BU YAZI, MAYIS 2012 DE KALEME ALINMIŞTI. O GÜNLERDEKİ SAPTAMALAR, DEĞERLENDİRMELER ve ÇÖZÜMLERİN YAKICI GÜNCELLİĞİ NEDENİYLE BİR KEZ DAHA YAYINLAMAYI GEREKLİ GÖRDÜM. SAYGILARIMLA.( M.Özyürek)
“Yolunda
yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi yeterli değildir. Muhakkak ufkun
ötesini de görmesi ve bilmesi gerekir.”(M.Kemal Atatürk)
Türkiye
Cumhuriyeti, 65 yıldır işbirlikçi sağ ve dinci iktidarlar tarafından
yönetilmesinin sonucunda ekonomik, sosyolojik ve siyasal anlamda dışa bağımlı
hale dönüştürülerek ulusal politikalar güdemeyen basiretsiz bir yarı sömürge
görünümüne sokulmuştur.
Türkiye
Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir döneminde AKP iktidarındaki kadar kişiliksiz,
teslimiyetçi, gayri ulusal ve çıkarcı bir anlayışla yönetilmedi. Atatürk
devrimlerine bu denli pervasızca, açıktan dil uzatılmadı. Bağımsızlık düşüncesi
bu denli aşağılanmadı. AKP’nin bu anlayışı artık ihanet sınırlarını da
aşmıştır. TBMM de sayısal üstünlüğünü entrikalarla, yalanlarla, korkutmayla ve
sindirme yöntemleri ile ele geçiren AKP iktidarı birliğimizi, bütünlüğümüzü,
üniter yapımızı parçalayacak “ihanet” yasalarını bir biri
ardınca çıkarmaktadır. Ekonominin dizginleri, küresel çetenin kanlı ellerine
teslim edilmiştir. 92 yıl sonra Sevr yeniden sahneye sürülmüştür. Ordu, yargı,
üniversiteler, sendikalar dernekler ve basın teslim alınmıştır. Tüm ulusumuz
ateş altındadır. Türkiye’nin rejimi kimilerince adı konulmamış ve ilan
edilmemişte olsa “faşist diktatörlüğe” dönüştürülmüştür.
Umberto Eco,
faşizme ilişkin tespitinde şöyle diyor; “İnsanlar İkinci Dünya
savaşından sonra faşizmin yine Nazi üniformasıyla geleceğini zannettiler; ama
öyle olmadı.” Evet, Türkiye Cumhuriyeti “sade vatandaş” kılıklı,
erken tanısı olanaksız, bir “kanser” olan “üniformasız faşizm” le
yönetilmektedir.
Öyleyse faşizm
nedir? Faşizmin onlarca tanımı yapılmıştır. Ancak tüm tanımlamalarda ortak olan
özellik Faşizmin, “finans kapitalin(Küresel Sermayenin) en gerici en
bağnaz ve en emperyalist unsurlarının açık yıldırıcı diktatörlüğü”
olduğu gerçeğidir. “Faşizm, “her planda gericilik” doğuran kapitalizmin
tüm çelişkilerinin keskinleşmeye yüz tuttuğu emperyalizm çağına özgü bir olgu;
mali sermaye ve tekeller çağının bir ürünüdür”. “Faşizm, en
azgın şovenizm, barbarlık ve terördür”. Siyasi gericilik en açık ve en yoğun
anlamını faşizmde bulur.” Bu tanımlardan anlaşılacağı gibi “Gerek
emperyalist ülkelerde gerekse yeni sömürge ve bağımlı ülkelerde emperyalizm
dışında ondan bağımsız bir faşizm aranamaz”
Başka bir
anlatımla, “Faşizmin yönetimi ele geçirmesi, yalnızca iktidarda olan
bir hükümetin bir diğerini izlemesi değildir. Var olan devlet biçiminin açık
terörist diktatörlükle, değiştirilmesidir.” Bu farkı gözden ırak
tutmak, faşizmi saf siyasal bir olgu olarak tanımlamak (polisiye baskı, devlet
kadrolarına yandaşların yerleştirilmesi vb.) bizi, Küresel emperyalizmle
bağlantısı olamayan anti-kapitalist içeriği hayli cılız, soyut/sınıfsız
(anti-faşist, yani anti-AKP) bir demokratikleşme hedefine sıkıştırılmış
mücadele anlayışına sürükler. “Faşizm bugün bile hâlâ küçük bir gerici
grubun diktatörlüğü sayılmaktadır. Oysa faşizm ortalama kişilik yapısının
siyasal olarak örgütlenmiş ifadesidir. Bir siyasal hareket olarak tüm diğer
gerici partilerden, halk kitlelerince kabul edilip, övülmesiyle ayrışır.”
Eğer bu gün
Türkiye, işbirlikçi-İslamcı Faşizmin cenderesinde kıvranıyorsa, AKP halen
ensemizde boza pişiriyorsa, bu, AKP’ye karşı olduğunu söyleyip, emperyalizme
karşı olduğunu söyleyemeyenlerin aymazlığı yüzündendir.
“Faşizmi
sadece liderliğiyle değil takipçileri, tabanı ve kitlesiyle de ele almalıyız.
Zaten faşizmin asıl tehlikeli yapısı da budur.”
Horkheimer,
«totalitarizm» konusundaki bir dizi görüşe hemen karşı çıkıp,
şöyle diyor: «Kapitalizmden söz etmek istemeyen birinin, faşizm konusunda da
ağzını açmaması gerekir.» Bunu günümüzde şöyle söylemek daha doğrudur.
”Emperyalizmden söz etmek istemeyen birinin faşizm konusunda ağzını açmaması
gerekir.”
“Tarihsel, toplumsal ve ekonomik koşullar, ulusal özellikler hatta bir ülkenin uluslararası durumu, faşizmin ve faşist diktatörlüğün değişik ülkelerde değişik biçimlerde gelişmesine yol açmaktadır. Faşizmin geniş bir kitle dayanağı bulamadığı ve faşist ve işbirlikçi egemen güçlerin çeşitli gurupları arasındaki mücadelenin olduğu bir takım ülkelerde Faşist rejim, parlamentoyu feshetme yoluna gitmez. Sol Partiler de dâhil olmak üzere öteki kimi muhalefet partilerinin biraz meşruiyet elde etmelerine göz yumar.”
“Tarihsel, toplumsal ve ekonomik koşullar, ulusal özellikler hatta bir ülkenin uluslararası durumu, faşizmin ve faşist diktatörlüğün değişik ülkelerde değişik biçimlerde gelişmesine yol açmaktadır. Faşizmin geniş bir kitle dayanağı bulamadığı ve faşist ve işbirlikçi egemen güçlerin çeşitli gurupları arasındaki mücadelenin olduğu bir takım ülkelerde Faşist rejim, parlamentoyu feshetme yoluna gitmez. Sol Partiler de dâhil olmak üzere öteki kimi muhalefet partilerinin biraz meşruiyet elde etmelerine göz yumar.”
Diğer taraftan
Türkiye’deki ortaya çıkış biçimiyle faşizm “dinci” bir gelişim
göstermiştir ve klasik faşizm yöntemlerini kullanmamıştır. Gündelik yaşamı pek
bir şey hissettirmeden dönüştürmeyi amaçlamış ve bu yolda başarı sağlamıştır.
Çünkü halk arasında yaygın olan/yaygınlaştırılan tarikatların iletişim ağlarını
kullanmaktadır. Bu nedenle aile denilen mikro iktidar yapısına ulaşması kolay olmuş
ve dönüştürme işine buradan başlamıştır.
Tam da bu noktada
ve bu nedenle Türkiye de ilk kez, daha önceki dönemlerden farklı olarak
faşizmin, ideolojik kimliğine uygun bir “kitle tabanı”
oluşturduğunu söylemek gerekir. Bürüksel ve Washington’un Türkiye’deki
operasyon merkezlerinden biri olarak kurulan ve çalışan AKP hareketi,
ideolojisi ve kitle tabanı ile Türkiye tarihinin gördüğü kitle tabanı olan ilk
faşist harekettir, üstelik de bu faşizmi topluma benimsetecek güçlü araçlara
sahiptir.
“Faşizm
zafere ulaştıktan sonra, finans kapital çelik bir mengene gibi bütün egemenlik
organ ve kurumlarını, devletin yürütme, idari ve eğitim gücünü; orduyla,
belediyelerle, üniversitelerle, okullarla ve kooperatiflerle birlikte bütün
devlet aygıtını doğrudan doğruya ve derhal eline geçirir.” (Troçki) Tarihsel deneyimlerin bize gösterdiği bu
yalın gerçek hep göz ardı edilmiştir. Ülkemizde bu güne değin yanlış bir
algılama ile AKP’nin aldığı başarılar, toplumsal muhalefeti elinde tutan
örgütlerin hatırı sayılır bir kesimi tarafından “daha fazla ileri
gidemezler” diye algılandı ve algılanmaya devam ediyor. Faşizm saf
“siyasal” bir görüntü olarak (yani basitçe iktidar/AKP/devlet baskısı olarak)
tanımlandı/tanımlanıyor. Bilerek veya bilmeyerek tarihsel gerçekleri perdeleyen(kimi
sözde “halkçı” örgütlerin bu perdelemeyi bilerek yaptıkları
kanısındayım) algı yanılması sınıf ilişkilerinden bağımsız “faşizme
karşı demokrasi” söylemine sıkıştırıldı.
Emperyalizmin
mengenesi altında ezilen, emeği dışında pazarlayacağı başkaca bir seçeneği
olmayan milyonlar, böylesi yani emperyalizmle bağlantısı olmayan bir
faşizmle(tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir) karşı karşıya oldukları
“aldatmacası” ile kandırıldılar. AKP İktidarının faşist diktatörlüğü
karşısında, yalnızca özel alanları ve temel hak ve özgürlükleri savunmaya dönük
bir mücadeleye yöneltilen halk yığınları( türban üzerinden yapılan tartışmalar
buna güzel bir örnektir) öncelikleri olan ekonomik yaşamın iyileştirilmesi,
toplumsal eşitlik, refah ve sosyal yaşama katılma istemleri hem iktidar, hem de
muhalefet tarafından hep ötelendi ve unutturulmaya çalışıldı.
Dünya tarihinin sayfalarına geçmiş olan “2007 Cumhuriyet Mitingleri” bu savlarımızı doğrulayıcı niteliktedir. 2007 ilkbaharında seyirliklerden sahaya inen milyonlar “Ne AB, Ne ABD Tam Bağımsız Türkiye” sloganı ile Emperyalistler ve onların işbirlikçilerinin yüreklerini ağızlarına getirmişti. Küresel çete hemen önlemini aldı. İçimizdeki yedek kuvvetlerini, “Truva atlarını” alanlara sürdüler. Emperyalizmi ve işbirlikçilerini aklamaya(Sanki ülkemizde küresel çetenin bir işgal sorunu yokmuşçasına) yönelik “Türkiye Laiktir, Laik Kalacak” , “Ne Şeriat, Ne Darbe Laik Türkiye” gibi kulağa hoş gelen ucube sloganlar Miting organizasyonu kürsülerinden alanlara dayatıldı. Böylece Emperyalist- faşist cephe “içimizdeki yedek kuvvetleri ve Truva atları” aracılığı ile yaklaşan büyük bir tehlikeyi bertaraf etmişler, derin bir nefes almışlardı.
Dünya tarihinin sayfalarına geçmiş olan “2007 Cumhuriyet Mitingleri” bu savlarımızı doğrulayıcı niteliktedir. 2007 ilkbaharında seyirliklerden sahaya inen milyonlar “Ne AB, Ne ABD Tam Bağımsız Türkiye” sloganı ile Emperyalistler ve onların işbirlikçilerinin yüreklerini ağızlarına getirmişti. Küresel çete hemen önlemini aldı. İçimizdeki yedek kuvvetlerini, “Truva atlarını” alanlara sürdüler. Emperyalizmi ve işbirlikçilerini aklamaya(Sanki ülkemizde küresel çetenin bir işgal sorunu yokmuşçasına) yönelik “Türkiye Laiktir, Laik Kalacak” , “Ne Şeriat, Ne Darbe Laik Türkiye” gibi kulağa hoş gelen ucube sloganlar Miting organizasyonu kürsülerinden alanlara dayatıldı. Böylece Emperyalist- faşist cephe “içimizdeki yedek kuvvetleri ve Truva atları” aracılığı ile yaklaşan büyük bir tehlikeyi bertaraf etmişler, derin bir nefes almışlardı.
Emperyalizmin ve
içimizdeki müttefiklerinin kaçacak köşe aramaya başladıkları Mitingleri
organize eden, başta Kemalistler ve toplumsal muhalefeti örgütleyen öncü
örgütlerin, bir kez daha bu denli yığınsal direnişi harekete geçirememeleri
için gereken önlemleri almayı da unutmadılar. “içimizdeki yedek
kuvvetleri ve Truva atları” görevlerini eksiksiz yerine getirmeleri
konusunda uyarıldılar ve harekete geçmeleri istendi.
Tabanın
baskısı ile bu güne kadar Soros ve AB fonlarından beslenmeyen,
Anti-emperyalist, Antifaşist özünü koruyan Demokratik Kitle örgütlerinin üst
yönetimlerine, örgütleri dirençsiz, “uysal- uyumlu” hale dönüştürecek,
geçmişinde ne emperyalistler ve işbirlikçileri, ne de Kemalistlerle bir sorunu
olmayan “parlatılmış” kimlikleri sürdüler. Böylece Kemalist hareketin stratejik
öncelikleri değiştirildi. Faşizme karşı savaşımın aynı zamanda Emperyalizme
karşı savaşım olduğu gerçeği ötelendi. Savaşımın ana merkezi yalnızca laik-Anti
laik/AKP baskısına kaydırıldı.
Ancak faşizm
yalnızca bunlardan ibaret değildir ve çok daha önemlisi faşizm gerçekten her
dönemde dikkate alınması gereken güncel bir tehdittir.
Kemalist
saflarda faşist tehlikeyi alttan alan, küçümseyen, derinliğini göremeyen
affedilmez bir eğilimin varlığı da yadsınamaz bir gerçekliktir.
Hitler iktidara
tırmanırken Almanya da antifaşist saflarda “Almanya İtalya’ya benzemez”
diye bir görüş egemendi. Onlara göre; İtalya’da faşizmin başarılı olması
Almanya için de geçerli değildir, çünkü Almanya sanayi ve uygarlık açısından
çok gelişmiş bir ülkedir, işçi sınıfının eylemi kırk yıllık bir geleneğe
dayanır ve burada faşizm söz konusu olamaz deniliyordu.
Ülkemizde
gerek Kemalist saflarda gerekse anti- faşist tavır ve söylem içinde olan
örgütlenmelerin büyük çoğunluğunda, Almanya benzeri yanılgıların olmadığını
söyleyemiyoruz. AKP’nin Emperyalizmin tümüyle işbirlikçisi olan ve AB dayatması
bir “demokratikleşmeyi” sağlama görevi bulunan bir parti olduğu, bu nedenle
“demokrat” nitelikler taşıdığı, Türkiye Cumhuriyetinin “85 yıllık laik
demokratik tarihsel geçmişe sahip olduğu ve bu nedenle faşizm yeşerecek toprak
bulamayacağı.” , “Türkiye’nin İran olamayacağı” bu nedenle faşist diktatörlüğün
kurulmasının olanaksız olduğu söylenip yazıldı/ söylenip yazılmaktadır.
Bu ve benzeri
görüşler Türk halkının faşist tehlikeye karşı uyanık olmasını, engellediği
gibi, aynı zamanda halkın faşizme karşı seferber edilmesinin de önüne geçen,
antifaşist mücadeleyi etkisiz, işlevsiz kılan tehlikeli bir anlayışın ürünüdür.
Şimdi ileri
sürülen bu görüşlerin ne denli yanıltıcı olduğunu karşılaştırmalı örneklerle
sunalım.
Almanya’da Hitler
zavallı bir tipti. Bu adamın marjinal bir hareketin başı olarak kalacağına olan
inanç yaygındı. 1928 seçimlerinde 800 bin oyu ancak almıştı. 1930 seçimlerinde
oyları 6,4 milyona çıktığında kamuoyu hâlâ “daha fazla ilerleyemezler” diyordu.
Ama 1933’te 17 milyon oy almışlardı. Bundan daha fazla ilerleyemezlerdi elbet,
çünkü bir daha seçim yapılmayacaktı!
Hitlerin ve
elbette İtalya da Mussolini’nin iktidardan gitmesi için bir “dünya
savaşı” gerekecek ve ancak aldıkları oyun iki misli insanın -40
milyon- ölümüne yol açtıktan sonra yıkılacaklardı.
Şimdi Ülkemize
bakalım. 12 Eylül sonrasında da ülke içinde dinci faşist hareket hızla
örgütlendi ve yükseldi. 1980′li yıllara kadar oy oranı %3′lerde seyreden Şeriatçı
parti 1990′lı yıllara geldiğinde %10′lara yükseldi. 1994′te ise %20 oy oranına
ulaşmışlardı. 2002 de %%34,63, 2007 seçimlerinde %46.58, 2011 genel
seçimlerinde ise neredeyse tam %50oy oranına ulaştı.
