Cehaletle
İhanet Arasında Bir Kavram Kargaşası
20. yüzyılın en
etkili asker ve devlet adamlarından biri hiç şüphesiz Atatürk’tür. Atatürk,
1911-1922 yılları arasında aralıksız 11 yıl savaşmış, neyi var neyi yok bu
savaşlarda kaybetmiş bir ulusu önce emperyalizmin, sonra da bağnazlığın ve geri
kalmışlığın her türlü baskısından kurtarmıştır.
Atatürk’ün ulusal
kurtuluş mücadelesi ve bu mücadele sırasındaki stratejileri hiç şüphesiz derin
bir aklın ürünüdür. İşte bu akılla şekillen Türk devrimi, Atatürk’ün adından
dolayı KEMALİZM olarak adlandırılmıştır.
En yaygın
Cumhuriyet tarihi yalanlarından biri, Atatürk’ün sağlığında ‘Kemalizm’
kavramının kullanılmadığı biçimindedir. Örneğin Hasan Celal Güzel’in bir
yazısının başlığı, “Atatürk Kemalist Değildi” şeklindedir.
Güzel bu “iddialı” yazısında “Sevgili okuyucular, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal ATATÜRK, kendi adına atfen uydurulmuş suni bir
doktrin olan ‘Kemalizm’e karşıydı.(…)Efendim, ‘Kemalizm’, Atatürk döneminin
değil, özellikle O’nun vefatından sonra kendi tahakkümlerini ve çıkarlarını
gözeten ‘Tek Parti Ekibi’nin üretimi olup, Atatürk İlke ve Devrimleri ile
CHP’yi özdeşleştirerek Atatürk’ün düşüncelerini dogmatik ve dar kalıplarda
dondurmasıyla ortaya çıkarılmıştır…” demiştir. Ne derin analizler ama!!!
Oysaki, bırakın Kemalizm kavramının Atatürk döneminde kullanılmadığı yalanını, Atatürk
sağlığında “Kemalizm’i”, Türkçe “kale” anlamında KAMALİZM olarak
bizzat kullanmıştır.
Atatürk,
Cumhuriyeti emanet ettiği gençlere tarihlerini doğru bir şekilde öğretmek için
bazı bölümlerini bizzat kaleme aldığı dört ciltlik lise tarih kitaplarında da “Kemalizm” kavramına yer vermiştir. İlk baskısı 1932, ikinci
baskısı 1933’te yapılan bu kitapların 4.cildinde Atatürk’ün altı ilkesi
açıklandıktan sonra şöyle bir değerlendirme yapılmıştır: “İşte yabancı yazarların Büyük Millet Reisi’nin adıyla
ilişkili olarak Kemalizm dedikleri Türk devrim hareketinin temel prensipleri
bunlardır. Bu prensiplere dayanan devlet sistemi Türk milletinin tarihine,
ihtiyacına, toplumsal bünyesine ve ülküsüne en uygun olduğu kadar, bütün
dünyadaki sistemler içinde de en sağlam ve en mükemmel olandır.”
Ünlü Türkçülerden
Tekinalp (Moiz Kohen) , 1936 yılında Atatürk’ü ve Türk devrimini
anlatan “Kemalizm” adlı bir kitap yazmıştır. Tekinalp
kitabında Türk devriminden “Kemalist devrim” diye söz etmiştir: “Kemalist
devrimin kesin bir gelişime kavuşmasını ve rejimin tam anlamıyla yerleşmesini
beklemek gerekiyordu. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 Mayısı’nda Ankara’da
toplanan dördüncü kongresi dolayısıyla bunun gerçekleştiğini görmek olanağına
erdik. Partinin en yetkili yöneticileri, Kemalist devrimin artık en temel amacına
ermiş bulunduğunu ve bundan sonra genel çizgileri artık bütünüyle ve kesin
biçimde saptanan yükselişlerle dolu yolda ilerlemekten başka yapılacak bir şey
kalmadığını, bu nedenle resmen açıkladılar. Gerçekten de geriye Kemalist
rejimin şimdiye değin oluşturduğu yapıtlara bir göz atacak olursak, rejimin
gerçek yüzünü, olayların, gerçekleştirilen yapıtların ve elde edilen sonuçların
aydınlığı altında kolayca görür ve kavrarız.” 1936
yılında yayınlanan bu kitabı Atatürk’ün okumadığı veya en azından bu kitaptan
haberdar olmadığı düşünülemez.
Atatürk’ün en çok
inanıp güvendiği kişilerden biri olan Mahmut Esat Bozkurt, ilk
defa 1937’de basılan “Atatürk İhtilali” adlı kitabının “ek:15”
adlı bölümünde “Kemalizm”den söz ederek, Kemalizm’i diğer akımlarla karşılaştırmıştır:
“Kemalizm, Kemalizm ve Komünizm Arasında Ayrılık, Kemalizm ve Milli
Sosaylizmin Ayrıldıkları, Birleştirkleri Noktalar, Kemalizm ve Faşizmin
Ayrıldıkları Noktalar, Kominizmin Aksak Tarafları…” Mahmut Esat
Bozkurt, dünyadaki bütün doktrinlerin en güzel yanları alınarak Kemalizm
Doktrini’nin yaratıldığını belirtmiştir.
“Kemalizm” kavramı, 9 Mayıs 1935’te toplanan CHP dördüncü genel
kongresi programında da şu şekilde yer almıştır: “Yalnız birkaç yıl
içinde değil, geleceği de kapsayan tasarılarımızın ana hatları burada toplu
olarak yazılmıştır. Partinin güttüğü bu esaslar Kamalizm prensipleridir.”
Görüldüğü gibi yeni rejim, açıkça “Kemalizm” olarak adlandırılmıştır. Kemalizm,
böylece Türk ulusunun geleceğine egemen olan bir ideoloji durumuna gelmiştir.
Atatürk’ün kendi el
yazısıyla 1937’de yazdığı ve “CHP 1939 Program Çalışmaları”
başlığıyla yayınlanan bir belgede, “…1935 Kurultayınca saptanan fikirler
de bu programa alınmıştır. Partinin güttüğü bütün bu esaslar ‘Kemalizm
Prensipleridir’…” ifadesi yer almaktadır.
Kemalizm kavramı
Atatürk döneminde çok yaygın olarak kullanılan bir kavramdır. Sadece Atatürk ve
Atatürk’ün yakın çevresindekiler, gazeteciler, yazarlar değil, milletvekilleri
de sıkça Kemalizm kavramını kullanmışlardır. Örneğin 1931
yılındaki Meclis oturumlarından birinde Denizli Mebusu Mazhar Müfit Bey
(Kansu), demokrasiyi anlamada ‘Kemalizm Okulu’nun çocukları
olduklarını, demokrasiyi memleketi mutluluğa ve vatandaşı esenliğe götüren ‘Kemalizm
Demokrasisi’ olarak tanıdıklarını, Kemalizm basın özgürlüğünü
kutsallaştırmakla beraber basın yoluyla vatandaşların öteki haklarına
saldırmasını da hoş görmediğini… belirtmiştir.
1936’da CHP Genel
Sekreteri Recep Peker, görevden ayrılırken yayınladığı bildiride,
“…Hepimiz için en büyük şeref son nefese kadar Kemalizm eserinin sadık
hizmetçisi kalmaktır…” demiştir.
Celal Bayar, 1
Kasım 1937 tarihli Meclis konuşmasında birkaç yerde “Kemalist Rejim”
ifadesini kullanmıştır: “Kemalist rejim, mülkiyeti, kişisel çalışmayı,
çalışma değerini ekonomik politikasının esası olarak almaktadır. Kemalist rejim
ekonomiyi bir teknik diye kabul etmektedir. Fakat Kemalist rejim ulusal çıkara
uymayan sürekli bir kişisel çıkarı da kabul etmemektedir ve etmeyecektir…
Kemalist rejim karakteri yapıcı ve yaptırıcı olmaktır.”
1930’larda Nuri
Genç, Hatay’da “Kemalist Hatay” adlı bir gazete çıkarmıştır.
Görüldüğü gibi
Atatürk döneminde hem Atatürk, hem de başkaları KEMALİZM
kavramını kullanmıştır.
Atatürk’ün ölümünün
hemen ardından Kasım 1938’de yapılan ilk Meclis toplantısında birçok milletvekili
Atatürk’ten ve eserinden söz ederken “Kemalizm” kavramını kullanmıştır.
Örneğin, Konya Milletvekili Fuat Gökbudak, “…İki
Mustafa Kemal vardır. Biri herkes gibi vücudu olan bir Mustafa Kemal’dir. Öbürü
Türk tarihini sonsuzluğa kadar sürdürecek olan ‘Kemalizm’in Mustafa Kemali’dir.
Kemalizm yolu, hasta ve yenik uluslara can veren bir hayat suyudur…”
sözleriyle aynı zamanda Kemalizm’in en güzel tanımlarından birini
yapmıştır.
Aynı toplantıda
Kütahya Milletvekili Neşit Hakkı Uluğ, Kemalizm’den, “…Halk
topluluklarını kölelikten kurtaran, şeref ve haysiyete ve erdeme dayanan
Cumhuriyet ile Doğu dünyasında vicdanların özgürlüklerine ve özgür düşüncelere
dayanan Kemalizm, sonsuzluğa kadar yaşayacaktır…” diye söz etmiştir.
Eskişehir
Milletvekili İstimat Özdamar ise,“… Yaşasın Türklük, yaşasın Kemalizm
ideali.” demiştir.
Aynı toplantıda
Celal Bayar bu sefer “Kemalizm”den şöyle söz etmiştir: “…Milletimiz on
beş yıldan beri denenen Kemalizm rejiminin kendisine verdiği huzur ve sessizlik
içerisinde çalışmak ve kuvvetlenmek istiyor. Ulusal sınırları içinde mutlu
olmak isteğindedir…”
Bütün bu
örneklerden de açıkça görüldüğü gibi 1930’lu yıllarda genç Cumhuriyet rejiminin
adı “Kemalist rejim”dir.
Peki Ama Kemalizm Nedir?
Peki Ama Kemalizm Nedir?
Kemalizm,
Türk devrimidir. Tam bağımsızlıktır. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik,
Devletçilik, Halkçılık ve Devrimciliktir. Akıl ve bilim ilkeleri doğrultusunda
çağdaşlaşmaktır. Kendi tarihinden beslenmek, kendi diline sahip çıkmaktır.
İnsan sevgisi, doğa dostluğu ve barış severliktir. Ulusal kültürle evrensel
uygarlığa katkı sunabilmektir. Atatürk’ün ifadesiyle, “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak
isteyen kapitalizme başkaldırabilmektir” Kemalizm…
Kemalizm tabiri ilk
olarak Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiltere ve Fransa gibi emperyalist ülkeler
tarafından kullanılmıştır. 1918’den itibaren Anadolu’yu işgal eden İngiltere ve
Fransa, Anadolu’da MUSTAFA KEMAL önderliğinde gelişen Türk Kurtuluş Savaşı’ndan
“Kemalist hareket”, bu harekette Mustafa Kemal’in yanında yer
alanlardan da “Kemalistler” olarak söz etmiştir. Bu bakımdan
KEMALİZM, her şeyden önce antiemperyalistleri, ulusal direnişçileri anlatan bir
kavramdır. Bu nedenle “Kemalist olmak”, her şeyden önce antiemperyalist
ve tam bağımsızlıktan yana olmak demektir.
Örneğin makalemizdeki fotoğrafta Kurtuluş Savaşı sırasında İzmit’te İngilizler tarafından kurşuna dizilen bir Müslüman Türk görülmektedir. Bu fotoğrafın arkasında İngilizce aynen şu cümle yazılıdır: “Execution of a Kemalist Turk at İzmid” yani (İzmit’te bir Kemalist Türk’ün idamı”
Örneğin makalemizdeki fotoğrafta Kurtuluş Savaşı sırasında İzmit’te İngilizler tarafından kurşuna dizilen bir Müslüman Türk görülmektedir. Bu fotoğrafın arkasında İngilizce aynen şu cümle yazılıdır: “Execution of a Kemalist Turk at İzmid” yani (İzmit’te bir Kemalist Türk’ün idamı”
Doğan Avcıoğlu, “Kemalizmi
İyi Anlamak Gerek” başlıklı yazısında şu değerlendirmeleri yapmıştır: “Kemalizm
her şeyden önce bazılarının ‘Batılılaşma’ adını verdikleri
Tanzimat’la birlikte başlayan uydulaşma ve sömürgeleşme sürecine karşı
milliyetçi bir tepkidir. Bu tepki daha Namık Kemal günlerinde ‘Avrupa
neden üstün? Türkiye Avrupa gibi üstün duruma nasıl gelebilir?’ sorusuna
cevap arama biçiminde ortaya çıkmıştır. Namık Kemal, Ziya Gökalp gibi vatansever
düşünürler, bu soruyu cevaplandırmaya çalışmışlardır. Namık Kemal, kurtuluş
yolu olarak ‘İçerde şeriat düzeninden ayrılmayalım, Avrupa’nın demiryolunu,
buhar makinesini alalım’ görüşünü ileri sürmüştür. Ziya Gökalp, harsa (kültüre)
bağlı kalma, medeniyeti ithal etme formülüyle bu düşünceyi geliştirmiştir.
Fakat her iki milliyetçi düşünürün de, emperyalizmin boyunduruğu altında ‘açık
pazar’ haline getirilmiş ülkede medeniyet ithalinin nasıl mümkün olacağı
hususunda açık bir fikri yoktur. Emperyalizm, sömürgeleştirdiği bir ülkenin
medeniyet ithaline, yani sanayileşmesine ve kalkınmasına elbette müsaade
etmeyecektir. Medeniyeti getirebilmek için, her şeyden önce emperyalizmin
boyunduruğundan kurtulmak gereklidir. Bugün için de geçerli olan bu gerçek, ilk
kez Atatürk tarafından tam bağımsızlık ilkesiyle ortaya atılmıştır. Tam
bağımsızlık, duygusal bir milliyetçi talep değil, kalkınmanın ve çağdaş
uygarlık düzeyine ulaşmanın vazgeçilmez ön şartıdır. (…) Pekala bağımsızlık
elde edilince kalkınma nasıl gerçekleşecektir?”
Alt ve üst
yapısıyla feodal olan bir düzen üzerine, buhar makinesi ve lokomotifiyle
medeniyeti ithal edip yerleştirmek mümkün müydü? Namık Kemal ve Ziya Gökalp
bunun mümkün olabileceğini düşünmüşlerdir. “İlk kez Atatürk, feodal yapı
üzerine sanayi uygarlığı aşılanamaz. Uygarlığa giden yol, içeride düzen
değişikliğini gerektirir’ tezini açıkça ortaya koymuştur.”
“Kemalist
tez kısaca şundan ibarettir: Bağımsızlık içinde, devrim yoluyla düzen
değişikliğini gerçekleştirmek ve kısa sürede çağdaş uygarlığa ulaşmak…”
Kemalizm
bir “doktrin” midir, bir ideolojimidir? tartışması hep devam etmiştir. Nitekim, “Partinin bir doktrini
olsun” diyen Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na Atatürk, “Donarız
çocuk…” demiştir. Atatürk’ün bu yanıtından hareket edenler, Kemalizm’in
bir doktrin olmadığını, hatta Atatürk’ün Kemalizm’e karşı olduğunu ileri
sürmüşlerdir. Oysaki Atatürk bu sözleriyle Kemalizm’e değil,Kemalizm’in
dogamtikleştirilmesine karşı olduğunu ifade etmek istemiştir. Kemalizm’in temel
ilkeleri hiç tartışmasız Atatürk’ün altı ilkesidir. Kemalizm’in en
temel ilkesi ise “sürekli değişim” olarak tanımlanabilecek olan Devrimciliktir.
Bu nedenle Kemalizm asla “dogmatik” ve “değişime” kapalı bir anlayış değildir.
Atatürk, bu gerçeği Kasım 1937’deki Meclis konuşmasında şöyle ifade etmiştir:
“Dünyaca malum olmuştur ki, bizim devlet idaresindeki ana
programımız Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler,
idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri
gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz,
ilhamlarımızı, gökten ve görünmez dünyadan değil, doğrudan doğruya hayattan
almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt, bağrından
çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap
kaydeden yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.”
Kadrocular,
Kemalizm’i tanımlamak istemişlerdir. Ama Kemalizm’in sosyo-kültürel boyutunu
neredeyse hiç dikkate almamışlar, konuya sadece ekonomik açıdan bakmışlardır.
Kemalizm, genellikle altı ilkeye hapsedilmiştir.
Kemalizm’in en
doğru tanımlarından birini 1960’ta Prof. Dr. Bedia Akarsu yapmıştır: Akarsu,
Kemalizm’in “Türk aydınlanması” olduğunu açıklamıştır. Prof.
Suat Sinanoğlu, “Türk Hümanizması” kitabında Kemalizm’in Türk
aydınlanması olduğu tezini ayrıntılandırmıştır. 1983’te, Prof. Dr. Macit
Gökberk’in “Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk” yazısı
bu tezi daha da geliştirmiştir. 1994’te Özer Ozankaya, “Cumhuriyet
Çınarı” adlı kitabında Kemalizm’in soyo-kültürel boyutuna vurgu
yaparak Kemalizm’in aydınlanma hareketi olduğunu ileri sürmüştür. 1969’da Doğan
Avcıoğlu, “Kemalizm’i İyi Anlamak Gerek” adlı yazılarında
Kemalizm’in “anti emperyalizm ve çağdaşlaşma” hareketi olduğunu belirtmiştir.
Uğur Mumcu da 1980’lerde Cumhuriyet gazetesindeki yazılarında Kemalizm’in “anti
emperyalist ve çağdaşlaşmacı” yönüne sıkça vurgu yapmıştır. 1981’de
Atilla İlhan, “Hangi Atatürk” adlı kitabında Kemalizm’in
“antiemperyalist” yönüne dikkat çekmiştir.
Kemalizm,
emperyalizme karşı “tam bağımsızlık” ilkesiyle ulusal
mücadeleyi, geri kalmışlığa karşı “akıl” ve “bilim” ile çağdaşlaşmayı amaçlayan
bir ideolojidir. Kemalizm, ulusal bağımsızlığı ve ulusal kalkınmayı amaçlayan
evrensel bir ideolojidir. Emperyalizmin olanca şiddetiyle geri kalmış
ulusları ezdiği bugünün dünyasında tüm ezilen ulusların tek kurtuluş reçetesi
Kemalizm’dir.
1954’ten beri
duyduğumuz “Kemalizm devrini tamamlamıştır!”,“Kemalizm öldü!”,
“Kemalizm çağdışıdır!” gibi “yobaz”, “liboş” değerlendirmelerinin
hiçbir bilimsel değeri yoktur. Çünkü Kemalizm’in iki temel özelliği
“antiemperyalizm” ve “çağdaşlaşma”, hiçbir dönemde etkisini yitirecek gibi
görünmemektedir.
Doğan Avcıoğlu,
Kemalizm’in henüz tamamlanamadığını şöyle ifade etmiştir: “Türkiye politik
bağımsızlığını, ekonomik bağımsızlık temeline oturtarak, tam bağımsızlığını
gerçekleştirmiş, feodalizmin ülke çapında alt ve üst yapılardaki etkilerini
kesinlikle silmiş, geniş kitleleri ekonomik özgürlüklerine kavuşturmuş ve
kalkınmasını tamamlamış bulunsaydı, bu eleştiriler bir ölçüde geçerli
sayılabilirdi. Oysa bağımsız, kalkınmış, uygar ve gerçekten demokratik bir
Türkiye dün olduğu gibi bugün de bütün halkçı ve ulusçu güçlerin ortak özlemini
teşkil etmektedir. Kemalizm bu ortak özlemin ifadesidir. O halde Kemalist
devrim daha tamamlanmış değildir. Devrimcilerin baş görevi, ulusçu ve halkçı
güçlerin bu ortak özlemini biran önce hayata geçirmeye çalışmak olmalıdır.”
Kemalizm
Yerine Atatürkçülük Nasıl İcat Edildi?
“Kemalizm” kavramı
birilerini hep rahatsız etmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında işgalci
emperyalistleri ve işbirlikçi İstanbul hükümetlerini, Kurtuluş Savaşı
sonrasında gerici, yobaz Cumhuriyet düşmanlarını, bugün ise karşı devrimci II.
Cumhuriyetçileri korkutan bir kavramdır Kemalizm.
Atilla
İlhan bu gerçeği şöyle ifade
etmiştir:
“Onlar ‘Kemalist’e özellikle içerliyorlar; çünkü o Atatürkçü’den farklıdır: Adını 20’li yılların (ateş, barut ve kan) emperyalist öfkesinden almıştı. O Müdafaa-i Hukuk mücahididir ki, aynı zamanda ‘Türkçü’ ve ‘antiemperyalist’, ‘Bolşevikler’le de dosttur. Onlara ecnebi ajanslar, ‘Kemalist’ diyor. ‘Kemal’in adamları’ anlamına! ‘Atatürkçü’ deyimi bir kere Gazi Mustafa Kemal Paşa, ‘Atatürk’ olduktan, daha ilginci, ebediyete intikal ettikten sonra ortaya atılmıştır. Daha çok ‘İnönü Cumhuriyeti’nin sosyal ve siyasal tavrına ve tutumuna yakıştırdığı bir ‘etiket’ bu: Antiemperyalizm s geçilmiştir. Türkçülüğün yerini Yunan/Latin söylemi alır. Bolşevik Rusya ile kara gün dostluğu sona eriyor. (…)‘Kemalizm’ ve ‘Kemalist’ kavramları üzerinde spekülasyona kalkışan acemi takımı kimseyi kandıramaz: ‘Kemalist’ aynen Mustafa Kemal Paşa gibi ‘Türkçü’, ‘Antiemperyalist’ ve ‘solcu’dur. ‘Atatürkçü’ ise Batıcı, komprador/kapitalist ve liberaldir (Yoksa kestirmeden Tanzimatçı mı demeliydim?) Anadolu İhtilali’ni yaşamış olanlar ‘Kemalistler’ idi. Onu ilkel, tek yönlü bir irtica düşmanı laikliğe indirgeyenler ‘Atatürkçü’lerdir.Yani Gazi’nin söylemini de, eylemini de sürekli tahrif eden, unutturan ve yozlaştıranlar…”
“Onlar ‘Kemalist’e özellikle içerliyorlar; çünkü o Atatürkçü’den farklıdır: Adını 20’li yılların (ateş, barut ve kan) emperyalist öfkesinden almıştı. O Müdafaa-i Hukuk mücahididir ki, aynı zamanda ‘Türkçü’ ve ‘antiemperyalist’, ‘Bolşevikler’le de dosttur. Onlara ecnebi ajanslar, ‘Kemalist’ diyor. ‘Kemal’in adamları’ anlamına! ‘Atatürkçü’ deyimi bir kere Gazi Mustafa Kemal Paşa, ‘Atatürk’ olduktan, daha ilginci, ebediyete intikal ettikten sonra ortaya atılmıştır. Daha çok ‘İnönü Cumhuriyeti’nin sosyal ve siyasal tavrına ve tutumuna yakıştırdığı bir ‘etiket’ bu: Antiemperyalizm s geçilmiştir. Türkçülüğün yerini Yunan/Latin söylemi alır. Bolşevik Rusya ile kara gün dostluğu sona eriyor. (…)‘Kemalizm’ ve ‘Kemalist’ kavramları üzerinde spekülasyona kalkışan acemi takımı kimseyi kandıramaz: ‘Kemalist’ aynen Mustafa Kemal Paşa gibi ‘Türkçü’, ‘Antiemperyalist’ ve ‘solcu’dur. ‘Atatürkçü’ ise Batıcı, komprador/kapitalist ve liberaldir (Yoksa kestirmeden Tanzimatçı mı demeliydim?) Anadolu İhtilali’ni yaşamış olanlar ‘Kemalistler’ idi. Onu ilkel, tek yönlü bir irtica düşmanı laikliğe indirgeyenler ‘Atatürkçü’lerdir.Yani Gazi’nin söylemini de, eylemini de sürekli tahrif eden, unutturan ve yozlaştıranlar…”
Gerçekten de
“Kemalizm korkusu”, zaman içinde Kemalizm’in yerine yeni bir kavram
icat edilmesine yol açmıştır. İlk kez 1954 yılında gündeme gelen bu kavramın
adı Atatürkçülük’tür.
Irkçı bir
antikomünist olan Arın Engin, 1954 seçimlerinden önce “Atatürkçülük,
Moskofluk ve Türklük Savaşları” ve 1954 seçimlerinden sonra
“Atatürkçülük’te Dil ve Din” adlı kitaplarını yazmıştır. Her iki kitap da
Atatürk’ü tipik bir Amerikan propagandasına oturtan kitaplardır. Her iki
kitapta da Atatürkçülük, “Antikomünizm” ve “Batılılaşma” olarak tanımlanmıştır.
Atatürk’ün
sağlığında hiçbir zaman kullanılmayan “Atatürkçülük” kavramı, 1954’ten itibaren
kullanılmaya başlanmış, bu kullanım zaman içinde Kemalistlerce de
benimsenmiştir. Örneğin, Atatürk’ün partisi CHP, 1954’deki 10. Büyük
Kurultay’ında “Kemalizm” yerine “Atatürk Yolu” kavramını kullanmaya karar
vermiştir. Böylece CHP de Kemalizm’den vazgeçmiştir.
Atatürk’ün bir
“dogma” haline getirmemeye çalıştığı ve “Kemalizm” diye adlandırdığı sistem,
1954’ten sonra “Atatürkçülük” adı altında dogma haline getirilmiştir. 12 Eylül
1980 darbesinden sonra bu “dogmalaştırılmış Atatürkçülük” bir de resmi ideoloji
haline getirilmiştir. 1980’lerde “Kemalizm” yerine Atatürkçülük,
Kemalizm’in en temel özelliği olan “Devrimcilik” yerine de İnkılapçılık
kavramları kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye’nin küçük Amerika olma
yoluna girdiği Özal döneminde Atatürkçülük, “Batılılaşma”, “serbest
piyasa düzeni”, “komünizm düşmanlığı” olarak tanımlanmış, Kemalizm’in
“anti emperyalizm”, akıl ve bilim ilkeleri doğrultusunda “çağdaşlaşma” olduğu
gerçeği adeta toplumdan gizlenmeye çalışılmıştır. Bu süreçte Kemalizm’den söz
eden Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı gibi aydınlar ise öldürülmüştür.
Kemalizm kavramından rahatsız olanların icat ettiği “Atatürkçülük” kavramı,
asker-sivil (Kenan Evren-Turgut Özal) 12 Eylülcülerin tasarladıkları Amerikan
etkisindeki yeni Türkiye’ye zarar vermeyecek şekilde içi doldurularak okullarda
zorunlu “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” dersi olarak okutulmuştur.
1980’lerde Atatürk karşıtlarının yarattığı Atatürk dogmasına, 1990’larda yine
Atatürk karşıtları saldırmaya başlamıştır. Gerçek Kemalistler ise bir köşede bu
kukla tiyatrosunu seyretmiştir içleri yanarak… Artık bu kukla tiyatrosuna
seyirci kalma zamanı çoktan geçmiştir! Artık eyleme geçme, gerçekleri
kamuoyuyla paylaşma zamanıdır!…
Atatürk düşüncesine
vurulmuş ilk ve en büyük darbe, 50 yıl önce bir kavram operasyonuyla “Kemalizm”
yerine “Aatürkçülük” kavramının getirilmesidir. Böylece zaman içinde
Türkiye’de Kemalizm!’den Korkan Atatürkçüler ortaya çıkmıştır.
Örneğin bugün
ülkemizde Kemalist olmayı “modası geçmiş” bir anlayış sanan
Atatürkçü’lerimiz var! Örneğin ünlü sanatçı Metin Akpınar bir
konuşmasında, gururla, “Ben bir Atatürkçüyüm ama Kemalist değilim.” diyerek
aklınca “Kemalizm’in kötülüklerini” bir bir saymıştır!…
Gerçek şu ki: ATATÜRK’ÜN SAĞLIĞINDA ATATÜRKÇÜLÜK KAVRAMI YOKTU, KEMALİZM VARDI. Atatürk’ten sonra birileri “tam bağımsızlık”, “anti emperyalizm” gibi anlamları olan Kemalizm’den kurtulmak için, “batılılaşma” ve “din karşıtlığı” anlamını yükledikleri Atatürkçülük kavramını icat etmişlerdir. Bu süreçte Kemalizm kavramının içini de “Atatürk’e tapınmak” olarak doldurmuşlardır.
Gerçek şu ki: ATATÜRK’ÜN SAĞLIĞINDA ATATÜRKÇÜLÜK KAVRAMI YOKTU, KEMALİZM VARDI. Atatürk’ten sonra birileri “tam bağımsızlık”, “anti emperyalizm” gibi anlamları olan Kemalizm’den kurtulmak için, “batılılaşma” ve “din karşıtlığı” anlamını yükledikleri Atatürkçülük kavramını icat etmişlerdir. Bu süreçte Kemalizm kavramının içini de “Atatürk’e tapınmak” olarak doldurmuşlardır.
Bu yazımı,
“Atatürk Kemalist değildi?” diyen Hasan Celal Güzel’in ve “Ben
Kemalist değil, Atatürkçüyüm” diyen Metin Akpınar’ın şahsında bu
konuda kafa karışıklığı yaşayan ve bu kafa karışıklığıyla başkalarına Kemalizm
ve Atatürkçülük dersi vermeye kalkan “sözde aydınlarımıza” ithaf ediyorum!
Onlardan isteğim, Allah aşkına bu konuları iyice araştırıp öğrenmeden kulaktan
dolma bilgilerle ahkam kesmesinler. Böylece hem cehaletlerini göstermemiş, hem
de kamuoyunu yanlış yönlendirmemiş olurlar…
Kendinizi KEMALİST
veya ATATÜRKÇÜ olarak tanımlayabilirsiniz! Ancak Atatürk’ün izinden yürdüğünüzü
iddia ediyorsanız herşeyden önce “tam bağımsızlıktan yana”, “anti emperyalist”
ve “akılcı” olmalısınız…
NOT: Yazının
kaynaklarına ve dipnotlarına AKL-I KEMAL “Atatürk’ün Akılı Projeleri”, C.1 adlı
ktiabımdan ulaşabilirsiniz.
Sinan
MEYDAN, 2 Eylül 2012
İLK KURŞUN
İLK KURŞUN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder