10 Eylül 2015 Perşembe

Al sana ihbar!



Resmi Gazete’de yayınlanan yeni yönetmeliğe göre…
Ben de yurttaşlık görevimi yerine getiriyor ve ihbar ediyorum.
Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçluların yakalanmasına yardımcı olanlara ya da yerlerini, kimliklerini bildirenlere para ödülü verilmesine dair İçişleri Bakanlığı yönetmeliği, Resmi Gazete'de yayımlandı.
Resmi adı: Terörle Mücadele Kanunu Kapsamına Giren Suçların Faillerinin Yakalanmasına Yardımcı Olanlara Verilecek Ödül Hakkında Yönetmelik.
***
Tamam o zaman.
İhbar ediyorum.
“Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyen Tayyip Erdoğan’ı…
“Takılmayın siz mevzuat amcaya” diyerek etrafına topladığı para babalarına hukuksuzluğu, yasasızlığı, mevzuatsızlığı tavsiye eden Tayyip Erdoğan’ı…
“Ülke bir şirket gibi yönetilmeli” diyerek, sosyal devlet ilkesini açıkça ret ve inkâr eden Tayyip Erdoğan’ı…
“Ülkenin yönetim sistemi fiilen değişmiştir” diyerek “Yeni Türkiye” adı altındaki tarikatlara dayalı İslâmofaşist sermaye diktatörlüğünü ilan eden ve böylece anayasal düzeni sıfırlayan Tayyip Erdoğan’ı…
“Polise emri ben verdim, hepsi destan yazdılar” diyerek, emrindeki silahlı güçleri bu ülkenin tertemiz gençlerine, çocuklarına karşı terörize eden Tayyip Erdoğan’ı…
Berkin Elvan, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım ve Hasan Ferit Gedik...  Haziran Direnişi’nde yaşanan ölümlere ilişkin konuşan Erdoğan “polise emri ben verdim” diyerek tüm bu cinayetleri sahiplenmişti. İşte o Erdoğan’ı…
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve laik-bilimsel eğitim ilkesini ayakları altına alıp çatır çatır çiğneyen Tayyip Erdoğan’ı…
Savcılık kararıyla ifadeye çağrılan oğlunu ifade vermeye bile göndermeyen, 17-25 Aralık’ın pis kokularını halen üstünden atamayan, bu konuda aklanmak için mahkemeye gitmek yerine mahkeme heyetlerinin yerini değiştiren, savcıları-hakimleri süren, yargılayan, hapse tıkan Tayyip Erdoğan’ı…
Akla ilk gelenlerden biri… Türkiye'nin en büyük kamu kuruluşlarından olan Tüpraş'ın özelleştirilmesi ve buradaki hukuksuzluk. TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’lık hissesi kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla, yasadışı olarak İsrailli işadamı OFER’e 446 milyon dolara satıldı. Ancak 6 ay sonra TÜPRAŞ’ın yüzde 51’lik hissesi ihaleyle satıldığında gerçek fiyatın, bu rakamın çok üstünde olduğu anlaşıldı. 6 ay arayla yapılan biri ihaleli, diğeri ihalesiz iki işlem karşılaştırıldığında, AKP hükümetinin İsrailli Ofer ailesine 755 milyon dolar kazandırdığı ortaya çıktı. Danıştay, ihalesiz satışın yasalara aykırılığını karara bağladı. Fakat yargı kararı yerine getirilmedi. Bu işlere göz yuman Tayyip Erdoğan’ı…
İHBAR EDİYORUM!
***
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk “türbanlı bakanı”nı kabineye alan Ahmet Davutoğlu’nu ve kabineyi onaylayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı ihbar ediyorum. Laiklik ilkesini alenen ve resmen ihlal ederek anayasal suç işledikleri gerekçesiyle ihbar ediyorum.
Parlamento çatısı altında faaliyet gösteren hiçbir partinin “türbanlı bakan”dan rahatsızlık duymak gibi bir tepkisi olmadı. Laiklik ilkesini hatırlatma görevini yapmadıkları için onları da ihbar ediyorum.
Bunu bir müjde gibi duyurdu bazı gazeteler. Bazıları ise bu durumu fena halde kanıksamış haldeydiler. “Ne olacak canım, normalleşti Türkiye, zaten böyle olmalı” diyordu kimileri de lisan-ı hal ile. Topunu birden ihbar ediyorum.
İhbarımın gerekçesi: Türkiye’nin artık bir hukuk devleti olmaktan çıktığının yüzlerce kanıtından biri de “türbanlı bakanın” göreve başlamasıdır. 
Türbanla ilgili bir yasal düzenleme yapılmadı Türkiye’de. Herhangi bir yasa değişikliği gerçekleşmedi.
Danıştay’ın türban kararı halen yürürlükte.   Anayasa Mahkemesi’nin türban kararı halen yürürlükte.  AİHM’nin türban kararı halen yürürlükte.
Peki bunca mahkeme kararı, içtihat, yasa yürürlükteyken, nasıl oluyor da “türbanlı bakan” atanıp görev yapabiliyor.
Çünkü Türkiye artık bir hukuk devleti değil!
Türkiye keyfi bir yöntemle, fiili durumla idare ediliyor.
Türkiye’yi bir hukuk devleti olmaktan çıkartıp fiili durumla idare eden; yasa tanımaz, mahkeme kararı tanımaz, hukuk tanımaz tüm kadroları ihbar ediyorum.
Anayasal düzeni ilga ve iğva eden, askıya alan Kaçak Saray sakinini de, Çankaya emanetçisini de ilgili kurum ve kuruluşlara ihbar ediyorum.
***
Çünkü bu yapılanlar, topyekün terördür.
Tüm muhalefeti tasfiye etmek, kendinden olmayanı etkisizleştirmek, kendi gibi düşünmeyeni sindirmek, bastırmak, susturmak için uyguladıkları yöntemler, “terör” yöntemleridir.
İşledikleri suçların çoğu “terör” suçudur. Ve ihbar etmek görevimdir.
13 yılda kurdukları “AKP İslâmofaşist sermaye diktatörlüğü” tepeden tırnağa gayrimeşrudur, hukuk dışıdır, ahlak ve vicdan dışıdır.
İhbar ediyorum.
Bu hukuk dışı, cumhuriyet dışı, erdem dışı tiranlık düzenini yaratanları da; o düzeni “normalleştiren”, “meşrulaştıran”, o düzene “dayanak olan”, “ortak yazılan”, “yasalmış gibi muamele eden” düzen içi sözde muhalefet partilerini ve tüm unsurları da ihbar ediyorum.
Bu ihbarı siz istediniz.
Yönetmelik çıkardınız, ihbar edin dediniz.
Al sana ihbar!
03/09/2015 Perşembe


2 Eylül 2015 Çarşamba

"Bu, ikili, üçlü, dörtlü bir darbeler serisidir." John Perkins



Yıl 2005 Türkiye ile yakın bir ilgisi olmayan John Perkins “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı kitabında anlatıyor;
"Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç verip otobanlar yaptırırız. Sonra onlara arabalarımızı satarız. Sonra bankalarını satın alırız. O bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız. Böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız, hem de faiziyle.
 O ülkeye dünya bankası ya da kardeş kurumlardan kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi "ASLA" o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje‘ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, dev havaalanları yapılır. Aslında insanların işine yaramayan bir yığın beton. Bizim şirketlerimiz kazanır o ülkedeki birileri de nemalandırılır.
Toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkânsızdır.
Plan böyle işler. Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki; "Bize büyük borcunuz var ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazınızı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin, askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletler de bizim için oy verin! Elektrik su kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın..."
Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri ele geçiririz. Bu, ikili, üçlü, dörtlü bir darbeler serisidir." 
 ______________________________ 
 Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları - John Perkins

SAHTE ATATÜRKÇÜLER “ŞOV” YAPIYOR!




1 Eylül 2015 Salı günkü Sözcü gazetesi, ön sayfasının tamamını kaplayan şu kocaman sözcüklerle çıktı:
“SÖZCÜ SUSARSA TÜRKİYE SUSAR”
Gazetenin köşe yazarları Bekir Coşkun, Emin Çölaşan, Yılmaz Özdil, Uğur Dündar ve Mehmet Türker’in köşeleri “boş” yani yazısızdı!
Sözcü gazetesi neyi protesto ediyordu?
Köşelerin “boş” yani yazısız çıkmasının anlamı neydi?
Şimdi bu soruları yanıtlayalım.
Önce, 1960’ın ilk aylarını yaşamamış ve o günlerde neler olduğunu okumamışlar için çok kısa bir bilgi sunmam gerekiyor.
1950–1960 sürecinde Türkiye, Demokrat Parti (DP) hükümetleri tarafından yönetildi. Bu hükümetlerin başında, Başbakan Adnan Menderes bulunuyordu.
ABD’nin parasal desteğini çekmesinden sonra ekonomik durum bozulunca DP’nin halktaki desteği de azalmaya başladı. Ancak, iktidarı bırakmamakta kararlı olan Adnan Menderes demokrasi dışı yöntemlere başvurdu. Bunların en sonuncusu, TBMM’de bir “Tahkikat Komisyonu” kurmasıydı. Yürütme ve Yargı yetkileri de verilen bu komisyonun tüm üyeleri DP’liydi
İşte bu komisyon, DP hükümetini eleştiren gazetecileri, yazarları tutuklama hakkına da sahipti!
DP hükümeti, karşıt gazeteler daha basılmadan önce denetleniyor, köşe yazarlarının yazıları yayımlanmadan önce “sansür” ediliyordu!
DP hükümeti tarafından sansürlenmiş gazete köşeleri “boş” yani yazısız çıkıyordu!
Köşe yazısını yazdığı yer “boş” olan yazarın sansüre uğradığını anlıyorduk.
Ancak, bu uygulama çok sürmedi.
Demokrasi düzenini yıkıp bir dikta rejimine doğru giden Adnan Menderes hükümeti, 27 Mayıs 1960 günü bir askeri darbeyle yıkıldı.
Yaşanan bu olaydan çıkan derslerden biri şuydu:
Eğer bir gazetenin yazarları tarafından yazıldığı yer olan köşeler “boş”, yani yazısız çıkarsa, yazarın o yazısı hükümet tarafından “sansür” edilmiş demektir.
Peki, şimdi soralım.
1 Eylül 2015 Salı günkü Sözcü gazetesinde; Bekir Coşkun, Emin Çölaşan, Yılmaz Özdil, Uğur Dündar ve Mehmet Türker’in yazıları “SANSÜR” mü edilmişti?
Bu yazarların köşeleri “boş” yani yazısız çıktığına göre, bu yazarların yazıları AKP hükümeti tarafından “SANSÜR” mü edilmişti?
Hayır! Bir sansür uygulanması yaşanmamıştı!
AKP hükümeti, Sözcü gazetesi yazarlarına bir “sansür” uygulamamıştı!
Peki, hükümet tarafından bir sansür uygulanmamışsa, Sözcü gazetesi köşe yazarlarının köşeleri neden “boş”, yani yazısız çıkmıştı?
Cevap çok açıktır.
Sözcü gazetesi, köşe yazarlarının yazılarına AKP hükümeti tarafından bir “sansür” uygulandığı izlenimini yaratmak istemiştir, tıpkı Adnan Menderes hükümeti tarafından 1960’da uygulanmış sansür gibi!
Sözcü gazetesi, bir algı operasyonu yapmış, okuyucularında AKP hükümeti tarafından “sansür” vurgunu yemiş olduğu algısını yaratmaya çalışmıştır!
1960’da Adnan Menderes hükümeti gazetelere sansür uyguladığında, her sabah gazetesini alan vatandaş, gazetesinin köşe yazarlarının sansüre uğradığını gördüğünde huzuru kaçtı, tedirgin oldu! Köşe yazarları acaba ne tür önemli haberler yazmışlardı da hükümet bunları sansür etmişti, diye kaygılanmaya başladı. Büyük bir tehlike gelmekteydi de hükümet bunu vatandaşlardan mı saklıyordu? Bu huzursuzluk, tedirginlik ve kaygı giderek öfkeye dönüştü! Bu öfke diğer etkenlerle de birleşince halk sokağa döküldü!
Sözcü gazetesi, yazarlarının köşelerini “boş” yani yazısız çıkarıyor, hükümet tarafından sansüre uğramış oldukları izlenimini veriyor, bir algı operasyonu uyguluyordu.
Peki, Sözcü gazetesi, uyguladığı bu algı operasyonu sonucu; okuyucularını huzursuz kılmak, tedirgin etmek, kaygılandırmak ve sonunda öfkelendirip sokaklara mı taşırmak istiyor?
Sözcü gazetesi, ne yapmak istiyor?
Değerli Dostlar,
Bu önemli konuyu enine boyuna irdeleyeceğim. Bu nedenle yazım da uzunca olacak. Uzun bir yazıyı sizlere sunmak yerine, bölüm bölüm sunmayı yeğledim.
Yarın yazımın devamını sunacağım.
Saygılarımla,
Yılmaz Dikbaş
2 Eylül 2015 Çarşamba
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52


7 Ağustos 2015 Cuma

Hem NATO’da kalacaksınız hem de NATO’da görev yapmış bir generalin ödüllendirilmesini yadırgayacaksınız!



YENİ GENELKURMAY BAŞKANIMIZ

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulisi Akar’ın yeni genelkurmay başkanımız olması beklenmektedir.
İşte, tam bu sırada medyada, Org. Hulisi Akar ile ilgili şu haber piyasaya sürüldü:
ABD tarafından Org. Hulisi Akar’a “Liyakat Nişanı” takılmış, hem de bu nişanı takan subay, 12 yıl önce 11 Türk subayının başına çuval geçiren Amerikalı General Ray Odienono imiş!

Bu haber doğru, ama hiç kuşkusuz art niyetli!
Neden mi?
Türkiye, NATO’nun üyesidir.
Bunu bilmeyen var mı?
Kurmay subaylarımız ABD’de ve Avrupa’da NATO üslerinde eğitim, harp okullarında öğretim görürler.
Bu da bilinen bir gerçek değil mi?
Peki, Org. Hulusi Akar’ın, yetenekli bir general olarak ABD tarafından “liyakat nişanı” ile ödüllendirmesinin yadırganacak yanı nedir?
Ne bekliyordunuz, Org. Hulusi Akar göğsüne takılan liyakat nişanını söküp, Amerikalı generalin başına mı atacaktı? Böyle yaparak milliyetçi bir Türk subayı olduğunu mu kanıtlamış olacaktı?

Hem NATO’da kalacaksınız hem de NATO’da görev yapmış bir generalin ödüllendirilmesini yadırgayacaksınız!
Bu; akıllı, mantıklı ve insaflı bir yaklaşım değildir!

Bakın, sizlere şanlı tarihimizden bir örnek sunayım.

Çanakkale Savaşları’nda Yarbay Mustafa Kemal’in başında, 5. Ordu Komutanı Alman General Liman von Sanders vardı.
Yarbay Mustafa Kemal savaştan, “Anafartalar Kahramanı” olarak çıktı!
Göstermiş olduğu üstün başarı ve kahramanlıktan dolayı Yarbay Mustafa Kemal’e, Osmanlı Padişahı “Altın Liyakat Muharebe Madalyası” verdi ve Almanya İmparatoru tarafından da “Demir Haç” ile ödüllendirildi.
Peki, Yarbay Mustafa Kemal, göğsüne takılan “Demir Haç”ı söküp attı mı?
Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’in, Çanakkale Savaşları’ndan sonra neler yaptığını burada anlatmaya gerek yok, çünkü tüm dünya biliyor!

Şimdi, tüm yurtseverlerin yapması gereken şudur:
Şanlı Türk Ordusu’nun başına Genelkurmay Başkanı olarak geçecek olan Orgeneral Hulusi Akar’a süre tanımak, ona şans vermek ve gerçek bir Kemalist subay olduğunu kanıtlamasını beklemek!

Yılmaz Dikbaş
4 Ağustos 2015, Salı
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52