Şimdi de 12
Eylül den sonraki gelişmeleri alt alta yazalım.
Şeriatçı
hareket: %3′lük oy potansiyelinden %50’ye
PKK: %0′lık oy
potansiyelinden % 7,8′e
MHP:
%3′lük oy potansiyelinden %13.01’e yükseldi. Gerek ülkemizde gerek Almanya ve İtalya da faşistler,
Demokrasiyi ve hukuku, seçimleri iktidara çıkan basamak olarak görürler,
iktidarı ele geçirdiklerinde de iktidarı başka kimseyle paylaşmamak için o
merdiveni atarlar. Türkiye’de “merdiven” 12 Eylül referandumuyla zaten
atılmıştı.
Hitler
rejiminin ilk yıllarında mahkemeler vardı. Anayasa ve hukuk da vardı. Ancak
rejimi tüm kurumlarıyla ele geçirdikten sonra, 2012 Türkiye’sinde olduğu gibi,
Hitler rejiminde anayasa, hukuk, kanunlar değil, Führer’in (bizde Erdoğan’ın)
emirleri doğal kanundu ve onlar uygulanırdı. Tümüyle diktatöre bağımlı bir
sistem kurulmuştu. Yine Türkiye’de olduğu gibi, Mahkemeler, rakipleri ortadan
kaldırmak için kullanılan mekanizmaya dönüştürüldü.
Dünya
örneklerinde olduğu gibi ülkemizde faşizm, sömürüsünü yaptığı, eleştirdiği
sistemin aynısını aslında kendileri de kurdular. AKP’li dinci Faşistler de
devrimciler, Kemalistler gibi antikapitalist/antiemperyalist sloganlarla yola
çıktılar. Ancak onlar bu antikapitalizmi/antiemperyalizmi sınıf ilişkilerinden
ustaca soyutladılar ve tepkiyi kapitalist/emperyalist sisteme, yani yoksulluğu
yaratan sisteme değil, bir kısım zengine yönelttiler. (Doğan Holding-AKP,
Uzanlar-AKP kapışması vb.) Yani Kapitalizme/Emperyalizme değil
kapitalistlere karşı çıkıp yine Küresel sermayenin güdümünde kapitalist bir
düzen kurdular. Ama sorun, AKP ye oy veren, peşlerinden giden ve temel derdi de
eşitlik olan insanlara ne diyeceklerdi? Ancak bunu da halka benimsetmenin de
kurnazca bir yolunu buldular. Bu nokta da faşizmin propaganda aygıtını devreye
soktular.
Almanya ve
İtalya’da faşistler genelde yüzlerini dışarıya, dış düşmana dönmüşlerdi. “Almanlar/İtalyanlar
üstün özellikleri olan bir soyda/ırktan gelmektedirler. Öyleyse dünyayı
yönetmek yalnız onların hakkıdır.” O nedenle bu faşist rejimler
yayılmacı idi. Türkiye’de de faşizm benzer güdüleri kullanmaktadır, tek farkla
ki; yayılmasını dışa değil içe yöneltmişlerdir. Yabancı ülkeleri değil,
kendi ülkesini, yabancı halkları değil kendi halkını işgal edeceklerdir. Bu
nedenle AKP faşizmi kendi alternatif devlet yapısını yaratarak gerçek devleti
ortadan kaldırdı. Bunun da nedeni basittir, Cumhuriyet rejimi bu topraklarda
Kürdistan hayalini de, Osmanlı gerçeğini de yıkmıştır. Yükselen AKP faşizminin
ideolojik gıdası tamda buradadır: Osmanlıcılık, Kürtçülük ve İslamcılık.
Türkiye’yi ele geçirmek, onlar için gerçek anlamda bir yayılmacı düştür. Ama
çelişki şu ki, işgal edende, edilende bu ülkenin vatandaşıdırlar!
Faşizm her şeyden
önce bir halk hareketidir, sivil bir harekettir. Onun muazzam tehlikesi de
buradan kaynaklanır. Gerici kimliğini “demokrasi ve özgürlük”
söylemleri ile perdeleyen faşizm, demagojisini her ülkenin özelliklerine
uydurmaya çalışır. Faşistler geçmişte yüceltilen yiğitçe ne varsa tümünün
mirasçıları ve sürdürenleri olduklarını göstermek için – her ulusun bütün
tarihini didik didik etmektedirler. Bu arada halkın ulusal duygularını
zedeleyecek ne varsa faşizm düşmanlarına karşı silah olarak kullanılmaktadır.
Aynı ülkedeki
değişik toplumsal tabakaların özelliklerine göre öylesine ikiyüzlü bir söylem
geliştirirler ki, Güney doğuda Şeyh Sait, Said Nursiyi, Ahmet Kaya yı
överken, Batı Anadolu’da Nazım Hikmet i, Alevilerin yoğunlukta olduğu
bölgelerde Pir Sultan Abdal’ı, Bolu da Köroğlu, Sivas’ta Âşık Veysel’i övmekten
geri durmazlar. Bu nedenle, işsizlik, yaşam ve gelecek güvencelerinin
olmaması yüzünden karamsarlığa saplanmış geniş halk yığınları faşizmin
din/kültür eksenli demagojisinin kurbanı olurlar.
Bu dünya
örnekleri ile örtüşür bir durumdur. Mussolini “Garibaldi”nin o yiğit
yaşantısından kendisine pay çıkarmak için elinden geleni yapmıştır.. Fransız
faşistleri “Jan Darc”ı kendi kahramanlarıymış gibi öne sürerler.
Amerikalı faşistler Amerikan Bağımsızlık Savaşının, “Washington ve
Lincoln”ün geleneklerine yönelirler.
Faşizmin, “sakin
bir gökyüzünde birdenbire kopan bir sağanak gibi” gelmediğini
özellikle belirtmek gerekir. Gerçekten de, faşizm olgusunun geçmiş hükümetler
döneminde faşizmin serpilip gelişmesine katkıda bulunan bir dizi yasa
çıkarttıkları ve gerici önlemler aldıkları gerçeğini gözden kaçırmamak gerekir
Faşizmin
engellenebilir mi? Nasıl?
Ünlü faşistlerden Göbbels: “Eğer hasmımız, ne kadar zayıf olduğumuzu bilebilseydi, bizi her halde un ufak ederdi… Çalışmalarımızı daha başında kana bulayıp ezerdi” diyor. Faşist diktatörlüğe etkin bir darbe indirebilmek, onu alaşağı edebilmek için, en can alıcı noktayı bulmak zorundayız. Yani Achilles’i topuğundan vurmak gerek. Çoğunlukla düşünce tembelliği, okuma araştırma üşengeçliği içindeki yol arkadaşlarımız gerçek durumun dikkatli ve somut bir incelemesi yerine genel, yüzeysel formüller ve şablonlarla yetinmeyi yeğlemektedirler. Faşizme karşı “Birleşik Cumhuriyet Cephesini” örgütlemek yerine, “Faşizmin niteliği” konusunda bitip tükenmez tartışmalarla zaman ve enerji harcamak, bir yandan antifaşist cephe içinde yarılmalara, ayrışmalara neden olurken, diğer yanda faşizmin güçlenmesi, gelişip serpilmesi dışında bir yarar da sağlamamaktadır.
Ünlü faşistlerden Göbbels: “Eğer hasmımız, ne kadar zayıf olduğumuzu bilebilseydi, bizi her halde un ufak ederdi… Çalışmalarımızı daha başında kana bulayıp ezerdi” diyor. Faşist diktatörlüğe etkin bir darbe indirebilmek, onu alaşağı edebilmek için, en can alıcı noktayı bulmak zorundayız. Yani Achilles’i topuğundan vurmak gerek. Çoğunlukla düşünce tembelliği, okuma araştırma üşengeçliği içindeki yol arkadaşlarımız gerçek durumun dikkatli ve somut bir incelemesi yerine genel, yüzeysel formüller ve şablonlarla yetinmeyi yeğlemektedirler. Faşizme karşı “Birleşik Cumhuriyet Cephesini” örgütlemek yerine, “Faşizmin niteliği” konusunda bitip tükenmez tartışmalarla zaman ve enerji harcamak, bir yandan antifaşist cephe içinde yarılmalara, ayrışmalara neden olurken, diğer yanda faşizmin güçlenmesi, gelişip serpilmesi dışında bir yarar da sağlamamaktadır.
Bu durum bize “yanılmaz
bir amaçla hedefe ateş eden keskin nişancıları değil, ya çok yükseğe ya çok
aşağıya, ya çok yakına ya çok uzağa ateş ederek her zaman hedefi şaşıran
“yaman” silahşorları hatırlatmaktadırlar”.
Almanya ve
İtalya’da faşizmin hangi nedenlerle ortaya çıktığına bakalım. 1919’da başını
Türkiye’nin çektiği Ulusal Kurtuluş Savaşları Dünya kapitalizmini krize
sokmuştur. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı adı verilen kriz emperyalistler
arasındaki çelişkileri derinleştirerek yeni bir dünya savaşı olgusunu oluşturmaya
başlamıştır. Fransa ve İngiltere, sömürgelerin hammadde ve pazar
potansiyellerine güvenerek krizi hafifletme yoluna gidebilmişlerdir. Oysa
İtalya, Almanya ve Japonya sıkıştıkları ulusal sınırlar içinde sermayenin
yeniden üretimini sağlayamadıklarından dolayı, bu krizden en fazla
sömürgecilikte geç kalan ülkelerin etkilendiği sonucunu çıkarmak yanlış
olmamaktadır. 1929 Ekonomik Bunalımının orta sınıfın yoksullaşma sürecini
hızlandırması; Almanya, Japonya ve İtalya’da faşizmin orta sınıfın ve hatta
işçi sınıfının tepkisini antikapitalist bir demagojiyle örgütlemeyi başarmasına
neden olmuştur. Bu kısa tarihsel özet göstermektedir ki Faşizm, Emperyalizmin
bataklığında ortaya çıkan, zamanda tanı konulup önlem alınmazsa ölümcül
sonuçlar doğran bir” kanser”dir.
Öyleyse
faşizmi engellemek, ilk önce ve her şeyden önce emperyalizme karşı ödünsüz,
kararlı bir savaşımla olanaklıdır.
Sözün burasında Mustafa Kemal Atatürk’ün konuya ilişkin görüşlerine yer
verelim.
“-Biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, ulusal kurulumuzca bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı kavga vermeyi uygun gören bir yolu izleyen insanlarız.”
“-Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız”
“-Biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, ulusal kurulumuzca bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı kavga vermeyi uygun gören bir yolu izleyen insanlarız.”
“-Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız”
“Yalnız
ufku değil, ufkun ötesini de görüp bilmek” tamda buna denir. Emperyalizm güçleri (içimizdeki
yedek kuvvetler ve Truva atları da bu güçlerin içindedir) ve bilinen her aracı
ile Türk ulusunu emperyalizme nasıl araç yapar? Özellikle son on yıl içinde
pervasızca tırmanan Küresel Çetenin güdümündeki gerici-İslamcı faşizm Kemalist
Cumhuriyetin kalelerini birer birer ele geçirdiği bir gerçeklik değil midir?
Ülkemizin işgali için AKP iktidarı “araç” olarak kullanılmamış mıdır?
Ulusun Emperyalizmde
zarar gören tüm kesimlerinin ortak eyleme giremeyişi, faşizmin iktidara
tırmanmasını ve iktidarı ele geçirmesinin yolunu açmıştır.
Sorunun
düğüm noktası da budur. Atatürkçülük iddiasındaki örgütlenmeler, Faşizmin
ihanet sınırlarını aşan bu tırmanışı karşısında, onu durdurmak, geriletmek,
tümden yıkmak adına ne yapmışlardır?
Faşist iktidarlar, devrim hareketleri ile yıkılabileceği gibi, devrim olmadan da, “güçlü anti-faşist halk hareketleri yoluyla” da geriletebilinir ve yıkılabilir. Devrim olmadan faşizm yıkılamaz tezi yanlıştır. Cumhuriyetçi-antifaşist cephenin kurulması, ancak faşizme karşı eylemli mücadele sürecinde olanak kazanır. Atatürkçüler, özellikle Atatürkçü Düşünce Derneği; emperyalist destekli faşizmden zarar gören tüm toplumsal katmanları örgütlemek, güçlü anti-faşist birlikteliği sağlayarak, toplumsal muhalefetin yükselmesinde önemi yadsınamaz bir işlevi üstlenebilir/üstlenmelidir. Bu özgörev, var olan yaygın yılgınlık, umutsuzluk, karamsarlık ve apolitikleşmeden geniş halk yığınlarının sıyrılmasını da sağlayacaktır.
Faşist iktidarlar, devrim hareketleri ile yıkılabileceği gibi, devrim olmadan da, “güçlü anti-faşist halk hareketleri yoluyla” da geriletebilinir ve yıkılabilir. Devrim olmadan faşizm yıkılamaz tezi yanlıştır. Cumhuriyetçi-antifaşist cephenin kurulması, ancak faşizme karşı eylemli mücadele sürecinde olanak kazanır. Atatürkçüler, özellikle Atatürkçü Düşünce Derneği; emperyalist destekli faşizmden zarar gören tüm toplumsal katmanları örgütlemek, güçlü anti-faşist birlikteliği sağlayarak, toplumsal muhalefetin yükselmesinde önemi yadsınamaz bir işlevi üstlenebilir/üstlenmelidir. Bu özgörev, var olan yaygın yılgınlık, umutsuzluk, karamsarlık ve apolitikleşmeden geniş halk yığınlarının sıyrılmasını da sağlayacaktır.
Bir yandan
(icazetin çemberine hapsedilmeden) yasal “sınır”ların koyduğu eylem ve
etkinlikler uygulanırken, diğer yandan toplumsal eşitlik, hak ve özgürlükler
için verilecek savaşımın faşizmi gerileteceği yadsınamaz.
Toplumsal
katmanların kazanılmış haklarının savunulması, toplumda neredeyse kangren
haline gelen örgütsüzlüğün aşılması, toplumsal muhalefetin yükseltilmesi ve en
önemlisi de kitlelerle bağ kurmak ve bu bağı sağlamlaştırmak için, doğru
çözümlemeler yapabilmekten geçiyor. Şurası asla unutulmamalı, “önderlik; doğru
devrimci politikayı öngörüp uygulayanın olacaktır”.
Örgütsel
etkinliklerini hastalık derecesinde bir popülizmle ve yasal organlardan alacağı
icazetle sınırlandıran anlayış, mücadelenin dışında oyalanmak, kendini avutmak,
boş zamanında da ülkeyi bu duruma düşüren çakal sürüsüne hakaret etmek dışında
bir yarar sağlamaz.
Faşizm,
demokrasinin tüm olanaklarını kullanarak güçlenir ve bir süre sonra onu yok
eder. Ülkemizde AKP faşizminin saldırılarına karşı koymak, direnişi örgütlemek
yerine, onu sistem içinde eritme yâda kazanma amaçlı ödünler, AKP faşizminin
saldırganlığını artırma dışında bir işe yaramamıştır/yaramayacaktır.
Özellikle son 10 yıllık zaman diliminde demokratik kitle örgütlerinin
yönetiminde olmayı, onlara pek yakında güzel günler vaat etmeyi Atatürk’ü
savunmakla bir tutanlar, adlarının başlarına ne getirirlerse getirsinler, öznel
olarak ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, kendilerine ait tutarlı bir
düşünsel yapılanmaları yoksa verdikleri mücadele sürecine Kemalist, devrimci
çözümler üretemeyeceklerdir. Söz buraya gelmişken bazı evrensel
değerlendirmelerden hareketle ülkemiz özeli için bir kaç değerlendirmede
bulunalım.
1. Kemalizm bir ideolojidir; milliyetçilik ve laiklik ilkeleri üzerinde yükselen bir tam bağımsızlık ideolojisi. Ve de Altı Ok programı ile kendini tanımlayan antiemperyalist bir ideolojidir.
1. Kemalizm bir ideolojidir; milliyetçilik ve laiklik ilkeleri üzerinde yükselen bir tam bağımsızlık ideolojisi. Ve de Altı Ok programı ile kendini tanımlayan antiemperyalist bir ideolojidir.
2. AKP’ye ve
onun ideolojik yapılanması olan Dinci, gerici faşizme karşı mücadele Kemalizm
bayrağıyla verilir. Emperyalizmi de faşizmi de yıkacak şey Türk halkının
Kemalist Halkçı, Devrimci mücadelesinden başkası olamaz.
3. Antifaşist
örgütlenme yerine; orduya güvenme, ittifakçılık ya da uzlaşmacılık gibi
anlayışlarla faşizme karşı mücadele verilemeyeceği, bu anlayışın yalnızca toplumsal
muhalefetin kontrol altında tutulmasının bir yöntemi, aracı olduğu gerçeği asla
unutulmamalıdır.
4. Her ne
kadar Atatürkçü görünseler de, bugüne kadar bu düzenin nimetlerinden
faydalananlarla, Mustafa Kemal Atatürk’ün antiemperyalizmini, halkçı-devrimci
özünü daha 1940’larda unutanlarla, emperyalizmle uzlaşmayı önerenlerle (AB’ci,
NATO’cu) Mandacılarla antifaşist, antiemperyalist bir mücadele verilebileceğini
ve önderliği onlardan beklemek ham hayaldir. Eğer önderlik Atatürk Maskeli
mandacılara bırakılırsa, mücadele Antifaşist, Kemalist cephenin bölünmesi ve
oldukça önemli bir kısmının Batıya angaje olması ile sonuçlanır ki bu da
teslimiyetin bir başka adı olur.
5. Egemen
sınıfların tüm kesimlerini faşist olarak adlandırmak, iki önemli yanlışı
peşinden getirir. Birinci olarak Antifaşist safların yarılmasını,
güçsüzleşmesini, yalnızlaşmasını ve kan kaybını sağlar. İkincisi ise Faşist
diktatörlüğün ise güç kazanmasına, geniş toplum katmanlarından destek almasına
yol açar.
6. Siyasal
iktidar olarak, Faşist diktatörlükler ile liberal-demokrat iktidar biçimlerini
aynı görmek, ikisi arasındaki önemli ayrımlar olduğunun ayırdına varamamak ise
bir başka yanılgı ve yanlış algıdır. Elbette ki her iki iktidar biçimi son
tahlilde emperyalizmin siyasal egemenliğini temsil ederler. Ancak Faşizmin
kendisinden başka tüm akımları ezen ve yutan bir akım olduğu, bu nedenle sırası
geldiğinde Liberal- Demokratları da ortadan kaldıracağı hatırdan
çıkarılmamalıdır.
7. Gerici
dinci faşizmin TBMM içinde engellenebileceği beklentisi,”Yeni Anayasa”
çalışmalarına katılarak, ülkenin siyasi gerçekliğinin
değişeceğine/değiştirilebileceğine, faşizmin engellenebileceğine inanmak tam
anlamıyla siyasal körlük ve saflıktır. Bu anlayış, bir yandan dinci faşizmin
geniş halk yığınları gözünde meşruluğunu sağlarken, diğer yandan ayağa kalkması
gereken toplumsal muhalefetin afyonlanması, böylece etkisiz kılınması,
yatıştırılması işlevi görmektedir. Faşizmin evrensel gerçekliğinde ve özünde
var olan bu tuzak mücadelenin, faşizmin kendi zeminine çekilerek
etkisizleştirilmesine ve var olan gelişmeleri daha başından bu zeminde
boğulmasına yol açmaktadır. Bu tehlikeye karşı özellikle Kemalist
örgütlenmelerin uyanıklığı yaşamsal önemdedir.
8. Gerici dinci faşizm, Emperyalizmin sadık uşaklığını yaptığını gizlemek, kendi kapıkullarını korumak, güvence altına almak için her aracı pervasızca kullanmaktadır. Ülkemizin Komşumuz Suriye ile bir savaşın eşiğine getirildiği, Memura verilen “üç buçuk” artış nedeniyle tüm memur sendikalarının sokaklara döküldüğü bir süreçte iyice gerginleşen ortamı kendi amaçları doğrultusunda şekillendirmek, isyan içindeki yığınların hedeflerini şaşırtmak amacıyla “her kürtaj, bir Uludere’dir!” , medya mensuplarına “tasmalarınızdan kurtardık” vb. Söylemlerin gündemin önüne geçmesi rastlantısal bir olay değil, kendisi dışında her şeye-herkese düşman olan faşizmin sürekli kullandığı bir tertiptir. İşte bu noktada dikkatli olmak, devrimci-halkçı tutarlı politikalar ve pratik bir yol izlemek gerekiyor. Tertiplerini bozmak, oynanan oyunları tüm çıplaklığı ile açığa çıkarmak yüzlerindeki dinci maskeyi yırtmak ertelenemez görevlerimiz arasındadır.
8. Gerici dinci faşizm, Emperyalizmin sadık uşaklığını yaptığını gizlemek, kendi kapıkullarını korumak, güvence altına almak için her aracı pervasızca kullanmaktadır. Ülkemizin Komşumuz Suriye ile bir savaşın eşiğine getirildiği, Memura verilen “üç buçuk” artış nedeniyle tüm memur sendikalarının sokaklara döküldüğü bir süreçte iyice gerginleşen ortamı kendi amaçları doğrultusunda şekillendirmek, isyan içindeki yığınların hedeflerini şaşırtmak amacıyla “her kürtaj, bir Uludere’dir!” , medya mensuplarına “tasmalarınızdan kurtardık” vb. Söylemlerin gündemin önüne geçmesi rastlantısal bir olay değil, kendisi dışında her şeye-herkese düşman olan faşizmin sürekli kullandığı bir tertiptir. İşte bu noktada dikkatli olmak, devrimci-halkçı tutarlı politikalar ve pratik bir yol izlemek gerekiyor. Tertiplerini bozmak, oynanan oyunları tüm çıplaklığı ile açığa çıkarmak yüzlerindeki dinci maskeyi yırtmak ertelenemez görevlerimiz arasındadır.
9.Emperyalizmin
Küreselleştiği, ulus devletleri parçalayarak varlığını sürdürebildiği günümüzde
ulusların “bağımsızlık ve özgürlük” mücadelesi, emperyalizmle
ezilen uluslar arasındaki mücadelede şekillenmektedir. Mustafa Kemal Atatürk bu
tarihsel gerçeği şaşmaz öngörüsü ile şöyle dile getiriyor. “Türkiye’nin bugünkü
mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı
olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü
müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır. Ve bunu
nihayete getirinceye kadar Türkiye kendisiyle beraber olan şark milletlerinin
beraber yürüyeceğinden emindir.” Bu nedenle kime karşı, kimlerle
mücadele vereceğimizi doğru saptamalıyız. Hedefin muğlâklaştırılmasına,
perdelenmesine asla izin vermemeliyiz. Faşizmi yaratan emperyalizm bataklığı
kurutulmadan ulusal bağımsızlığın ve özgürlüğün elde edilemeyeceğini gerçeğini
her koşulda ve her ortamda, bıkmadan, usanmadan halka anlatmak, örgütlemek
biricik kurtuluş yoludur. İşte Bu nedenle ile Antiemperyalist, halkçı, devrimci
bir düşün sistemi olan Kemalizm’i özümsemiş donanımlı kadrolara gereksinimimiz
var.
10. Bizler
bir bilgiçler derneğinin değil, ateş hattında yazılmış bir ideoloji olan
Kemalist düşün sisteminin savunucularıyız. Kemalizm’in düşmanları en dinamik,
en cesur ve en bilinçli unsurlarımızı her aracı kullanarak, akıl almaz
tertiplerle etkisiz kılma girişimlerini aralıksız sürdürmektedir. Bu durum; bir
yandan bu oyunları boşa çıkartacak önlemler almamızı, saflarımızı
sıklaştırmamızı, diğer yandan da yeni kadroları yetiştirmemizin ve eğitmemizin
gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.
11. Ülkemiz Küresel
Çetenin sınırsız egemenliğini sağlamak için, yobazlığın pençesinde karanlığına
sürüklenerek boğuldu. Kemalist Cumhuriyeti kötürümleştirmek için bencillik,
çıkarcılık, köle ruhu, teslimiyetçilik, işbirlikçilik, sömürücülük yüceltildi.
Kemalist aydınlanma, tam bağımsızlık, demokrasi, özgürlük, toplumsal eşitlikçi
halkçı-devrimci siyasal anlayış, ulusalcılık, ulusal değerler, ulusal kültür
her araç ve gereçle sürekli kötülenerek erozyona uğratıldı. Kısaca Türkiye’ye
deli gömleği giydirildi. Emperyalizmin ve kapitalizmin giydirdiği bu deli
gömleğini yırtıp atmak için, toplumsal kurtuluş için antiemperyalist,
halkçı-devrimci bir örgütlenmeye yaşamsal gereksinim vardır. Bu örgütlenmeyi
ancak Kemalist Devrimi özümsemiş kadrolar gerçekleştirebilir.
Gerici
Faşist diktatörlüğün, yıkılmayacağı/yıkılamayacağı, propagandası ile faşizme
karşı direnişe geçecek kitleleri engellemeye çalışan, “bu halktan bir şey
olmaz, bir şey çıkmaz” diyerek, köşesine çekilip faşist düzenin kuruluşunu
izleyen ve bu sistemle uyumlu yaşayabilmenin yollarını arayan Atatürk maskeli
kişilerin son tahlilde faşizmin gelişip serpilmesine hizmet ettikleri asla
akıldan çıkarılmamalıdır. “Bir
adam ki memleketin kurtulamayacağı kanaatinde bulunur; bu, adam değildir.”
(Mustafa Kemal-1908) Bu dönmeler, yani “adam” olmayanlar, her türlü gerici ve
faşist düzen içinde yaşamayı içine sindirebilir ama devrimci bir toplumsal
düzen ihtimalini aklına bile getirmek istemez. Son 10 yıllık süreç dikkatle
izlenirse, Dinci Faşizmin egemenlik düzeyi arttıkça bu tür kadroların(!)
kendiliğinden mücadele dışına çıktıklarını, hatta yer yer dinci faşizmle
uzlaştıklarını görmek sürpriz olmayacaktır.
Kemalist
mücadeleyi dört duvar arasına hapsederek, direnişlerden ve eylemlerden uzak,
her şeyi laf kalabalığı ile sadece konuşarak, eleştirerek çözümlemeye çalışmak,
yani kısaca “sözde muhalefet”le yetinmek, vakit öldürmekten öteye dinci
faşizmin değirmenine su taşımaktan başka bir şey değildir.
Zaman
ağlama, sızlanma, teslimiyet değil küllerinden yeniden doğma, yeniden Mustafa
Kemal olma zamanıdır. Türk ulusu “Ulusal Kurtuluş Savaşı” ile emperyalizmin
zincirlerini kırarak nasıl bağımsızlığını kazandıysa, bugün de aynı bilinç ve
kararlılıkla zincirlerini kıracak, kuşatmayı yaracaktır. Bundan kimse kuşkusu
duymasın.
Çünkü “Devrimin
kanunu mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki
cereyanı boğmadıkça, başladığımız yenilikçi devrim bir an bile durmayacaktır.
Bizden sonraki devirlerde de hep böyle olacaktır.” (Mustafa Kemal
Atatürk)
Son Söz;
Bu çalışma Atatürkçü Düşünce Derneği ve Kemalist saflarda yeterince
tartışılmadığını düşündüğüm “Faşizm –Kemalizm” konusunda bir denemedir. Elbette
tartışmaya/tartışılmaya açıktır. ADD’nin kuruluş iradesini yaşama geçirme
kararlılığında olan saygın yol arkadaşlarım için küçük de olsa bir mum
yakabildiysem, bir ışık olabildiysem bundan mutluluk duyarım. Saygılarımla. 01.06.2012
Mahmut ÖZYÜREK/ADD Isparta Şube Başkanı
İLK KURŞUN
Mahmut ÖZYÜREK/ADD Isparta Şube Başkanı
İLK KURŞUN
Yararlanılan Kaynaklar
1-FAŞİZME KARŞI BİRLEŞİK CEPHE GEORGİ DİMİTROV ekim yayınları
1-FAŞİZME KARŞI BİRLEŞİK CEPHE GEORGİ DİMİTROV ekim yayınları
2-Faşizm ve
Diktatörlük / Nicos Poulantzas / Mayıs 1980 /
Makaleler:
Yılmaz Dikbaş, Hüsnü Merdanoğlu, Ali ÖZSOY, Güneş Erkul, Ali Eralp, Doğu
Perinçek, Figen Özen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder