkıyor
-Pozitif Yaşam Derneği Hak İhlalleri Raporunu Açıkladı
-Taraflar Kıbrıs için 8. Kez İstanbul'da Bir Araya Geldiler
-"Homofobi Kimin Meselesi?"
-Ermenistan Türkiye Sinema Platformu iki ülke arasında kültürel köprü oldu
-Yapıcı Bir Diyalog İçin Sanat: "Açık Açık Konuşmak"
-Birlikte Yaşamak Mümkün Mü?
-Çocuklar İçin Mayın ve Çatışma Atıklarına Karşı Eğitim
-Örnek Bir Sivil Toplum Modeli Olarak KA-MER...
-Tarih Öğretiminde Avrupa Değerleri...
-"Herkesin Ötekisi" Diyarbakır'da Tartışıldı
-"Türkiye'de Farklı Olmak" Araştırmasının İngilizcesi Çıktı
-Türkiye'de Ötekileştirme Süreçleri
-Hayali Coğrafyalar: Cumhuriyet Döneminde Türkiye'de Değişen Yeradları
-Cezasızlık Zırhını Aşmak: Türkiye'de Güvenlik Güçleri ve Hak İhlalleri
-Dağdan İniş - PKK Nasıl Silah Bırakır?
-Kürt Sorunu'nun Şiddetten Arındırılması
-Türkiye'de Zorunlu Göç: Hükümet Politikaları
-Kürt Sorunu'nun Çözümüne Doğru: Anayasal ve Yasal Öneriler
-Türkiye-Ermenistan: Algılar
-Gayrimüslim Vakıflar
-Türkiyeli Ermeniler
-"Değişen Türkiye'de Siyaset, Kurumlar ve Vatandaşlık: Birlikte Yaşamak Mümkün mü?"
-"Milletin Bölünmez Bütünlüğü": Demokratikleşme Sürecinde Parçalayan Milliyetçilik(ler)
-Anadolu Vicdanı ve Kürt Meselesi!
-Tarih Öğretiminde Avrupa Değerleri ve Avrupa Birliği Perspektifi
-Anadolu'da Eğitimde Fırsat Eşitliği için Burs
-Diyarbakır'da Yıldırım Türker ile "Yazı ile Oyun" Atölyesi
-Ruh Sağlığında da İnsan Hakları
-10 Yıldan, 10 Nefret suçu
-Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl, 10 Örnek
-Seçkinler, Kimleri, Neden, Nasıl Ötekileştiriyor?
-Farklılıklar KA-MER çatısı altında buluşuyor!
-Münazara Yoluyla Diyalog: Liselerde Münazara Eğitimleri Projesi Anadolu Yolculuğuna Çıkıyor
-Pozitif Yaşam Derneği Hak İhlalleri Raporunu Açıkladı
-Taraflar Kıbrıs için 8. Kez İstanbul'da Bir Araya Geldiler
-"Homofobi Kimin Meselesi?"
-Ermenistan Türkiye Sinema Platformu iki ülke arasında kültürel köprü oldu
-Yapıcı Bir Diyalog İçin Sanat: "Açık Açık Konuşmak"
-Birlikte Yaşamak Mümkün Mü?
-Çocuklar İçin Mayın ve Çatışma Atıklarına Karşı Eğitim
-Örnek Bir Sivil Toplum Modeli Olarak KA-MER...
-Tarih Öğretiminde Avrupa Değerleri...
-"Herkesin Ötekisi" Diyarbakır'da Tartışıldı
-"Türkiye'de Farklı Olmak" Araştırmasının İngilizcesi Çıktı
-Türkiye'de Ötekileştirme Süreçleri
(Doğru
yanıt: Açık Toplum Vakfı ve TESEV! Bu
başlıklar, bu örgütlerin, son bir yılda ABD hazinesinden alınmış avuç dolusu
dolar harcayarak yaptıkları haltlar ve internet sitelerinde de bizzat
yayınladıkları çalışma raporlarından eksiksiz olarak alınmış konulardır!)
*
Bu listeye bakınca Türkiye’deki –çoğu– sosyalist
örgütlerin çalışma programlarını okur gibi oluyorum!
Eğer yukarıdaki çalışmalar “sosyalist”lerin
bir sorunuysa ve “solcuyu solcu yapan! ” iştigal sahalarıysa, ABD hazinesinden
beslenen Soros’un Açık Toplum Vakfı ve TESEV’in kurucularından -
yöneticilerinden olan Cüneyt Zapsu, Etem Sancak, Nadire Mater, Murat Belge,
İshak Alaton, Şahin Alpay, Feyyaz Berker, Osman Kavala vs. gibi isimlerin
bizden daha devrimci(!) ve “solcu(!)” bir faaliyet içinde olduklarını kabul
etmemiz gerekmez mi?
Bu soru(n)lar Türkiye’nin birincil ve gerçek
sorunları mıdır? Bu “sorun”lar Sam Amca’nın bizim kulağımıza fısıldadığı ve
binlerce kez papağan gibi tekrarlattığı emekçi halkı birbirine düşürecek,
Türkiye’yi paramparça edecek fitilli bombalar değil midir? Como Gölü’nde 1999
yılında yapılan toplantıda, tehditvari biçimde “bunları pişirip duracaksınız!”
diye Türkiye’nin önüne sürülen sahte “sorun”lar değil midir?
Tersini iddia edeceklerle, –eğer gizli
takvimleri yoksa!– CIA’dan milyarlarca dolar alarak bu işleri yap(tır)anlarla
omuzdaş olup devrimcilik adına –üstelik– bedava
(angaryadan!) yapmalarıyla alay etmek gerekmez mi?
*
Bu başlıklara ve örgütlere aldanarak ve Cengiz
Çandarların, Oral Çalışlarların, Yıldırım Türkerlerin, Birikimcilerin, Helsinki
Yurttaşlar Derneği’nin, Tarhan Erdem’in denetlediği bilimum yazarların
yazdıklarına bakarak demokratikleştiğimizi, sivilleştiğimizi sananların
Türkiye'deki gerçek değişimleri görmelerinin olanağı yoktur. Bugün doğru ve
yanlış arasındaki ayırımı emperyalizm olgusunu kavrayıp kavrayamama, siyasal
tavır alışta emperyalizm kavramına gerekli önemi verip vermeme belirlemektedir.
Emperyalizm, Türkiye’ye, yalnızca yarı-bağımlı sömürülecek "çevre"
bir ülke olduğu için değil, Türkiye’nin dünya ölçüsünde jeopolitik bir yeri
olduğu için bu baylardan daha çok önem verdiği yukarıdaki örnekte de
görülmektedir.
*
Yineliyorum: Türkiye’de bugün acil devrimci görev, onu bir ahtapot gibi
sarmış olan etnik ve mezhep üzerinden sürdürülen kimlik politikalarından
sıyrılıp kurtulmaktır; bu oyunu açığa çıkarmak kolay olmayacaktır; insan
zihnine, genç dimağlara yıllardır yapılan ideolojik operasyonu bir çırpıda
etkisiz kılmak kolay değildir;ancak bunu başarmak emperyalizmi kendiliğinden
hedefe oturtacaktır!
*
Emperyalizme ve faşizme karşı yoksul halkımızın
kurtuluşu yolunda toprağa düşmüş yüzlerce devrimcisiyle Türkiye devrimine adı
kazınmış ve faşizmin zindanlarında milyonlarca saat ömür tüketerek bedeli
ödenmiş Türkiye’nin en önemli –ve “yerli”– devrimci geleneğini bu ayıplı çıkmaz
yola bilerek ya da bilmeyerek sokanları tarih mutlaka tasfiye edecek ve asla
affetmeyecektir.
Ahmet
Yıldırım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder