15 Aralık 2016 Perşembe

LOZAN’I BIRAK, BRÜKSEL’E BAK!



Bu yazımda sizlere, tamamı Avrupa Birliği’nin (AB) resmi belgelerine dayalı tarihi bilgiler sunacağım.
Türk dış siyasetinde çok önemli bir dönüm noktasının belgelerini içeren bu yazımı okumakla kalmayıp dosyanızda saklamanızı öneririm.

KIBRIS’I RUMLARA RECEP TAYYİP ERDOĞAN VERDİ

Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs’ı Rumlara verme yolunda ilk adımı 29 Ekim 2004 tarihinde attı.
Avrupa Birliği (AB) Anayasası 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da, 25 Üye devletin Kraliçe, Başkan, Cumhurbaşkanı, Hükümet Başkanı tarafından imzalandı.
Üç aday adayı ülkenin; Türkiye, Bulgaristan ve Polonya’nın, devlet başkanları, başbakanları da ayrı bir protokol imzalayarak AB Anayasasını kabul ettiler.
Türkiye’yi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Başkanı Abdullah Gül temsil ettiler.
İmza töreni Papa 10. Innocent’in heykeli altında gerçekleştirildi.
Papa 10. Innocent, Türklere ilk Haçlı Seferlerini düzenleyen papazdır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı AB Anayasasının giriş bölümü şu sözlerle başlamaktadır:

“DRAWING INSPIRATION from the cultural, religious and humanist inheritance of Europe…”

Türkçesi:

“Avrupa’nın kültüründen, dininden ve insanlık mirasından İLHAM ALARAK…”

AB Anayasasının, Avrupa dininden ilham alınarak hazırlandığı vurgulanıyordu.
Peki, Avrupa’nın dini nedir? Hiç kuşkusuz, Hıristiyan dinidir.
Hiç tartışmaya yer yok, AB Anayasası, bir Hıristiyan anayasasıdır.

Peki, nasıl oluyor da halkının yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye, bir Hıristiyan Anayasasının buyruğuna girmeyi kabul ediyordu?
“Minareler süngü, camiler kışla” diyerek halkın din duygularını sömürüp iktidar yolunu açanlar, nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyeti’ni bir Hıristiyan Birliği’ne teslim ediyorlar, üstelik bu anlaşmayı Türklere ilk Haçlı Seferlerini düzenlemiş papanın huzurunda imzalıyorlardı?
Bu sorunun cevabını Recep Tayyip Erdoğan şöyle vermekteydi:
“Benim Emir-Komuta Merkezim ne emrederse onu yaparım. Papaz elbisesi giyeceksin derse Papaz elbisesi bile giyerim, bu şekilde gider görevimi yaparım.”

Öyleyse Recep Tayyip Erdoğan’ın Emir-Komuta Merkezi emretmiş, Recep Tayyip Erdoğan da, gerçi papaz elbisesi giymemiş, ama Türklerin düşmanı Papa’nın heykeli altında Hıristiyan Anayasasını imzalayıp kabul etmişti.

Recep Tayyip Erdoğan’ın 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da imzaladığı AB Anayasasını imzalayan üye devletlerden biri de, Kıbrıs Cumhuriyeti idi.
Yalnız AB Anayasasında değil, tüm AB belgelerinde Kıbrıs’tan sadece şöyle söz edilmektedir:
“The Republic of Cyprus”. Yani, “Kıbrıs Cumhuriyeti”.
Ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetimi Rumlardadır
Roma’da imzayı, Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet Başkanı Nicos Anastasisdes atmıştı.

İmza töreninden sonra Recep Tayyip Erdoğan, Nicos Anastasisdes ile birlikte Aile Fotoğrafında yer almıştı.
29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da AB Anayasasını imzalayan Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs’ın Rumların yönetiminde olduğunu kabul etmiş oldu.
Bu, Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’ı Rumlara verme yolunda attığı ilk adımdı.
Şimdi gelelim, ikinci ve belirleyici adıma.

17 Aralık 2004 tarihinde “Council of the European Union”, yani Avrupa Birliği Konseyi toplandı.
Bu toplantı sonucunda “Başkanlık Kararları” başlığı altında alınan kararlar bir rapor olarak açıklandı.
Bu raporda 17 – 23. maddeler sadece Türkiye’yi ilgilendiriyor, Türkiye’nin yerine getirmesi gereken koşullar sıralanıyordu.
Bu maddeler kabul edilirse, Türkiye’ye “Aday Üye Müzakerelerinin” başlayabilmesi için bir tarih verilecekti.
Bu maddeler kabul edilmeden, Müzakereler başlamayacaktı.
İşte, bu maddelerin içeriği:

• Rum yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti tanınacaktır.
• Kıbrıs Cumhuriyeti de Gümrük Birliği kurallarının geçerli olduğu ülkeler listesine eklenecektir.
• Kıbrıs Cumhuriyeti bandıralı gemilerin ve Kıbrıs’a ulaşmış gemilerin Türk limanlarına girmesine izin verilecektir.
• Üyelik müzakereleri “ucu-açık” olup sonucu garanti edilmeyecektir.
• Türkler AB’ye üye olduktan sonra bile AB ülkelerinde serbest dolaşamayacak, Türklere vize kaldırılmayacaktır. Ama AB vatandaşları Türkiye’de serbestçe dolaşabileceklerdir.
• Türkiye’de yabancı işçilerin serbest dolaşımını kısıtlayan engeller kaldırılacaktır.
• Yabancı yatırımlara karşı konulmuş kısıtlamalar kaldırılacaktır.
• Kürtlerin haklarını ve özgürlüklerini tam kullanmalarına izin verilecektir.
• Türkiye’de Müslüman olmayan toplulukların özgürlüklerini kullanmada karşılaştıkları sorunlar ortadan kaldırılacaktır.
• Ordu, sivillerin kontrolüne geçecektir.
• Ermeni soykırımı tanınacaktır.
• Ermenistan ile halen kapalı olan kara sınırları açılacak, diplomatik ilişkiler kurulacaktır.
• Dicle ve Fırat nehirlerinin üzerindeki barajların ve sulama sistemlerinin yönetimi uluslararası bir kuruluşa verilecektir.
• İran, Türkiye’nin potansiyel bir düşmanı olarak kabul edilecektir.
• Türkiye ile Rusya arasında yeni bir siyasi rekabetin doğabileceği dikkate alınacaktır.
• Devlet bankalarının ve işletmelerinin özelleştirilmesi hızlandırılacaktır.
• Canlı hayvan ve et ürünlerinin Türkiye’ye ithali serbest bırakılacaktır.
• AB Müktesebatının tamamı kabul edilecektir.

Bu çok ağır koşullar içeren rapor, Konsey’de saatlerce tartışılır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çok zorlanmış, Kıbrıs’ı Rumlara teslim edişini Türk halkına nasıl açıklayacağını bilmediğini söylemiştir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın sıkıntısı, Kıbrıs’ı Rumlara verişinin Türkiye’de nasıl savunmasını yapacağını bilmediğinden kaynaklanmaktadır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın imdadına İngiltere Başbakanı Tony Blair yetişir.
Tony ve Erdoğan bir odada yalnız başlarına uzun süre görüşürler. En sonunda Tony Blair, Kıbrıs’ı Rumlara veren Tayyip Erdoğan’a şu taktiği verir:

“Sen halkına, imzaladığın anlaşmanın sadece bir ticari anlaşma olduğunu ısrarla söyle!”

Bu taktiği benimseyen Recep Tayyip Erdoğan odadan çıkar, Konsey’in toplandığı salona döner ve anlaşmayı imzalar. İlginçtir, çok ağır şartlar içeren bu anlaşmayı Konsey’in bazı üyeleri bile şaşkınlıkla karşılar. Bunlardan bazıları Recep Tayyip Erdoğan’a;
“Biz bu şartları kabul etmeyeceğinizi, direneceğinizi sanıyorduk! Eğer direnseydiniz bizler de sizi destekleyecektir!” demişlerdir.
Recep Tayyip Erdoğan, 17 Aralık 2004 günü Kıbrıs’ı resmen Rumlara vermiş olur.
18 Aralık 2004 tarihli, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yanlısı gazeteler, haberi şu başlıklarla verirler:

Posta: “Büyüksün Türkiye!”
Hürriyet: “İstediğimizi aldık”
Sabah: “Avrupa İhtilali”
Star: “70 Milyon Coşku”
Zaman: “Yeni Türkiye”
Yeni Şafak: “Başardık”
Vakit: “Hayırlı Olsun”

Değerli Dostlar,

Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’ı Rumlara verişinin öyküsünü çok ayrıntılı olarak, AB belgelerinden İngilizce alıntılar da yaparak, “AVRUPA BİRLİĞİ TABUTA ÇAKILAN SON ÇİVİ” ve “İĞFAL” adlı kitaplarımda anlattım.
Birinci baskısı Kasım 2006’da yapılan “AVRUPA BİRLİĞİ TABUTA ÇAKILAN SON ÇİVİ” kitabım bugüne kadar 7 baskı yaptı.
Aradan geçen 10 yılda, bu kitapta verdiğim bilgilerden tek bir satırının bile “doğru olmadığını” söyleyen bir devlet yöneticisi, bir siyasetçi, bir akademisyen, bir yazar, bir gazeteci çıkmadı!
Birinci baskısı Ocak 2011’de yapılan “İĞFAL”, bugüne kadar 3 baskı yaptı.
Aradan geçen 5 yıl içinde, bu kitapta verdiğim bilgilerden tek bir satırının bile “doğru olmadığını” söyleyen bir devlet yöneticisi, bir siyasetçi, bir akademisyen, bir yazar, bir gazeteci çıkmadı!

Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Eylül 2016 günü Saray’da Muhtarlara hitaben şunları söyledi:

“Bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. O masaya oturanlar Lozan’ın hakkını vermediler.”

Lozan’la ilgili gerçekleri saygın tarihçilerimiz, uzman aydınlarımız yazdılar, televizyonda anlattılar.
Benim bu konuda şöyle sesleniyorum:

Sayın Recep Tayyip Erdoğan,
Lozan’ı bırakın da Brüksel’de Kıbrıs’ı Rumlara nasıl verdiğinizi anlatın!
Dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair’den aldığınız taktikle Kıbrıs’ı Rumlara verdiğiniz gerçeğini nasıl sakladığınızı, Brüksel Anlaşmasını bir “zafer” olarak halkımıza nasıl yutturmaya çalıştığınızı anlatınız!
Ancak şunu hiç unutmayınız:
“Güneş balçıkla sıvanmaz!”

Yılmaz Dikbaş
3 Ekim 2016, Pazartesi
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

Halep Gerçeği ve Erdoğan



Dün gece Suriye ordusunun Halep’te kontrolü ele aldığı kesinleşince Tayyip Erdoğan’a yıllardır büyülenmiş gibi bağlı olan kitlede ciddi bir kırılma yaşandı.

Son dakikaya kadar satıldıklarını kabul etmek istemediler, “Vardır Reis’in bir bildiği, Halep’i teslim etmez” diye düşündüler ancak Beşar Esad’ın Halep’e bizzat gidip askerleri ile kucaklaşmasının görüntüleri gelmeye başlayınca cenahta büyük bir vaveylâ koptu.

Kaynağı belli olmayan, en ucube işkence görüntüleri paylaşıp ağlamaktan sabaha kadar uyuyamadılar. Sosyal medya dün gece kan ağladı.

Reis’ten talimat gelmeyince abdest bile alamayan bu gürûh, adeta darmadağın oldu. Kimisi “Rus Büyükelçiliği’nin önüne yatalım” derken, kimisi “Halep’e gidip kendimizi patlatalım” teklifinde bulundu.

Sabahın 05’ine kadar twitterde yazışan Reisçileri takip ettim. Aralarında Tayyip Erdoğan’a karşı çok ciddi bir güvensizlik yaşayanlar var. Bazılarınız bunun temelsiz ve geçici olduğunu düşünebilirsiniz ama burada anahtar bir kelime var:

Ümmet.

Onlar şimdiye kadar Tayyip Erdoğan’ın ne yaptıysa ümmetin selameti için yaptığına inandılar. Zaten Suriye’ye de sünnileri şiilerin elinden kurtarmak için girmemiş miydik?

Türk kanı, Kürt kanı, Alevi, işçi, öğrenci, gazeteci vs. kanı dökülebilirdi ama Reis, ümmetin saç teline zarar gelse dünyayı yakardı.

Öyle inanıyorlardı..

Kendilerine göre Suriye ordusu dün gece Halep’te çocukları kesip kadınlara tecavüz ederken (ki doğru bilgi değil, aksine halk kutlama yapıyor) Reis Putin’in dizi dibinde uysalca sustu…

Şimdi içlerinde 1’den fazla beyin hücresi taşıyanlar şu soruyu da soracak:

“Peki Reis neden sustu?”

Biz yardımcı olalım:

Sustu çünkü korkuları onu Putin’in ve İsrail’in kucağına atmıştı.
Yıllarca kapısında beklediği Atlantik devletleri tarafından terk edildiğini görünce can havliyle Putin’e sığındı. Yargılanmaktan ve suçlarının ortaya çıkmasından korkuyordu, gidecek yeri kalmamıştı.

Ne millet, ne devlet, ne ümmet.

Kendisinden, servetinden ve ailesinden başka önceliği yoktu..

Onun bu zaafını iyi bilen Putin kartlarını akıllıca oynadı.
Ve henüz Mavi Marmara’nın şokunu atlatamayan Ak yiğitler, bir de Halep’le sarsıldılar.

Bu daha başlangıç,

Çok daha ağır gerçeklere hazır olun.

Hani Fethullah için artık “Meğer o bir şeytanmış, bilememişiz” diyorsunuz ya..

Aynısını başkaları için de söyleyeceksiniz.

(FSG)
http://www.turkishnews.com/content/2016/12/14/halep-gercegi-ve-erdogan-kesinlikle-okunmali/

11 Aralık 2016 Pazar

BASIN AÇIKLAMASI “Bu alçak ve hain saldırı, karanlık bir siyasal düzenbazlığın parçasıdır”



Konu:Dolmabahçe saldırısını lanetliyoruz                                                            11 Aralık 2016               
BASIN AÇIKLAMASI
“Bu alçak ve hain saldırı, karanlık bir siyasal düzenbazlığın parçasıdır”

İstanbul Dolmabahçe'deki Beşiktaş - Bursaspor maçının bitiminin ardından Vodafone Arena'nın yakınlarında bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda 30’u polis 38 kişi yaşamını yitirirken 180 i aşkın kişi yaralandı.
Öldürülenlerin yakınlarına, sevenlerine ve ulusumuza başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.
Bu alçak ve hain saldırının, karanlık bir siyasal düzenbazlığın parçası olduğu açıktır. Türkiye başkanlık tartışmaları altında bir kaos ve belirsizlik ortamına sürükleniyor. AK–MHP’nin üzerinde uzlaştığı, ülkeyi faşist diktatörlüğe sürükleyecek Başkanlık yasa tasarısının TBMM’ye sunulduğu gün, bu alçak ve hain saldırının gerçekleşmesi bir rastlantı olmasa gerek.
Tıpkı 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, Suruç katliamıyla başlayan Ankara Gar Meydanı saldırısıyla zirveye ulaşan terör ve korku ortamı bu kez başkanlık rejimi için bir kez daha tezgâhlanıyor. 
Anımsanacağı üzere 7 Haziran seçimleri sonunda 2002 de seçimle geldiği iktidarı kaybeden AKP seçimle gitmemiş, 1 Kasım’da iktidara yeniden el koymuştu.
14 yıllık yıkımın hesabını vermek yerine, Başkanlık kalkanına sığınmayı kurtuluş olarak hedefine koyan Erdoğan-AKP iktidarı, 15 Temmuz kalkışmasının yol açtığı siyasal krizi de, fırsata çevirerek kendi iktidarını güvenceye almaya çalışmaktadır.
Tüm iç ve dış iktidar dinamiklerini kaybeden AKP yönetimi, Olağanüstü Hal (OHAL) ile sarsılan iktidarını sağlamlaştırmak, toplumu baskı altına alarak ülkeyi başkanlık rejimine sürüklemeyi amaçlamaktadır.
İstanbul Dolmabahçe de 30’u polis 38 yurttaşımızın yaşamını yitirmesi, 180 i aşkın yurttaşımızın yaralanmasıyla sonuçlanan patlama da bu amaçla kullanılacağı ortadadır.
Kanlı ve kirli oyunun parçası olan saldırılar zincirinin bu son halkasını, onlarca insanın canını alan bu karanlık saldırıyı lanetliyoruz.

YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI