8 Kasım 2013 Cuma

Kapitalizm ve Din 'Allahümme 'ADAM SMITH' Veleddalin'



Tanrı hepimizi, başta Müslüman'ın 'Allah'tan korkmayanından', sonra şeriatçı Hıristiyan'dan, mürteci Yahudi'den, kısaca parayı tanrılaştıran 'Kapitalizm dininden' ve onun para babası peygamberlerinden korusun!..

Kapitalizm ve Din
'Allahümme 'ADAM SMITH' Veleddalin'

«Eşitliği, kimsenin kimseyi ezip sömürmemesini amaçlayan bütün semavi dinler, peygamberlerinin ölümünden sonra, onlara yakın görünen takipçilerince sömürünün kaynağı olan paranın, kapitalizmin aracı haline getirilmiştir.»

Sağ olsun Celil Denktaş. 2 Nisan 2012 tarihli Cumhuriyet'teki yazısında kadın sorununa din, sınıf, emek, sömürü açısının yanında mülkiyet açısından, ya da dine kadın ve kapitalizm açısından bakmak gerektiğini bir kez daha hatırlatmış ama ilginç bir yöntemle... Avrupa Batısı'nın (Batı'nın Amerika'sı da var) vahşi Ortaçağına, Engizisyon, «cadı avı» dönemine gitmiş. 250 yıl içinde büyük çoğunluğu kadın olan 9 (dokuz) milyon insanın Katolik Kilisesi = Papalık tarafından işkencelerle, çoğu yakılarak öldürüldüğünü; yüz binlercesinin sakat bırakıldığının, evinden, yurdundan, toprağından sürüldüğünü aktarıyor.

İşkence görenlerin çok büyük kısmını oluşturan kadınlar, çok kaba kestirme bir ifadeyle «kafir» olduklarını itirafa zorlanmışlar. İtiraf edince kurtulmuşlar mı? Hayır. Yine yakılmışlar veya başka şekilde öldürülmüşler.

Ancak bazıları kurtulmuş. Hem de itiraf ettikleri halde kurtulmuş. Nasıl olmuş bu?

Ezici çoğunluğu kadın olan bu insanların bir kısmının bir miktar tarlaları tapanları, evleri, bağları bahçeleri var. Belki o günün koşullarına uygun küçük imalat atölyeleri, ticarethaneleri var. İşte bu mal ve mülklerini KİLİSE'ye, hem de noter senediyle bağışlamışlar; sürgüne razı olmuşlar. Bu engizisyon işkencelerinde bir de noter hazır bulunduruluyormuş, böylesi durumlar için!..

Ama genel manzaraya bakıldığında kadın daha çok evde tutulmuş. Dışarı çıkarılmamış. Ev dışında çalıştırılmamış, sosyalleştirilmemiş, hele hiç siyasileştirilmemiş. Çünkü onlar öncelikle seks objesi olarak, çocuk bakıcısı olarak, mutfak, tarla, ahır, saray hizmetçisi olarak lazım. Onlar, erkeklere göre daha az ölmüş, öldürülmüş, ama anca evde oturarak, mülk, servet sahibi olmayarak... Bir de odalık, cariye, köle adı altında cinsel köleliğe katlanarak...

Bugün de «üç çocuk» diye tutturulmasının, imam hatiple kimlik verilmek istenmesinin nedeni bu. Üç çocuk, «evde otur» demek. İmam hatip, türban doktor, avukat, mühendis, siyasetçi olacaksan bile, türbanla ol; evde oturandan farkın olmasın demek.

Ne zaman engizisyon işkencelerine uğramış kadın? Bu sınırların dışına çıktığı, iş güç, mal mülk, nihayet söz ve kimlik sahibi olduğu zaman... Kendileri parayı adeta tanrılaştıranların, rakip kabul etmemesinde şaşılacak yan yok.

Kadın dediğiniz de, önünde sonunda dünya nüfusunun yarısı... Nominal, aritmetiksel olarak üç buçuk milyar!!!... Kalan üç buçuk milyar, erkek... Ama tepedeki birkaç bin kişi ve kurum bu üç buçuk milyara bile, pastayı daha fazla paylaşmamak için etmediğini koymuyor; bir de yeni üç buçuk milyar rakip ister mi?..

Peki Kilise; bugün resmen BM üyesi, dünyanın hemen her ülkesinde, bu arada Türkiye'de de büyükelçiliğe sahip, sembolik de olsa bir devlet olan PAPALIK, Vatikan bu vahşeti niye uygular, niye uygulamıştır?..

Birinci amaç yönetmek... Çünkü o dönemde koca Avrupa'nın en güçlü ve «total» iktidar sahibi, senyörler, prensler, dükler, kontlar, krallar değil KİLİSE... Senyörlerin, prenslerin vb., en çok kendi alanlarında sözü geçiyor; ki bu bile Kilise'nin sözünden sonra geliyor. Onların boynu bile Kilise karşısında kıldan ince. Ama Kilise'nin otoritesi sınır tanımıyor. Bütün Avrupa'da etkin... Ve bu iktidar dehşet verici faşist ve bağnaz bir terörle yürütülüyor.

İkinci amaç ise çok açık... Mülk edinmek... Mülklerini çoğaltmak...

Vatikan, hala dünyanın en büyük taşınmaz mal zenginlerinden biri... Vatikan'ın dünyanın her yerinde, buraya dikkat, sayısız şirketi, gazetesi, televizyonu, hatta belki bankası da var. Ünlü p2 Mason locasının kirli paralarını aklayan Vatikan Merkez Bankası bile yeter. Aynı zamanda Vatikan devlet Başkanı olan, bundan önceki Papa II. Paul, bu kirli para aklama operasyonu ayyuka çıkıp, gizlenemez hale geldiğinde, İtalyan mali polisince uyarılıp, merkez bankası başkanını görevden almaya kalkınca vurulmuştu Mehmet Ali Ağca tarafından.

Ağca demişken, Türkiye'ye gelelim. 1999 Marmara depremi sırasında ABD Başkanı Clinton resmi ziyaret için Türkiye'ye gelirken uğradığı bir Avrupa zemininde «Hıristiyan camiaya mesaj iletmek istediği zaman karşısında Papalık gibi bir muhatap bulabildiği halde Müslüman dünyada böyle bir muhatap bulamadığından» yakınmıştı.

Sonra, Fetullah Gülen'in Vatikan'ı ziyaret edip Papa ile görüştüğünü öğrendik. Daha sonra, sadece bizim değil ABD dahil Batı'nın pek çok gazetesinde dergisinde Gülen cemaatinin muazzam servetinden, okullarından, gazetelerinden, televizyonlarından söz eden yazılar okuduk, önemli kısmını da biliyoruz.

Hıristiyanlığıyla, Müslümanlığıyla, Museviliğiyle, Budizmiyle, Şintoizmiyle, Hinduizmiyle dinin bu servet-mal-mülk manzarasındaki rolühiç değişmiyor. Denebilir ki, «Kapitalizmin en büyük silahlarından biri, belki birincisi dindir, din olmuştur...»

Napoléon Bonaparte ne güzel itiraf etmiş: «Din olmazsa bir devlette düzen nasıl korunabilir, askerler nasıl ölüme gidebilir? Toplumların yönetimi eşitsizlik temelinde işler; Oysa din olmadan servet eşitsizliğini sürdürmek de mümkün değil. Açlıktan ölmekte olan birine bile, bu durumu kabullenebilmesi için, bir makamın «ne yapalım Tanrı'nın isteği böyle» demesi gerekiyor...»

Karşılaştırıldığında kadim Hıristiyan Vatikan'ı ile taze Müslüman Vatikan'ı arasında hemen hiçbir fark yok. Çok genç olmasına rağmen Müslüman Vatikan'ı, ağabeysini neredeyse birebir taklitte hiç vakit kaybetmemiş, hele ondan çok geri de kalmamış.

Fetullah Cemaati kurumsal olarak müthiş zenginleşti; onun da bankalarda bolca nakit parası, muhtemeldir ki dudak uçuklatacak miktarda gayrimenkulü, belki fabrikaları; bu arada çokça televizyonu, gazetesi var. Buyurun size Müslüman Vatikan'ı...

Ancak Hıristiyan Vatikancılarında da bu böyle mi bilinmez, ama Müslüman Vatikancılar aynı zamanda bireysel olarak da çok sayıda Karun yarattılar; tayyiperdoğan'ın «hamdolsun kendi sermayemizi yarattık» demesinde görüldüğü üzere.

Hem de ürkütücü, hatta iğrendirici bir görgüsüzlükle...

Gelelim yazının başlığına: «Allahümme «Adam Smith» Veleddalin...»

Yıllar önce, dediysek de altı yedi yıl kadar önce Cumhuriyet'in ikinci sayfasının ortasında okuduğumuz bir yazının başlığıydı bu. Adam Smith, biliyorsunuz, kapitalizmin fikir babası sayılan İngiliz iktisatçı ve düşünürdür. İmzasına daha önce ve bir daha hiç rastlamadığımız, şimdi de hatırlayamadığımız değerli yazar, yazısında öz itibariyle şunu söylemek istiyordu: «Eşitliği, kimsenin kimseyi ezip sömürmemesini amaçlayan bütün semavi dinler, peygamberlerinin ölümünden sonra, onlara yakın görünen takipçilerince sömürünün kaynağı olan paranın, kapitalizmin aracı haline getirilmiştir.»

Bütün göksel dinler zayıfı, ezileni, sömürüleni korumak, eşitlik ve adaleti sağlamak üzere geliştirilmiş. Çünkü o dinlerin geliştirildiği o dönemin toplumlarında zayıf çok zayıf, ezilen çok, sömürülen daha da çok; ama adalet ve eşitlik neredeyse hiç yok. Bu nedenle bu dinlerin hepsini birer toplumsal devrim saymak lazım... Üçü de orta veya orta-alt sınıf mensubu olan peygamberlerini de devrimci... Bu peygamberlerin bu eşitliği sağlamadaki önemli yöntemlerinde biri kamuculuk, diğeri mülkiyetsizlik değilse bile sınırlı, hatta hayli sınırlı mülkiyet... Elbette işin hukuk boyutu da var.

Tabi, üç bin yıl önce Musa, iki bin yıl Önce İsa, bin beş yüz önce Muhammed döneminde sandık demokrasisi, parlamento yok ki bu peygamberler bugünkü sahte peygamber taklidi diktatörler gibi, kendilerini, kararlarını, uygulamalarını «milli irade... bizi halk seçti» şımarıklığıyla meşrulaştırsınlar... Ancak «Tanrı böyle istiyor» diyebiliyorlardı. Tek meşruiyet kaynakları din ve Tanrı idi.

Bakın İsa'ya... Bir garip derviş desek yeridir. Aslında bir Yahudi Haham... O sırada Filistin, Roma İmparatorluğunun bir eyaleti. Başında bir Romalı vali var. Ama iç yönetim tamamen Yahudi önde gelenlerden oluşan bir Meclise bırakılmış. Bu meclis bir takım yolsuzluklar, haksızlıklar, adaletsizlikler yapıyor; eşeği üzerinde köy köy dolaşıp vaaz veren İsa da bu olumsuzlukları eleştiriyor. Bu eleştiriler Meclisin kulağına gidince, önce uyarılıyor. İsa vazgeçmeyince homurdanmalar artıyor. Sonunda İsa hakkında ölüm cezası veriyor bu Meclis. Romalı Valiye gidip durumu anlatınca, umurunda mı bir gariban İsa, «iyi öldürün öyleyse» diyor.

İsa'nın aklında ne bir yeni din yaratmak, ne papazlar, kiliseler, ne bir Papalık kurmak... hiç biri yok. Ortada bir İncil filan da yok. O, bir Musevi olarak çarmıha gerilmiş. Kuvvetle muhtemel, hatta kesin ki anası da, babası da belli.

Ama onun ölümünden sonra, sağlığında İsa'ya etmediği bırakmamışlardan bir uyanık Sen Pol çıkıyor ve arkası geliyor. Pagan Roma'dan çok çekseler de kiliseler oluşuyor, manastırlar oluşuyor, keşişler, papazlar, piskoposlar, başpiskoposlar, kardinaller peydah oluyor. Yüzlerce, belki binlerce İncil yazılıyor, bildiğimiz, bizim gibi insanlar tarafından «Tanrı buyruğudur» diye...

Son nokta bugünkü gayrimenkul trilyoneri, sayısız şirket, gazete, televizyon sahibi Vatikan...

Musa'ya, Museviliğe geçelim... Bulundukları toplumun rejimince ağır zulme uğrayan halkını göç ettirerek kurtaran bir Musa var. Ama bu halkın da bir takım yozlukları, ahlak dışılıkları var. Kişisel öğütlerle bunları aşamayınca, bir gün «Tanrıyla görüşmeye gidiyorum» diye bir dağa çıkıyor. Elinde «on emir» dediği, on tane Tanrı buyruğuyla geliyor. «Bunlara uymazsanız Allah sizi taş yapar» mealinde kestirip atıyor. On emir dediği, öldürmeyin, çalmayın, çırpmayın gibi gayet akli, insani gereklilikler... Al sana Musevilik...

On tane akli uyarı, nerden baksanız A4 kağıtla anca bir sayfa tutar. Ama bugün ortada Tevrat diye yüzlerce sayfalık koca bir kitap var. Ama daha önemlisi bir da Yahudilik var. Siyonizm diye bir şey var. Daha ileri giderseniz Illuminati var, tapınak şövalyeleri var... Ve nihayet muazzam bir para tutkusu ve servet birikimi var; müthiş bir hükmetme hırsı var. İsrail'den söz etmiyorum. Çünkü o bile sadece bir tetikçi, bir koçbaşı... Çünkü o servet birikimi öyle ustaca bütün dünyayı sarmış, özellikle Amerika'yı öyle bir tahakküm altına almış ki, sadece para ve servet tekelini elinde tutmak amacıyla siyasi, toplumsal, ekonomik, hatta kültürel düzenleri, sistemleri bile, gerekirse öldürmek, kan dökmek, savaşlar, dünya savaşları çıkarmak pahasına alt üst edebiliyor. Darbeler ve hükümetler devirmek artık basit oyunlar...

Gelelim Muhammed Peygambere ve Müslümanlığa... Müslümanlık ve Hazreti Muhammed öncesi Arap toplumu tam bir «altta kalanın canı çıksın» toplumu. Koçları, Sabancıları, Şahenkleri, yahut Rockefellerleri var, dolayısıyla hukuk, adalet filan da hak getire olduğu için, birinci sınıf(!) bir sömürü vahşeti var. Tarım ve sanayi yok derekesinde. Gelir kaynağı neredeyse sadece ticaret, bir de savaş ganimeti... Ama bunlar da zamanın sömürgeni olan Ebu Süfyan ve benzerlerinin elinde toplanıyor.

İşte Peygamber, aynı zamanda devlet ve hükümet başkanı, hatta kurucusu olarak (çünkü öncesinde belki bir iktidar grubu var ama, devlet mevlet yok, hukuk, adalet hiç yok) Hazreti Muhammed'in ilk yaptığı iş, bu gelirlerin Beytülmal adını verdiği bir ortak havuzda, yani devlet hazinesinde toplanmasını, sonra da ihtiyaçlara göre, çalışma, emek ve yararlılığın dikkate alındığı bir eşitlik içerisinde dağıtılmasını sağlamak oluyor.

Kız çocukların doğar doğmaz, diri diri gömülmesini yasaklıyor; üstüne de mirastan erkeklere göre yarı eksik de olsa pay almalarını sağlıyor. Bunlara, hele 1500 yıl öncenin koşullarında devrim denmezse ne denir? Kız çocuklarına sağlanan yaşam ve kadınlara sağlanan miras hakkı, Atatürk'ün Cumhuriyet devrimlerinin odağına «kadını» ve laikliği yerleştirmesini hatırlatmaz mı? Çünkü cahiliye dönemi pagan Arap egemenleri de, kadına layık gördükleri muameleyi «din» le açıklıyordu.

Müslüman Peygamberi de ölür ölmez, en yakınındakilerin can acıtıcı alçaklığına maruz kalmış. Cenazesi, kızı, damadı, torunları ve azad ettiği eski bir kölesinden oluşan beş kişi tarafından yıkanıp defnedilmiş. «En yakınındaki diğerleri» ise Ömer'in evinde «kim Halife olacak» kavgası için toplanmışlar...

Peygamber, damadı Ali'yi sağlığında halefi olarak işaret ettiği halde Ebubekir halife «seçilmiş» (!)... Ali, en son dördüncü halife. Çünkü Ali en baştan, Peygamber'in vasiyeti gereği Halife olsaydı, Peygamberin devlet ve toplum düzenini aynen devam ettirecekti; Peygamber de bu nedenle onu halife olarak işaret etmişti. Bu da zamanın sömürgenleri Ebu Süfyanların hiç işine gelmiyordu. Zaten Ali'yi de, oğullarını da (ki aynı zamanda Peygamberin torunları idiler) çok yaşatmayıp öldürdüler.

Neden?.. Mülk ve servet birikimi için, bunları kitlelerle paylaşmamak için, nihayet iktidarlarını korumak için...

Yani bu üç peygamberin kurmak istediği adil, eşitlikçi, kamucu, toplumcu düzenler, onların ölümünden hemen sonra, en yakınında bulunup, «en yakını» görünen insanlar tarafından iğdiş edilmeye başlandı. Onlara, bizim açımızdan özellikle Muhammed Peygamber'in devrimci düzenine karşı bir karşı devrim süreci başlatıldı, tıpkı Atatürk'e ve Cumhuriyet'e olduğu gibi...

Yeter ki mülk ve servet birikiminde, dolayısıyla iktidar sahipliğinde eksen kaymasın...

Siz, bizim yeni Müslüman Vatikancıların ağzından Müslüman Peygamber'inin adını duyuyor musunuz? Hangi sıklıkta duyuyorsunuz? Kurumsal (cemaatsal) ve bireysel olarak bu kadar hırsla ve Beytülmalı hırsızlayarak kısa sürede büyük servetler edinmiş bir güruhun Muhammed'e içten bir sevgi ve saygı duyması beklenebilir mi?

Onlar sadece Atatürk'e ve Cumhuriyet'e karşı değil, Hazreti Muhammed'e ve onun devrimci, eşitlikçi, kamucu, mülkiyeti sınırlayan İslamiyet'ine karşı da bir «karşı devrim» yürütmektedir. Hazreti Muhammed Devrimcidir, İlericidir; ama onlar ilkel ve gericidir, zalimdir, hırsızdır.

İstanbul'daki İngiliz İşgal Kuvvetleri'nin casusu A. Ryan 1919'da:

"Amacımız bölmek ve hükmetmek olmalıdır. Biz gerçek ideali «din'miş gibi davranacak çıkarcı bir grubu, idareci olarak takdim etmeye çalışacağız» diyordu.

2012'de durum hiç farklı değildir, emperyalizm o gün temenni olarak dile getirdiğini bugün açıkça ve önemli ölçüde gerçekleştirmiştir, «ideali «din» miş gibi davranacak, çıkarcı bir grubu idareci diye takdim» ederek!..

Bilmem, başlıktaki «Allahümme ADAM SMITH Veleddalin» i yeterince izah edebildik mi?

Tanrı hepimizi, başta Müslüman'ın «Allah'tan korkmayanından», sonra şeriatçı Hıristiyan'dan, mürteci Yahudi'den, kısaca parayı tanrılaştıran «Kapitalizm dininden» ve onun para babası peygamberlerinden korusun!..

Ali Tartanoglu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder