8 Kasım 2015 Pazar

AKP'nin İçkiyle Yalan İlişkisi ve Atatürk'e Hakaret Eden Köylü


AKP’nin, yılbaşı öncesi market raflarına yerleştirilen sepetlerden içkilerin çıkarılması kararı sosyal medyada tartışmalara neden oldu. İlginçtir… Kaçak rakı içtiği için yaşamını kaybeden 30 kişi bu kadar konuşulmadı. Bunun sebebi; zengin ve yoksul ayrımı mı? Ya da İslam’ın yasakladığını içtiği için ölen kişilerin, insan yerine konulmaması mı? Ayrıca… Bu ölümlere yol açan AKP zihniyetinin suç ortaklığını konuşmayacak mıyız? İçki meselesine değinmek şart…
Hint, Yahudi, Yunan, Macar, Bulgar, İran, Türk…
Birçok ülkenin söylencesi birbirine karışmıştır ve benzerlik gösterir.
İşe mutlaka şeytan karıştırılır.
Şeytan, Hz. Nuh’u zorla ikna edip üzüm veren asma yetiştirme işine ortak olur.
Şeytan, üzüm asmalarını önce tavus kuşunun kanıyla, sonra sırasıyla aslan, maymun ve domuz kanıyla sular.
Bu “sulama” nedeniyle…
İçkiyi az içenin yüzü tavus kuşu gibi renklenir ve davranışları gösterişli olur.
Daha çok içen kendini aslan gibi yürekli görür.
Ardından içmeye devam ederse, maymun gibi şehvetli hale gelir.
Ve içip kendinden geçer ise, domuz gibi her pisliği yer, her pislikte yatar!
İnsanoğlunun içki ile ilişkisi mitolojinin bile konusu olmuştur…

ARAPLARDA YASAKTI
Musevilikte içki yasağı yoktur; hatta şarap içmek özendirilir.
Hıristiyanlıkta şarap kutsaldır.
İslam öncesi Arap toplumunda olduğu gibi İslam da içkiyi yasakladı. İçki murdardı.
Köklü bir içki alışkanlığı tüm yasaklamalara karşın günümüze kadar geldi.
“Osmanlı’nın yasağı üç gün sürer” sözü içki yasağını anlatmak için kullanılır.
İçkiyi içmeyen pek az padişah oldu. Ama…
İçkiyi yasaklayan pek çok padişah oldu.
İlk yasaklayan Kanuni Sultan Süleyman idi.
Çünkü…
Şair Baki’nin demesiyle….
“Meyhaneler Kabe, meyhaneci ise Harem-i Şerife” olmuştu!
Tüm içki alınıp satılan yerler kapatıldı.
İçenler ağır cezalara çaptırıldı.
Sadece Kanuni değildi…
III. Murat, Genç Osman, I. Ahmet, IV. Murat, IV. Mehmet…
Ve en son III. Selim içki yasağı koydu.
Hemen tüm içki yasakları kısa sürede tavsadı.
Bunun bir nedeni…
Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ya da Yeniçeri Ağası Gürcü Kenan Paşa gibi yöneticilerin rüşvet yemesiydi.
Ancak hepsinden önemli bir başka gerçek vardı:
Para… Para… Para…
HAMR EMANETİ
Tarihi ezberleri bozmamız gerekiyor.
Bunun temel şartı, tarihe iktisat perspektifinden bakmaktır.
Şöyle…
Denir ki…
“Osmanlı’da içki yasağı olmuştur ama bu halk tarafından kabul görmediği için kaldırılmıştır.”
İşte bu, iktisat temelli düşünemeyen tarihçilerin uydurmasıdır.
İçki yasağının kalkmasının sebebi, “zecriye” adı verilen gelir vergisiydi.
Osmanlı devleti ekonomisi her bozulduğunda/ hazinesi her allak bullak olduğunda bu vergilere ihtiyaç duyulduğundan içki yasağı kaldırılırdı.
Yani…
Osmanlı Dönemi’nde içkiden alınan vergileri tahsil eden maliye dairesi; Hamr Emaneti’nin Galata Domuz Kapusu’ndaki yeri bir açılır, bir kapanırdı!
Yani…
Kanuni kapattı ise oğlu II. Selim, Hamr Emaneti’ni tekrar açtı.
Nasıl açmasın, ekonomi krizdeydi ve içki vergisi hazineyi doyuruyordu!
Osmanlı ekonomisinin içki ticaretine ihtiyacı vardı.
IV. Mehmet döneminin vakanüvisi Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa, 1687 yılı olaylarını anlatırken şöyle yazdı:
“Hamr Emaneti kaldırılmış, meyhaneler yıktırılmıştı. Hazine çok sıkıntı içinde idi, içki yasağı kaldırıldı, Hamr Emaneti yeniden kuruldu.”
Yani…
Tıpkı bugün AKP’nin içkiden çok vergi alması nedeniyle içki konusunda yasakçı davranamaması gibi…
Evet…
Asıl konumuza geliyoruz…
SUÇ ORTAĞI, AKP
Tamam…
AKP içkinin vergisinden vazgeçemiyor.
Üstelik sürekli içki vergisini artırıyor.
Litresi 90 lira olan rakıdan, 49 lira 31 kuruş vergi (ÖTV) alıyor!
2008 yılında içkiden 1.9 milyar TL vergi toplarken, 2014 yılında bu rakam 5.9 milyar TL’ye çıktı! Yakında yine artıracaklar.
Peki… Bu neye yol açıyor?
Bir bilgi daha ekleyeyim:
Türkiye’de rakı tüketimi 2004 yılında 44 milyon 167 bin litreden 2014 yılında 40 milyon 267 bin litreye düştü.
Rakı tüketiminde bir gerileme mi var? Yoksa…
Tüketici içkiyi başka yollardan/kayıt dışından mı elde edip içiyor?
Sorumuza dönersek: Sürekli artırılan vergiler içki fiyatlarına yansıyor.
Evet, bu neye yol açıyor?
Kaçakçılığa!..
Bu durum neye yol açıyor?
Türkiye’yi kaçak-sahte içki merkezi yapmaya.
Ve en kötü yanı ise, ucuz içki diye sahte rakı-şarap alan insanların ölümlerine sebep oluyor!
Sadece İstanbul’da 5 liraya satılan sahte rakıdan içen 30 kişi hayatını kaybetti.
Anadolu’da neler oluyor bilgi yok.
Bilinen…
“Bulgar rakısı” diye satılan binlerce şişe sahte rakının piyasada olduğu.
AKP neden bir türlü önlem almıyor?
Sahte rakıdan ölenleri İslam’ın emrine uymadığı için adam yerine mi koymuyor?
Soru çok…
Tehlike de…
BEKRİ MUSTAFA FIKRASI
Gece gündüz içenlere bekri denirdi.
Osmanlı döneminde meşhur “Bekri Mustafa” vardı.
Bugün İstanbul’un kimi mezarlıklarındaki taşlarda adı yazsa da, kuşkusuz hayali bir tipti. IV. Murat’ın içki yasağı döneminde yaratılmıştı.
Hakkında ne hikayeler anlatılmaz ki…
İşte biri…
IV. Murat içki yasaklarına uyulup uyulmadığını denetlemek için tebdil-i kıyafetle gezmektedir.
Veziri ile birlikte bir kayığa biner; bir süre sonra kayıkçının testisinden içki içmekte olduğunu fark eder.
- Babalık içtiğin nedir, diye sorar.
- Bade.
- Bize de bir içimlik versene.
- Vazgeçin. Ben kırk yıllık Bekri Mustafa’yım. İçtiğimi belli etmem. Siz çaktırırsınız. Hem kendinizi hem beni yakarsınız.
IV. Murat çok üsteleyince Bekri Mustafa testiyi gönülsüzce verir.
IV. Murat bir yudum içip testiyi vezire uzatır ve sorar:
- Padişahtan korkmuyor musun?
Bekri Mustafa’nın aldırmadığını görünce vezirden testiyi alır ve bir yudum daha içer, ve sonra şöyle der:
- Ben Padişahım yanımdaki de Vezirim!
Bekri Mustafa bunun üzerine şu yanıtı verir.
- Ben demedim mi ‘kaldıramazsınız’ diye. Daha ilk yudumda biriniz padişah diğeriniz vezir oldu. Bir yudum daha içerseniz biriniz Allah diğeriniz peygamber olursunuz!..

Bunları biliyor musunuz?
TÜRKLERiN iÇKi TARiHi
- İçkisiz Şaman töreni olmazdı.
- Türklerin içki alışkanlığı hayvansal içki alışkanlığından tamamen bitkisel içki alışkanlığına geçmiştir. Yani, göçebelikten yerleşikliğe geçince kımızın yerini de şarap-rakı aldı.
- Türk’ün tarihsel içkisi -kısrak sütünden yapılan ve tadı ekşi ayranı anımsatan- kımız’dır.
- Altaylardan, Özbeklere- Tatarlara kadar sarayın vazgeçilmeziydi kımız. Kırgız ve Kazaklarda Kımızmurunduk (Kımız Açılışı) adlı içme törenleri yapılmaktadır.
- Dede Korkut’ta da geçen kımız, deriden yapılmış çölpü ve ucav adı verilen özel kaplarda içilirdi.
- Çinli tarihçi Sı-ma Çyen, kımızı Hunların içkisi diye yazdı:
“Çin’in kuzey kıyılarında kısrak beslerler. Bunlara binmezler, sütünden Chuglo denen içki yaparlar.”
- Hunlardan günümüze kalan 26 sözcükten biri, kimos’tur ve içki anlamındaydı. Çin kaynaklarına göre, Hunlar arasında bir de, yoğurt, kayısı ve kiraz ile yapılan lo adlı içki vardı.
-Türklerde buğday ve darıdan begni adlı içki yaparlardı. Tatlı şarabın adı, şüçik idi.
Kaşgarlı Mahmut’ta geçen kumlak;
içine bal katılan rakı tadına benzerdi.
- Cengizhan içkiyi kaldırmanın güç olduğunu bildiği için, ayda sadece üç kez sarhoş olmaya izin verdi.
- Şeyhülislam Ebussuud, cuma namazı kılınırken açıkta içki alınıp satılmasının doğru olmayacağını ifade edince, Akşamcılık denen gelenek 16. yüzyılın sonunda ortaya çıktı. Peçevi tarihine göre, ilk akşamcı Özdemiroğlu Osman Paşa idi.
- Yakın tarihin ünlü Akşamcıları; Namık Kemal, Mithat Paşa, Muallim Naci, Ebüzziya Tevfik ve kuşkusuz Ahmet Rasim idi…
- Şarap Türkçe değil. Türkçe’deki adı, çakır’dı. “Çakırkeyf olmak” buradan geliyordu.
- Türkler 18. yüzyıla kadar şarap içerdi; zaten içki denilince şarap anlaşılırdı. Rakı/(rakia), 17. yüzyılda, içki yasağı döneminde, renginin sudan farksız olması nedeniyle içilmeye başlandı. Ama çok yaygınlaşması 19. yüzyıl başlarında oldu.
- Türklerin ilginç kadeh geleneği vardı. Eski Türklerde kafatası, altın, gümüş gibi değerli madenlerle kaplanan içki kadehleri vardı! MÖ 100 yılında Şi-Ki adlı Çin kitabında Hun Beyi Kün-Çin’in, Yüen-çi kralını öldürüp kafatasını altınla kaplatarak kendine kadeh yaptığı yazılır. Avarlar’da, Peçenekler’de, İskitler’de
örnekler çok. Töreye göre, kafatası
doğaüstü güçlerin merkezi…
- Ahmet Rasim’in duble adını verdiği kadehin ismi aslında, 10 cm oylumundaki dibi ağzına göre dar olan leylekboynu idi. Bir diğer adı, bade idi. Tektekçiler ise, yüksük kadeh ile içerdi; tek rakı ölçüsündeydi bu. Mini rakı kadehlerine bülbülağzı da denirdi.
- Meyhane masalarına gelen güğüm, testi kapların şu özelliği vardı. Rakı kapları kalaylı bakırdan, şarap kapları ise topraktan olurdu. Bakır rakı kapların üzerine sarı pirinçten bir kalp konurdu.
- Meyhanelere eskiden şerbethane denirdi. Osmanlı’da resmi çalışma izni almış meyhanelere gedikli denirdi.
Abdülaziz döneminde bunların ismi, Selatin Meyhaneler oldu. “Ayaktakımı” ise genellikle koltuk meyhanelere giderdi. Bir de, gezici içki satıcıları vardı; ayaklı meyhane! Ucu musluklu rakı ya da şarap dolu damacanayı uzun bir koyun barsağıyla beline sarar; sırtına cübbe giyer; cübbenin içinde kadehler ve mezelik meyveler vardır. Kadehi bir yudumda yuvarlayan kişi ağzını elinin tersiyle silerse buna yumruk mezesi denirdi.
- Evliya Çelebi’ye göre, içkiye “aslan sütü” denilen 17. yüzyılda İstanbul’da yaklaşık bin dört yüz meyhane vardı:
“Genellikle Samatyakapısı, Kumkapı, Balıkpazarı, Unkapanı, Cibalikapısı, Fenerkapı, Balat ve Hasköy. Hele Galata demek meyhane demekti.”
- Genellikle sakız rakısı tercih edilirdi. Meze olarak sakız leblebisinin seçilmesinin nedeni, hem ağız kokusunu alması hem de mide suyunu emmesiydi. Ama en vazgeçilmez meze, haşlanmış yumurta idi.
- Mezenin karın doyurmak amacıyla yenilmesi görgüsüzlüktü.
- İçki insanın ölçütaşıdır…
,,************
 Atatürk'e Hakaret Eden Köylü



Şükrü Kaya (Eski Içişleri Bakanı)nın anılarından alın­mıştır :

Atatürk'e hakaret etmekten sanık bir köylü hakkında gerekli işlemler yapılmaktaydı.

Durumu bir defa da Atatürk'e anlatma gereğini duy­dular.

Kendisi Antalya'da idi.

Konu kendisine anlatıldıktan sonra, Atatürk merakla sordu:

- Ben ne yapmışım ona?

Köylünün dosyasını inceleyenler derhal bir açıklama yaptılar:

- Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken, kağıt tutuşmuş da ondan.

Atatürk'e bu durumu nakleden bir Milletvekilidir.

Atatürk o Milletvekiline döner ve sorar:

- Siz, gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi?

Milletvekili bu sorunun nedeni anlayamaz ve cevap verir:

- Hayır, Efendim.

Atatürk, Milletvekiline döner ve şöyle cevap verir:

- Ben Trablus'ta iken içmiştim, bilirim. Pek berbat bir şey. Köylü bana az bile küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmesini sağlayın.


Tarih unutmaz… (Dilerim sonları benzemez)



Tarih unutmaz…
57 yıl önceye gidelim…
İktidardaki Demokrat Parti genel seçimi 7 ay önceye çekti.
Halk, 27 Ekim 1957’de sandık başına gitti.
Seçim saat 17.00’de bitecekti.
Fakat saat 14.30’da devletin tek radyosu; oy verme işlemleri sürerken DP’nin kazandığı illeri açıklamaya başladı!
Şaka değil gerçek bu…
CHP lideri İsmet İnönü, Devlet Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu telefonla aradı, “Sizden bu suçun işlenmesine engel olmanızı talep ediyorum” dedi.
Bakan Zorlu,
“Beyefendi” Adnan Menderes’e gitti,
İnönü’nün söylediklerini aktarıp radyo yayınının durdurulmasını istedi.
“Beyefendi” sert çıktı;
“Radyo sonuçları açıklamaya devam etsin!
CHP bu kez Yüksek Seçim Kurulu’na başvurdu.
Radyo yayını durduruldu.
Fakat DP zaten istediğini almıştı; kimi CHP’liler “DP kazandı” diye sandığa gitmedi.
Bu arada radyoevinden yabancı gazetecilere,
“İsmet İnönü’nün yazılı açıklaması” diye bir kağıt verildi.
Sözde İnönü,
“Seçimi kaybettik; en fazla 120 milletvekili çıkarabiliriz demişti!

BBC’den France Press’e kadar yabancı gazeteciler haberi doğrulatmak için İnönü’nün yanına gidince, şaşıran sadece yabancı gazeteciler değildi;
İnönü ülkesi adına utandı.
"Devlet, yalan söylemekle kalmıyor, yalan belge düzenliyordu!"

Bir de 1957 seçimlerinin İsmet İnönü’nün isimlendirmesiyle “kütük marifeti” var!
Seçmen kütükleri hazırlanırken, CHP’li seçmenler kütük' ten yok edildi!
Yerlerine DP’li seçmenlerin adı hem de birkaç kütükte yer aldı.
Yani bir DP’li birkaç sandıkta oy kullandı.
DP kurduğu seyyar ekiplerle bu seçmenlerini sandık sandık taşıdı.
Seçime “iyi organize” olmuşlardı; organize işler konusunda marifetliydiler!
CHP’li kimi seçmenler kütükte isimlerini göremeyince oy kullanamadan evlerine döndü.
Bitmedi..
Örneğin Gaziantep’te…
27 Ekim gecesi seçimi CHP’nin 700 oy farkla kazandığı ilan edildi.
Hatta DP’nin gazetesi Zafer bile bu sonucu yazdı.
Fakat, ertesi gün köylerden “sayılmamış, unutulmuş oylar” getirildi ve bin kadar oyla seçimi bu kez DP’nin kazandığı açıklandı CHP’liler haklı olarak il seçim kuruluna itiraz etti.
İtirazları kabul edildi. Oylar, tutanaklar, gerekli belgeler adliye binasına götürüldü; pazartesi inceleme başlayacaktı.
O gece adliye binası yandı!
Bütün oylar yok oldu!
DP’nin galibiyeti resmiyet kazandı!
Uyuma Türkiye, bunlar geçmişte de böyleydi, şimdi de!..
TARİHÇİ - ARAŞTIRMACI
Sinan MEYDAN

Senin 317 vekilin var buyur yap bakalım!




Cemil Çiçek’in, federalizmin yolunu açan yeni anayasa için, “Uzlaşılmazsa yasayla düzenleriz” sözlerine Sabih Kanadoğlu’dan sert tepki geldi:
Nasıl değiştireceksin? Bu 367’yi bulmakla olur
Çiçek zafer sarhoşu
Eski Meclis Başkanı, AKP Milletvekili Çiçek’in sözlerinin zafer sarhoşluğuyla söylendiğini belirten Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu, “Uygulayacağın önce anayasandır. Türkiye’nin temel direncini kaldırmak kimsenin yararına olmaz” dedi.
90. maddeyle olmaz
Kanadoğlu, “Kanunla Anayasa hükmü kaldırılamaz. 90. madde size bu kapıyı açmaz. Anayasa’ya veya devletin kuruluş temeline aykırı yasa çıkaramazsınız” diye konuştu.

Senin 317 vekilin var buyur yap bakalım!
Sabih Kanadoğlu, Cemil Çiçek’in “Yeni Anayasa için uzlaşma olmazsa kanunla düzenleriz” açıklamasına tepki gösterip “Anayasa hükmünü kanunla nasıl kaldıracaksın?” diye sordu.
TBMM eski Başkanı Cemil Çiçek’in yeni Anayasa tartışmaları konusunda, “Uzlaşma olmazsa kanunla düzenleriz” çıkışına, Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu sert tepki gösterdi. AKP’nin seçim zaferinin getirdiği sarhoşlukla açıklamalarda bulunduğunu kaydeden Kanadoğlu, “Ben yaparım katılmak isteyenler buyursun diyor. Ben bir fiili durum kurdum, bu fiili durumu devam ettireceğim, eğer bir şey yapmak istiyorsanız gelin benim kurduğum bu duruma anayasal kimlik kazandıralım, Anayasa’yı buna uyduralım. Öneri bu” dedi.
“Bir söyle bakalım!”
Kanadoğlu iktidarın Anayasa’yı belirli bir şekilde buzdolabına aldıklarını anımsatarak, şunları belirtti: “Şu anda ‘Anayasa benim için uygulanması gereken bir hüküm dizisi değil, ben bunu devam ettireceğim’ diyorlar. ‘Bunu anayasal zemine oturtmak için ben harekete geçiyorum sen gelsen de gelmesen de ben bunu uygulayacağım, istersen senin atılımınla böyle bir durumu yaparım. Böyle bir durumu hep beraber yapalım’ deme olanağı var mı? Olay bu. Kanunla nasıl yapacaksın? Senin 317 vekilin var, buyur yap bakalım nasıl yapacaksın? Nasıl olacak? ‘Demokrasi’ diyeceksin. En başında hukuk devleti gelir, hukuk devletinde neyin nasıl olacağı, nasıl olmayacağı açık. Burada sen kanunla Anayasa hükmünü nasıl kaldıracaksın, bunu bir söylesin bakalım.”
“367’yi bulman lazım”
“Kurulu bir düzen var, bu düzeni örneğin Avrupa Yerel Yönetimler şartnamesini kabul etmekle o sözleşmeyi bir tarafa atmış değilsin ki? Uygulayacağın önce anayasandır” diyen Kanadoğlu, madde 90’a bunun vasıtasıyla ulaşmanın mümkün olmadığını ifade etti. Kanadoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Uluslararası sözleşmeler en üsttedir diyorsun ama senin yapmak istediğin şey, bizim Anayasa’ya veya AİHS’nin devletin kuruluş temeline aykırı, olmaz öyle bir şey. Anayasa’nın 66. Maddesindeki ibareyi ortadan kaldıramaz. Anayasa’yı değiştirmeden kanunlarla hiçbir şekilde yapamaz. 367’yi bulduğu zaman referanduma gerek kalmadan Anayasa değişikliği yürürlüğe girer. Bu değişiklik her şeyden önce devletin kuruluş ilkelerine, felsefesine uygun mu? 367 sayısını aşar, sonrası ne olacak?”
“Nesi rahatsız ediyor?”
Kanadoğlu, “İlk 4 maddeyi değiştirmeden yapabilirsiniz. Onu yaparsanız hiçbir şey kalmaz. Öneri, tavsiye şu olabilir, bir seçim zaferi sarhoşluğu içinde, Türkiye’nin temel dayanaklarını, direncini ortadan kaldırmaya kalkışmak kimsenin yararına olmaz. Bu nedenle biraz sabretsinler, salim düşüncelerle tartışma yapılsın. Öyle bir hale gelmiş ki gerek konumu itibarıyla, gerek temel hak ve özgürlükler itibarıyla anayasa değişikliğine ihtiyaç var. İlk 3 maddenin nesi rahatsız ediyor, laik devlet olmak mı, hukuk devleti mi, sosyal devlet mi? Ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü mü kaldırmak istiyorsunuz, Ankara’yı mı, İstanbul yapacaksınız. Siyasi hesaplar da girer içine, yakaladığım bir dönem diyorlar” şeklinde konuştu.

Yeniçağ