9 Kasım 2016 Çarşamba

“Kahredici bir istibdada karşı ancak bir devrimle cevap" verilir



Sayı:2016/21
Konu:Kahredici bir istibdada karşı ancak bir devrimle cevap verilir                                  09 Kasım 2016           
BASIN AÇIKLAMASI
“Kahredici bir istibdada karşı ancak bir devrimle cevap verilir”
· Yurdumuzu ve ulusumuzu emperyalist, yağmacıların pençesinden kurtaran,
· Ulusa dayanan, egemenliğin kaynağını doğrudan halktan alan, Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran,
· Akıl ve bilim ilkeleri doğrultusunda gerçekleştirdiği devrimlerle Çağdaş, uygar, Laik demokratik bir ulus yaratan,
· Emperyalizm çağında ulusal bağımsızlığını elde eden yoksul bir ulusun, ekonomiye ve sosyal gelişime dayanan gerçek kurtuluşunun yol ve yöntemlerini gösteren,
· Emperyalist yağmacı devletlerin egemenliği altında bulunan sömürge ya da yarı-sömürge Dünya uluslarına, emperyalizmin yenilebildiğini göstererek onlara örnek olan,
· Dünyanın tüm mazlum uluslarına barış ve ilerlemenin yollarını gösteren bu nitelikleriyle tüm uygar insanlığın sonsuza değin saygısını kazanan,
· Yalnız emperyalizmi yenilgiye uğratmakla kalmayarak, devrimleri ile yarınlarımızı aydınlatan Mustafa Kemal Atatürk'ün sonsuzluğa yücelmesinin 78. yıldönümü!
Varlığı ezilen, mazlum ulusların sömürgeleştirilmesine bağlı olan batılı yağmacı emperyalistler, gerçekleştirdiği antiemperyalist ulusal bağımsızlık savaşı ile yokluk ve yoksulluk içinde kıvranan bir ülkeden çağdaş, uygar bir cumhuriyet kuran Mustafa kemal Atatürk’ü ve KEMALİZM’İ kendileri için her zaman büyük bir tehlike olarak görmüşlerdir.  Çünkü Kemalizm yalnızca Türk ulusunun emperyalizmden bağımsızlığını sağlamakla kalmamış, aynı zamanda mazlum ulusların uyanışına da öncü ve örnek olmuştur.  Bu nedenle bir ulusal bağımsızlık düşünce ve eylemi olan KEMALİZM’İN etkisini başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada bin bir çeşit araç ve yöntemler kullanılarak ortadan kaldırmak,  emperyalist yağmacılığın vazgeçilmez hedefi olmuştur.
Batılı emperyalist yağmacılarda, İşbirlikçi Batıcılarda ve dinci gericilerde Atatürk kadar travma (sarsıntı) yaratan başka bir kişilik söz konusu değildir.
İşte bu nedenlerle, 1938 den bu güne küreselleşme adı altında, emperyalizmin, işbirlikçi güçlerinin ve gericiliğin Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi'yle yani Kemalizm’le, tarihsel hesaplaşması sürmektedir.
 Emperyalistlerin mazlum uluslara biçtiği yazgıya, başkaldıran, Türk ulusunu sömürü bataklığından ve ortaçağ karanlığından kurtaran büyük devrimci Kemal Atatürk’ün bedensel varlığının sonsuzluğa yücelmesinin hemen ardından antiemperyalist, devrimci öğretileri özününden koparılmış, içeriği yoksunlaştırılmış, “tabulaştırılmış”,  antiemperyalist, halkçı, devrimci “Kemalizm” yerine, düzenin izin verdiği ölçüde bir “Atatürkçülüğe” dönüştürülmüştür.
Kendine “Atatürkçüyüm” diyen pek çok kesiminde katkı ve desteği ile karşı devrimci her girişimin başına “Atatürk” eklemlenerek Türk devriminin, Kemalist Cumhuriyetin yıkımı meşrulaştırılmıştır.  Böylece; Atatürk’ün kurduğu devrimci Cumhuriyet, yozlaşıp yerini emperyalizme bağımlı, gerici bir düzene bırakmıştır. Bu noktaya Cumhuriyet resmen yıkılmadan, ama tüm temel antiemperyalist, devrimci-halkçı- bağımsızlıkçı özü ve nitelikleri terkedilerek gelindi.
Ne acıdır ki 78 yıl sonra Türkiye, yeniden emperyalizmin küresel sömürü ağına yakalanmıştır. Türkiye’yi bugüne dek ayakta tutan temeller, Cumhuriyet'in yarattığı kurumlar ve ulusal kazanımlar, emperyalist yağmacılığın dayatmaları ile 1938 den bu yana devleti yönetenler katında hiçbir direnç görmeden birer birer ortadan kaldırılıyor/kaldırılmakta.
Osmanlı Devleti'ni çökerten ve tarihin bataklıklarına sürükleyen nedenler bugün yeniden canlanmış/canlandırılmıştır.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeniden hilafet kıskacına alınmış, içeriden ve dışarıdan kuşatılmış durumdadır. Yabancı sermaye yine sömürü ağlarını örmüştür. Türk halkını yabancıların vesayetine sokmak isteyenler yine büyük koltuklardadır; irticacı dinci faşist yapılanmalar iktidar koltuklarını 78 yıl sonra yeniden ele geçirmişlerdir. 
19 Mayıs 1919’da KEMALİZM’İN mahkûm ettiği “mandacı” anlayış, yeniden hortlatılmış, O’nun tam bağımsızlık eylemli düşüncesinin seçeneği olarak AB – BOP adıyla yeniden Türk halkının önüne konulmuştur. 19 Mayıs 1919’da elde silah ülkeden atılan emperyalizm bugün batıcı, işbirlikçi iktidar sahipleri tarafından “dost” ve “müttefik” olarak yeniden geri çağrılmıştır.
Bu koşullar altında, tam bağımsızlık anlayışı ile mandacılığın yeniden tarihsel bir hesaplaşmaya girişmesi kaçınılmazdır. Bu hesaplaşmada antiemperyalist, halkçı – devrimci güçlerin yol haritası KEMALİZM’DİR.
Emperyalizmin olanca şiddetiyle geri kalmış ulusları ezdiği bugünün dünyasında tüm ezilen ulusların tek kurtuluş reçetesi olan KEMALİZM, ulusal bağımsızlığı ve ulusal kalkınmayı amaçlayan evrensel bir ideolojidir. KEMALİZMBizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme” başkaldırabilmektir.
Atatürk gibi devrimci olanlar, bu yıkımdan çıkışın tıpkı 1919’da olduğu gibi yeniden bir antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı devrim mücadelesi başlatmakla olacağını görmektedirler. Atatürkçülük iddiasında olan herkes Atatürk olunmadan, onun gibi devrimci olunmadan vatanı kurtarmanın olanaksızlığını anlamak zorundadır.
Bu çözüme Türkiye’yi yeniden Batı yörüngesine bağlayarak ya da emperyalist merkezlere bağlanmış toplumların sessiz davranışlarıyla, seçim sandığı ile değil, dışarıdaki emperyalist yağmacılığa, onların içteki işbirlikçilerine, dinci gericiliğe karşı tam bağımsızlık savaşımlarıyla ulaşılır.
Son söz 78 yıl önce sonsuzluğa yücelen Mustafa Kemal Atatürk’ün; “Kahredici bir istibdada karşı ancak bir devrimle cevap vermek ve köhneleşmiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, vatanı kurtarmak için sizi vazifeye davet ediyorum...”
Yarattığı büyük değerlerle,  gerçekleştirdiği devrimlerle, yolumuz, yönümüz,  ışığımız olarak Türk halkının ve mazlum ulusların yüreğinde, düşüncesinde yüceleşen Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha derin bir saygı ve özlemle anıyoruz. 09 Kasım 2016
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                              Mahmut ÖZYÜREK

ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

1 Kasım 2016 Salı

Görev 1 Kasım 1922'den bugüne aynıdır



BASIN AÇIKLAMASI
“Görev 1 Kasım 1922'den bugüne aynıdır”
1 Kasım 1922’de Osmanoğulları’nın 600 yüz yıl zor ve zorbalıkla el koydukları hâkimiyet ve saltanat kan bedeli kazanılan bağımsızlık savaşı karşılığı ve büyük bir devrimle Osmanoğulları’ndan alınarak,  soylu Türk ulusuna teslim edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti emperyalist işgale karşı verilen bir savaşın kazanımı olduğu kadar, aynı zamanda emperyalizmle işbirliği içerisindeki gerici güçlere karşı verilen kararlı ve devrimci mücadelenin ürünüdür.
Tüm ulusun ağır bedeller ödeyerek kazanıp kurduğu Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.”
Yürürlükte olan Anayasanın 2. Maddesinde de, Cumhuriyetin nitelikleri şöyle tanımlanmıştır:
“Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Laikliğin özü, ulusal egemenliktir. Saltanat ve hilafet 1923 te bir daha geri gelmemek üzere yıkılmış ve tarihe gömülmüştür. Kemalist Cumhuriyetin egemenlik kaynağı dinsel değil, dünyevidir ve egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk ulusunundur.
İktidar, saltanat sahiplerinin elinden dünyaya örnek bir devrimle alınmıştır. Mustafa Kemal Saltanatın kaldırılması görüşmelerinin komisyonda uzaması üzerine bir sandalyenin üzerine çıkarak yaptığı konuşma bu gerçeği kuşkuya yer bırakmayacak şekilde anlatmaktadır.
 “Efendiler hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim gereğidir diye, görüşme ve tartışmayla verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardır. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir.
Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hâkimiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir.
Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat belki de bazı kafalar kesilecektir.”
ABD – AB tarafından projelendirilerek 2002 de iktidara taşınanların hiç ağızlarından düşürmedikleri Osmanlı övgüsü aslında bir Osmanlı saltanatı özlemidir. Bu saltanat özlemcilerine birkaç anımsatma yapalım.
Yıldırım Bayezid’in tahta geçtikten sonra yaptığı ilk iş, on kardeşini vahşice boğazlattı. II. Murat tahta geçince Kardeşi Mustafa’yı öldürttü, diğer kardeşlerinin gözlerine ‘mil’ çektirdi.
Kundaktaki kardeşini boğduran Fatih Sultan Mehmet,  Sadrazamının kellesini kendi elleriyle kestikten sonra kanlı kelleyi aylarca yanındaki heybesinde taşıyan, kardeşleri Şah, Alem şah, Mahmut ve Mahmut’un oğulları Mehmet, Musa, Emin, Orhan ve Osman’ı boğdurtan Yavuz, Kendi öz oğlunun öldürülmesini zevkle izleyen Kanuni Sultan Süleyman, Babasının öldüğü gün tam 19 kardeşini boğazlatan, öldürecek kardeş, akraba kalmayınca kendi öz oğlunu uykuda boğan III. Ahmet. Ve Saltanatın kaldırılma kararı üzerine, 17 Kasım 1922'de düşmana sığınan, yani resmi esareti kabul eden, "Türklerin bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte olmadıklarını" söyleyecek kadar Türk düşmanı olan Vahdettin.
Saltanat özlemcilerinin her ağızlarını açtıklarında övgüler düzdükleri Osmanlı'da Türklere iki vazife biçilmişti: Olsa da olmasa da vergi ödeyen tek toplumdu, ikincisi savaşlarda hazır kıta güvenilir savaşçı askerlerdi. Bunun dışında Osmanlının ne Anadolu’dan, nede Türklerden haberi bile yoktu. Türklükten kopan, hatta Türklüğü suç sayan, Türklere tahammülü olmayan Osmanlı saraylarda cariyeler ve kapatmaları ile şaşaalı hayatlarını yaşadılar. Anadolu coğrafyasında yaşayan Türkler ise biat duyguları ile Devlete olan bağlılıklarından Hutbelerde "Padişahım çok yaşa" saflığında yoksulluk içinde yaşadılar.
İşte 1 Kasım 1922 de bir daha geri gelmemek üzere kaldırılan ve tarihe gömülen saltanat budur.
Son günlerde özellikle sık sık gündeme getirilen "Yeni Osmanlıcılık" projelerinin Türkiye Cumhuriyeti'ni tasfiye planının süslenmiş ve cilalanmış bir ifadesinden başka bir şey değildir. Kutsal dinimiz kullanılarak sahneye sürülen Osmanlı modeli ile Türkiye onulmaz bir felakete sürükleniyor.
Davutoğlu’nun “100 yıllık parantez”; AKP’li bir Milletvekilinin “90 yıllık fragman” dediği Kemalist Cumhuriyet Despotik, gerici ve yağmacı bir rejime dönüştürülüyor.
Saltanatın Kaldırılışının 94. yılında Cumhuriyet’i tasfiye etmek, başkanlık adı altında padişahlığını ilan etmek isteyenlere karşı görev 1 Kasım 1922'den bugüne aynıdır.
Ne yapılması gerektiğini Mustafa Kemal Atatürk 20 Mart 1923’de Konya’da gençlerle yaptığı konuşmada bizlere gösteriyor. “Eğer onlara karşı benim şahsımdan bir şey anlamak isterseniz derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsî imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım benim milletimin hayatına karşı bir kasıt, o adım benim milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adımı atanı tepelemektir… Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim. Farz-ı muhal eğer bunu sağlayacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.”
Türkiye Cumhuriyetinin kurucularını sevgi, saygı ve minnetle bir kez daha anıyoruz.
01 Kasım 2016
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                            Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI