25 Aralık 2016 Pazar

BASIN AÇIKLAMASI “Cumhuriyete demokrasi tacını koyan İsmet İNÖNÜ”



BASIN AÇIKLAMASI
“Cumhuriyete demokrasi tacını koyan İsmet İNÖNÜ”

Batı cephesinde askeri dehasını, Lozan’da diplomatik zekasını, Siyasal yaşamda güçlü ve saygın devlet adamı karakteri gösteren, Türk ulusunun varlık yokluk kavgasında vatan savunmasında, her türlü çareye başvuran bir neslin son temsilcilerinden 2. Cumhurbaşkanımız M. İsmet İnönü’nün bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 43.yılında bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz.
Henüz dünyada çoğulcu demokratik sistem var olmuş veya kurulmuş değilken, iktidarın tüm olanakları elinde olmasına karşın özgür seçimlere giden, dahası bu seçimlerdeki yenilgisinin ardından büyük bir demokratik olgunlukla 'Benim en büyük zaferim bu yenilgimdir' diyerek iktidarı devredip muhalefete geçen İsmet İNÖNÜ, sonraki ve günümüz hükümetleri için onurlu demokrasi dersi veren saygın bir liderdir.
Lozan’ın ilk günü salona girdiğinde her ülkenin heyet başkanı için büyük bir koltuk ama Türkiye heyeti başkanı için “Koltuk bulamadık” bahanesiyle küçük bir koltuk ayrılmış olduğunu duyar duymaz salonu terk eden, birkaç dakika içinde diğerlerine eş değer koltuk bulunması üzerine salona dönen liderdir İsmet İNÖNÜ.
Ne yazık ki; kan ve irfanla kurulan, insanüstü bir çaba ile yüceltilen Cumhuriyetin kuruca kadrolarına yönelik saldırılar, cumhuriyet yıkıcılığından sabıkalı, yağmacı bir kesim tarafından büyük bir utanmazlık, değerbilmezlik ve bilgisizlikle artarak sürmektedir.
İsmet Paşa’ya, onun şahsında Mustafa Kemal ATATÜRK’E “utanıp” “sıkılmadan” her fırsatta saldırmayı “ustalık” sayan, ulusal bilinç ve kimlik yoksunları ele geçirdikleri iktidarları döneminde, yani son 15 yılda; Emperyalist batıya Lozan kazanımlarını yok eden yıkım niteliğinde ödünler verebilmiş, “yedi düveli” dize getiren soylu bir ulusa dünya ulusları karşısında başını eğdirmiştir,
Demokrasi öğretmeni İsmet İnönü’nün 1956’da TBMM’de, kendilerine iktidar yolunu açan Laik Demokratik Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya yönelen Demokrat parti yöneticilerine; “Arkadaşlar aramızdaki farkı bilelim. Biz mutlakıyetten bugüne geldik. Siz, bugünden mutlakıyete gidiyorsunuz” diyordu. Bugün İsmet İnönü’nün büyük bir siyasal erdemlilik ve demokratik olgunlukla açtığı o yoldan iktidarı ele geçiren, demokrasiyi içine sindiremeyen bir dinci faşist siyasal kadro ile karşı karşıyayız.
Cumhuriyetin kuruluşuyla başlattıkları ‘cumhuriyet parantezini kapatma’ Cumhuriyet’ten rövanş alma, Atatürk Cumhuriyeti'yle hesaplaşma arzusu ile yanıp tutuşanlardan Atatürk'ün muhteşem eseri olan Türkiye Cumhuriyeti'ne demokrasi tacını koyan İsmet İNÖNÜ’YÜ anlamalarını beklemek siyasal saflıktır.
  Çünkü vasatlığı, değersizliği, kalitesizliği yüceltenler; Emperyalist yağmacılığa, ağalara, şeyhlere, köleliğe boyun eğenler, akıl ve bilime değil hurafeye, inanan din sapkınları, zihinsel bir çürüme içinde yaşayanlar tam bağımsızlık, ulusal egemenlik, ulusal onur ve bilinçten yoksundurlar. 
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük savaş ve stratejistlerinden biri olan Atatürk’ün yanında, yakınında bulunmuş olan İsmet İnönü, Türk ulusunun varlık yokluk kavgasında vatan savunmasında, her türlü çareye başvuran bir neslin son temsilcilerindendir.
Üzülerek belirtelim ki, ülkemizde, Atatürk’e, Cumhuriyete, Türk devrimine “kin” ve “düşmanlık” besleyenlerin sıkça yaptıkları şey, İsmet İnönü’ye “yerli yersiz” hücum etmektir. İsmet İnönü’yü eleştirmek başka şeydir, aşağılamak, önemsizleştirmek başka şeydir.
Ama unutulmamalı, kimsenin tarihi ve geçmiş zamanı değiştirme olanağı yoktur.  Bu nedenle, ne söyleyip yazarlarsa yazsınlar er ya da geç gerçekler ortaya çıkmakta ve İnönü’nün değeri tarihteki yerini korumaktadır.
İngiltere eski Ankara Büyükelçisi Sir Percy Loreine (1933–1939) Atatürk ve İnönü hakkında şöyle yazıyor.
"Atatürk ve İnönü. Türkiye'nin, kendisini idare için çocukları arasından bulmak bahtiyarlığına kavuştuğu iki büyük adam. İkisinde de aynı olan şu iki meziyet var: Kaya kadar sağlam namus ve şeref, çok yüksek ve insan emelinin sınırını aşan bir vatanseverlik.”
Kağnıyla kamyonu yendiğimiz kurtuluş savaşının Batı Cephesi Komutanı, Türk'e biçilen emperyalist elbiseyi, yani Sevr’i yırtıp, Türk ulusun bağımsızlığı ve özgürlüğünün tapu senedi Lozan’ı tüm dünyaya kabul ettirmedeki katkıları yadsınamayacak değerde olan “Kaya kadar sağlam namus ve şeref, çok yüksek ve insan emelinin sınırını aşan bir vatanseverlik” erdemine sahip olan M. İsmet İnönü’nün bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 43.yılında bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz.
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

20 Aralık 2016 Salı

Din Alimliği Paravan mı?




Said-i Nursi’nin(Kürdi) 1918 yılında, yani kırk küsur yaşında İstanbul’da Kürt Neşr-i Maarif Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldığını yazmıştım. İngilizlerin kışkırtması ve desteği ile kurulan Kürdistan Teal-i Cemiyetinin yan kuruluşu. Gayesi, daha o tarihte İngilizlerin menfaati doğrultusunda Kürt özerk bölgesinin oluşturulması için, günümüzdeki TRT 6’sı gibi, Kürtleri tek çatı altında toplamaya dönük faaliyet.
Osmanlı yıkılmış, işgal kuvvetleri Anadolu’yu parçalarken, Kürt Neşr-i Maarif Cemiyetinde yazmanın anlamı nedir? O eski Sait’ti demek, paça kurtarma stratejisidir. Ya Dünya’dan bir haberler inanır o safsataya, ya da aynı onun gibi düşünenler.
Mensuplarına kavimciliğin günah olduğunu söyleyen beyefendi, "Ebnâ-i cinsi"ni öne çıkarmış yıllarca. Bu konuda 1909’da "Kürt Milliyetçiliği" yaptığı "İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi" kitabını yazmış. Van’a dili Kürtçe olan üniversite istemiş "Zehra" adıyla. O okulun açılması için 1907’de Abdulhamid’e dilekçe veriyor.
Sonra 1908’de, bir yıl sonra "Şark ve Kürdistan" Gazetesinde yazmaya başlıyor. Gazete’nin özü "Kürtçülük".
"Molla Said-i Kurdî’nin de yazarları arasında bulunduğu gazetenin ilk sayısında Said-i Kurdî (Nursî) Abdülhamid’e şöyle sesleniyordu."(Dirok)
"Yeni açılan bu mekteplerdeki öğretmenlerin mahalli dili (Kürtçe) bilmemeleri dolayısıyla bu çocukları eğitim ve öğretimden mahrum bırakmaktadır. Bu ise vahşete, karışıklığa, dolayısıyla batının gürültü ve patırtı çıkarmasına sebep oluyor." (Şark ve Kurdistan, 1908 – Sayı;1)
Eğitim Kürtçe olsun diyor padişaha.
***
Neyse efendim bugün, Said-i Kürdi değildi konum. Kürt Neşr-i Maarif Cemiyetinin faaliyete geçtiğini duyuran Jin Dergisinin, günümüz Kürtçülerince kutsandığı idi. O dönem Kürt vatanseverlerce çıkarıldığını, baskılar sonunda kapandığını yazıyorlar. Dün Osmanlı toprakları üzerinde özerk Kürt bölgesi kurup, enerji kaynaklarını sömürmek isteyen İngiltere vardı, bugünde aynı düşünce içindeki ABD.
***
Jin Dergisinden ABD Başkanı Wilson’a..
Said-i Kürdi’nin "Kürtler! Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız.." seslenişine karşılık mıdır bilinmez, Jin Dergisi yazarı Dr. Abdullah Cevdet "Kürtler Uykuda Değil" başlıklı yazısında, ABD başkanı Wilson’a bakın ne diyor?
"Waşington’un özgür ve yüce ruhu, Long Fellon’un merhameti ve duyarlı yüreği, Wilson’un bilgi ve uygulamasında taze ve ateşli bir hayat yaşatır.. Kürdler! böyle bir çağın böyle bir kıyametinde uyumak mümkün müdür?
Ey Kürt uyan diye bağırmaya ben gerek görmem, çünkü eğer Kürtler uykuda, hala uykuda iseler, çoktan, pek çoktan ölmüşler demektir. Kürt uyanıktır ve kendisini yüzyıllardan beri uykuya çağırmış ve kendileri de uykuya dalmış olan efendileri de uyandıracaktır." (Sayı:1, Sayfa: 6)
Özetle "Wilson prensibinden Kürtleri de yaralandırın" diyor(1908). 2003’de TBMM’de Kabul edilen "İkiz yasalar" la o istek, 103 yıl sonra gerçek oluyor. Uygulanması için "Anayasal" değişikliğe ihtiyaç var efendim. Şimdi o çalışma sürüyor.
** *
Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti
Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, 19 Eylül 1908 tarihinde kuruldu.
"Derneğin programı şöyleydi: Okullar açmak, Kürtleri idarî ve yargı görevlerine atamak, Kürtçe dilini resmi dil olarak kabul ettirmek, Kurdistan’ın muhtelif şehirlerinde üniversiteler açmak, anadilde siyasi gazete ve dergiler çıkarmak, mecliste Kürt temsilcilerinin de sürekli olark bulunmasını sağlamak, Kürdistan’da ekonomiyi canlandırmak…" (Dirok)
"Dernek, 9 Kasım 1908′de İstanbul’da "Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti" adıyla bir gazete çıkardı. Gazete,haftalık ve sekiz sayfa olarak yayımlandı…. Kültür ve eğitim içerikli makaleler gazetede önemli yer işgal ediyordu. Dikkat çeken makalelerin yazarları Said-i Kurdi (Bediüzzaman Said-i Nursi), İsmail Hakkı Babanzade ve ulusal hareketin diğer etkili düşünürleriydi." (Dirok)
Said-i Nursi Kürt ulusal hareketinin etkili düşünürü" mü, yoksa din alimi mi? Varın siz karar verin.
Hayatının önemli bir bölümünü Kürtçülüğe hizmetle geçirmiş Said Beyin, din kisvesi altında Türk çocuklarına "kavmiyetçilik günah" deyip milliyetlerinden vaz geçirmek de bir nevi davasına hizmet sayılır mı, sayılmaz mı?
***
Kürtçü - Ermeni İşbirliği..
"Paris barış Konferansına(20 Kasım 1919- Paris)
Bizler, aşağıda imzası bulunanlar ermeni ve Kürt uluslarının temsilcileri Büyük Barış Konferansı’na iki ulusun da aynı Ari kavimden ve çıkarlarının da aynı olduğunu ve aynı amacı, yani kendi bağımsızlıkları amacını güttüklerini belirtmekten şeref duyarız.
Şu halde Barış Konferansı’ndan, aramızda tam anlaşmaya varmış olarak beraberce sizden, ulusların hakları prensibine uygun olarak Birleşik Bağımsız Ermenistan ve Bağımsız bir Kürdistan’ın yaratılmasını, kurulacak olan bu devletler yardımını alabilmesinin teminini….
İmzalar: Boğos Nubar (Ermeni Milli Delegasyonu Başkanı), Dr. H. Ohancanyan (Ermenistan Cumhuriyeti Delegasyon Başkan Vekili), Şerif Paşa (Kürt Milli Delegasyonu Başkanı)
Yoruma gerek var mı?
***
1900’lü yıllarda Kürtçülüğe hizmet edenler, kırklansa bile temizlenemez kanımca. Günümüz PKK’sı ve siyasi uzantısından farkı nedir o gün ki faaliyetlerin. O işler "eski-yeni" Sait’le açıklanamaz.
***
Gelelim Tekrar Said Okur’a..
Said-i Kürdi’yi yazarken, karşıma epey Kürtçülük dokümanı çıktı. Bu arada Said Bey için "Kürt kökenli" ama Türk düşmanlığı yapmamış, diyenler çıktı. Bahsettiğim neredeyse hayatının kırk küsur yılında, Kürtçülükle iştigal ettiğidir. Cumhuriyet kurulana kadar, İngilizlerin desteği ile kurulan bir takım cemiyetlere üye olduğu, "Ebnâ-i cinsi" için Kürtçülük yapan yayın organlarında köşe yazdığıdır.
Bahsettiğimiz kişi başında kavak yellerinin estiği dönemde değil, aklı başında, şuurlu, kırklı yaşlardadır. Bu toprakların bölünerek üzerinde "Kürdistan" kurulma çalışması, Türklere düşmanlık değil de nedir?
Kendisini iki yönden ele almak şart. İlki Kürtçülüğü, diğeri İslâm adına attığı iddia olunan adımların gerçekten İslâm’a katkısı olmuş mudur? İkincisi için hem yanlışları ön plana çıkıyor, hem de din kisvesi altında yine "Kürtçülük" yaptığını, dinini diyanetini bilenler söylüyor.
Hayatının kırk küsur yılını Kürt merkezine oturtmuş ve bu uğurda çalışmış Said-i Kürdi nasıl olup da, din alimliğine soyunmuş? İşgal kuvvetleri Anadolu’yu parçalamayı başarsaydı, din alimi mi, yoksa Kürt özerk bölgesinde başka bir görevi mi olacaktı? Kendisine eski Sait derse, bizim de o soruyu sorma hakkımız doğar.
Risale denilen satırlarını tartışılmaz kılması bile başlı başına tuhaflık. Kuran-ı Kerimi her tefsir eden o yasağı koysa, çıkmaz sokağa hapsolunuruz. Kaldı ki, Sait Beyin satırları tefsir değil. Kanaat ile Kuran’ın kendinden ve satırlarından bahsettiğini söylüyor. Müritler bunun ne korkunç bir şey olduğunu düşünmüyor.
Allah akıl vere demeyeceğim, var olanı kullanmalarının önünü zaten Said Bey kesmiş. "Satırlarıma güvenin, kimselere inanmayın" demiş.
***
Bu yazıda, topraklarımızdaki Kürtçülük faaliyeti ve kışkırtan ülkelerin menfaati anlatılacaktı. Kürtçülerin Wilson’dan Lenin’e, İşgal kuvvetleri komutanlığından, Paris Barış konferansına; "Kürdistan istiyoruz" şeklinde özetlenebilecek faaliyetleri özetlenecekti.
Ne yazık ki Said-i Kürdi ile ilgili önceki iki yazının, ruhuna hapsoldum.
Türk-İslam coğrafyasının huzura kavuşması için, bu tür kimlikler ve safsataları araştırılmalı, neticesi ilmen ortaya konulmalı. Bu topraklardan Türkleri atmak için, batının her yol mubah felsefesine destek verenler, aydınlığa çıkarılmalı.
Çünkü gidecek bir yerimiz yok. Verecek bir karış toprağımız da. 19 Ekim 2011