ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Mataramda suyum donuk,
Karakış bu, soğuk mu soğuk…
Akar karlar üstünde oluk oluk,
Süzülür toprağa
Bereket bereket kanım,
Örter üstümü al bayrak,
Okşar, sarar beni vatanım.
M. KEMAL YILMAZ (Anısına Saygıyla..)
Çanakkale Savaşlarının başında, çıkarmadan önce 21 Nisan
1915’de İngiliz Generali Hamilton, birliklerine şu emri verir:
Önümüzde yeni zaman savaşlarında eşi görülmemiş bir macera
bulunmaktadır… Gelibolu Yarımadasına bir kez ayak bastıktan sonra sonuna kadar
savaşmak zorundasınız. Bütün dünya bizim ilerlememizi gözetliyor”.
Düşmanın karalılığını gösteren bu sözlere karşılık 8 Mayıs
1915’de Mustafa Kemal’in Arıburnu kuvvetleri komutanı olarak askerlerine
söylediği sözler de, kararlılığın ne olduğunu tüm dünyaya gösterir. Bu
kararlılıkta ölüm pahasına yurdu korumak vardır:
“SİZE SALDIRIYA GEÇMENİZİ
EMRETMİYORUM, ÖLMEYİ EMREDİYORUM. BİZ ÖLÜNCEYE KADAR GEÇECEK ZAMAN İÇERİSİNDE
YERİMİZE BAŞKA KUVVETLER GEÇEBİLİR”.
Amiral Carden’in
yerine Bağlaşık Donanma komutanlığına atanan J.M. Robeck, Boğazı
geçebilmek için 18 Mart 1915’de genel saldırıya geçti. Ancak, Türk Ordusunun
büyük direnci karşısında amacına ulaşamadı, 16 gemisinden 10’unu kaybettiği
için geri çekilmek zorunda kaldı.
Denizden İstanbul’a ulaşamayacaklarını anlayan İngiliz ve
Fransızlar, sömürge ve dominyonlarından kuvvetlerle birlikte 25 Nisan 1915’de Seddülbahr,
Kumkale ve Arıburnu’nda karaya çıktılar. Yetmiş bini bulan bu kuvvet içinde
Yeni Zelandalı ve Avusturyalı askerlerden oluşan Anzaklar ile Hintli, Senegalli,
Mısırlı Müslümanlar da bulunuyordu.
Karadan Osmanlı Başkentine yürüyebileceklerini sanan İngiliz
ve Fransızlar bu kez de beklemedikleri bir savunma ve genç bir komutan M. Kemal
ile karşılaştılar.
Sekiz buçuk ay sürecek olan ve iki taraftan 750 bin insanın
katıldığı Çanakkale Savaşlarını, Osmanlı ordusuna komuta eden General Liman
von Sanders, askeri uzman niteliğiyle değerlendirir:
“Düşmanın hazırlığını takdirle
karşılamak gerekirdi. Kusurları, planlarını eski keşiflere göre yapmış olmaları
ve Türk birliklerinin şiddetli karşı koymasını önceden hesaplayamamalarıydı. Bu
nedenle ilk günlerde sert bir darbeyle başarı elde edilememiş ve gerçekte büyük
olan bu harekât, kısa süreli ve kesin sonuçlu bir harekât olmaktan çıkmıştı.
Düşüncemize göre düşman, başlangıçta
80–90 bin kadar bir çıkarma kuvveti hazırlamıştı. Bu sırada 5. Ordunun ise
ancak 50 bin askeri vardı ve bunun bir kısmı da asıl çıkarma yerlerinde ihtiyat
(her an savaşa girecek durumda bırakılan yedek birlik) önlemleri için
ayrılmıştı. Bundan başka topçu kuvveti bakımından düşmanın üstünlüğü söz
götüremeyecek kadar açıktı. Ulaşım araçları ise sınırsızdı. 25 Nisan’da çeşitli
yerlerden yapılan gözetlemelerde bize karşı 200 kadar büyük savaş ve nakliye
gemisi kullanıldığı görülmüştü[i].”
Çanakkale’yi geçilmez kılan Mustafa Kemal’in, Çanakkale
Savaşları izlenimleri anılarından tüm görkemiyle yansır:
12 Nisan…
Bu esnada
Conkbayırı’nın güneyindeki 261m. yükseklikteki tepede sahilin gözleme ve
güvenliğiyle görevli bulunan bir askeri birliğin erleri Conkbayırı’na doğru
koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Askerlerin önüne çıkarak:
—Niçin kaçıyorsunuz? Dedim.
—Efendim düşman! dediler.
—Nerede?
—İşte, diye 261m. yükseklikteki
tepeyi gösterdiler.
Gerçekte
düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam serbestlikte
ileriye doğru yürüyordu. Şimdi durumu düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmıştım,
askerler on dakika dinlensinler diye.. düşman da bu tepeye gelmiş.. Demek ki
düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere
gelse kuvvetlerim pek fena bir duruma düşecekti. O zaman artık bunu bilmiyorum,
bir mantıksal usavurma mıdır, yoksa içgüdüsel midir bilmiyorum.
Kaçan askerlere:
—Düşmandan kaçılmaz dedim.
—Cephanemiz kalmadı, dediler.
—Cephaneniz yoksa süngünüz var
dedim.
Ve
bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na
doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen
askerlerine “marş marş”la benim bulunduğu yere gelmeleri için yanımdaki emir
subayını geriye saldım. Bu askerler, süngü takıp yere yatınca düşman askerleri
de yere yattı. Kazandığımız an bu andır.
Ruşen Eşref Ünaydın bu durumu şöyle yorumluyor:
Bir koca muharebenin (savaşın) ufacık bir an’a bağlı
olduğunu hatta bir ülke hayatının fena kullanılmış bir an yüzünden tehlikeye
düşebileceğini, burada olduğu gibi iyi kullanılmış bir anın ise bir savaşın ve
bir vatanın geleceğini iyileştireceğini o dakikayı görür gibi canlanmış bir
anlatım ile duymak insanın tüylerini ürpertiyordu!
Mustafa. Kemal Paşa dedi ki:
—Kolun başında bulunan bölük yetişti. Bu bölüğe, cephanesiz
bölüğü destekleyerek ateş açmasını emrettim. Yanıma gelmiş olan 57. alay 2.
tabur kumandanı Yüzbaşı Ata Efendi’ye bütün taburlarıyla bu bölüğü
destekleyerek, 261 rakımlı tepe üzerinden düşmana taarruz etmesini emrettim.
Cebel Bataryasına Suyatağı’nda mevzi aldırarak, düşman piyadesi üzerine ateş
açtırdım. Dereye saptığında biraz geciken diğer bir tabur kumandanı, üzerinden
açılarak taarruza katıldı. Bundan sonra idi ki alay kumandanına bütün alayıyla
benim yönelttiğim yönlerde düşmana saldırmasını emrettim.
Mustafa Kemal sayıca üstün olan düşman karşındaki başarının
nelere bağlı olduğunu duygu derinliğiyle açıklıyor:
Fakat bence bu askeri düzenlemeden daha önemli olan bir
etken vardır ki, o da herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı.
Bu öyle sıradan bir taarruz değil, herkesin başarmak veya
ölmek kararıyla harekete istekli olduğu bir taarruzdu. Hatta ben kumandanlara
sözlü verdiğim emirlere şunu eklemişimdir:
—Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum.
Bir ölünceye kadar geçecek zaman süresince yerimize başka kuvvetler ve
kumandanlar geçecektir.
Ruşen
Eşref bu anlatımı yorumluyor:
—Bu sözler Paşa’nın göğsünden o kadar kesin kararla
çıkıyordu ki, muhakkak, kumandan o günü hayalinde tekrar yaşatıyordu. Bunları
duydukça savaş araçları ne kadar ilerlerse ilerlesin, her şeyin üstünde gene
ruh azminin, bir gaye uğruna fedakârlık etmenin bulunduğuna inanıyordum[ii].
Mustafa Kemal
düşmanı geri püskürtmek, denize dökmek düşüncesindedir. Komutanlarına da
kararlılıkla seslenir:
“İçimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde Balkan
(savaşlarının) utancının ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih
etmeyenlerin bulunacağını kesinlikle kabul etmem.”
18 Nisan
Yirmi dört saatten beri devem eden savaş askerin fazlasıyla
yorgunluğuna neden olmuştu. Onun için verdiğim bir emirle taarruzu kestim.
Fakat kazanılmış olan hattı güçlendirmekten, orada mıhlanıp kalmaktan başka
vatanı kurtaracak çare yoktu. Bundan dolayı gereken emri verdim:
—Benimle beraber burada muharebe eden bütün askerler,
kesinlikle bilmelidir ki bize verilen namus görevini bütünüyle yerine
getirebilmek için bir adım geri gitmek yoktur. Rahatlama uykusu aramanın bu
dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza dek yoksun kalmasına
neden olacağına hepinizi hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın aynı düşüncede
olduklarına ve düşmanı bütünüyle denize dökmedikçe yorgunluk eseri
göstermeyeceklerine şüphe yoktur.
Mustafa Kemal Paşa’nın Genel Arıburnu Kuvvetlerini kapsayan
kumandanlığı 4 Mayıs 1915 gününe kadar sürmüş, bu süre içerisinde oluşan
çarpışmalar karşılıklı taarruzlar biçiminde olmuştur. Bu savaşlarda büyük
kahramanlık sahneleri yaşanmıştır. Mustafa Kemal Paşa destan yaratanları
anlatmaktadır:
Biz kişisel kahramanlık sahneleriyle
uğraşmıyoruz yalnız size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı
siperler arası mesafemiz sekiz metre yani ölüm muhakkak…(kesin gerçek)
Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tamamen düşüyor, ikincidekiler
onların yerine gidiyor. Fakat ne imrenmeye değer (şayanı gıpta) bir anlayış ve
inançla biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini görüyor hiç
ufak bir umutsuzluk bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde
Kuranı Kerim, Cennet’e girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet
çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren hayranlığa
yaraşır ve kutlu bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Savaşını
kazandıran, bu yüksek ruhtur[iii].
Conkbayırı’ndaki
savaşta, 26 Temmuz günü düşmanın saldırılarını arttırmasıyla birlikte
tehlikeli bir durum ortaya çıkar. Durumun önemini ve inceliğini gören Mustafa
Kemal ordu komutanlığını uyarır. Ordu Kurmay Reisi Kazım Paşa, Ordu Kumandanı
Liman von Sanders tarafından telefon başına çağrılır. Durumun nasıl göründüğüne
ilişkin görüşleri sorulur. Mustafa Kemal Paşa, Conkbayırı’ndaki durumun kritik
olduğunu ve önemini koruduğu, düzeltmek için önlem alınması gerektiğini söyler.
Paşa anılarında bu durumu anlatır:
Durum genelleşmiş, Anafartalar’a çıkmış ve çıkmakta
olan büyük düşman kuvvetlerini nazarı dikkate almak ve ona göre genel önlemler
düşünmek sevk ve idareyi birleştirmek ve sağlamlaştırmak gerekiyordu. Bu
nedenle kurmay reisinin çare kalmadı mı? Sorusuna verdiğim yanıtta, bütün
mevcut kuvvetlerin kumandam altına verilmesinden başka çare kalmadığını
söyledim.
—Çok gelmez mi? dedi.
—Az gelir! dedim[iv].
Mustafa Kemal Paşa bir
komutanın gerektiği zaman tüm sorumluluğu almasını bilmesi gerektiğini, bu
yapılmadığı takdirde acı sonuçlar yaşanacağını vurgular:
“SORUMLULUKTAN KORKAN KUMANDANLARIN HİÇBİR ZAMAN GEREKEN
KARAR VEREMEDİKLERİNİ, BUNUN SONUCUNDA İSE ACI FELAKETLER ORTAYA ÇIKTIĞINI
BİZZAT BEN DE DEĞİŞİK ZAMANLARDA GÖRMÜŞÜMDÜR[v].”
Mustafa Kemal Paşa 26–27 Temmuz gecesi Ordu Kumandanı Liman
von Sanders tarafından ANAFARTALAR GRUBU KUMANDANLIĞINA atanır. Bu görevinden ayrılırken birlikte çalıştığı silah
arkadaşlarına karşı ne tür hisler beslediğini soran Ruşen Eşref Ünaydın’a,
Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği yanıt:
İngilizler, Arıburnu çıkarmasında,
bu cephedeki muharebelerde kumandanlarının askerlerinin gösterdikleri cesareti,
dayanıklılığı, cenkçi özelliklerini olağanüstü bir dille beğendiklerini
hatırlar ve duyururlar. Fakat düşünün ki bütün savaş araçlarıyla mükemmel
suretle donatılmış büyük bir inat ve kararlılıkla Arıburnu sahillerine ayak
basan düşmanımız yine o sahil kıyılarında kalmak zorunda kalmışlardır. Bundan
dolayı subaylarımız, askerlerimizin duyguları vatanperverane ve diniyeleriyle,
ulusuna özel yiğitlikleriyle bu derece kuvvetli bir düşmana karşı başkent
(payitaht) kapılarını korumakla gerçekten övgüye değer bir mevki
kazanmışlardır. Kumanda ettiğim kıtaların subay ve askerlerini birer birer
takdir ederim. Bu yüce maksat uğruna canlarını kahramanca feda eden kutsal
şehitlerimizin derin ve sonsuz bir saygıyla anarım[vi].
Mustafa Kemal Paşa Temmuz sonlarına doğru cephede solunan
havanın ağırlaştığını belirtmektedir:
…Dört aydır o yerden, yani ateş hattından 300 m. geride
çürümüş cesetler ile bozulmuş bir hava solumakta idim. O gece saat on bir’de
zindan gibi zifiri karanlıklar içinde oradan çıkınca ilk defa temiz bir hava
karşısında bulundum. Fakat bu güzel havayı karanlık ve bilinmezlik içinde
solumak kısmet oluyordu.
28 Temmuz– 10 Ağustos Conkbayırı Taarruzu:
Anafartalar Grup Komutanı Mustafa Kemal savaş günlerini anlatmayı sürdürüyor:
Bütün geceyi pek rahatsız ve uykusuz geçirdim. Bir taraftan
Anafartalar mıntıkasından gelen raporlar ve çok yanlış fakat önemli haberler,
beni bizzat uğraştırdığı gibi, bir taraftan da önceki günlerin felaketi
sonucunda kıtasını, amirini kaybetmiş ve hâlâ bulamamış bir takım kumandanların
doğrudan doğruya bana başvurusu, bir dakika bile dinlenmeye olanak bırakmadı.
1915 yılının Ağustos’unda İngilizler her zamanki
inatçılıklarıyla Gelibolu’yu fethetmek ve İstanbul yolunu açmak üzere yeniden
büyük bir girişimde bulundular. Bu sefer çok daha fazla asker hazırlamışlar,
çok daha geniş çapta hazırlık yapmışlar, çok daha kocaman bir savaş makinesini
harekete geçirmişlerdi. Her şey inceden inceye hesaplanmıştı; öyle ki insan
aklının hesaplarına göre girişimin başarı kazanmaması olanaksız görünüyordu.
Böylece o dramatik an gelip çattı; İngiliz Başkomutanı bu anı raporunda şu
başlıkla belirtmekteydi: “Zafere iki dakika kala[vii].”
3 Ağustos Savaşı (Kireçtepe):
Kireçtepe Anafartalar savaş cephesinin sağ yönünde önemli
bir mevzidir. Düşman, 3 Ağustos günü daha üstün kuvvetlerle yeniden
Kireçtepe’ye saldırdı. Düşmanın pek ciddi olduğu anlaşılan bu saldırısına karşı
yakından bizzat gerekli önlemleri almak için cephe gerisinde Turşun köyündeki
fırka karargâhına gittim. Kireçtepe savaş meydanında yeterli miktarda
kuvvetlerin hızla toplanması gereği belirmişti. Onun için yararlanması mümkün
olan bütün askerleri çağırmak suretiyle öğleye kadar 12 tabur toplanmasını
başardım. Çağrılan kuvvetler sürekli
olarak savaş hattına yürüyorlardı.
En sonunda, subaylarından gerekenlerle birlikte bizzat ben
de savaş hattına yaklaşmak gereğini hissettim. Bulunduğum yerden savaş hattına
giden tek bir yol vardı. Bu yol sürekli sahil yakınından geçiyor, düşmanın
sahile yaklaşmış olan iki torpidosu tarafından sürekli ateş altında
bulunduruluyordu. Bu nedenle ileri hareket eden bütün birliklerin durmuş
olduğunu gördüm. Hayvandan indim, kolun başına zorunlu durma noktasına geldim.
Gerçekten oradan ileri geçmek ölümle kesin olarak temas etmek demektir. Oysa
bugün bu birliklerin ileri geçmesi gerekiyordu. Önce ben yalnız olarak koşar
adımla geçtim. Arkamdan ve birbirinden ara ile kurmay reisi ve yaverlerim
geçtiler. Ondan sonra, toplanmış birlik kumandalarına “geçeceksiniz” dedim.
Parça parça koşmak suretiyle istenilen birlikler geçirildi. Bu savaşın
sonucunda düşman hareketi etkisiz bırakıldı. Öncekinden daha baskın bir durum
alındı[viii].
8 Ağustos
akşamı Anafarta çevresinde toplanan bütün birliklerin komutasını, Arıburnu
Cephesinin kuzey kanadında bulunan 19. Tümen Komutanı Albay M. Kemal’e veren
Liman von Sanders, o günleri komutan gözüyle değerlendirir:
“İlk askeri başarısını Trablusgarp’ta gösteren M. Kemal,
sorumluluk ve görevden zevk duyan bir komutan özelliği taşıyordu. Daha 25 Nisan
sabahı 19. Tümenle ve hiçbir yerden emir almaksızın kendiliğinden çatışmaya
katılarak, düşmanı kıyıya kadar püskürtmüş ve ondan sonra üç ay süreyle
kırılmaz bir güçle düşman saldırılarına karşı koymuştur. O’na tam anlamıyla
güvenilebilirdi.
9 Ağustos
sabahı erkenden, önceden üç kere emir edildiği halde yapılamayan taarruz, Azmakdere’nin
iki yanında yapıldı ve düşman çeşitli yerlerden kıyıya doğru sürüldü. Ancak, Mestantepe
düşmandan geri alınamadı. Kaybedilen 24 saat içinde birçok İngiliz askeri daha
kıyıya çıkmış bulunuyordu.
Anafarta Savaşlarının ikinci buhranı da böylece atlatılmış
oldu. Anafarta’da düşmanın ilerlemesi ancak son dakikada durdurulabildi.
9 Ağustos’taki saldırıda düşman ağır bir yenilgiye
uğratılmıştır. 10 Ağustos sabahı düşmana şafakla birlikte saldırmak için bütün
hazırlıklar yapılmıştır. Mustafa Kemal Anafartalar anılarında bu
taarruzu anlatır:
Tanyeri ağarmak üzereydi. Çadırımın
önüne çıktım. Gecenin karanlığı kalmıştı. Artık saldırma anıydı. Birkaç dakika
sonra ortalık büsbütün ağaracak ve düşman, askerlerimizi görebilecekti.
Düşmanın piyade, mitralyöz ateşi başlarsa, kara ve deniz toplarının mermileri
bu sıkı düzende duran askerlerimizin üzerinde bir kez patlarsa, saldırının
olanaksızlaşacağına kuşku duymuyordum. Hemen ileri koştum. Çok çabuk ve kısa
bir teftiş yaptım. Önlerinden geçtiğim askerlere yüksek sesle selam verdim ve
dedim ki:
“Askerler! Karşımızdaki düşmanı
yeneceğimize hiç kuşkum yoktur. Ama siz acele etmeyin. Önce ben ileri gideyim.
Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız!”
Ondan sonra saldırı hattının önünde
bir yere dek gidildi ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak saldırı işaretini
verdim.
Bütün askerler, subaylar artık her
şeyi unutmuşlar, gözlerini, yüreklerini verilecek işarete saplamışlardı.
Süngüleri ve ayakları ileri uzatılmış askerlerimiz ve onların önünde
tabancaları, kılıçları ellerinde subaylarımız, kırbacım aşağıya iner inmez,
çelikten bir yığın gibi aslanca ileri atıldılar. Biraz sonra düşman siperleri
içinde “Allah, Allah” tan başka ses duyulmaz oldu. Düşman silah kullanmaya
zaman bulamadı. Boğaz boğaza kahramanca savaş sonunda, ilk çizgide bulunan
düşman tümüyle yok edildi. Dört saat boğuşmadan sonra 23. ve 24. Alaylarımız
Conkbayırı’nı düşmandan temizlediler ve 28. Alay da Şahinsırt’ın en yüksek
yerini geri aldıktan sonra önüne rastlayan düşman birliklerini yendi ve bozdu.
Conkbayırı tepesi elimize geçtikten
sonra, düşman karadan ve denizden yönettiği hızlı ve yoğun topçu ateşiyle
Conkbayırı’nı cehenneme çevirmişti. Gökten şarapnel, demir parçaları yağıyordu.
Büyük çaplı deniz toplarının tam vuruşlu taneleri yerin içine girdikten sonra patlıyor,
yanımızda büyük çukurlar açıyordu. Bütün Conkbayırı dumanlar ve ateşler içinde
kaldı. Herkes tevekkülle sonunu bekliyordu. Çevremiz şehitler ve yaralılarla
doldu. Olan bitenleri seyrederken bir şarapnel parçası cebimdeki saati parça
parça etti[ix].
15 Ağustos
günü öğleden önce, Kocaçimen dağına ve bitişiğindeki Conkbayırı tepesine,
M. Kemal’in kendisinin düzenlediği ve yönettiği taarruzla, düşman piyadesi bu
tepelerden kuzey yamaçlarına doğru geri püskürtüldü. Taarruza Güney Grubu’nun
yedek kuvvetleri de katıldı. Bu taarruz sonunda, savaş alanına egemen olan
önemli tepelerin Türkler elinde kalması kesin olarak sağlandı.
Yeni çıkarma yerinin en kuzeyindeki yalçın ve çıplak
Kireçtepe sırtlarında, 15 Ağustos günü çatışmanın üçüncü buhranı başladı. Kireçtepe,
Suvla Körfezi’nden kuzeye doğru giderek yarımada ile Suvla Körfezi’nin
arasını kesiyordu.
Suvla Körfezi’ne çıkarılan
düşman, Kireçtepe’de bulunan Gelibolu Jandarma Taburunun tuttuğu yeri
ele geçiremedi. İngilizlerin saldırılarına rağmen toprak kazanamadılar. Kuzeyde
dış kanadımızdaki üçüncü bunalım da böylece atlatılmış oldu. Eğer 15–16
Ağustos’ta İngilizler Kireçtepe’yi ele geçirebilselerdi, bütün 5. Ordu’yu kuşatmış,
savaşın kesin sonucunu lehlerine çevirmiş olacaklardı. Çünkü Kireçtepe sırtları
kuzeyden geniş Anafartalar ovasına egemendi. Kireçtepe’nin doğu yamaçları da o
durumdaydı ki, buradan Akbaş’a uzanan bütün vadi boyunca yarımadayı
ikiye bölen bir saldırı yapılabilirdi.
Bu hareketler sonunda ortaya çıkan durum: İngiliz kuvvetleri
kıyıdan içerlere girememiş, bütün önemli tepeler Türklerin elinde kalmıştı.
Yarma harekâtı boşa çıkarılmış, üstelik Arıburnu Cephesi de kuzeye doğru biraz
uzamıştı.
21 Ağustos günü
düşman, o zamana kadar Anafartalar’a çıkardığı bütün kuvvetleriyle hem
Anafartalar ovasında, hem de bunun iki yanında büyük bir taarruza girişti.
Taarruz çok şiddetli oldu ve Türkler büyük kayıplar verdi. Ama son yedeklerin
ve bu arada bir süvari birliğinin kullanılmasıyla bu saldırı Türkler tarafından
önlendi.
…Bütün Türk birliklerinin cesaretleri, direnme güçleri ve
vatan savunmasındaki inançları, her türlü takdirin üstündeydi. Deniz
filolarının atışlarıyla en büyük desteğini gören düşman birliklerinin cesaretli
saldırılarına rağmen, bu Türk birlikleri sayısız çatışmada yerlerini korudular[x].”
Anafartalar çıkarmasının başarısızlığa uğratılması, İngiliz
planlarının bozulması M. Kemal’e “ANAFARTALAR KAHRAMANI” unvanını
kazandırdı. Savaşın geldiği bu aşama Çanakkale Savaşı’nın yazgısını
değiştirdiği gibi, I. Dünya Savaşı’nın sonuçlarını da etkiledi. Bu önemli
olguyu Liman von Sanders gerçekçi bir biçimde saptar:
“Anafartalar çıkarması, ayrıntılı şekilde planlanmıştı.
Amaç, bir yandan Çanakkale Boğazı’nı karadan Müttefiklere açmak, öte yandan 5.
Ordu’nun geri ile bağlantısını kesmekti. Eğer Anafartalar çıkarmasıyla
İngilizler, dilediklerini taktik bakımdan elde etmiş olsalardı, Boğaz’daki Türk
bataryaları –cephaneleri de az olduğundan- bir süre sonra susmak zorunda
kalacaklardı. Bir kere toplar aradan çıkınca, denizdeki mayınları toplamak da
güç değildi. O zaman İngilizlerin kara ve deniz kuvvetleri birlikte büyük bir
başarı kazanır, Çanakkale Boğazı’nı geçer ve İstanbul’a bir zafer yürüyüşü
yapabilirdi. Türk-Bulgar Savaşında İstanbul’u kurtaran Çatalca hattı, iki
yandan düşmanın gemi atışlarıyla karşı karşıya kalacağı için pek önemsiz bir
duruma düşerdi. İngilizler ve Fransızların bu ilerlemesine Ruslar da yardım
eder ve onlarda bir çıkarma yapardı. Nitekim Atina ve Bükreş üzerinden gelen
pek çok haber, bugünlerde gemilerin ve birliklerin Odesa’da toplandığını
bildiriyordu.
Böylece, Rusya ile Batı devletleri arasında güvenli bir
bağlantı sağlanmış ve Türkiye, merkezi devletlerden kopartılmış olacaktı. Bu
koşullar altında Bulgaristan’ın tarafsızlıktan ayrılması ve bizimle işbirliği
yapması olanağı da kalmayacaktı.
Sekiz buçuk ay süren Çanakkale Savaşlarının ortalarına
rastlayan Anafartalar çıkarması, işte bu nedenlerle, bu muharebelerin askeri ve
politik açıdan doruk noktasını oluşturuyordu.”
Bu saldırıdan sonra savaş siper çatışmaları biçiminde sürdü.
Bulundukları yerlerde siperlere girerek tutunmaya çalışan İngiliz ve Fransızlar
en sonunda 19 Aralık 1915’de birliklerini geri çekmek zorunda kaldılar. 1916
yılının ilk haftasında da Gelibolu Yarımadasını tümüyle boşalttılar.
Sekiz ayı aşkın süren kara savaşlarında iki taraf da ağır kayıplar verdiler.
İngilizler 115 bini ölü olmak üzere 205 bin, Fransızlar 47 bin kişi
kaybettiler. Türk kayıpları da 66 bini şehit olmak üzere 252.300’ü buldu.[xi].
ÇANAKKALE SAVAŞININ SONUÇLARI:
—Ulusal ant sınırları içerisinde geçen Çanakkale Savaşı,
yalnızca Osmanlı Devleti’ni savaşın başında çökertilmekten kurtarmakla
kalmamış, Ordunun Balkan Savaşlarıyla sarsılan güveninin yeniden oluşmasını
sağlamıştır.
—Dünyanın en büyük donanmasına sahip olan İngiltere ve
bağlaşıklarının bu ilk yenilgisi, sömürgeci uluslar karşısında ezilen uluslara
cesaret vermiş, örnek olmuştur.
—İngiltere ve Fransa’nın Çarlık Rusya’sına yardım
gönderememeleri ve Boğazların kapalı olması nedeniyle ticaretin engellenmesi,
1917 Bolşevik Devrimine yol açmıştır. Sovyet Devriminin sonrasında Ruslar I.
Dünya Savaşı öncesi paylaşım antlaşmalarını geçersiz saymıştır. Böylece Osmanlı
ordusunun önemli bir cephesi eksilmiştir. Asıl yarar, Ulusal Kurtuluş ve
Bağımsızlık Savaşı esnasında ortaya çıkmış, cephe eksilmesinin yanında
Sovyetlerden yardım ve destek alınmıştır.
—Avustralya ve Yeni Zelanda gibi İngiliz Dominyonlarından
gelen askerler uzun süren savaşın sonunda yabancı topraklarda yitirdikleri
yaşamlarının sömürgecilerin çıkarı için olduğunu görmüşler ve bu da ulusal
bilinçlerini canlandırmıştır. Nitekim 9 Eylül 1922’de Yunanlılar, İzmir’de
denize döküldükten sonra zafer kazanan Türk Ordularının kuzeye yönelerek
Çanakkale boğaz bölgesine yaklaşması, orada bulunan İngiliz ve Fransız güçleri
ile karşı karşıya gelmesi üzerine Churchill, dominyonlardan yeniden yardım
istemiş ise de bu istek Avustralya Başkanı’nın, “Tek bir askerin hayatını
tehlikeye koyamayacağını ve savaşa karar verilirse, dominyonlardan işbirliği
istenmemesi gerektiği” yanıtıyla geri çevrilmiştir[xii].
—Çanakkale Savaşları uzun süre birbirine çok yakın siper
çatışmaları ile sürdüğünden, özellikle Anzaklar, bu zaman süresince, dünya
kamuoyunda hakkında sürekli olumsuz propaganda yapılan Türk askerinin, savaş
gücünün yanında, insancıl yönlerini de görme fırsatı bulmuşlardır.
—Çanakkale Savaşları ulusal bağımsızlık savaşının önsözü
olmuş ve Mustafa Kemal gibi bir dâhiyi ortaya çıkartarak Türk Ulusuna
kazandırmıştır. Emperyalizme karşı ilk ders, Çanakkale Destanı ile verilmiş,
Çanakkale’nin geçilmez olduğu kanıtlanmıştır.
—1917’den sonra Kuzeydoğudaki ulusal ant sınırları
içerisinde bulunan yerler, Sovyetler, Gürcistan ve Ermenistan ile yapılan
antlaşmalarla kazanılarak Kuzeydoğu sınırlarımız güvenceye alınmıştır. Böylece
Batı cephesine asker, silah, araç gereç gönderilebilmiştir. Ayrıca Sovyet
hükümetinin, bağımsızlık savaşı süresince vereceği destek ve yardımların yolu
açılmıştır.
ATATÜRK
DEVRİMİ – Fethi KARADUMAN
[ii]
Ruşen Eşref Ünaydın, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat,
Cumhuriyet Kitapları, s.22–23–27
[xii]
Dr. Nejat Tarakçı, Çanakkale’de yok
sayılan bir ulus kendini kanıtladı, Cumhuriyet Strateji eki, 14 Mart 2005 sayı:
37
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder