12 Mayıs 2016 Perşembe

RACON KESİLDİ




Başrolünü Marlon Brando’nun oynadığı Baba (The Godfather) filmini sanırım izlemeyen kalmamıştır.
1930–1940 süreci, Amerika’da mafya çetelerinin cirit attığı dönemdir. Kumar, yasadışı içki üretim ve satışı, kadın ticareti ve uyuşturucu bu çetelerin elindedir.
İşte böyle bir süreçte, Sicilyalı Don Corleone Ailesi de New York’ta borusu öten güçlü mafya ailelerinin en önde gelenlerindendir. Marlon Brando’nun canlandırdığı Don Vito Corleone, bu güçlü mafya ailesinin başıdır, yani o “Baba”dır.
Baba Don Vito Corleone, başı derde girip de yasal yollardan çözüm bulamayanların ve doğal yollardan amaçlarına kavuşamayanların başvurduğu yüce bir kişidir. Kendisine gelip elini öpenleri, asla eli boş çevirmez.
Baba, yaptığı iyilikler karşılığı para kabul etmez. Onların kendisine dost olmasını ister, sırası gelince onlardan bir ‘ricada’ bulunacağını söyler.
‘Baba’ filminin hemen ilk açılış sahnelerinde işte bu ilişkilere tanık oluruz.

Huzura önce şişman fırıncı Nazorine girer. Kızının ciddi bir ilişki içinde bulunduğu İtalyan genci, Amerikada kaçak olarak yaşamaktadır.
Fırıncı, Baba’dan bu gencin Amerikan vatandaşı yapılmasını istemektedir.
Baba, gerekenin yapılacağına söz verir.
Peki, karşılığı ne olacaktır?
Racon kesilir: Sırası geldiğinde Baba, ondan bir ‘ricada’ bulunacak, o da bağlılığını kanıtlayacaktır.

İkinci olarak Baba’nın huzuruna, bir pizza lokantası açmak için paraya ihtiyacı olan genç Antony girer. Baba, gereken parayı verir.
Peki, karşılığı nasıl ödenecektir?
Racon kesilir: Günü geldiğinde Baba, Antony’den bir ‘ricada’ bulunacak, genç adam da duraksamadan hizmete koşacaktır.

Baba, ‘özel konukları’ kabulü sürdürür.
Bu kez karşısında, orta yaşlı Bonasera durmaktadır. Biricik kızı, iki kişi tarafından cinsel ilişkiye zorlanmış, kızcağız direnince de hayvanca dövülüp hastanelik edilmiştir.
Bonasera önce yasal yola başvurmuş, ancak mahkeme saldırganları salıvermiştir. Şimdi, Baba’dan adalet istemektedir.
Baba, adalet yerini bulacaktır, der.
Peki, Bonasera bu adaletin karşılığını nasıl ödeyecektir?
Racon kesilir: Bir gün Baba, ondan buna karşılık bir hizmette bulunmasını isteyebilecektir.

Mafya kurallarına göre, racon kesildikten sonra sözünü tutmayanın kafası kopartılır!

Mafya örgütleri Amerika’da hiç eksik olmadı.
Değişen dünya koşullarına ayak uyduran ve gelişen teknolojik olanaklardan yararlanan mafya örgütleri büyüdüler, güçlendiler, siyasetin içine girdiler, polis şefleriyle ve yargıçlarla çıkara dayalı sıkı bağlar kurup uluslararası üne ulaştılar.
Bu örgütlerin bazıları öylesine güçlendi ki, birleşip, ‘dünyayı yönetmek’ isteyen bir “Küresel Çete”ye dönüştüler! Bu küresel çetenin en başına da; CFR, Trilateral ve Bilderberg gibi yarı-gizli örgütleri oturttular.
Bir de baktık ki, bu mafya örgütlerinin neredeyse tamamının yöneticilerini Siyonistler oluşturuyor! Ve bu kurnaz Siyonistler, eylemlerini ‘lobicilik’ adı altında yürütüyor!

Artık 1940’ların Baba Don Vito Corleone’leri tarihe karışmış, yerini çok güçlü Siyonist Lobiler almıştır.
Mafya örgütleri çağ atlamış, ama temel ilke değişmemiştir. Günümüzün en güçlü mafya örgütleri olan Siyonist Lobiler de, tıpkı 70 yıl öncesi gibi, kendileriyle iş tutanlarla racon kesmektedirler.

Buraya kadar anlattıklarımın Türkiye ile ne ilgisi var?
Son 60 yıldır Türkiye’yi yönetmiş olanların büyük bir bölümü, sırayla bu Siyonist Lobilerin tezgâhından geçtiler, racon kestiler!
Kimler miydi bunlar?
Hem başbakanlık hem de cumhurbaşkanlığı yapmış olan Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Abdullah Gül racon kesmiş olanların en başta gelenleridir!
Ancak ben bu yazımda size, Siyonist Lobilerle en son racon kesmiş başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ı anlatacağım.

Baba’ların huzuruna çıkabilmek hiçte kolay değildir. Baba, öyle her isteyenle görüşmez!
Yukarıda söylemeyi unuttum, Baba Don Vito Corleone’nin huzuruna türlü isteklerle çıkanların hepsi İtalyan’dır ve Baba’nın uzaktan da olsa tanıdığı kişilerdir.
Baba, ya uzaktan da olsa tanıdığı, ya da güvendiği kişilerin önerdiklerini huzura kabul eder.
Bu durum, zamanımızda da aynen geçerlidir.
Öyle her ipini koparan New York’a koşup Siyonist Lobilerin önüne çıkamaz!
Önce, kişinin kendisini onlara ‘güvenilir’ olarak sunacak desteklere ihtiyacı vardır.

Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanlığı sürecinde ( 27.03.1994-12.12.1997) önce ABD Başkonsolosu ile sıkı ilişkiler kurdu. Kendisini ona beğendirdi. New York’taki Siyonist Lobilere ilk olumlu sinyal o zaman gönderildi: “Recep Tayyip Erdoğan ile iş yapabilirsiniz!”
Recep Tayyip Erdoğan, yine belediye başkanlığı döneminde, İstanbul’da kurulu “Türkiye Musevileri Cemaati” ile çok içli-dışlı oldu. Onların bir dediğini iki etmedi. Kendisini onlara beğendirdi.
Şu çok önemli gerçeği anımsatayım.
Tüm Siyonistler, Yahudi’dir.
Aman dikkat: Yahudilerini tümü Siyonist değildir.
Bu nedenle, elbette Türkiye Musevileri Cemaati yöneticilerinin Siyonist olduğunu söylemiyorum! Ama şu gerçeği bilerek vurguluyorum: New York’taki Siyonist Lobiler, Türkiye Musevileri Cemaati yöneticilerinin sözlerine hep çok değer vermişlerdir. Onlardan gelen hiçbir isteği geri çevirmemişlerdir. İşte size örnek bir olay.
Günümüz CHP’sinin ‘ağır toplarından’ İstanbul milletvekili Şükrü Elekdağ anlatıyor:
“Ben ABD’de büyükelçi iken zora girdiğimde Jak Kamhi’ye telefon ederdim. 48 saat içinde uçağa atlar gelirdi. Washington’da, Kongre’de Kamhi, Yahudi Lobisi’yle mücadele eder, Yahudi Lobisi’ni bizim lehimize seferber eder, harekete geçirirdi. O bakımdan çok büyük yardımları olmuştur.”

Türkiye Musevileri Cemaati’nden de New York’taki Siyonist Lobilere Recep Tayyip Erdoğan hakkında çok olumlu bilgiler gönderildi, “Recep Tayyip Erdoğan ile iş yapabilirsiniz!” denildi.
Artık Recep Tayyip Erdoğan için, ABD’deki Siyonist Lobilerin kapısı açılmıştı. O, bu kapıdan bir gün gireceğini çok iyi biliyordu.
Nitekim 4 Temmuz 2001 tarihinde aldığı özel bir davet üzerine ABD’ye giden Recep Tayyip Erdoğan, Siyonist Lobilerin huzuruna çıktı.
Recep Tayyip Erdoğan, isteğini bildirdi: Beni Türkiye’nin başbakanı yapın!
Bu istek kabul edildi.
Peki, Recep Tayyip Erdoğan bunun karşılığını nasıl ödeyecekti?
Racon kesildi: Başbakan olduktan sonra sırasıyla şu ‘ricaları’ yerine getirecekti:
• Kıbrıs, Rumlara verilecek. (Bu istek yerine getirildi).
• Ermenistan ile sınırlar açılacak, sözde Ermeni soykırımı tanınacak. (Açılım başlatıldı).
• Güneydoğu Anadolu’da bir ‘Federe Kürt Devleti’ kurulmasının önü açılacak. (‘Kürt Açılımı’ ve daha sonra ‘Demokratik Açılım’ adı altında girişim başlatıldı).
• ‘Yeni Osmanlı’ kavramı altında, Türkiye eyaletlere bölünecek. (Siyonist Lobilerin medyadaki ‘tetikçileri’ propagandayı başlattı).
• Türk ordusu yetkisiz ve etkisizleştirilecek. (‘Tetikçi’ yazarların yuvalandığı Taraf gazetesinin önderliğinde medyada saldırılar sürüyor.)
• Türklerin elindeki tüm fabrikalar, işletmeler, bankalar, hava ve deniz limanları, madenler ve tarım toprakları, ‘özelleştirme’ adı altında ABD-AB-Siyonist İsrailli yabancılara yok pahasına satılacak. (Bu yönde yolun yarısı geçildi).
• Başta Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki barajlar olmak üzere, Türkiye’nin tüm su kaynakları ve dağıtım şebekelerinin denetim ve yönetimi, ABD-AB-Siyonist İsrailli kurumlara devredilecek. (Siyonist İsrailliler, GAP bölgesinde çok yoğun çalışıyorlar).
• İstanbul’da Heybeliada Ruhban Okulu açılacak, Fener Kilisesi Başpapazı ‘ekümenik’ kabul edilecek ve onun başkanlığında İstanbul’da bir ‘Ortodoks Din Devletinin’ kurulmasının önü açılacak. (Girişime, Ruhban Okulu’ndan başlandı).
• İran ‘hâlihazır düşman’, Rusya ise ‘potansiyel düşman’ olarak kabul edilecek. (İran düşmanlığı dayatılmakta).

Bir kez daha tekrarlayalım: Mafya kurallarına göre, racon kesildikten sonra sözünü tutmayanın kafası kopartılır!
Kafa kopartma, her zaman fiziki anlamda uygulanmaz.
Siyonist Mafya, başbakanlık koltuğuna oturttuğu kişiyi, raconu bozduğunda, alaşağı edip siyasetten silerek de kafa kopartmış olur!

İşin özü şudur.
4 Temmuz 2001 tarihinde ABD’de Siyonist Lobilerle racon kesen Recep Tayyip Erdoğan bugünlerde çok sıkışmıştır.
Bir yanda, Siyonist Babalar, artık ‘ricalarının’ daha fazla geciktirilmeden yerine getirilmesini istemektedir.
Diğer yanda, tüm baskı, kuşatma ve dayatmalara rağmen ulusalcılar direnmekte, teslim olmamaktadır.
İşte bu koşullarda, Recep Tayyip Erdoğan; Anayasa, Anayasa Mahkemesi, Yargı, Yargının Bağımsızlığı, Basın Özgürlüğü, İfade Özgürlüğü gibi temel kurum ve kavramları hiçe saymaktadır. Çünkü ya Siyonist Mafya’nın ‘ricalarını’ yerine getirecek, ya da ‘kafası koparılacak’, yani koltuktan alaşağı edilecektir!

Bu gerçek fotoğrafı göz ardı ederek medyada sözde uzmanların yaptığı tüm yorumlar, analizler, irdelemeler, saptamalar ve saatlerce süren oturumlar, paneller, birer gölge oyunundan başka bir şey değildir, halkımızı uyutup oyalamaktan başka hiçbir işlevi yoktur.

Peki, bu gidişin sonu nereye varacak?
Kemalist Devrimciler iktidar olacak ve tüm raconları bozacaktır!
Yılmaz Dikbaş
7 Aralık 2009
dikbas@kalinka.com.tr
www.kalinka.com.tr
0532 233 31 52

AÇIKLAMA: Bu yazımı ilk kez 7 Aralık 2009 tarihinde Sosyal Medyada yayınladım. Daha sonra bu yazım, ilk baskısı Ocak 2011 tarihinde yapılan, Asya Şafak Yayınları tarafından yayımlanan "İĞFAL" adlı kitabımda yer aldı. Şimdi de bu yazımı, KISALTILMIŞ OLARAK, "İĞFAL" adlı kitabımı okumamış okurlarıma sunuyorum.

Saygılarımla,

Yılmaz Dikbaş
12 Mayıs 2016, Perşembe
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

7 Mayıs 2016 Cumartesi

TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE, DİYE HAYKIRAN ÜÇ GENCİMİZ



Bundan tam 44 yıl önce, “Tam Bağımsız Türkiye!” diye haykırmış, hiç kimseyi öldürmemiş üç gencimiz; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edilerek öldürüldüler.

İdam kararını, şu kişilerden oluşan bir askeri mahkeme verdi:
Başkan: Tuğgeneral Ali Elverdi
Üye: Hâkim Albay Ahmet Tetik
Üye: Hâkim Yarbay Mehmet Turhan
Savcı: Albay Baki Tuğ

Mahkeme Başkanı Tuğgeneral Ali Elverdi, hukukçu değildi!
Peki, ya neydi?
ABD’nin katıksız uşağı bir cellât!
Subaylardan oluşan bu mahkemenin tüm üyelerini lanetle anıyorum!

Askeri mahkemenin verdiği idam kararları Askeri Yargıtay’a gitti.
Askeri Yargıtay’da iki hâkim idamlara karşı çıktı. İdam kararlarının “hukuk dışı” olduğunu açıklayıp karşı oy kullanan hâkimler şunlardı:
Hâkim Tümgeneral Kemal Gökçen
Hâkim Albay Nahit Saçlıoğlu
Şanlı ordumuzun bu iki onurlu ve şerefli subayını en derin sevgi ve saygıyla anıyorum.

Askeri Yargıtay’ın onadığı idam kararlarının yerine getirilebilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de onayı gerekiyordu.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam kararlarını kabul eden 273 milletvekillerinden bazıları şunlardır:

Süleyman Demirel (Mason), Orhan Alp (Mason), H. Turgut Toker (Mason), İsmet Sezgin (Mason), Sadettin Bilgiç (Mason), Turhan Feyzioğlu (Mason), Mesut Erez (Mason), Hüseyin Özalp (Mason), Orhan Öztrak (Mason), Necmettin Cevheri (Mason), M. Selahattin Kılıç (Mason), Ahmet Topaloğlu (Mason), Alpaslan Türkeş, Nahit Menteşe, Cemal Külahlı, Barlas Küntay, Kasım Önadım, Refet Sezgin, Rasim Cinisli, Rıfkı Danışman, Ali İhsan Göğüş, İsmail Arar, Ferruh Bozbeyli, Ali Naili Erdem, Faruk Sükan, Ahmet Karaaslan, Vefa Tanır, Esat Kıratlıoğlu, Haydar Özalp, Ata Bodur, Erol Akçalı, Talat Asal, Yusuf Ziya Önder, Kinyas Kartal, Mehmet Aksoy…

273 milletvekilinin tümünü lanetle anıyorum…

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmesini kabul eden 145 senatörden bazıları şunlardır:
İhsan Sabri Çağlayangil (Mason), Ferit Melen (Mason), Turhan Kapanlı (Mason), Hüseyin Avni Göktürk (Mason), Mukadder Öztekin, Mehmet Sırrı Tunalı, Kemal Şenocak, Macit Zeren, Akif Tekin, Fehmi Alpaslan, Nuri Demirel, Mehmet Orhan Tuğrul, Turgut Yaşar Gülez, O. Faruk Kınaytürk, Şeref Kayalar, Cahir Ortaç, Nahir Altan, Gürhan Titrek…

145 senatörün tümünü lanetle anıyorum…

“Tam Bağımsız Türkiye” diye haykırmış, hiç kimseyi öldürmemiş üç gencimizin idam edilerek öldürülmelerini engelleyemeyen “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ”!

Bu konunun tüm ayrıntılarını, belgeleriyle, “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ” adlı kitabımda yazdım.


Yılmaz Dikbaş
6 Mayıs 2016, Cuma
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52